IRKÇILIĞIN SIRADANLIĞI
Bu nefret ve ırkçılık sadece mültecileri değil diniyle, diliyle, kültürüyle, inancıyla, cinsel yönelimiyle farklı olan herkesi hedef almaktadır. Tüm ötekiler, bu ırkçı ve nefret söyleminin hedefi haline gelmiştir.
Mevcut iktidar bloğunun bu haliyle varlığın sürdürmesi imkansızdır. Yıkılışları kaçınılmazdır. Ama gerilerinde büyük bir yıkım bırakarak gidecekler.
Siyasetten, ekonomiye; ekonomiden toplumsal dokuya her alanda mevcut iktidar döneminde ama özellikle varlıklarını sürdürmenin yolu olarak Kürtler ile topyekûn savaş olarak gördükleri Haziran 2015 seçimlerinin ardından, büyük bir yıkım yaşadı.
Ama en büyük, geri dönüşü çok uzun yıllar alacak belki de imkansız yıkım, kuşkusuz etik değerler alanındadır. Mevcut iktidar, 12 Eylül askeri darbesini gerçekleştirenlerin apolitik toplum hedefinin bir adım ileri daha ileri taşıyarak etik değerlerin olmadığı, tek değer ölçütünün iktidar için yararlı olup olmama olduğu bir toplum hedefi ile hareket etmektedir. Ve toplumun geneli açısından bakıldığında, ister iktidar yanlısı olsun ister muhalif olsun, maalesef, bu hedefin gerçekleştiği yani etik değerlerin olmadığı bir toplum yaratılmasında ciddi mesafe kat edildiği görülmektedir.
Bu noktada aslında iktidar mı yoksa “muhalif” mi olmanın bir önemi yoktur İktidardan yayılan değersizleşme toplumun her kesiminde ama az ama çok mutlaka görülmektedir.
Konuyu çok dağıtmadan, siyaset alanına bakalım. Göreceğimiz, demokrasinin kırıntısının olduğu ülkelerde, asla kabul edilemeyecek ve kınanacak şeyler, bugün, tutarlı bir barış ve demokrasi mücadelesi veren küçük bir kesim dışında, çok normal, çok sıradan bir şeymiş gibi dile getirildiğidir. İktidarın yarattığı etik değerlerdeki erozyon nedeniyle toplumun en geri güdüleri, siyasetin normali halini almıştır. Yardımlaşma, dayanışma, empati, tanıma gibi insanları bir toplum olarak bir arada tutan asgari etik değerlerin yerini tahammülsüzlük, inkar nefret şiddet almıştır.
Bu nedenle de ne Ankara’nın göbeğinde bir restoran sahibinin sırf derisinin rengi yüzünden maruz kaldığı ayrımcılık, ne bir maçta tüm stadyumun “ülkemizde mülteci istemiyoruz” diye bağırması, ne en ufak bir gerekçe ile özellikle yoksul mültecilerin maruz kaldığı saldırılar kimseyi şaşırtmaz.
Her “Türk” siyasetçinin bu coğrafyada olmadığına yemin billah ettiği ırkçılık Türk siyasetinin ortak paydası haline gelmiştir. Mülteci düşmanlığı ve ırkçılık, bırakın kınanmayı, açıkça teşvik edilmekte, alkışlanmaktadır. Buna bağlı olarak da kötülük, normalleşmekte ve sıradanlaşmaktadır. Tabii ki bu coğrafyada ırkçılığın Kürtler, Ermeniler, Rumlar, Aleviler gibi farklı halklara, inançlara ve kültürlere dönük nefret gibi tarihsel ve sosyolojik kökenleri vardır. Ve buna bağlı olarak nefret her daim bu coğrafyada siyasetin vaz geçilmez bir parçası olmuştur. Ve bugün ırkçılık bu kadar toplum içinde rahat prim yapıyorsa, bu sadece ekonomik sorunların değil daha çok bu tarihsel gerçeğin bir sonucudur.
Dolayısıyla mülteci karşıtlığı ve buna bağlı olarak ırkçılık sadece bir kişiye ve bir siyasi anlayışa indirgenebilecek bir konu değildir. Tıpkı bu köşede sıklıkla vurguladığımız gibi, bu coğrafyanın ötekilerinin yaşadıkları zulümlerin nedeni olan tekçi ve inkarcı anlayışın sadece iktidarda olanlara mal edilemeyecek bir konu olması gibi.
Bir yanda iktidarın malum tekçiliği ve inkarcılığı ile beraber mülteci sorunundaki ilkesellikten ve samimiyetten uzak araçsal ve dönenim şartlarına göre değişen tavrı…
Diğer yanda, muhalefetin, iktidarın samimiyetsiz politikaları nedeniyle toplumun bir kesiminde oluşan hassasiyetleri kaşıma adına güttüğü ırkçı ve mülteci karşıtı siyaset…
Ve siyasetin her iki merkezinden gelen nefret söylemleri sonucu, toplumda her geçen gün daha da derinleşen ve yaygınlaşan ırkçılık ve nefret…
Ve bu nefret ve ırkçılık sadece mültecileri değil diniyle, diliyle, kültürüyle, inancıyla, cinsel yönelimiyle farklı olan herkesi hedef almaktadır. Tüm ötekiler, bu ırkçı ve nefret söyleminin hedefi haline gelmiştir. Ve daha da tehlikelisi, son LGBTİ+ Onur Ayı dolayısıyla yaşananların çok açık gösterdiği gibi, bu ırkçılık ve nefret sadece söylem düzeyinde kalmamakta, siyasetin her kanadından gelen mesajlarla, giderek fiili saldırılara dönüşmektedir.
Bunun karşısında ihtiyacımız olan, seçimle iktidardaki özenin değişmesinin ötesinde sadece siyaset değil bir bütün olarak toplumun bünyesine yayılmış bu zehrin atılmasını sağlayacak bir zihniyet devrimidir. Bu olmadıkça iktidardaki öznelerin değişimi, sadece ezilenler ve ötekilerin sırtına inen sopayı tutan elin değişmesi anlamına gelecektir.
CİHAN DENİZ
YORUM GÖNDER