SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA (41.BÖLÜM)
1-Uygarlığın köleci tarzı bir zorunluluk mu?
İnsanlığın gerek kendine, gerek doğaya karşı en temel çelişkisi, özgürlük ve zorunluluk arasındaki ilişkidir. “Özgürlük nedir ve nereye kadar?” “Özgürlük ile zorunluluk nedir ve nasıl uyulmalı?” arasındaki çelişkinin, yaşam varlığını sürdürdükçe devam edeceği kuşkusuzdur. İnsanlığın doğasında sürekli özgürlük mümkün olmadığı gibi, çaresizliğin ve kaderin mahkumu olma da sürekli olamaz. Sürekli özgürlük durumu, iş-emek sürecinden kopmuş aylak sınıf ve kişilerin sahte cennet ütopyası olduğu kadar, sürekli esaret de mücadeleden kopmuş, yenilgiyi hazmeden kölelerin lanetli “cehennem azabı” dünyasıdır. İkisi arasında sıkı bir ilişki olmakla birlikte, insanlık tarihi ve yaşamın kendisi daha girift bir temel karaktere, mantığa sahiptir. İki uç noktası birçok dogmatik yaklaşıma yol açmakla birlikte, yaşamın kendisi daha çok bilgi ve bilimselliğe bağlı görüşlere yol veren bir gerçekliğe sahiptir.
Anlaşılıyor ki, sınıflaşmayla gelişen uygarlığın bünyesi, çelişkileri yoğunlaştıran bir özle yaşamsallığını sürdürmektedir. Sınıfsallaşma, içerdiği çelişkilerin yol açtığı mücadeleyle kararlılık kazanmaya çalışır. Savaş, şiddet düzeyine varmış bir mücadele durumu yeni bir karar düzeyini gerekli kıldığı gibi, sakin ve barışa yakışır bir durum ise dengeye oturmuş bir karar düzeyini ifade eder. Sürekli sakinlik veya tersi, yani sürekli savaş, ya toplumun tümüyle çatışmayla tükenmesi ve bambaşka olgulara dönüşmesi, ya da derin bir atalet içinde çürüyüp gitmesi anlamına gelir. Köleci sisteme yöneltilecek en temel eleştiri, “Doğuş sürecinde neler pahasına gerçekleşti; gerçekleşmekle insanlığa ne kazandırdı, ne kaybettirdi?” sorularına verilecek cevaplarla anlamlı olabilir. Köleci ilişki ve yaşam tarzının devam edegelen özelliklerini hiçbir zaman göz ardı etmeden geliştirilecek yetkin eleştiri ve o denli gerçekçi yanıtlar, sistemi doğru anlayabilmemize önemli katkılar sunacaktır. İstenmediği halde şu tehlikeli yanılgılara sürekli düşülmesi, aslında bilimsel yaklaşımın da gerekliliğini ve sonuçlarının özünü vermektedir.
Toplumun sınıfsal uçları ve uç boyutlardaki diğer diyalektik karşıtları, kendilerini sürekli idealize etme, vazgeçilmez dogmalar haline getirme saplantılarına düşmüşlerdir. Bu gerçekleşmede yalnız egemen ve aylaklığa yakın sömürücü kesimi sorumlu tutmak, tek yanlılığa yol açar. En az bunlar kadar, alttaki, daha çok sömürülen mahkum kesimlerin de dogmatizme yakın karakteri göz ardı edilemez. Bu, iki nedenle böyledir: Birincisi; doğal olarak ideolojik hakimiyet üst kesimde olduğundan, onların dogmatik etkisi sürekli alttakinin hayal dünyasını bilinçli olarak saptırarak besler. İkincisi; alttakinin nefes aldırmayan iş ve yaşam zorlukları, öz çıkarlarına dayalı bir ideoloji ve tavra kolay izin vermez. Bu yöntemsel yaklaşımın ışığında, “Hangi somut koşullar köleci tarzda toplumsal ilişkilere yol açtı?” biçimindeki temel bir soruya daha gerçekçi cevaplar geliştirilebilir.
Neolitik tarım toplumu, uzun süren olgunlaşma sürecinde, özellikle M.Ö 6000-4000 yıllarında, kendisinden daha verimli bir üretim tarzı için gerekli çok zengin bir üretime ve teknik birikime yol açtı. Tunç ve ona dayalı teknikler; saban, çömlekçi çarkları, dokumacılık aletleri, havyan enerjisinden yararlanma, çok sayıda bitki ve hayvan kültürü, tekerlek, ev mimarisi, mühür, çok tanrılığa dayanan mitoloji gibi uygarlığa geçişi mümkün kılacak kültürler olgunlaşmış durumdaydılar. Bu kültürler verimli nehir boylarında kabile yapılanmasını aşacak toplumsal organizasyonla önemli bir artı-ürüne yol açabilirlerdi. Tanımlamaya çalıştığımız Sümer ve Mısır yeni toplumu, bu organizasyonu tapınaklar etrafında başarmışa benziyor. Tapınak söz konusu olunca, inancın önemi ortaya çıkar. Büyücülükten, Şamanlıktan rahipliğe sıçrayışın önemi burada yatar. Rahibin geliştirdiği düzen aslında iki boyutludur. Ataerkilliğe veya anaerkilliğe dayanan belli totemlerle temsil edilen dinsel düşünceler, bu geleneği aşan ve daha temel ve akla uygun bir din anlayışı ile yer değiştirirken, aslında gerçekleşen ideolojik bir devrimdir.
Etnik yapıların akrabalığa dayanan darlığının yol açtığı üretim azlığı da, tapınak etrafında yoğunlaşan kolektif toplu emek gücüyle aşılmaktadır. Kolektif çalışma olağanüstü bir verimliliğe yol açmaktadır. Biriken artı ürün daha büyük kolektif çiftlikleri doğurmaktadır. Sonuç, üretim patlamasıdır. Bunun için gerekli zanaatçılar da tapınak mülkiyetinde birleşince, yeni toplum hem alt hem de üstyapısıyla bir çekirdek oluşuma kavuşmaktadır. Yeni toplumun kalbi tapınaktır. Daha doğrusu ana rahmi tapınağın bağrındadır. Köleci üretim biçimini, yeni iş bölümüne ve ideolojik üstyapısına dayandırarak doğurmaktadır. Daha sonraki süreç, modelin azami büyümesi ve kendini tekrarlamasıdır. Dikkat edilirse, temelde kaba zorla gerçekleşen bir toplum biçimi değildir. Daha inandırıcı bir mitoloji ve kendini verimlilikle kanıtlayan bir üretim tarzı söz konusudur. Zor daha sonra devreye yoğun olarak girecektir. İnsanlık başlangıçta içine girdiği yeni toplumun, hiç de daha sonra altından zor kalkılacak amansız bir kölecilik tarzına dayalı toplum olduğuna inanarak girmiyor. Rahiplerin de tümüyle bu bilinç ve kurnazlıkla hareket ettiklerini söylemek zordur. Onlar eski toplumun ilerisinde bir gelişmeyi pratikleriyle kanıtlıyor ve inandırabiliyorlardı. Sürecin başlangıç özünün bu biçimde geliştiği yüksek bir ihtimalle kanıtlanabilmektedir.
Zaten daha üstün bir toplum biçimi salt zor ve hileyle kurulmaz. Üstünlüğünü kanıtlamadan, hiçbir toplumsal biçimleniş ne zorla kurulabilir ne de gelişmesini sürdürebilir. Daha da önemlisi zor, ancak işlevini yitirmiş biçimler için, eskinin yıkılışı ve yeninin doğuşu için rol oynayabilir. Ama süreç büyüdükçe ve kendini yaydıkça, başlangıçta gözükmeyen çelişkili karakter kendini açığa vurur. Sümer örneğini göz önüne getirdiğimizde, büyüyen üst yönetim ve denetim tabakası ayrışma yaşar. Rahipler grubu önemini yitirirken, önce politik ve daha sonra da askeri komutanlık önem kazanır. Rahip-krallar döneminden sonra, politik krallar dönemi ağır basar. Bunun sert çatışma izleri görülmekte, dil ve edebiyat yapısına kadar kendini yansıtmaktadır. Önceleri tüm üst tabakanın mitolojik ifadesi olarak muazzam bir ideolojik işlev gören tanrılar kurulu (Pantheon), aralarındaki çelişkilerin artmasıyla, olduğu gibi tanrılar arasında da farklılaşma ve çatışmaya götürür. Rahipler ve politikacılar arasındaki denge altüst olmadıkça, tanrılar birliği varlığını sürdürecektir.
Başlangıçta kadının toplumsal etkinliği halen Pantheon’da yerinin varlığıyla da belli olmaktadır. Politik elitin toplum üzerindeki ağırlığı arttıkça, tanrıların işbölümünde ve önem yerlerinde çarpıcı değişiklikler göze çarpar. İlk toplumsal biçimlenişte güçlü bir ize sahip kadın, bunu ilk merkezlerden olan Uruk Sitesi’nin Tanrıçası İnanna’nın kimliğinde gösterir. İnanna, Sümer toplumundaki çok güçlü olan konumunu, neolitik toplumdaki başat rolünü inatla sürdürmekten almaktadır. Köleci toplum geliştikçe bu rol önemini yitirecektir. Rahip kimliğini daha çok bir eğitim ve edebiyat merkezi olan Nippur’un koruyucu tanrısı ve başlangıçta çok güçlü olan Enlil temsil edecektir. Giderek etkinliği artan ve en yaratıcı ve iş düzenleyici tanrı olarak sivrilen Enki kimliği, aslında yönetici politik sınıfı temsil etmektedir.
Daha sonraki birçok tanrı oluşumunun akıl hocalığını hep Enki yapacaktır. Bu, toplumun politik gücünün artan öneminin yaygınlaşmasının çarpıcı bir yansımasıdır. Fazla şiddete bulaşmaması da politik özelliğiyle yakından bağlantılıdır. Enlil’e bile akıl ve yol göstermeye cesaret etmesi, politik sınıfın rahipler grubu karşısındaki yükselen konumunun diğer bir ifadesidir. Babil’in tanrısı Marduk, babası Enki’nin yerine geçer. Marduk’un anası Tiamat’a (ki, ana tanrıçadır) çok şiddetle yönelmesi, onu oğlu ve kocası rolündekilerle beraber alaşağı etmesi, babası Enki’yi ise daha kibarca yerine oturtması; askeri komutanlığın öne geçmesini ve monark, despot, imparator gelişimi biçiminde tek kişi diktatörlüğüne geçişi simgelemektedir. Babil’deki yönetim tarzı, şiddete ve rolü çok artan krala dayalı dinsel kurumlaşmasını yeniden düzenlemektedir. Köleciliğin kendine artan güveni ve kurumlaşması göksel düzene olduğu gibi yansımakta ve ufukta “tek tanrının silueti” gözükmektedir.
Az sonra, İbrahim’in geleneksel rahip tarzının güçten düşmüşlük ve eskimişlikten kaynaklanan zayıflığını “peygamber” kurumlaşması biçiminde sisteme bir eleştiri olarak geliştirecek, böylece sistemin reformasyonuna ilişkin en önemli kapının aralanmasına yol açacaktır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER