APOCU MİLİTAN KİŞİLİK CİLT II (59.BÖLÜM)
ZAFER DÖNÜŞEN KİŞİLİKLERLE KAZANILACAKTIR
Ruhunuzda, düşüncenizde düşman işgali var. Bu kişilikle mi seveceksiniz? Düşman sizi hayvan gibi yaşamaya alıştırmış. Biz bir insanı hayvan gibi yaşatamayız. Bu çok daha tehlikeli olur. Saldırgan, kural tanımayan ve savaşta her gün cinsini yiyen bir hayvan gibi. Örneğin, bir aslan cinsi bile yavrularını yemez. Hayvanlarda bile yavrusunu, cinsini yiyen bir tür pek yoktur. Ama unutmayın ki, siz her gün cinsinizi yiyorsunuz. Toplumun yaşam ve örgüt kurallarına uymamakla, kesinlikle birbirinizi yiyorsunuz. Düşünün, hayvanlar bile kendi cinsini korur. Kanla beslenenler bile, sanırım başka cinsi yer. Bunlar müthiş gerçeklerdir. Benim iddialarım daha da geliştirilebilir. Siz doğru yaşam başlangıcı yapmak zorundasınız. Sizin bütün söylemek istediğiniz şu; “bırak, yaşayacaksam da bu, alıştırıldığım gibi olmalı. Bir bardak zehir de olsa şarap gibidir, içeyim ve öleyim” diyorsunuz. Bu bir felsefemidir? Biz bu felsefeyi onaylayamayız. Yanlış alıştırılmışsınız. Sigara içmenizi, zehirli yaşama karşı durabilecek misiniz diye sizi sınamak için kestik, o kararı halen canlı tutuyoruz. O bir semboldür. Sigara içmeniz, zehir dolu bardağı şarap sanmanızın sembolüdür. Bakalım dayanabilecek misiniz? Kürt‟ü veya benzer insanları, doğru bir yaşama başlatmak için, bu kadar büyük çaba harcamak gerekiyor. Bana şunu söyleyebilirsiniz; “senin özgürlük yaşamına fazla güç getiren olamaz.” Bunu tartışabiliriz, tartışmaya karşı değilim. Bizim özgürlük temelindeki yaşamımıza güç yetirilemeyeceğine ve bunun boş bir çaba olduğuna dair bir tartışma yürütelim. Ama dürüst tartışalım, gerçekten özgür yaşam imkanınız var mı, yok mu? Sonuç olarak “kesinlikle özgür yaşam imkanı yoktur, örgüt kuralları can sıkıyor, ordulaşamayız, partileşemeyiz ve biz bu savaşı başaramayız. Normali önümüze serilendir” derseniz; kesinlikle durumu böyle kabul edenlere olumsuz bir tavır göstermeyiz. Ama bu kişiliklerin saflarımızda bir münafık gibi durmalarını da kabul etmiyorum.
Örneğin iyi öğrenememeniz bana göre münafıklığa işarettir. Burada da bir münafıklık var. Yani sözü ayrı, özü ayrı. Bu netleşmeye mutlaka gitmemiz gerekiyor. Burası büyük bir savaş meydanıdır diye boşuna demedim. Ancak siz burayı eğlencelik yere çevirmek istiyorsunuz, bu
olmaz. Bu emeklerimize biraz saygı göstermeniz gerekir. Ben her gün tehdit üzerine tehdit alıyorum. Bizim buradaki yaşamımız büyük bir direnişle geçiyor. Onun için ben bunların değerini bilmek zorundayım. Bizim ortamımızı beğenmeyebilirsiniz, ama dağları aşarak, Avrupa‟daki, hatta metropoldeki yaşamı bırakarak siz buraya geldiniz. Niye geldiniz, benimle oynamaya mı? Herhalde siz de çok iyi biliyorsunuz ki, bu insan direnen bir insan. En azından ne adına, ne için ve nasıl savaştığımız bellidir. O zaman bizim sözümüzü dinleyeceksiniz. Bana put gibi tapın demiyorum, ama en azından öğrenmeye çalışın. Bizim çalışmalarımıza dayanacaksanız bu tam olsun, dayanmayacaksanız affınızı isteyin, o zaman siz de bir kenara çekilirsiniz. Herkes savaşçı olamıyor. Ben bu işe başlarken hiç kimse bana yardımcı olmadı. İyi öğren, iyi savaş, iyi örgütlen demedi. Bunların hepsini ben kendim yarattım. Örneğin Ortadoğu‟ya ilk geldiğimde, başımı koyacak bir yerim dahi yoktu. Değil böyle güvenlik altında olmak, bir oda, bir battaniye ve en azından insanı üşütmeyecek bir şeyler bile yoktu. İlk gecem öyle geçti. Hatta bir köylü kaçakçılık kisvesi altında beni kabul ettiğinde, o gece benim için en rahat geceydi. Bu büyük bir olaydı. Beton üzerine bir kilim serilmişti, onun üzerinde uzanmıştım, sabaha kadar en güzel uykuyu o gece aldım diyebilirim. Filistin örgütünün yanındayken, küçük bir iskemlenin üzerine oturunca, büyük bir koltuğun üzerine oturmuşum gibi hissettim.Yani bir hasır iskemlesi ve toz içindeki bir odada o kadar rahattım. Şimdi siz masalar etrafında, güzel iskemleler üzerinde oturuyorsunuz, ama yine de rahat değilsiniz. Üzerinize birkaç battaniye örtüyorsunuz, yine de rahat uyuyamıyorsunuz. Güvenliğiniz yerinde, yiyecekler de fena sayılmaz.
Düşünsel olarak da size en güzel düşünceleri, en güçlü örgüt zeminini verdiğimiz halde rahat olamıyorsanız o zaman size sen hastasın derler. Sizin, yaşam felsefemizin ne olduğundan haberiniz yok, adeta iflas etmişsiniz. O zaman size şunu demek gerekir; PKK‟ye yanlış katılmışsınız, onu aileniz sanmışınız, ama PKK öyle değil. Size PKK‟yi yanlış öğretmişler. Peki tüm bunlardan ben mi sorumluyum? Hayır, çünkü ben şimdiye kadar hiç bir militanın, önderin yapmadığı kadar yaptığım her işi sizlere anlattım. Ancak bunları anlamama suçu size aittir. Gördüğünüz gibi bizim işimiz oldukça kapsamlı ve ciddi bir iştir. Olanakların fazla olup olmaması da sorun değil. Beni öyle en üst düzeyde ağırlamak istediklerinde de sıkıntı duyuyorum. Benim sıkıntım bu noktadadır. Sizler gibi başkalarından yardım beklemek yerine, tam tersine “destek var” denildiğinde kuşku duyarım ve beni sıkıntı basar. Dolayısıyla Kendimi endekslediğim şey, çok mütevazı bir yaşam sınırıdır. Örneğin etli yemeklerden hep rahatsızlık duyarım. Alışageldiğimiz bulgur pilavı benim için en iyi yemektir. Bu benim felsefemdir. Bir adam galiba bu yönümüzü bilerek, herhalde bizi kendilerine göre teşhis etmeye çalışıyordu, “Ben de çok bulgur yerim” diyordu. Belki de alay ediyordu veya benim yaşam felsefemi, mütevazı yaşam sınırımı çözmek istiyordu. İmkanlarla karşılaşınca kendimizi kaybetmiyoruz.
Çünkü böyle yapsak, işlerin nerede duracağı belli olmaz. Şimdi size bakıyorum, birisi gururunuzu biraz okşasa bayılıp gidiyorsunuz. Elinize bir yetki geçiyor, etrafı kırıp geçiriyorsunuz. Bu kişiliklerle sizden adam çıkmaz. Ne iflah olursunuz, ne iflah ettirirsiniz. Bunların hepsini bizim ortamımızda mütevazıca öğrenmeniz mümkündür. Rahat koşulları nasıl karşılayacağınızı öğrenmelisiniz. Bunun gibi daha bir çok husus var. Hep yansıtmak istiyoruz, ama gördüğüm kadarıyla güçlü öğrenemiyorsunuz. Çoğunlukla ortaya yetkilere dayanan bir devrimcilik çıkıyor. Yetki rahatlık getiriyor ve bunun için yetkiye ilgi gösteriliyor. Örneğin bir bürosu olacak, tembel tembel oturup ikide bir telefona çıkıp emir yağdıracak veya tekmil alacak, bir iki tane ciddi olmayan sözde emir verecek. Mevcut durumda yönetim ve komutanlık anlayışı gelip buraya dayanmış. Bunun kesinlikle bizimle bir ilgisi yoktur ve bu bir saptırmadır. Benim hiç öyle bir durumum yok. Günlük olarak çözüm üretme, yoğunlaşma, doğruları vurgulama, yani yönetme tarzıma bakın, sizin tarzınızla yüz seksen derece terslik arz ediyor. Çok ilginç, bu kadar tersliği benim adıma bana nasıl dayatıyorsunuz. Hiç korkmuyorsunuz da. Zaten bu da önemli bir sorun. Neden korkmuyorsunuz? Korkmamanız belki bizim uyguladığımız yöntemden dolayıdır. Ben, benden korkun demiyorum, gerçeklerden korkmalısınız. Hatta bu konuda kendimi de suçluyorum. Bunlar benim şahsıma bakarak neden korkulması gereken gerçeklerden korkmuyorlar, acaba suç bende mi diyorum. Gerçekler amansızdır, gerçeklerden korkmalısınız. Bana bakıyorsunuz “Başkan‟a duyduğumuz güvenle hiç korkmayız” diyorsunuz. İşte bu tanrı felsefesi. Sadece Başkan‟a duyulan güvenle korku aşılmaz. Bu tutum yanlıştır. Kesinlikle bundan kendimi tenzih ederim. Başkan‟ın kendisi gerçeklerden çok korkuyor. Siyasi gerçeklerden, düşman gerçekliğinden, örgüt gerçekliğinden müthiş korkuyor. Başkan ilgileriyle, tepkileriyle, öfkeleriyle müthiştir. Sizde ne öfke, ne tepki, ne intikam, ne de derinden bir ilgi var. Bunların hepsini de Başkan'a dayanarak yaptıklarını söylüyorlar.
Tam bir iki yüzlülük, tam bir kendini kandırma. Derhal bunu bırakmanız gerekiyor. Ne böyle cesaret cesarettir, ne de fedakarlık fedakarlıktır. Madalyonun bir yüzü sahte cesaret ise, diğer yüzü olmadık yerde korku ve paniktir. Görüldüğü gibi öğrenmeniz gereken müthiş şeyler var, ama dürüstçe öğrenin. Buradaki öğrenme, düzen okullarındaki gibi yalnız bir bilgi birikimi değildir. Buradaki öğrenme, dönüşüm temelindedir. Yani bizim yanımızda ''ya dönüşüm ya dönüşüm'' sloganı altında öğrenilir. Aslında öğrenme işi savaştan daha zordur, daha müthiştir. Çünkü savaş buradan alınacak özelliklerle ve dönüşüm kişiliğiyle verilecektir, kazanılacaktır. Sıkılıyor, “ben savaş istiyorum” diyorsunuz. Zaten bizim eğitim sahamızdan otuz bin kişi çıktı, ancak tek bir kişi bile savaşın gereklerine cevap olamadı. Savaşa da, parti yaşamına da gerektiği gibi yanıt olabilecek kadar bir dönüşümü sağlamalısınız. Ben on sekiz yıldır halen öğreniyor ve öğretiyorum. Kelime hatası bile yapmıyorum. Siz ise bir şey öğrenmeye tenezzül etmiyorsunuz.
Düşman 14 Mayıs operasyonuyla Ana karargahımız üzerine giderken bir askere baktım, “biz bunları bir şey sanmıştık, ama ortada bir şey yok” diyor. Gerçi o asker de zavallı birisidir. Ama bizimkilerin durumuna bakarak böyle söylüyor. Örneğin düşman bazılarını yakalıyor ve “bu bir zavallı” diyerek çayını bile bizim gerilla adayımızla paylaşıyor. Bizimki de kuzu kuzu içiyor. Bu gerilla adayımız da zaten kendisini çoktan kaybetmiş. Örneğin ben vurulursam bile bir adım-sanım, bir büyüklüğüm var ve kolay ölmeyeceğim ortaya çıkar. Ama bizim gerilla adayımız tabii bir zavallı. “Ben devletimizin böyle olduğunu bilmiyordum” diyor. General yalancıktan da olsa “biz battaniyemizi, aşımızı, çayımızı, yatağımızı bunlarla paylaşmaya söz veriyoruz” diyor. Yani bunların psikolojik durumunu, zaafını iyi yakalamış. Bu da şunu gösteriyor; siz büyük bir savaşçı olarak kendinize anlam verememişsiniz.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER