EMEK VE YAŞAM BAĞLARI
Canlılar varlıklarının devamını sürdürmek için birçok yaşam ilkesine ihtiyaç duyarlar. Bunların önem sırasına göre öncelikleri değişmektedir. Ama her canlıda çoğalma, beslenme ve korunma güdüleri doğadaki tüm canlı türlerinin devamını sağlamaktadır. Her ilke bir diğerini koşullar. Bilindiği gibi insanın toplumsallaşması onu diğer memelilerden farklılaştıran ve aklını kullanan bir varlık kılan temel nedendir.
İnsan yavrusunun oldukça savunmasız bir biçimde doğması, anne sütü dışında beslenememesi yine korunamaması, diğer canlılar gibi doğarken ne bir gagası, ne bir kanadı, ne tehlikelerden kaçacak güçlü bacakları, ne onu soğuktan ve sıcaktan koruyacak kalın, dayanıklı bir derisi ve kürkü olmaması onu uzun süre annesine muhtaç kılmıştır. Gebelik, doğurma ve emzirme süreçleri analarımızın özgün biyolojik farklılıkları bizlerin doğuşta eksik kalan yanlarımızın tamamlayıcı rolünü üstlenmişlerdir. Bu durum bizler ile annelerimiz arasında önemli bir ilişki düzeyini de doğalında geliştirmektedir. Kendisi dışında bir başka canlı varlığı sahiplenme, koruma, besleme, savunma ve kendi deneyimlerini aktarma gibi toplumsallığa yol açan duygu ve düşüncenin oluşmasını sağlamıştır. Marks; insanı insan yapanın, toplumsallaşmayı yaratanın emek olduğunu söyler. Anne ile çocuk arasındaki ilişkide ilk toplumsal emek vardır. Ama nedense ilk toplumsal emeğin kadın tarafından yaratıldığı dile gelmez. İnsan canlı doğanın bir parçası olarak görülüp, doğanın da insan gibi hissedebilen, sevebilen, duyumsayabilen, düşünebilen, sezebilen bir varlık olarak görülmesi, tabiat ana imgesini geliştirir. Bu toplumun zihniyetinin temel karakterini oluşturan belirleyici etkendir. Analarımızın bu ilk süreçlerde ortaya çıkan düşünüş ve bilinç biçimi, duygusal zeka ağırlıklıdır. Giderek yaşam deneyimlerinden sonuç çıkarması zeka biçiminin duygusallık ile analitikliği optimal bir dengeye kavuşturur. Doğal toplumda ve neolitik tarım köy toplumunda; şiddetin, savaşın, sömürünün, haksızlığın, gaspın, düşmanlığın olmamasının temel nedeni bu zihniyet yapısından ileri gelir. Toplumun ortak bilinç ve vicdanı olarak ahlaki yasalar bir topluluğun veya toplumun yaşamını düzenler. Toplumun beslenme, barınma, korunma ihtiyacını kolektif emeğe dayalı olarak eşitçe gideren ve paylaştıran yasaydı. Yunancada yasa anlamında kullanılan nomos kelimesi günümüzde toplumun diline namus olarak geçmiştir. Eko Yunanca da ev demek, nomos ise yasa demek. Evde yaşayanların ihtiyaçlarını karşılayan yasa demek oluyor.
Avcılık kültüründen gelip ananın yaptığı sözleşmeler çerçevesinde topluma dahil olan ve avcılık pratiği içinde kurnazlaşan erkek, ananın toplumsal ihtiyaçlar için biriktirdiği ürünleri ve değerleri ele geçirir ve tekeline alır. Tekelcilik anlayışını geliştirir. Tekelcilik tefeciliği oraya çıkarır. Erkeğin yarattığı tekelci ve tefeci kültür, daha önceki neolitik kültür ve ahlakı büyük oranda tahrip eder ve çeşitli biçimlerde ahlaksızlığı geliştirir. Toplumun kendi ihtiyaçlarını karşılamak üzere ürettiği birikimi ele geçirir ve toplumsal düzenin adeta altını üstüne getirir. Kadın, erkeğin yuvasını ayakta tutan karşılıksız emek deposu gibidir. Geçmişin nomosu, erkek egemen sistemde erkeğin meşru bir biçimde sahibi olduğu kadının bedeni ve cinselliği olmaktadır. Başkasının dokunamayacağı, dokunması halinde yaşamların söndürüleceği en özel alandır. Dolayısıyla kadına kendisine, varlığına, duygu, düşünce ve bedenine hatta ruhuna dair geriye bir şey bırakmaz. El değiştiren bu yasaların başında ise ekonomi gelir. Adına ekonomi politiği veya iktisat bilimi denmeye başlanır.
Ekonomi politiği veya iktisat bilimi ile ev yasası ve toplumsal üretim birbirinden koparılır. Ekonomi politika ile kent yönetimleri, sonrasında ise devlet yönetimi işleri iç içe geçer. Bundan sonra ev ve toplum yasası olan ekonomi, ekonomi politiğe dönüştürülerek kent yasasına, devlet yasasına dönüştürülür. Ekonominin toplum için olan yanı kalmaz. Her şey devletin büyümesi, erkin güçlenmesi ve merkezileşmesi için kullanılır. Toplum yasası, ev yasası diye bir şey kalmaz geriye. Elde kalan tek sermaye kadının ev içi hizmette kullandığı karşılıksız emeği ve erkeğe sunmak zorunda kaldığı cinselliğidir. Adeta karın tokluğuna çalışmaya zorunlu bırakılır. Tıpkı analar ve kadınlar gibi emekçi kesimler de bu egemen erkek sınıfın zenginleşmesi için durmadan çalıştırılarak hizmete koşturulur. Kadının elinden çıkan toplumsal üretim ve ekonomi işleri, el değiştirip erkeğin tekeline geçtiğinde, büyük toplumsal düzensizlikler ve dengesizlikler gelişmeye başlar. Toplumun iç dengesi, ekolojik dengesi yani toplumsal ekolojide büyük, derin bozulmalar ortaya çıkar. Erkek evin sahibi olduğu için eskiden kadının belirlediği ev yasalarını artık kadın değil erkek oluşturmaktadır. Kadının nomosları, toplumun ve evin yaşamını eşitlikçi, adaletçi ve özgürlükçü temelde belirlerken, erkeğin namusu ise sahip olduğu kadının cinselliğine ve bedenine endeksli bir kavram olarak geliştirilir. Ev yasası olan ekonomi yani Yunancadaki eko-nomos, artık erkeğin tekelinde, mülkiyetindeki kadının cinselliğine indirgenmiş ve ‘namus’ olarak kavramlaştırılmıştır.
Nomos, büyük bir üretim ahlakı anlamını taşırken, günümüzde sadece kadın cinselliğine ve bedenine indirgenmiş olması günümüz toplumu açısından büyük ahlaki yozlaşmalara yol açmıştır. Kadın bedeni ve cinselliğini denetlemeye odaklı olan ataerkil namus anlayışı, sağlıklı bir toplumun sahip olması gereken ahlakın diğer alanlarını boş bırakmıştır. Toplum her iki cinsten oluşur. Toplumun ortak vicdanı olan ahlak mevcut haliyle toplumun ihtiyacını karşılamamaktadır. Devletin hukuk yasaları ile denetlediği alan toplumsal alandır. Ancak hukuk devletin tekelinde olan ve devletin çıkarları doğrultusunda düzenlenmiştir. Ataerkil zihniyet ve sisteminin geliştirdiği ve günümüzde geçerli olan namus anlayışı sadece devlet ve iktidarın kendisini toplumsal denetimin dışında tutması için uzmanca geliştirilmiş bir oyunudur. Tüm toplumun kadını ve erkeğinin bu oyuna gelmiş olması çok acı bir trajedidir. Haksız kazancın, emek gaspının, hırsızlığın, dolandırıcılığın, yalancılığın, sömürmenin, sindirmenin, şiddetin temel kaynağı ahlaksız bırakılan toplum gerçeğidir. Özgürlükçü bir ahlakın olduğu yerde devlet ve iktidar sisteminin kendisini yaşatması, sistemleştirmesi ve ayakta tutması mümkün değildir. Dini ideolojiler de kullanılarak bu stratejik oyun tüm topluma kabul ettirilmiştir. Ortaçağda buna direnen kadın ve erkekler, katledilmiş veya sindirilmiştir. Ortadoğu’da namus adı altında bir erkeğin özel mülkiyetine verilen kadın, Batı’da cinsel özgürlük ve seks işçiliği adı altında erkeklerin kolektif mülkiyetine verilmektedir. Bu oyun bozulmadan, bu strateji boşa çıkarılmadan toplumsal özgürlüğün sağlanması mümkün değildir. Bu nedenledir ki toplumsal özgürlüğün yolu kadın özgürlüğünden geçmektedir.
Yaşamın akışı içerisinde karşısına her an bir tabu olarak namus kanunlarının çıkmadığı bir kadın yoktur. Kadın bedenine, iradesine, duygularına, cinselliğine; evde, okulda, iş yerinde, çarşı ve sokaklarda kadına saldıran ve toplumsal tabuları ihlal eden yine erkeğin kendisidir. Bu durum erkeğin yalancılığını ortaya koymaktadır. Kendi eşini, kızını veya kendisine yakın olan kadınların bedenini ve cinselliğini ölümüne sözde koruma kavgası veren erkeğin kendisi başkasının eşine, kızına veya yakınına ters bir yaklaşım gösterebilmektedir. Bu erkek yaklaşımında ihlal sebebi kadının yaşamdaki varlığıymışçasına erkeğin eyleminin günahı ve cezası kadına ödettirilir. Yaşamdaki kadın varlığı erkeğin suç işleme potansiyeliymiş gibi ele alınır ve her durumda kadından hesap sorulur. Özgürlük arayışında olan bir toplumun veya bunun bir parçası olan bir toplumsal kesimin yanlış yönelimi ciddi sorunlara, çarpıklıklara ve en köleci bir yaşamın bile özgürlük olarak algılanmasına yol açabilecek denli büyük tehlikelere kapı aralar. Namus; onur, irade, mücadele ve dolayısıyla özgür bir yaşam felsefesi, özgür bir ahlak olarak ele alınmalı. Dolayısıyla namusu toplumsal özgürlükle, toplumun ortak özgür vicdanı ile eşdeğerde ele almalıyız. Özgürlüğün algılanışı ve tanımlanması burada önem kazanmaktadır. Toplumların bu özgürlük özlem ve arayışları ve bu temelde belli bedeller karşılığında yürüttükleri mücadeleler vardır. Toplum denirken kadını ve erkeği ile birlikte bir bütünlük kastedilmektedir. Kadını da erkeği de kendilerine ait özgürlük tanımının olması hayati önem taşımaktadır. Ahlaki değerlerden ve sınırlardan boşaltılmış bir özgürlük anlayışının yol açtığı tehlikeli sonuçların günahını bu gün tüm insanlık çekmektedir. Kendi iradi gücümüze tanım getirirken onurlu, iradeli ve bilinçli yaşamak ve başkalarına da yaşama imkanı tanımak bizler için mücadele sebebidir. Kadınların kendilerini, içinde bulunduğu toplumu bu temelde değiştirip dönüştürme mücadelesi etrafında örgütlenmesi bir ihtiyaç olarak açığa çıkmaktadır.
DERLEME
YORUM GÖNDER