MİLLİYETÇİLİKTEN DEMOKRATİK ULUSÇULUĞA
Ekonomik ve sosyal hakların olmayışı nasıl ki iki dünya savaşı arasındaki dönemde totaliter rejimleri teşvik ettiyse, aynı şekilde farklı dil ve kültürel hakları yok sayan milliyetçi türdeş ulus-devletlerin de yol açtığı çatışma ve gerginliklere karşı, özellikle 2. Dünya Savaşı'ndan sonra BM öncülüğünde, insan haklarına Üçüncü Kuşak denilen 'halkların hakları', 'dil ve kültürel haklar', 'kendi kaderini tayin hakkı' , dayanışma hakkı, barış hakkı, çevre hakkı, kadın ve çocuk hakları, gelişme hakkı gibi yeni hak kategorileri eklenmiştir. 'Kendi Kaderini Tayin Hakkı (Self-determinasyon) BM Şartı'nın temeli olmuştur. 25 Haziran 1945 tarihli BM Şartı'nın gerekçesinde barışın korunmasıyla büyük ve küçük milletlerin hak eşitliğine özellikle vurgu yapılmıştır; Bir insan ömrü içinde iki kez insanlığa tarif olunmaz acılar yükleyen savaş belasından gelecek kuşakları korumaya,' insanın ana haklarına, insan onur ve değerine, erkek ve kadın için olduğu gibi büyük ve küçük milletler için de hak eşitliğine olan bağlılığımızı yeniden ilan etmeye' denilmektedir. Antlaşmanın 1/2 maddesi ise, 'milletler arasında, milletlerin hak eşitliği ilkesine ve kendi geleceklerini kendilerinin belirleme hakkına saygı'yı ifade etmiştir. 1949 BM Genel Konvansiyonu Kararı'na göre de her halkın, bir halk olarak tanınma, kültürel ve politik olarak kendini ifade edebilme hakkına sahip olduğu kabul edilmiştir.
3 Ocak 1976 tarihli BM Ekonomik, Toplumsal ve Kültürel Uluslararası Sözleşmesi'nde de halkların kendi kaderlerini belirleme hakkı;
a-Siyasal statüsünü serbestçe belirleme hakkı,
b-Ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmesini serbestçe biçimlendirme hakkı,
c-Doğal zenginlik ve kaynaklarından özgürce yararlanma hakkı,
d-Kendi öz varlığından yoksun bırakılmama hakkı, olarak tanımlanmıştır (m.1). 23 Mart 1976 tarihli BM Uluslararası
Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi de benzer tanımı içermektedir.
Demokratik anayasacılık;
Anılan sözleşmelerde belirtilen hakların uygulanma biçimi ise, demokratik anayasacılık hareketleri veya demokrasiye ve insan haklarına dayalı anayasacılığın gelişip olgunlaşmasıyla mümkün olabilmiştir. Bir başka deyişle bu yönlü demokratik anayasacılık hareketleri veya mücadeleleri sonucunda, binlerce iç savaş yanında 1. ve 2. dünya savaşlarına yol açarak milyonlarca insanın ölümüne, ekonomik, sosyal tahribatlara yol açan milliyetçi türdeş ulus-devlet anlayışı terk edilerek demokratik ulusçuluğa dayalı anayasalar sürecine girilmiştir. Böylece anayasalar, artık farklılıkların kabul ve onay gördüğü, farklı dillerin veya ırkların bir arada barış içinde özgür, eşit şekilde yaşadığı demokratik birlik belgeleri haline gelmiştir. Zaten demokrasiyle yönetilen bütün ülkelerde yapılan da bu olmuştur. ABD, Fransa, İspanya, Portekiz, İtalya, Belçika, İsviçre anayasaları gibi birçok örnek gösterilebilir. Bu ülkelerde dil ve ırk çelişkileri, demokrasinin başarıyla çözdüğü bir alan olarak, bölünme ve ayrılmaya değil, tersine gerçek birliğe ve güçlenmeye hizmet etmiş, anayasalar da bunun güvencesi olmuştur. Çünkü ,açık olan bir şey; birçok uluslu devlet içinde dayanışma ve ortak amaç duygusunu ilerletmenin geçerli bir yolu varsa, bu ulusal kimliklerin boyun eğdirilmesinden değil, uzlaştırılmasından geçer. Farklı ulusal gruplardan oluşmuş halk, ancak büyük siyasi yapılanmayı kimliğine boyun eğdirilen değil; kimliğinin besleneceği bir bağlam olarak görürse bu yapıya bağlılık gösterecektir.(1). ABD bunun en çarpıcı örneğidir.
ABD'de anayasal yapı;
ABD Anayasası, kişilerden, çıkarlardan ve kümelerden oluşan bir yığını içermektedir. İktidarın dağılımı ise hem katmanlar arasında (federasyon, eyalet ve yerel) hem de kurumlar arasında (yasama, yürütme, yargı) sağlanarak bireylere, halklara her alanda örgütlenme ve ifade özgürlüğü sağlanmıştır. Böylece her yurttaş, ister bireysel anlamda isterse örgütlenerek kendi dil, din, kültür vb. her konuda özgürce kendini geliştirme, ifade etme imkanına anayasal güvence altında sahiptir. Örneğin ABD'de herhangi bir göçmen grubunun üyesi, yurttaşlık statüsünün anayasa teminatı altındaki evrensel, bireysel haklar etrafında oluştuğunu bilir. Etnik kimliğini yurttaşlık ya da Amerikalılık duygusu içinde özgürce ifade edebilmektedir. Çünkü ABD, ona göre, her biri diğerinin kültürel farklılıklarına hoşgörü gösteren eşit yurttaşların ülkesidir. Onlar için ABD, her biri kendilerini yönetme hakkına sahip halkların -İngiliz, İspanyol, Kızılderili, Porto Rico, Meksika kökenliler, Hawai yerlileri gibi çok sayıda etnisite- bir federasyonudur. Bir başka deyişle bu halkların her biri kendi öz yönetim güçlerini koruyarak ABD'nin siyasi yapısıyla federatif olarak birleşmiştir (2). ABD Anayasası, 'çoklukta birlik' (plüralizm) ilkesi üzerine inşa edilmiş, farklılıklara onay veren, çokkültürlü demokratik bir örgütlenme belgesidir. Bu anayasa, 'egemenliğin kaynağı toplumdur'der. Bu tanım sosyolojik bir tanım olup, milli birlik, tek millet gibi kavramları dışlar. Bir Amerikalı için 'milli birlik', 'milli irade' gibi kavramlar, düzenbazlar ve zorbalar tarafından her dönem sömürülmüştür. Onlar için önemli olan çoğulcu toplum yapısının açık demokrasi ilkeleri (özgürlük, eşitlik, hoşgörü) etrafında birleşmesidir. Üstelik bunu tam bir özgürlük ortamında, barış içinde ve ülkenin karakterini belirleyecek yasa ve anayasalarına taşırarak, demokrasiyi en barışçı şekilde ve en eksiksiz gerçekleştiren bir ülke oldular. Sonuçta 'ne denilirse denilsin, insanlık için gerçek güç, çıkarların özgür olarak birleşmesidir' (3).
Irklar savaşından demokrasi mücadelesine;
Bu örnek Kanada'yı da etkilemiş, Kanada'da uzun yıllar süren 'ırklar savaşı' yerini demokrasinin özgürlük, eşitlik, hoşgörü ilkelerinin savaşına bırakmıştır. Kanada Haklar Bildirgesi'ndeki eşitlik güvencesini, Kanada Yüksek Mahkemesi, 'farklılıkların onay görmesi gerçek eşitliğin özüdür' şeklinde yorumlamıştır. Farklılıkların tek düzeliğe zorlandığı bir yerde eşitlik, özgürlük, hoşgörü dolayısıyla demokrasiden bahsedilemez.Örneğin Kanada'nın yerli Kızılderili h alkı olan Quebecliler, kendi kimliklerinin anayasal ilke düzeyinde tanınması ve onaylanmasını temel bir saygı meselesi olarak görmektedirler (4). Bu farklı olana karşı eşitlik ve hoşgörünün hukuksal ifadesidir aynı zamanda. Kanada ve ABD'deki hükümetler, yeri geldiğinde, ulusal azınlıklarının ayrı kimlik duygusunu yok etmek için, Kızılderili çocuklar için yatılı okullar ve kabile adetlerinin engellenmesinden okullarda Fransızca ya da İspanyolca konuşulmasının yasaklanmasına kadar ellerindeki her türlü aracı kullanmışlardır. Ancak yüzyıllarca süren 'yasal' ayrım, sosyal önyargı ya da açıktan umursamazlığa rağmen, bu ulusal azınlıklar bir ulusal kimliğe sahip oldukları duygusunu yitirmemişlerdir. Aynı şekilde, Avrupalı hükümetlerin Basklılar ya da öteki ulusal azınlıkların dillerini ve ulusal kimliklerini bastırma yönlü politika ve uygulamaları çok az başarılı olmuş ya da hiç olmamıştır. Tersine bu baskılar etnik çatışma ve toplumsal gerginliklere yol açarak toplumsal barışı zedelemiştir. Dolayısıyla ' özyönetim ve kimlik taleplerini dikkate almaktan başka bir seçenek yoktur. Bunu reddetmek yalnızca yabancılaşmaya ve ayrılıkçı hareketlere hizmet edecektir' (5).
Çokulusluluğun sürekliliği;
Özetle farklılık (çokluk) içinde birlik, çok ülke, çok ulus ve sonuç olarak birden çok siyasal iktidar; üstün bir hukuki metin olan ABD federal anayasası etrafında birleşmişlerdir. Böylece anayasanın kendisi çokulusluluğun sürekliliğini güvence altına aldığı gibi farklılıkların özgür, eşit, gönüllü birliğini de sağlamış olmaktadır. İlginçtir Amerika'nın çok dilli, çok dinli, çok kültürlü demokratik çoğulcu anayasal yapısının fikir babaları Hamilton, Jan ve Medison'un esin kaynağı ise önemli ölçüde Fransız düşünürler j.j. Rouse ve Montesqueu olmasına rağmen; bu fikirleri kendi ülkeleri Fransa'da hayata geçirilmemiş, Fransa, ulus devletin katı milliyetçi asimilasyoncu yorumunu esas alarak demokratik ilkelerden sapmıştır.
Çoklu İspanya demokrasisi;
İspanya Anayasası Fransa'dan bir adım daha ileri giderek, 1978 tarihli İspanya Anayasası'nın 2. maddesinde 'Anayasa, İspanyol ulusu birliğinin ayrılmazlığını ve bütün İspanyolların ortak vatanının bölünmezliğini kesinlikle belirtir ve onu oluşturan bölge ve milliyetlerin özerklik hakkını ve aralarında dayanışmayı garanti eder' diyerek İspanyol üst kimliği altında farklılıkları anayasal düzeyde resmen kabul etmiştir. Bu durum 'Çoklu İspanya' kavramıyla ifade edilmiştir. Anayasal düzeyde tanıma İtalyan Anayasası'nın 6. maddesinde 'Cumhuriyet, dil açısından mevcut azınlıkları uygun önlemlerle korur' şeklinde düzenlenmiştir. Belçika Anayasası ise 'dil esası'na dayalı federalizmi tanımlamaktadır (m.1); 'Belçika, topluluklar ve bölgelerden oluşan federal bir devlettir' ifadesi yer almaktadır.
Demokrasinin ideallerine bağlılık;
İsviçre daha da ileri giderek 1848 tarihli Anayasası'nda Fransızca, İtalyanca ve Almanca'yı eşit biçimde ulusal resmi diller olarak tanımıştır. 1938'de yapılan referandumla da ülkenin güneydoğusunda elli bin kişilik azınlık bir grubun konuştuğu Romache'yi dahi resmi diller arasına almayı kabul etmiştir. 'Onlar, demokratik teknikleri kullanarak her bir toplumsal gruba kendi geleceğini belirleme hakkını vererek, demokrasinin ideallerine katkıda bulunmuşlardır'(7).
Bu örneklerin de gösterdiği gibi ister ulus-devletin demokratikleştirilmesi yoluyla olsun, isterse federal tipte devlet olsun, demokratik zihniyetin egemen olduğu hemen hemen her ülkede dil ve kültür özgürlüğü yasal veya anayasal düzeyde resmen tanınmıştır. Böylesi bir tanıma bölünmeye yol açmamış, tersine daha güçlü birliklerin harcı olmuştur. Çünkü kültürel kimlik, çoğulculuğun hem nedeni hem de sonucudur. 26 Temmuz-6 Ağustos 1982 Mexico toplantısında; 'kültürel kimliklerdeki çoğulculuğun toplumları bölmediği, zenginleştirdiği, bunlar arasında iletişimi, hoşgörüyü geliştirdiği, bunları gözardı etmenin ya da yok saymanın patlamalara ve bunalımlara yol açtığı' önemle belirtilmiştir. Sonuçta heterojen toplum yapıları ile uyumlu anayasal yapılanmalar ister federatif tarzda olsun, isterse ulus-devletlerin demokratikleştirilmesi veya azınlık haklarının tanınması şeklinde olsun hepsi de demokrasinin her ülke koşullarına uygulanmış birer biçimini ifade etmektedir. Bu usullerden hangisinin tercih edileceğine, o ülkenin özgün koşullarına uygun olarak yine o ülkenin yurttaşları ya da yönetimleri tarafından karar verilmiştir. Burada önemli olan farklı dil, din ya da kültürlerin demokrasi ilkeleri çerçevesinde dil ve kültürel haklarından tam bir eşitlikle ve ayrımsız yararlanmalarının sağlanmış olmasıdır. Öz ve amaç bu olduktan sonra bu amacın gerçekleşmesine hizmet edecek biçimlerden, yani ulus-devletin demokratikleştirilmesi veya eşit ortaklık ya da federalizm ile azınlık haklarının tanınması yollarından herhangi birinin Türkiye'nin özgün koşulları bakımından da tercih edilmesi mümkündür.
Fransız ulusçuluğu;
22 Eylül 1872 tarihli bildirge 'Fransız Cumhuriyeti tek ve bölünmezdir' derken, kültürel çoğulculuğu dahi kabul etmiyordu. Cumhuriyetin birliği, dilde birlik anlamını taşıyordu. Bu nedenle bölgesel diller olarak adlandırılan Aşağı Brötanca, Baskça, Alsakca ve Korsika dili ile otuza yakın taşra ağzı, ulusal birliğin önünde bir engel olarak görülmüş ve 1794'ten itibaren kamusal ve özel işlemlerde yasaklanması yoluna gidilmiş, Fransızca'nın tek ulusal dil olarak tüm Fransa'da yaygınlaştırılması için eğitim, kültür vb. birçok alanda asimilasyoncu politikalar uygulanmıştır. Ancak tüm bu yasaklama ve asimilasyon uygulamalarına rağmen bölgesel diller yok edilememiş, sonuçta ulus-devletin temsilcisi Fransa, dünyada gelişen demokrasinin de baskısı altında, demokratik ulusçuluğa geçmek zorunda kalmıştır. Fransa, 1951 tarihli Dexone Yasası ile beş bölgesel dili resmen ve hukuken tanımıştır. Bunlar Baskça, Brötanca, Katalanca, Korsikaca ve Oksitanca dilleridir. 2 Mart 1982 Reform Yasası ile birlikte bölgesel dillerin öğretimi olanağı da isteğe bağlı (seçmeli) olmak kaydıyle kabul edilmiştir. Üniversitelerde ise lisans ve yüksek lisans düzeyinde bu dillerin öğretimine başlanmıştır. Ayrıca 23 Eylül 1985 tarihli bir kararnameyle danışma işlevli bir Bölgesel Diller ve Kültürler Ulusal Konseyi kurulmuş ve bu kuruluşun örgütlenmesi çerçevesinde kimi bölgelerde Bölgesel Kültür Ofisi kurulması yoluna gidilmiştir.
Yerel yönetimleri özerkleştirme;
1982 Reformu'nun 3. maddesi uyarınca devlet ile yerel yönetimler arasında yetki paylaşımı yapılmış, kültürel yetkileri tamamlayan eğitim-öğretim ve araştırma alanındakilere bakıldığında devlet, bölge meclislerinin görüşlerini alarak öğretim kurumlarının genel pedagojik yapısını belirlerken, ilgili yerel yönetimlere danışarak yüksek öğretim kurumlarının kuruluşu ve düzenlenmesi etkinliğini yürütmüştür. Belediyeler ise, ilköğretim ve anaokulları alanında yetkili kılınmıştır (6). Korsika örneğinde, Korsika Meclisi'ne kimi konularda yasa çıkarma yetkisinin verilmesine kadar gidilmiş, yerel ve bölgesel yönetimlerin yetkilerinin artırılması yoluyla çözüme gidilme yöntemi tercih edilmiştir. Fransa örneğinde dil ve kültürel haklar bu şekilde yasal olarak kabul ve onay görmüş, uygulamaya geçmiştir. Bu reformlarla birlikte Fransa anayasası milliyetçi-asimilasyoncu ulus-devlet anlayışından veya Fransızlaşmayı içeren etnik temelli 'milli birlik-üniterlik' zihniyetinden demokratik siyasal birlik anlamında üniterliğe doğru bir zihniyet değişimi yaparak, 1950'lerden bu yana ulus devletini demokratikleştirmeye çalışsa da hep diğer Avrupa ülkelerinin gerisinde seyretmektedir.
Hazırlayan: EMRAN EMEKÇİ
YORUM GÖNDER