TOPLUMSAL DAYANIŞMA VE PAYLAŞIM YAŞATIR
Toplum olarak kaderini kendi eline alıp, kendini yaşatacak bilinç ve örgütlülük oluşturmak lazım. İşte o zaman özgür olabilir ve de yaşayabilirsin. Deprem olursa ondan korunursun, normal zamanlarda da deprem gibi baskı ve sömürüden korunursun.
6 Şubat’ın şafağında kelimenin tam anlamıyla bir facia yaşadık. Deprem felaketi adeta şok edici nitelikteydi ve ancak bir süre sonra kendimize gelip yaşananın vahametini anlayabildik. Gördük ki, Çukurova eksenli Kürt ve Arap nüfusun en hareketli olduğu bölge yerle bir olmuş. TC sınırları içinde on şehir, Suriye sınırları içinde dört şehir çok ağır hasar yaşamış.
Bugün beşinci gün ve artık giderek enkaz altında kalanlardan umut kesiliyor. Mevcut karakış koşulları olayın bedelini çok daha ağırlaştırıyor. Şimdiden hayatını kaybedenlerin sayısı on binlerle ve yaralı sayısı yüz binlerle ifade ediliyor. Nahiyelerden ve köylerden haber bile yok. Belli ki bazı köyler ve nahiyeler ortadan kalkmış durumda. Nüfus hareketliliği dikkate alındığında, kesin rakamlara herhalde hiç ulaşılamayacak. Buna AKP-MHP faşizminin yasakları da eklenirse, belki de birçok gerçek tersyüz edilecek.
Ne diyelim, memleket yıkıntı ve çöküntü halinde. İnsanın ekranlara bakışı ve rakamları dinleyişi de gelmiyor. Uzaktan serzeniş hiçbir şey ifade etmiyor. Bize, hayatını kaybedenlere rahmet, yaralılara şifa dilemekten ve halklarımızın acısını paylaşmaktan başka bir şey kalmıyor. Bir de eğer yapabilirsek olayı irdelemek kalabilir. Birçok çevre bunu yapsa da biz de bazı yönleriyle bunu yapmaya çalışacağız.
Belli ki var oluş gereği üzerinde yaşadığımız doğa veya yerküre de canlı ve enerji yoğunlaşmaları ve geçişleri yaşıyor. Yerkürenin derinliklerinde oluşan enerji birikimi patlamaya yol açarak yer kabuğunu zayıf yerlerinden kırıyor. İşte bu durum yer yüzünde sarsıntıya yol açıyor ve biz de buna deprem diyoruz. Sarsıntıya dayanamayan şeyler yıkılıyor ve de kırılıyor, böylece ağır hasar ve can kayıpları ortaya çıkıyor.
Peki yerin üstünde olanlar yerin altını nasıl ve ne kadar etkiliyor? Herhalde şimdilik bunu tam olarak bilemiyoruz. Fakat mevcut bilimsel düzey, yer altında yaşananların önemli bir kısmını biliyor ve onun hareketliliğini izleyebiliyor. Kısaca yerin dibindeki enerji birikimini gözleme ve onun patlama olasılıklarını değerlendirip zamanını bile tahmin etme imkânı mevcut. Yani depremin neden ve nasıl olduğunu ve nelere yol açtığını biliyoruz ve ne zaman olabileceğini de az çok kestirebiliyoruz.
İşte bu noktada şu can alıcı sorular ortaya çıkıyor: Peki Hatay-Maraş-Malatya fay hattını bu işle uğraşan insanlar takip etmediler mi? Ettiler de sonuçları ilgili mercilere bildirmediler mi? Bildirdiler de sorumlu olanlar gereken tedbiri almayıp ihmalkâr mı davrandılar? Kuşkusuz bizim gibi insanlar bu durumu bilemezler. Ancak bununla görevli bilim insanları ile yetkiyi elinde tutan yönetim güçleri bu durumu mutlaka bilirler.
O halde söz konusu bilginin sonuçları nerede? Madem deprem olacağı biliniyordu, o zaman gereken tedbirler zamanında neden alınmadı? Toplum yaşananlar konusunda neden uyarılmadı? “Deprem için” denilerek toplanan milyar dolarlar söz konusu bölgede depreme hazırlık olarak neden kullanılmadı? Söz konusu milyarlar nerede ve kimlerin hizmetinde kullanıldı?
Açık ki depremi doğal canlılık ve hareketlilik yaratıyor ve de şimdilik yerküre üzerinde yaşayan canlılardan biri olarak insanlar bunu engelleyemiyor. Fakat depremin nerede ve nasıl olacağını ve de nelere yol açacağını biliyor. O halde gereken tedbirleri alarak depremin vereceği zararı en aza indirebilir. Yaşam düzenini depremin etkilerine göre dayanıklı temelde kurabilir. Demek ki zayiat yaşamın böyle kurulmamasından kaynaklanıyor ve bundan da doğa ve onun yol açtığı deprem sorumlu değil. Tersine bu yaşamı kuranlar sorumlu. Yani yaşamın şeklini bile belirleyen mevcut ulus-devlet sistemleri sorumlu. Buna boyun eğerek kendi yaşamını depreme dayanıklı olarak kurmayan herkes sorumlu.
Yüreğimiz yettiği kadar ekranlardan depremin yarattığı ağır sonuçlara bakıyoruz. Hiçbir yerde depreme göre bir yaşam inşa edilmemiş. Her şey çürük-çarık bir vaziyette. Az çimento ile tutturulmuş yüksek beton yığınlar her tarafta yerle bir olmuş. Peki bundan kim sorumlu? Evet, devlet ve hükümet sorumlu. Gerçekten de yirmi yıldır Tayyip Erdoğan yönetiminin bu sonuçtaki sorumluluğu belirleyici düzeyde ve ağır bir suç konumunda. Fakat böyle yaşayanların, yaşamını bu düzeyde devlet ve iktidara bağlayanların hiç sorumluluğu yok mu? Acılar bu kadar ağır ve taze iken, elbette bunları böyle ifade etmek bizim açımızdan da çok zorlayıcı. Fakat dost acı söyler, gerçeklerin dili ağırdır, belki böyle söylemek daha çarpıcı olur ve de gerçekleri beynimize ve yüreğimize işlememize yol açar.
Yine olayları izlerken ve acılara gark olurken en çok duyduğumuz söz ve çağrı şu oluyor: ''Hani devlet nerede? Ne yaptı verdiğimiz paraları? Neden buraya gelmiyor ve yardımımıza koşmuyor?'' Bunları duyunca da insanın yüreği adeta ‘cız’ ediyor. İnsanlar nasıl bu kadar eğitimsiz olabilirler, nasıl gerçeklerden bu denli uzak olabilirler? Halbuki devlet ve iktidar olması gereken yerde duruyor ve yapması gerekeni yapıyor. Yanılan aslında devlete başka anlam yükleyen insanlar oluyor. Devlet yerinde duruyor, kendisine verilmiş olan paraları yandaşlara peşkeş çekip yemeye devam ediyor ve onun kitabında depremden zarar görenlerin yanına gitme ve yardımına koşma yazmıyor. Belli ki devleti böyle sananlar yanılıyorlar. Devletten yardım ve destek bekleyenler, devleti ‘yaşam erki’ görenler aldanıyorlar. Ne dedi Tayyip Erdoğan? Bir yıl içinde TOKİ ile her yeri yeniden inşa edeceğiz! İşte devletin işi bu. Yani depremzedeye yardım etmek değil, depremin yıkıntıları üzerinde yeni milyar dolarlar kazanma hesabı yapmak!
Çok söylenen deyimle, devlet ve iktidar yaşatmaz, tersine öldürür ve ölümler üzerinden kazanç sağlar. Toplumlar için ancak toplumsal dayanışma ve paylaşım yaşatır. Aslında insanlar devleti yardıma çağırırken, gerçekte toplumu çağırdıklarını sanmaktadırlar. Ancak mevcut ulus-devlet sistemi o denli bilinç çarpıtması oluşturmuş ki, birey ve toplum kendini kaybetmiş ve adeta kendini devlet sanır hale gelmiş. Demek ki önce bu bilinç çarpıtmasını düzeltmek gerekiyor. Sonra da toplum olarak kaderini kendi eline alıp, kendini yaşatacak bilinç ve örgütlülük oluşturmak lazım. İşte o zaman özgür olabilir ve de yaşayabilirsin. Deprem olursa ondan korunursun, normal zamanlarda da deprem gibi baskı ve sömürüden korunursun.
Belli ki deprem paralarını yiyip tüketmiş olan AKP-MHP iktidarı, şimdi de depremin rantını yemeye çalışacak. Hiç acımadan depremzedeleri iliklerine kadar sömürmek isteyecek. Deprem için de “Yeni Tanrı lütfu” diyerek, bu durumu iktidar ömrünü uzatmak için kullanmaya çalışacak. Daha şimdiden ‘olağanüstü hal’ ilan etti bile. Bununla bir yandan tüm deprem sürecini tekelinde tutup bu temelde toplumsal dayanışma ve paylaşımın önünü almaya çalışırken, bir yandan da seçimi erteleme veya seçimde hile yapma yollarına baş vurarak iktidar ömrünü uzatmak isteyecek.
Oysa KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı bir yandan herkesi depremzedelerle dayanışma ve paylaşıma çağırırken, diğer yandan da tüm eylem güçlerini kendilerine saldırı olmadıkça saldırı eylemi yapmamaya çağırdı. Bu temelde halklarımızın acılarını dindirmeye çalışalım, dedi. Bakalım AKP-MHP faşist yönetimi ne yapacak? Ne yapsa da şimdiye kadar yaptıklarının ağır sonuçları altında adeta enkazda kalır gibi bir sonucu yaşayacak. Ağır acılar yaşasak da toplumsal dayanışma ve paylaşım yine de yaşayan ve yaşatan gerçeklik olacak!
SELAHATTİN ERDEM
YORUM GÖNDER