PKK’NİN 43 YILLIK TARİHİ BİR DESTANDIR; BU TARİH KANLA SÜSLENMİŞTİR
PKK Yürütme Kurulu Üyesi Murat Karayılan: Amed ve Botan olmak üzere toplum içerisindeki tüm yurtseverler, düşmanın bu uygulamaları karşısında ne zindanları tek başına bırakmalı, ne gerillayı yalnız bırakmalı; Önder Apo’nun çizgisi etrafında kendisini örgütlemeli ve bu şekilde düşman karşısında iradesini ortaya koymalıdır.
PKK Yürütme Kurulu Üyesi Murat Karayılan, PKK’nin kuruluş hikayesinin ‘ölü Kürdistan’ı beton mezardan çıkarıp yeniden diriltme hikayesi olduğunu belirterek, tarihi önemdeki bu kuruluşun kendisini Kürt orijininden yarattığını ve bugünlere geldiğini ifade etti.
Murat Karayılan, Türkiye’nin gardiyanlığını yaptığı İmralı sistemi için de şunları söyledi: “Önder Apo’nun orada düşünememesi ve akli melekesini yitirmesi için orada böyle bir sistem kurdular. 14 yıl boyunca Önder Apo orada yalnız başına kaldı ve hiç kimse onunla konuşmadı. Ne için? Önder Apo’yu düşünemez hale getirebilmek için. En azından fikir üretememesi için. Zaten “Adım adım öldürmemiz gerekiyor” diyorlardı. Bir önderlik düşünemezse, zaten önderlikten çıkar; yani ölmüş gibi olur. İmralı sistemi, böyle çetin bir sistemdir. İmralı sistemini tanımlamak için psikolojik işkence veya tecrit kelimeleri tek başlarına yetmiyor. Bu sistem bir yok etme ve soykırım sistemidir. Bu sistem, İmralı’da böyle yürütülmektedir.”
AKP-MHP öncülüğünde yürütülen tek adama dayalı faşist rejimin bu sistemi zindanlardan başlayarak yavaş yavaş ördüğünü ve Türkiye’nin siyasi sistemi haline getirdiğine işaret eden Karayılan, rejimin, halkın azalan isyankarlığından fırsat bulduğunu belirterek şu çağrıyı yaptı: “Mücadele artık salonlardan sokaklara çıkmalı ve artık halkın yasasını esas almalıdır. Halkımız, kendisini faşist sistemin yasalarına mahkum etmemeli, sokaklarda kendi yasalarıyla yürümelidir. Başta Önderliğimiz olmak üzere bu kadar arkadaşımız işkence altındayken ve gerilla kimyasal silahlara karşı bu kadar direnirken halkımız da buna karşı sessiz kalmamalı, kendisini örgütlemeli, başta Amed ve Botan olmak üzere toplum içerisindeki tüm yurtseverler, düşmanın bu uygulamaları karşısında ne zindanları tek başına bırakmalı, ne gerillayı yalnız bırakmalı; Önder Apo’nun çizgisi etrafında kendisini örgütlemeli ve bu şekilde düşman karşısında iradesini ortaya koymalıdır.”
AKP-MHP yönetiminin bu yıl gerillanın tasfiyesi temelinde faşist rejimini yapılandırmayı ve ömrünü uzatmayı planladığını ancak tıkanıp yenildiklerini ifade eden Karayılan, “Kaybedecek olan onlardır. Çünkü biz halkız, köklerimiz tarihten gelmektedir. Onlar bizi yok edemezler; çünkü biz hep varız. Yani PKK zayıflatılamaz; Kürdistan Özgürlük Hareketi güçsüz düşürülemez. Onlar Çöktürme Planı temelinde bize diz çöktürmek istediler ama bugün artık kendileri diz çökmeye doğru gidiyorlar ve yenilecekler” dedi.
PKK’nin kuruluş yıl dönümü vesilesiyle Stêrk Tv’nin PKK Yürütme Kurulu Üyesi Murat Karayılan ile yaptığı söyleşi şöyle:
PKK’nin 43’üncü kuruluş yıl dönümü ile ilgili olarak neler söyleyebilirsiniz?
Öncelikle partimiz PKK’nin 43’üncü yıl dönümünü partimizin kurucusu ve büyük emekçisi Önder Apo’ya kutluyor, bağlılığımı ve selamlarımı sunuyorum. Yine Parti bayramımızı, bütün Kürdistan halkına, Kürdistan halkının dostlarına, bölge halklarına, tüm yoldaşlara, tüm çalışanlara ve tüm sempatizanlarımıza kutluyorum. 44’üncü yıl mücadelesinde kutsal devrimci çalışmalarda herkese başarılar diliyorum.
PKK’nin 43 yıllık tarihi bir destandır; Kürdistan halkının tarihinde altın bir sayfadır. Büyük bir tarihtir. Bu tarih kanla süslenmiştir, direnişle ve şehitlerle yaratılmıştır. Tüm devrim şehitlerimizi, ilk büyük şehidimiz Haki Karer yoldaşın şahsında anıyor, onlara verdiğimiz sözü yineliyorum.
Yine Kasım ayı önemli bir aydır; partinin kuruluş ayı olduğu gibi, aynı zamanda değerli şehitlerin verildiği bir aydır. Tüm kasım ayı şehitlerimizi Delal Amed, Reşit Serdar ve Şîlan Kobanê yoldaşların şahsında anıyorum; anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Şehitlerimize verdiğimiz sözü bir kez daha yineliyorum. Onların bize devrettiği bayrağı düşürmeyeceğiz, anılarını özgürlük mücadelesinde yaşatacağız ve mücadelelerini başarıya taşıyacağız.
ÖNDER APO’NUN ÇIKIŞI HER ŞEYİ DEĞİŞTİRDİ
PKK’nin kuruluşu hakkında ne söylense, eksik kalır. Bilindiği gibi Kürdistan’daki serhildanlar ezildikten sonra Türk devleti Ağrı Dağı’na temsili bir beton mezar yapmış, üzerine de “hayali Kürdistan burada meftundur” yazmıştı. PKK işte o ölü Kürdistan’ı, o beton mezardan çıkardı ve yeniden diriltti. PKK’nin kuruluşu böyle bir hikayedir. Soykırım ve katliamlarla ezilmiş Kürt halkı, beyaz soykırım ve asimilasyonla eritilmiş ve yok olmanın eşiğindeyken, Önder Apo’nun çıkışı ve PKK’nin kuruluşu gerçekleşmiştir. Bu tabii çok tarihi ve büyük bir şeydir. Esasında yalnızca bir partinin kuruluşu değildir. 27 Kasım’da Lice’nin Fis Köyü’nde gerçekleşen toplantı ve alınan kararlar, özünde bir var olma ve ulusal direniş kararıdır. Bu temelde Parti kurulmuştur. Yani PKK, ulusal direnişi yönetmek ve yürütmek için kurulmuştur. İşte bu asimilasyon ve soykırım siyasetine dur demek, onun önünü almak ve ona karşı bir mücadele yürütmek için PKK kurulmuştur. PKK direniş için, özelde de ulusal direniş için kurulmuştur. Bundan dolayı bu kuruluş tarihi önemde bir kuruluştur.
Bu kuruluş kendisiyle birlikte Kürdistan’da birçok şeyi de değiştirmiştir. Önder Apo’nun fikir ve düşünceleri Kürdistan’da bir Rönesans yaratmıştır. Yani o inançsızlık, umutsuzluk, bilinçsizlik ve Kürtlükten uzaklaşmaya karşı Önder Apo’nun çıkışı her şeyi değiştirdi. Her şeyden önce büyük bir umutsuzluk vardı; özellikle ‘75’te Güney Kürdistan hareketinin kırılmasından sonra genel olarak Kürdistan’da umutsuzluk gelişmişti. İşte o şartlarda PKK’nin böyle bir direnişle çıkması ve özellikle yeni fikir ve ideolojinin gelişmesi, umutların da tekrar yeşermesine neden oldu. Çünkü PKK, öyle birkaç kişinin toplanıp kurduğu bir parti değildir. PKK bir Önderlik partisidir. Yani bir fikirle kurulmuştur. Bir önder çıkmıştır; bir fikir sunmuştur; hevaller de onun etrafında toplanmıştır. Böylece bir grup oluşmuş ve böylece parti oluşmuştur. Fikir ve düşünceleri vardır; bir paradigması vardır. İşte bu temelde Kürt toplumunda büyük bir değişim ve dönüşüm gelişmiştir. Özellikle tarihi 15 Ağustos 1984 Atılımı’ndan sonra gelişen direniş, yine ondan önce zindanlarda yaşanan direniş, bunların hepsi beraber Kürdistan’da kökten bir değişim yaratmıştır. Mesela ondan önce Kürdistan’da kadın yok gibiydi. Ancak şimdi kadın en öndeki güçtür ve öncüdür. Yani Parti, Kürt toplumunu güçlendirmiştir. Ta neolitikten gelip de Kürt toplumunda gizli kalmış olan tüm özelliklerin hepsi Önder Apo’nun fikir ve düşüncesiyle tekrardan yüzeye çıkmış, halkımız güç ve irade olmuştur.
DEVRİMCİ-DEMOKRATİK PKK AİLESİ GELİŞTİ
Özellikle daha başlangıçta, grup içerisinde yoldaşlık ruhunun gelişmesi; yani yoldaşın yoldaşı sevmesi, yoldaşın yoldaşa bağlılığı, bu biçimde yoldaşlık ilişkisinin, aile ilişkisinin önüne geçmesi, kardeş ve ana babadan daha fazla yoldaşlığa bağlı olmayı, Başkan’ın kendisi arkadaşların arasında geliştirdi. Bunun için Haki Karer arkadaş kontralar tarafından bir komployla şehit edildiğinde çok büyük bir üzüntü ve bağlılık gelişti. Ancak anısına bağlılığın gereği olarak partileşme kararı da kesinleşti. Tabii aynı zamanda bir intikam hareketi olarak gelişti. Örneğin; PKK silahı ilk kez Haki Karer arkadaşın intikamını almak için eline almıştır. Ondan önce öyle pek silahtan bahsedilemez. Ama intikam almak için silah kaldırmıştır ve bir şehitler partisi olarak hesap sormak için kurulmuştur. Ama bu gerçeklik, PKK’de yoldaşlık ruhunu çok güçlendirdi ve gürleştirdi. Yoldaş, yoldaşı için kendini feda edebilir. Yoldaş, yoldaşı için her şeyi yapabilir. Böylesi yeni bir bağlılık ve yeni bir aile; büyük bir aile, ulusal bir aile, devrimci-demokratik bir PKK ailesi gelişti. Böylesi bir bağlılık oluştu. Bunun için insanlar evlerinden koptular ve PKK ailesine katıldılar. Bu, Kürdistan’da yeni bir şeydi.
Çok kişi bunu anlamadı. Şaşırıyorlardı; ‘acaba bunlar delirdi mi; bu nasıl olur’ diyorlardı. Çünkü o zamanlar gerçekten asimilasyon çok gelişmişti. Belki şimdinin gençleri bilmiyorlar ama mesela kimse öyle Kürt ve Kürdistan’dan bahsetmiyordu. Kürdistan sözcüğünü kullanmak bile cesaret istiyordu, kimse kullanamıyordu. İşte Önder Apo, daha üniversitede okurken, bir profesör “Türkiye’de tek millet var” vb. şeyler diyor; Önderlik buna karşı elini kaldırıyor ve “Hayır, Türkiye’de iki millet vardır. Kürdistan halkı vardır ve Kürdistan sömürgeleştirilmiştir” diyor. Bunun için Önderlik bir çok kez, iki kelime ile yola çıktığını belirtmektedir. Bu kelimeler nelerdir? İşte birisi Kürdistan, diğeri de sömürgedir. “Bu her iki kelime ile yola çıktık; kanıksadık; öğrendik; okuduk; bilinçlendik ve yürüdük” diyor. Böyledir. Her şey kendisini Kürt orijininden yaratmış ve öyle bugünlere gelmiştir. Bu biçimde özgür yaşam, yoldaşlık ruhu gibi fikir ve düşüncelerin gelişmesi, kendisiyle beraber korkuyu da öldürmüştür. Artık korku kalmamış, insanlara cesaret gelmiştir. Korku, cesaret olmuştur. Bunun için de her PKK’li cesaretliydi; iradeliydi; teslimiyeti kabul etmezdi. İşte zindanlarda Mazlum Doğan’ın, Kemal Pir’in, Hayri Durmuş’un, Akif Yılmaz’ın, Ali Çiçek’in ve Ferhat Kurtayların çıkışı böyle gelişmiştir. Sonrasında 12 Eylül’ün o koşullarında, Egîd yoldaşın öncülüğünde 15 Ağustos Atılımı’na böyle başlanmıştır. Yani kısacası PKK bir ruh yaratmıştır ve bu ruhla mücadele yürütmüştür. Bunun için de ne kadar saldırı olsa da önü alınamamıştır. Mesela başta, etraftaki güçler PKK’ye karşı birleşmişlerdir. Sonra NATO devreye girmiştir, yine Kürtleri PKK’ye karşı kullanmışlardır. Her türden saldırı gelişmiştir. Uluslararası komplo gelişmiştir. 34 devlet birleşmiş ve Önder Apo’yu esir almışlardır. Bunlar bu şekilde PKK’yi zayıflatmayı ve tasfiye etmeyi düşünmüşlerdir ama PKK’nin bir sel gibi olan yürüyüşünün önünü alamamışlardır. PKK gittikçe büyümüş, gürleşmiş ve bugünlere kadar gelmiştir.
İMRALI SİSTEMİ ÖNDERLİĞİ ADIM ADIM DÜŞÜNEMEZ HALE GETİRMEYİ HEDEFLİYOR
İmralı’da işkence ve tecrit var. Şu anda bu tüm zindanlara yayılmış durumda. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Önder Apo yeni bir fikri temsil ediyor. Düşman aslında İmralı sistemini oluşturmuş ve Önder Apo’yu oraya koymuştur ama bunu Türk devleti tek başına yapmamıştır. Önder Apo’yu oraya götürdükleri gün, Avrupa Konseyi’nin bir temsilcisi orada Önder Apo’yu karşılıyor ve ona, ‘sen artık burada olacaksın, burada emniyet içinde olacaksın’, gibi şeyler söylüyor. Yani sistemi onlar kurmuşlardır. Zaten Önder Apo’yu Türkiye yakalamamıştır. Komplocu güçler yakalamıştır ve Türklere vermişlerdir. Türkiye gardiyanlık yapmaktadır. Önder Apo’nun orada düşünememesi ve akli melekesini yitirmesi için orada böyle bir sistem kurdular. Bu sonda birkaç arkadaş Önderliğin yanına gitti. Yoksa 14 yıl boyunca Önder Apo orada yalnız başına kaldı ve hiç kimse onunla konuşmadı. Ne için? Önder Apo’yu düşünemez hale getirebilmek için. En azından fikir üretememesi için. Kalem kağıt bile vermediler. Sonradan AİHM davasında savunma yazabilmesi için, mecburiyetten kalem kağıt verdiler. Yani öyle yaptılar ki, düşünemesin ve adeta donuk bir hale gelsin. Zaten “adım adım öldürmemiz gerekiyor” diyorlardı. İmralı sistemi şimdi böyledir; yani adım adım Önderliği düşünemez hale getirmeyi hedeflemektedir. Bir önderlik düşünemezse, zaten önderlikten çıkar; yani ölmüş gibi olur. Tabii bununla birlikte fiziki olarak da ‘adım adım yok etmeyi’ planlıyorlardı. Yani İmralı sistemi, böyle çetin bir sistemdir. İmralı sistemini tanımlamak için psikolojik işkence veya tecrit kelimeleri tek başlarına yetmiyor. Bu sistem bir yok etme ve soykırım sistemidir. Bu sistem, İmralı’da böyle yürütülmektedir. Sonrasında o ateşkes yaşanan dönemde, sözde çözüm süreci gündeme girince ısrar ve dayatmalar temelinde birkaç arkadaşı Önderliğin yanına götürdüler ama yine de ceza vb. yöntemler ile aynı sistem devam ediyor.
Şimdi şüphesiz orada bu uygulamalar, Önder Apo’nun şahsında özgür Kürt gerçekliğine karşı yapılmaktadır. Onlar, “biz Kürtleri yok etmiştik; sen onları tekrardan ortaya çıkardın, dirilttin; Kürt sorununu yeniden yarattın” diyorlar ve bu uygulamalarla intikam almak istiyorlar. Önder Apo’ya, hareketimize ve her özgür Kürde böyle intikamcı yaklaşıyorlar. Bütün uygulamaları bu çerçevededir. Oradaki tecrit Kürt halkına ve Kürt halkının geleceğine yöneliktir. Aynı zamanda bu sistemin içeriğinde faşizm vardır ve bu sistem aynı zamanda Türkiye demokrasisinin de tecrit edilmesi anlamındadır. Yani İmralı tecridi var olduğu sürece, Türkiye’ye de demokrasi gelemez. Çünkü her şeyden önce orada hukuk yoktur; ahlak yoktur; ölçü yoktur. Dünyada bunun başka bir örneği yoktur. Türkiye’nin kendi kanunlarında da böyle bir şey yoktur. İmralı’da kanun ve hukuk bir tarafa verilmiştir. Bu şekilde yürütülmektedir.
İMRALI SİSTEMİ TÜRKİYE’NİN SİYASİ SİSTEMİ HALİNİ ALMIŞTIR
Başlangıçta Türkiyeli demokratik çevreler aslında bunu görmediler, karşı çıkmadılar. Ama sonra ne oldu? Rejim, bu sistemi yavaş yavaş ördü. Öncelikle diğer zindanlara yaydılar ve şimdi de Türkiye’nin siyasi sistemi halini almıştır. Yani AKP-MHP’nin öncülüğünde yürütülen tek adama dayalı faşist rejim, özünü buradan almaktadır. İmralı’da uygulanan ve yürütülen siyaset, bugün tüm Türkiye’ye hakim kılınmaktadır. Herkes bundan payını almaktadır. Bundan dolayı, Türkiye’ye demokrasi ve hukukun gelmesi için her şeyden önce İmralı sisteminin kalkması gerekmektedir.
Şimdi bu İmralı sistemi, çok çeşitli yöntemlerle Türkiye ve Kürdistan’ın tüm zindanlarına yayılmıştır. Bu hususa bazen değiniliyor ama ağırlıklı olarak çok gündeme girmiyor. Şu an İmralı’da olan, yine Türkiye’nin ve Kürdistan’ın bütün zindanlarına yayılan zulüm, 12 Eylül askeri-faşist cunta dönemindeki Amed Zindanı’nın düzeyini geçmiştir. Belki aynı yöntemler uygulanmamaktadır; yöntemlerde değişimlere gidilmiştir. Yani Esat Oktay Amed Zindanı’nda direk işkence uyguluyordu. Bunlar bu yöntemi de uyguluyorlar; şimdi bütün zindanlarda işkence yapıyorlar ama çok çeşitli psikolojik yöntemlerle insanları düşürmeye, gerçekliklerinden uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Mesela 50 yaşında ve 25 yıl zindanlarda yatmış olan bir devrimciyi mahkemenin verdiği ceza dolmuş olmasına rağmen bırakmıyorlar. Niye? Çünkü “önce teslim ol; ne zaman teslim olursan seni o zaman bırakırız” diyorlar. Yani insanları itirafçı olmaya zorluyorlar; teslim almaya çalışıyorlar. Bunun hiçbir kanunda yeri yoktur. Faşist bir zulüm şu an Türkiye ve Kürdistan zindanlarında vardır.
Şimdi burada hem İmralı gerçekliğine, hem de zindanlarda yürütülen zulüm gerçekliği karşısında şüphesiz sorumluluklarımız vardır. Yani eğer biz vaktinde görevlerimizi tam yapsaydık, bu sömürgeci-faşist sistem de bu uygulamaları hayata geçirmek için yol bulamazdı. Biz burada kendimizi görüyoruz ve bu bizim için bir özeleştiri konusudur. Eğer ki yürüttüğümüz yol ve yöntemleri tam başarıyla yerine getirebilseydik, şüphesiz onlar da bu imkanları bulamazdı. Ama bugün bu imkanı bulabilmektedirler. Yani her zindanda kadın erkek tüm arkadaşlarımıza zulüm yapıyorlar, işkence uyguluyorlar, hakaret ediyorlar, onurlarıyla oynuyorlar. Bu, tabii bizim için bir özeleştiri konusudur. Bunun ağırlığındayız ve sorumluluğunun bilincindeyiz. Bu bir gerçekliktir.
MÜCADELE ARTIK SALONLARDAN SOKAKLARA ÇIKMALI
Fakat belki bizimle aynı düzeyde olmasa da aynı sorumluluk tüm yurtsever halkımızın omuzlarında da vardır. Şunu söylemek istiyorum: ‘90’larda Cizre’de, Nusaybin’de, sonrasında Lice’de, Amed’de serhildanları gerçekleştiren ve tarih yazan halkımızın isyankarlığında bir azalma söz konusudur ve düşman bundan da fırsat bulmaktadır. Evet, bunun azalmasından biz de sorumluyuz ama kendisine yurtseverim diyen herkes, yine mücadele yürüten genç yoldaşlar ve kadın yoldaşlar da mücadeleyi artık salonlardan sokaklara çıkarmalılar. Salon mücadelesinin bir yere kadar anlamı vardır ama mücadele artık salonlardan sokaklara çıkmalı ve artık halkın yasasını esas almalıdır. Kendisini faşist sistemin yasalarına mahkum etmemeli, sokaklarda kendi yasalarıyla yürümelidir. Buna; yani ses çıkarmaya ihtiyaç vardır. Başta Önderliğimiz olmak üzere bu kadar arkadaşımız işkence altındayken ve gerilla kimyasal silahlara karşı bu kadar direnirken, halkımız da buna karşı sessiz kalmamalı, kendisini örgütlemeli, başta Amed ve Botan olmak üzere toplum içerisindeki tüm yurtseverler, düşmanın bu uygulamaları karşısında ne zindanları tek başına bırakmalı, ne gerillayı yalnız bırakmalı; Önder Apo’nun çizgisi etrafında kendisini örgütlemeli ve bu şekilde düşman karşısında iradesini ortaya koymalıdır. Bu da sokaklardaki mücadeleyle olur. Yani bugün buna çok daha fazla ihtiyaç var. Çünkü gerçekten gerilla mücadele ve direnişiyle belli bir düzeyde seviyeyi yükseltmiş. Özellikle 43’üncü yılda belli bir düzeye ulaştı. Ama halk ayağı bu konuda eksik kaldı. Korkmamalı, açık açık birbirimizi eleştirmeliyiz. Biz özeleştirimizi veriyoruz; eksikliklerimiz var ama tüm yurtseverler de bu konuda artık özeleştiri vermeli, elini taşın altına koymalı ve bizler her anlamda bu düşmana ‘artık yeter; sen bu milletin kerametiyle bu kadar oynayamazsın; bu milletin onurunu İmralı’da bu kadar çiğneyemezsin; zindanlarda bu kadar işkence yapamazsın’ demeliyiz. Bunu sokaklarda demeli, diyebilmeliyiz. Yani bu konuda yeni çıkışlara ihtiyaç vardır.
* Medya Savunma Alanları’nda yoğun bir şekilde yaşanan bir savaş süreci var. Burada güçlerinizin geliştirdiği direniş, ne gibi sonuçlar açığa çıkardı? Bu konuda ne dersiniz?
Şimdi mücadelede 2020 yılı bizim için -tabii ağırlıklı olarak gerilla açısından bunu belirtiyorum- bir toparlanma yılı oldu. Yani toparlanma, biraz savaş ve direniş yılıydı. Özellikle düşmanın Heftanîn’e dönük saldırıları oldu; Heftanîn’de yeni yöntemlerle tim savaşıyla direniş gerçekleşti.
Fakat 2021 yılı, yani 43’üncü Parti yılı, gerilla savaşında yeni bir yıl oldu, yeni bir döneme giriş yapıldı. Hem yol, yöntem ve taktik anlamda hem de direniş anlamında partimizin 43’üncü yılı gerilla savaşında ve PKK ruhunun temsil edilmesinde bir zirve yılıdır. 43’üncü yılda savaş alanında Mazlum Doğanların, 14 Temmuz’un, Zîlanların ruhu bir kez daha gürleşti.
TIKANDILAR VE YENİLDİLER
Şimdi düşman sürekli propaganda yapıyor ve ‘PKK’yi ve gerillayı zayıflattık’ deyip rakamlar veriyor. Zaten AKP rakamlara alışmış durumda. Sürekli bazı rakamlar vererek halkı yanıltıyor. Örneğin ekonomide de böyle yapıyor. Mesela ekonomi barometreleri vardır; bunlarda sürekli rakamlarla oynuyor ve ‘Türkiye’de durumumuz iyi’ diyor. Mesela Türkiye’deki enflasyon gerçekte yüzde 50’dir ama o yüzde 20-25 gibi gösteriyor. İşte aynı şeyi gerilla konusunda da yapıyorlar. İşte rakamlar veriyorlar, ‘bilmem ne kadar gerilla kalmış’ diyorlar. İyi, madem 180 gerilla kalmışsa o zaman niye baştan başa bütün Kürdistan’da operasyon var? Zaten eylemleri gizliyorlar ve hiç değinmiyorlar bile. Halbuki 43’üncü yılda Türk devletine karşı çok kapsamlı bir askeri ve ekonomik savaş yürütüldü. Ama bunlara değinmiyorlar. Hep bunun üzerinde sistemlerini kurmak istiyorlar ama gerçekte belirttiğim gibi durum farklıdır.
Doğrusu, onlar Kuzey’de tam sonuç alamadıklarını gördüler. Buna karşı ne yaptılar? 2021 yılında Güney Kürdistan’daki üslerimizi tamamıyla ortadan kaldırmak ve bizleri oralardan çıkarmak istediler. Planları böyleydi ve bunun için hazırlıklar yaptılar. İşte gördünüz, yıl başında Ocak ayında Bağdat’a, Hewlêr’e gittiler; diplomatik destek vb. topladılar ve kendilerini askeri olarak hazırladılar. Onlar, “Hava güçlerimiz var, vururuz, kaçmayanlar zaten imha olur, kaçanlar ise dağılır ve onları buradan çıkarırız” diyorlardı. Bunu denediler de. Bildiğiniz gibi başlangıcı Garê’den yaptılar. Sonra da Avaşîn, Zap ve Metîna’ya yöneldiler. Ancak öyle havadan o bekledikleri sonucu alamadıklarını, kimsenin kaçmadığını ve dağılmadığını gördüler. Bu sefer de kimyasal kullandılar. Onlar, eğer kimyasal kullanırlarsa kesinlikle kimsenin kalmayacağını ve herkesin gideceğini umdular. Ama bu da öyle olmadı. Yani o da onların istediği o sonucu yaratmadı. İşte bundan dolayı, 23 Nisan günü nerelere asker indirmişlerse halen aynı yerlerdedirler. Esasında tıkandılar ve yenildiler. 2021 planları başarılı olamadı. Sistem içerisinde bugün yaşanan hastalıkların nedeni budur. Şüphesiz İmralı’da Önder Apo’nun duruşu, yine Kürt demokratik siyaseti ve Türkiyeli sol-demokratik kesimlerin iradeli duruşu ile geri adım atmamaları ve bir de gerillanın onları yenmesi sonucu, onların bu planı başarılı olamadı.
Eğer başarsalardı ne yapacaklardı? Onlar 2-3 ay içerisinde gerillanın bulunduğu tüm alanları işgal etme, özellikle Kandil’e ve Garê’ye bayraklarını dikme, yine yönetimden tanınan bir-iki arkadaşı da tasfiye ederek zaferlerini ilan etme temelinde Kasım ayında seçimlere gitmeyi planlamışlardı. AKP-MHP yönetimi, bu biçimde 5 yıl daha yönetimi ellerinde tutmayı düşünüyordu. Planları böyleydi. Bu plan başarılı olamadı. Zaten esas olarak Ağustos ayından sonra seçimlere dönük kullandıkları dili değiştirdiler. Öncesinde Erdoğan, hep bu yıla dönük hazırlıkları varmış gibi yansıtıyordu ama planlarının sonuç almadığını görünce sürekli bir şekilde ‘erken seçimler yok’ demeye başladı. Ama planları böyleydi. Yani bizim öldürülmemiz ve tasfiye edilmemiz temelinde faşist rejim kendisini yapılandırmak ve ömrünü uzatmak istiyordu.
Bu anlamda gerillanın Kuzey ve Güney Kürdistan dağlarında yürüttüğü savaşın, soykırım siyasetine karşı Kürt halkının özgürlüğü babında önemli bir yeri vardır ama diğer bir yanı da gerillanın yürüttüğü savaşın Türkiye açısından da bir demokrasi savaşı olmasıdır. Gerillanın geliştirdiği bu savaş ve direniş olmasaydı, AKP-MHP de rejimini kalıcılaştıracaktı. Yani o “Kandil’i yerle bir edeceğiz” diyenler bilmeli ki, faşizme karşı düşmeyen yer zaten Kandil’dir, gerillanın direnişidir. Eğer gerilla da yenilseydi, bu rejim Türkiye’de kendini onlarca yıl daha hakim kılacaktı, her şeyi kendi sistemlerine göre düzenleyecekti ve bu biçimde hiç kimseye nefes bile aldırtmayacaklardı. Hatta bölge halkının başına da bela olacaklardı. Çünkü Yeni Osmanlıcılık zihniyetiyle etrafa da saldırıyorlar. Bunun için gerillanın yürüttüğü direniş, gerçekten bir çok yönü bulunan çok kutsal bir direniştir. Şüphesiz zindanlardaki direnişin ve halkımız ile demokratik siyasetin duruşunun da bunda rolü vardır; İmralı’da Önderliğimizin geliştirmiş olduğu direniş ise zaten en büyük direniş durumundadır. Gerilla tabii bu dönemde yeni bir yöntemle onların karşısına çıktı. Onlar bunu ummuyorlardı ve bu yeni yöntemler karşısında şaşırdılar. Bunun yanında Apocu fedai militanların sergilediği kararlı direniş düzeyi ile birlikte 43 yıllık tecrübe, yani cesur, fedai ruh ve yeni taktiksel derinleşme, düşmanın bu saldırılarını boşa çıkarttı ve sonuçsuz bıraktı.
TÜRKİYE’NİN TÜM GELİRLERİ SAVAŞA HARCANIYOR
Türkiye ve Kürdistan’da yaşanan siyasi ve ekonomik krizin temel nedeni Kürdistan’da yaşanan savaş mıdır? Bu konuda neler dersiniz?
Bu yüzde yüz bir şeydir. Her ne kadar Kürt siyaseti ve demokratik çevreler bu gerçeği dile getirseler de Türkiye kamuoyuna bunu tam kavratamamışlardır.
AKP-MHP rejimi, Kürt düşmanlığı temelinde iktidarını devam ettirmek istiyor. Hatta “beka sorunu var” diyerek sadece Kuzey’de de değil, diğer parçalara da saldırıyorlar. Kürtlerin Rojava’da statü elde etmesini kendileri açısından tehlike gördükleri için “beka sorunu var” diyerek Suriye’ye müdahale ettiler. Yine Güney Kürdistan sistemini kendisi için tehlike olarak gördüğü için oraya da müdahale ediyor. Kısacası bir Kürt karşıtlığı hastalığına yakalanmıştır ve her şeyini buna harcamışlardır.
Bakın; bugünlerde onların meclisinde Türkiye’nin bütçesi tartışılıyor. Zaman zaman basına da yansıyan şeyler oluyor. Orada 2014’ten bugüne kadar askeri güçlere ayrılan bütçenin 5 buçuk kat arttığı görülüyor. Türkiye’nin gelirinin yüzde 20’sinden fazlası savaşa harcanıyor. Peki bu para nereden geliyor? Bu paranın hepsi işçilerin, memurların, köylülerin, kısacası halkın vergilerinden geliyor. Yani onlardan aldığı paranın hepsini getirip Kürt halkına karşı savaş masrafı olarak tüketiyor. Mesela her Kürt gencinin ölümünü bir başarı olarak görüyorlar. Tek bir kişiyi imha etmek için 4-5 uçak kaldırıyorlar. Bunları pratik olarak görüyoruz. Yani çok büyük masraflar yapıyorlar. Bugün Xakurkê’den Heftanîn’e kadar tüm sınır boyunca daimi bombardıman yapılıyor; obüs, top ve tanklar kullanılıyor. Yine çoğu sefer helikopterler kullanılıyor. Ve her gün daimi olarak savaş uçakları mutlaka bazı yerleri vuruyor ve birçok yeri aynı anda vuruyorlar. Peki bu paranın hepsi nereden geliyor? Diğer yandan aynı şeyi Suriye’de ve Rojava’da da yapıyorlar; Dirbêsiyê’den İdlib’e kadar tüm sınır orada da aynı şekildedir. Bilançolara bakın; Türk devleti her gün ne kadar top atıyor! Her gün ne kadar uçak saldırısı yapıyor! Her gün saldırıyorlar. Yani altın akan bir çeşme de olsa yine de yetmez. Yani şimdi çok fazla bir masrafı savaşa harcıyorlar ve bunların hepsini bize karşı kullanıyorlar.
Çok dikkat çeken bir konu daha var: Mesela AKP’nin döneminde Türkiye’deki zindanların sayısı altı kat artmış. Yani eskiden 100 zindan varsa, şu an 600 zindan olmuş. İnsanları alıyor, zindana atıyor; zulüm yapıyor. Polisleri arttırmışlar; özel polisler oluşturmuşlar. İşte kendileri de belirtiyorlar; “bilmem ne kadar teknik yaptık; İHA-SİHA yaptık” diyorlar. Bir yandan bunları öne çıkararak militarizmi geliştiriyorlar; diğer yandan da Türkiye’yi aç bırakıyorlar. Türkiyeli işçileri ve köylüleri aç bırakıyorlar. Kürtler zaten çok daha fazla açlar. Bugün Kürdistan ve Türkiye’deki toplumsal sorunların en başında gelen yaşam sorunudur. Yani insanlar yiyecek ekmek bulamıyorlar. Aileler geçimini sağlayamıyor. Niye? Çünkü Türkiye’nin tüm gelirleri savaşa harcanıyor. Savaşı ise Kürtlere karşı yürütüyorlar. Eğer Önder Apo’nun önerilerine doğru yaklaşsaydılar, böyle olmazdı.
DİZ ÇÖKMEYE DOĞRU GİDİYORLAR
Şimdi Erdoğan mesela çoğu zaman “PKK, HDP süreci bozdu”, vb. şeyler söylüyor, gelişen savaşın sorumlusu olarak bizi göstermeye çalışıyor. Amed’e geldiğinde de böyle söyledi; bu sonda Batman’da da böyle konuştu. Gerçekte, Erdoğan büyük bir yalancıdır. Halbuki masayı deviren kendisidir. Yani eğer o Dolmabahçe’deki masayı devirmeseydi, bir süre sonra Önderlik, silahların bırakılması için bir kongrenin toplanmasına dönük çağrıda bulunacaktı. Sıra tam buna gelince, Erdoğan masayı devirdi ve ‘böyle bir şeyden haberim yok’ dedi. Halbuki orada kimin nerede oturacağını bile kendisi belirlemişti ama sonrasında birden devirdi. Tabii bunda geleceğini görmedi; çünkü özünde faşizm vardır. Çünkü Kürt sorununun çözümü kendisiyle beraber Türkiye’ye demokrasi getirecekti. Onlar buna açık olmadıkları için ne yaptılar; o süreci bozdular ve değişime gittiler. Bu sefer ne yaptılar? Saldırdılar. Halkımıza, demokrasi güçlerine, Türkiyeli işçilere, Alevi halkımıza karşı saldırı geliştirdiler. Bu sistem altında ezilen herkese yönelik çok daha büyük saldırılar geliştirdiler ve bu biçimde sonuca gitmek istediler. Yani onlar, “Bu direnişi kıracağız, halkın oyunu alacağız ve bu temelde ekonomik ve siyasi olarak istikrarı sağlayacağız” diyorlardı. Ancak bu 6 yıldır her türlü yöntemi kullanmalarına rağmen bunda başarılı olamadılar. Bunun için de sistem bugün siyasi, toplumsal, ekonomik ve her anlamda bir kriz halindedir. Bir tıkanıklığı yaşamaktadırlar. Tabii halk ise açlık yaşamaktadır. İşte bunun nedeni, şüphesiz Kürt sorununun çözülmemesidir. Biz çözmek istedik; biz buna açıktık. Önder Apo bunun için çok büyük çabalar sergiledi ama onlar istemedi. Onlar istemediler ve bize karşı savaştılar ama bu sefer bizim dışımızdaki Kürtlere de karşıtlık yaptılar. Onlara da saldırdılar ve savaş Suriye’ye de kaydı. Dolayısıyla bölgeye dönük olan politikalarının hepsi değişime uğradı. Bunun için bölgedeki herkesle çelişki halindedirler.
Kısacası AKP-MHP rejimi, Türkiye’yi çok kötü bir yere götürdü ve Türkiye’ye bir çok şeyi kaybettirdi. Dersim’den bu yana en büyük zulmü Erdoğan ve AKP rejimi yapmıştır. Kürt halkı bunu asla unutmayacaktır. Hem de bunları İslamiyet adı altında yapmak istediler. En kötü yanı da budur. Her ne kadar bu son yıllarda gerçek yüzü ortaya çıkmış olsa ve halk bunların İslamiyet’le bir alakalarının olmadığını anlamış olsa da bunlar yine de İslamiyet maskesi arkasında gizlenmiş olan ırkçı-faşist politikalar yürütmektedirler. Erdoğan ırkçı birisidir ve son yıllarda Kürdistan’da en büyük zulmü yürüten bir kişidir.
Sonuç olarak kaybedecek olan onlardır. Çünkü biz halkız; bizim köklerimiz tarihten gelmektedir. Onlar bizi yok edemezler; çünkü biz hep varız. Yani PKK zayıflatılamaz; Kürdistan Özgürlük Hareketi güçsüz düşürülemez. Belki zaman zaman ileri-geri gidiş-gelişler olabilir ama mücadelesini hep devam ettirir ve bu dönemde bu gerçeklik de bir kez daha ortaya çıkmıştır. Yenilen biz değil onlar oldu. Onlar Çöktürme Planı temelinde bize diz çöktürmek istediler ama bugün artık kendileri diz çökmeye doğru gidiyorlar ve yenilecekler.
kaynak: NÛÇE CİWAN
YORUM GÖNDER