PARTİ TARİHİ (18.BÖLÜM)
Daha ’90'da Doğu Perinçek'in Diyarbakır cezaevine alınması var. Boşuna almadılar, biraz bilinçliydi. Ve Doğu Perinçek, Diyarbakır'da silahlı mücadelenin anlamsızlığını işlemeye başladı. PKK’yi silahlı mücadeleden uzaklaştırmak için çok yoğun bir çaba sarf etti. Dikkat edilirse, ’91'de İkibine Doğru dergisinde ilginç yazılar yayınlandı. Bunlar, silahlı mücadeleye saldıran yazılardı. Bu, PKK'yi silahlı mücadeleden uzaklaştırmaktı. Yani TC'nin güdümüne çekmekti. Bütün bunların altında yatan gerçek buydu. Yine cezaevinde TKP'lilerin yoğun bir çabası vardı. M. Şener'in hem Perinçek'le hem de TKP'lilerle ilişkileri vardı. Bu ilişkiler boşuna içine girilen ilişkiler değildi. PKK'yi düzenle bütünleştirmenin ilişki ve faaliyetleriydi. Bunu da anlamak gerekir. TC, bu konuda gerçekten umutlu olduğu için ’91'de gerilla çalışmalarının bir ürünü olan serhıldanları saptırmak istemiştir. Bununla ilgili taktikler vardı. Serhıldanlara biraz hoşgörülü davranma vardı. Burada yapmak istediği, ’82'de ABD'nin Filistinlilere yapmak istediği -İsrail aracılığıyla- şeye biraz benziyordu. Yani silahlı mücadeleyi tasfiye etmek, yalnızlaştırmak, koparmak, onu siyasal zemine çekmek, giderek reformizme çekmek. Filistin'de yapıldığı gibi, ayaklanma süreciyle işbirliğine çekmek. Burada TC'nin de izlediği benzer bir durum vardı. Bunun için de ’91'de o serhıldanlara fazla müdahale etmedi. Bunun için seyirci kaldı. Bugün ise en ufak bir şeye müsaade etmiyor. ’91'de müdahale etmedi çünkü hesapları vardı. Cezaevinde oluşturduğu şeyler vardı, ona dayanarak, ona zemin yaratmaya çalışıyordu. Onun filizlenmesi, egemen kılınması için kendi cephesinde de taktik üretiyordu. Bunu beslemek, egemen kılmak istiyordu. O yaklaşımların altında biraz da bu yatıyordu.
Şüphesiz, bununla birlikte izlediği başka taktikler de vardı. Yani düşman, tekdüze bir savaş yürütmüyor. Bizden daha fazla savaşı biliyor. Savaşı kurallarına, kendi mantığına göre yürütüyor. Reformizme çekebilse, çekerdi. Çekemezse tabi ki diğer taktikleri de işletirdi. Demek istediğim çok yönlü savaşıyor. Bu taktikleri fazla sonuç vermeyince ve gerilla ile serhıldanlar tüm yetersizliklerine rağmen gelişince, PKK'ye karşı geliştirdikleri taktikler işe yaramayınca, Demirel-İnönü savaş hükümetini başa getirdiler. Özel savaşı yeni bir düzeyde daha da kapsamlı ve derin hale getirerek yürütmek ve böylece sonuç almak. Bu hükümetin kurulmasının nedeni budur. Diğer hükümetlerin izledikleri taktiklerin sonuç vermemesidir. Yeni bir hükümetle, yeni bir taktikle savaşı yürütmek istiyorlar. Daha bu hükümet başa gelir gelmez biliyorsunuz, Lice-Kulp katliamı var. Onun öncesinde Vedat Aydın katliamı var. Vedat Aydın'ın cenaze töreni, Kürdistan serhıldanlarının o güne kadar ulaştığı en üst boyutu. Ondan sonrası bu serhıldanların daha farklı bir düzeyde geliştirilmesini zorunlu kılar. Aslında serhıldanlar yeni bir içerik kazanıyordu. Fakat bunun da bizim tarafımızdan, özellikle taktik önderlik tarafından yeterince görülmemesi durumu var. Serhıldanlar yeni bir biçim, içerik kazanmasına rağmen, yeni bir tarzı ele almayı gerektirdiği halde bunun görülmemesi, serhıldanlara eski tarzda yaklaşım vardı. Bu önemli bir hata. Lice-Kulp katliamlarıyla ne yapılmak istendiği önemlidir. Girişecekleri katliamın provasını orada yaşattılar. Bu, biraz da kamuoyunun yoklanmasıdır.
Hem Kürdistan Halkının, Hem PKK'nin başlatılan bu sürece nasıl yaklaşacağını ortaya çıkarmak, ona göre tedbir geliştirmek. Hem Türkiye'deki kamuoyunun nasıl yaklaşacağını ortaya çıkarmak, biraz da uluslararası kamuoyunun yaklaşımını ortaya çıkarmak. Bunun için bir ön denemdir. Bu katliamlarla bazı sonuçlar ortaya çıkar, hem bizim açımızdan, hem de TC açısından. Bizim açımızdan çıkan sonuç şudur; bu hükümetin, buradaki savaşı hangi düzeyde, hangi taktiklerle yürüteceği aslında ortaya çıkıyor, ipuçları veriyor. Daha çok hangi taktiğe ağırlık verdiklerini, neyi hazırladıklarını ortaya çıkarıyor. TC açısından da ortaya çıkardığı sonuçlar var. İzlediği taktikten sonuç alabilmesi için, önce Türkiye cephesini hazırlaması gerekiyor, yani yürüttüğü özel savaşın geri cephesini hazırlaması gerekiyor. Bunu örgütlemeden yeni dönemde Kürdistan'da geliştirmek istedikleri daha kapsamlı özel savaşı yürütemeyecektir. Onun için ulusal birlik, ulusal mutabakat denilen olay gerçekleştiriliyor. Yani Türkiye'nin bir bütün olarak buna göre örgütlendirilmesi, çatlaklıkların yaşanmaması. Bundan mücadelenin yararlanmaması gerekiyor. Onun için hızla ulusal mutabakatı sağlıyor. Tüm solundan sağına herkesi Kürdistan'daki mücadeleye karşı birleştirmeye, güç haline getirmeye ve bunu yaratmaya çalışıyorlar. Bunu Lice-Kulp olaylarıyla yaratmaya çalışıyorlar. Uluslararası durumu biraz yoklamaya çalışıyor ve diplomatik ilişkilere ağırlık veriyorlar. Batıya da çıkarlarının tehlikede olduğunu inandırarak gidiyor. Onun için de onların desteğini biraz sağlıyor. Bütün bunları sağladıktan sonra esas amacı nedir? Güney Savaşıyla PKK'nin tasfiye edilmesidir. Daha ’91'de Lice-Kulp olaylarıyla bu amaçlanıyordu. Lice-Kulp'ta, daha sonra Şırnak'ta geliştirecekleri katliamlar biraz da geliştirecekleri savaşın ön hazırlıklarıydı.
Onlara göre Güney Savaşı stratejik bir hedefti, diğerleri taktikti. Ama bunlar oradaki sonucu yaratmak için oluşturulan taktik yönelimler oluyor. Ki savaşta bu önemlidir, savaş biraz böyle yürür. Yani stratejik bir sonuç yaratmak için ona gidinceye kadar birçok taktik yönelimler gerçekleştirilir, taktik eylemler gelişir. Ve bunlar stratejileşir, öyle sonuca gidilir. Ama biz nasıl savaş yürütüyoruz? Birçok eylem yapıyoruz ama niye yaptığımızı kendimiz de bilmiyoruz. Eylemler belli bir plan dahilinde belli amaçlar için gerçekleştirilir. Yani bir eylem kendisiyle sınırlı değildir, daha sonraki eylemler için bir temel teşkil eder. Bir dizi eylem bir eylemde tamamlanır, orada sonuca gidilir. Yani o eylemleri onun için yaparsın. Bizde böyle örgütleme, savaşa yaklaşım yoktur. Dolayısıyla eylemlerimiz çok da olsa, az da olsa yararlanamıyoruz. Çünkü savaşı plansız, programsız geliştiriyoruz. Ama TC öyle değil, ne de olsa bir devlettir ve yılların tecrübesi var. Evet, belki başarısızlar, haksızlar, o ayrı mesele. Fakat savaşı bilerek yürütüyorlar, yasalarına biraz bağlı yürütüyorlar. O katliamlar, diplomatik ilişkiler, belli bir amaç içindi; Güney Savaşı. Bizim hareket sahamızı yurtdışında kısıtlamak, yurtdışının ülkeye desteğini kesmek, ülkeyi yalnızlaştırmak, kendileri açısından geniş bir manevra sahası açmak, bizi oldukça daraltmak. İçerde ve dışarıda yönelimlerle bizi sıkıştırarak, Güneyde nihai darbe vurarak PKK'yi tasfiye etmek. O zaman hazırlanan planın adım adım uygulanmasında ilk adım biraz Lice-Kulp katliamları oldu. Lice-Kulp katliamları oldu. Lice-Kulp kahramanca direndi. Lice ve Kulp'un seçilmesi de tesadüfi değildi, kahramanca direnişleri vardı, halkın coşkusu, morali, şehitlere sahipliği ve saygısı var. ’90'da, uzun süre Cizre ve Nusaybin bu konuda merkez rolünü oynarken, daha sonra Amed'e doğru taşındığında bu rolü Lice ve Kulp üstlendi. Bunun için buralar seçildi, ezilemedi ve katliam gündeme getirildi. Tam ezilmeye çalışıldı, ödettirildi yani.
Yine ’91 açısından ele alındığında, Amed Eyaletinin yaşadığı olumsuz bir durum var. ’91 sonlarında tasfiyeyle karşı karşıya gelmesi var. Yani tüm eyaletlerde geri de olsa bir gelişme yaşanırken, Amed de eğer tedbir alınmazsa, bir tasfiye gündeme gelirdi. Tabi ki Amed'deki bu durumu ortaya çıkaran çok çeşitli sebepler var. Şener provokasyonunda yer alan tiplerin özel faaliyetleri, o zaman komuta kademesinde görev üstlenmiş bazı kişilerin -ki adı da söylenebilir, Xebat...- olumsuz yaklaşımları, adeta bu olumsuzluklar birleşerek, orada partinin üzerine yürür, faaliyetlerin üzerine yürünür. Bu nedenle parti nefes alamaz duruma gelmiştir ve tasfiye süreci geliştirilmiştir. Daha sonra Parti Önderliği'nin müdahaleleri ve Zeki Arkadaşların talimatlara doğru yaklaşmaları sonucu Amed bu durumdan kurtularak ’92'ye iyi bir çıkış yapar. İşte o çokça tartışılan kadın-erkek meseleleri bunun için çıkar. O zaman bayanların gerilladan alınması bunun sonucunda ortaya çıkar. Doğrudur da, yanlışlık nerededir? Bayan arkadaşların hazırlanmadan gönderilmesidir. Orada hata vardır ve o hata kayıplara yol açmıştır. Yoksa bayan arkadaşların gerilladan alınması yanlış değildi. ’91 açısından yaşanan durumları kısaca böyle özetleyebiliriz.
1992'ye girerken, bir yandan açılımlar sağlanmış, ülkenin hemen her yerine birimler yollanmış, Gerillada, serhıldanlarda yetersizliklere rağmen genel anlamda bir gelişme var. Halkta önemli bir rahatlama ve güven, coşku, ayağa kalkış var. Halkın kazanılması, savaşçı akışı var. 4.Kongre öncesi ortaya çıkan yanlış anlayışların önünün alınması, tıkanması gelişmeye yol açıyor. Eğer bu anlayışların kökü daha da kazınıp, düzeltme hareketi kongre gerçeğine göre gerçekleşmiş olsaydı, hiç şüphesiz gelişme daha üst düzeye ulaşmış olacaktı. Eğer ulaşamamışsa, nedeni budur; kongre gerçeğinin her alanda tam olarak hayata geçirilmemesi. Kısmen geçirilmesi bile ciddi gelişmeye yol açıyor, düşmanın bütün taktiklerinin iflasına yol açıyor. Ufacık bir olumlu gelişme, düşmanın iflasına yol açıyor, tam işletilse, gelişmeler kat be kat artacak. Böylesi olumlu gelişmeler yanında bir de akın akın saflara akış var. Dikkat edilirse, en çok savaşçı akımı ’91 serhıldanlarından sonra, ’92 kışı hatta baharında oldu. Bu olumludur ve bizzat yürütülen mücadelenin bir sonucudur. Fakat beraberinde çok ciddi tehlikeler de getirmiştir. Özellikle küçük-burjuva öğeler saflara akın etmiştir ve her türlü hastalığı da beraberinde getirmiştir. Toplumda, ailede, devlette yer bulamayan, kendini geçindiremeyen ne kadar öğe varsa biraz da yaşamını PKK'de görmüştür. Bu biçimde gelişleri anlaşılır bir şeydir.
Yani hiç kimse saflara devrimcileşerek gelmemiştir. Geldikten sonra devrimcileşir. Çeşitle biçimlerde gelir, gelmesi de anormal değildir. Fakat bundan önceki süreçle, sonraki süreç biraz farklı. Hele hele partinin çıkışından belli bir döneme kadar saflara katılış biraz özlüdür. Biraz yurtseverliğe, savaşma isteğine dayanıyor. Fakat ’91-92 ile birlikte katılış gerilla ve serhıldanların yarattığı ortamın sonucudur. Ciddi bir yurtseverliğin, savaşma isteğinin değil, hatta bir kesimde daha rahat olanaklar olduğu için bir katılıştır. Bu anlamayla geçmişten farklıdır ve aslında ciddi bir tehlikeyi de taşır. Bu da taktik önderlik tarafından zamanında görülmemiştir. ’92'de sorunlarımızın ağırlaşmasının bir nedeni de budur. Bu bir anlamıyla da taktik önderliğin gelişmeleri görememesi, değerlendirememesi, doğru sonuçlar çıkaramaması, böylece gelişmelere güç getirememesi, geriden izlemesi vardır. Bu ’92’de ciddi sorunlar yaratacaktır. Örgüt, öncülük, taktik önderlik açısından, bu katılış birçok sorunu beraberinde getirmiştir. Bunlarla mücadele doğru ve zamanında bir eğitim anlayışıyla mümkündür. İşte bu doğru geliştirilmediği için bu anlayışlar neredeyse partide egemen hale gelecekler. Bir sürü burjuva anlayış türemiş, burjuva türemiş. Yetki, mevki hırsı, ele geçirme, el koyma, imkanlara konma... böyle bir sürü anlayış türemiş. Bu da tabi ki PKK'yi ciddi olarak tehdit etti.
Aslında burası açılmışken, başka bir noktayı da açmakta yarar var. Ceza evindeki arkadaşların çok yoğun yanıldığı nokta, cezaevlerinde eğitimlerin çok güçlü yapıldığıdır. Evet, eğitim yapılmıştır fakat bu eğitim ne kadar adamı savaşa çıkarmıştır? Ne kadar savaşçı yapmıştır? Savaş istemini ne kadar geliştirmiştir? Cezaevlerinde o kadar eğitim yapılmıştır ama hiç savaşçı çıkarmamıştır. O kadar eğitim yapılmıştır, çıkanların kaçta kaçı gerillaya gelmiştir? Büyük bir kesimi gerilladan uzak durmuş, legal çalışmayı, sözüm ona siyasal çalışmayı benimsemişlerdir. Bu, yürütülen eğitimin bir sonucudur, çünkü o eğitim savaşı mücadeleyi esas almamıştır. Biraz da savaşın yarattığı ortamın kullanılmasını esas almıştır. Eğer o eğitim gerçekten doğru yapılsaydı, eğitimden çıkanların gerillaya ulaşması gerekirdi. Birçoğu buraya geldi. -ki tanınıyorlar, hepsi partinin eski kadrolarıdır- Bir kesimi gelip Parti Önderliği'ni görme, bir kesimi çıkar çıkmaz dernekler vb. kurma, bir kesimi buraya geldikten sonra o kadar çabaya rağmen şehir faaliyetlerini isteme -ki cezaevinden yeni çıkmış, tanınıyor- bunu dayatıyorlar. Buradan Şehir faaliyetlerini küçümsediğim çıkmasın, genel yaklaşımlarının bu olduğunu belirtmek istiyorum. Yani ya şehir faaliyetleri, ya akademiyi ziyaret, ya Parti Öderliği’ni görme isteği ve sonra gitme! Gerillayı, savaşı, kır veya şehir cephesini esas alan çok az bir kesim. Bu da cezaevinde yaratılan tipin nasıl olduğu, nasıl ve neye göre şekillendiğini ortaya koyuyor.
1991 tüm eksikliklere rağmen, bu anlamda kazanılan bir yıl oldu. 4. Kongre ye dayatılan bir tasfiye hareketi vardı. Dedik ki, mücadele tarihimiz iyi incelendiğinde de görüleceği gibi TC'nin her hamlesine karşı bir hamlemiz söz konusu ve mücadele bu şekilde gelişiyor. Bir ülkeye girişte Haki arkadaşın katliamı, partinin kuruluşunda Maraş katliamı, ülkeye dönüşte Semir Provokasyonu dayatıldı. ’84'e taktik dışılık dayatıldı, 3. Kongre'ye Kör Cemal, Terzi Cemal tasfiyeciliği dayatıldı. ’88'de H. Yıldırım provokasyonu dayatıldı, 3. Kongre öncesi Hogır ve Metin'in tasfiye çabalarına kongre ile cevap verilir. Onlar da Şener, Sarı Baran provokasyonuyla cevap verirler. Yani her kongre sonrası bir tasfiyecilik, bir provokasyon. Buna karşı da Parti Önderliği'nin yoğun bir çabası. Bizim tarihimiz bu şekilde gelişiyor. Biz Şener'i tutukladıktan sonra o zaman Sarı Baran denen unsur daha tutuklu değildi, Faik denen unsur Talabani'yle birlikte Güney Kürdistan’a gelmişti başlayan ayaklanmayla birlikte. Faik, burada Şener provokasyonu üzerine yazılan broşürde de yer alıyor. Bilerek yer alıyor, güya herkesten daha çok karşısında olduğunu belirtiyor. Hatta Şener'in soruşturmasını üstlenmek istediğini söylüyor. Bunu Parti Önderliği'ne dayatıyor Parti Önderliği geldiği zaman, 'Gidiyorsun, soruşturmada yer alabilirsin.' demişti.
Telsizde de, 'Bu geliyor, durumunu da biliyor, girsin” denmişti. Diğerlerinin durumu biliniyordu, yalnızca bu unsurun durumu bilinmiyordu. Sonuna kadar da durumunu gizledi. Şener provokasyonu ortaya çıktığında herkesten daha çok partinin yanında olan kişi durumunda. Bunu, hem kendi durumunu gizlemek, hem de Şener'i kurtarmak için yapıyor. Bu biraz Türk Generallerini hatırlatıyor. Darbe yaptıklarında bazı adamları gizli kalır, her ihtimale karşı. Eğer darbe başarılırsa, ortaya çıkarlar. Olmazsa, onlar diğerlerinin kurtarıcıları olur. Bu Türkiye'deki darbelerin tarihini iyi inceleyin, görürsünüz. Burada yaşanan durum da aynı. Bunlar biraz da Diyarbakır Zindanında, Cemalettin Altınok, Kemal Yamak'tan gelen bir ekip. Öyle hazırlanmış. Aslında dar bir ekip. Bunların amacı darbe yapmaktı. Aslında cezaevi yapısı belli ölçüde bu anlayışa hazırlanmış, onun temeli olacak. Eğer bu üstten darbeyi gerçekleştirirse, anlayış oturur. Onun kadrosu var aslında. Ona her an yaptırtacak kadro var. Bunun için de daha çok üstten halledilmek isteniyor. Her ne kadar Şener'de bunlarla uğraşıyor, bazılarını etkiliyor, bazılarını yedeğine alıyorsa da; esas olarak Parti Önderliği'ni bir komployla götürmek ve böylece partiye egemen olmak istiyor. Böyle bir ekipti. Şener meselesi ortaya çıkınca Faik denen adam kendini gizliyor. Hem durumunun anlaşılmaması için, hem de Şener onları kurtarmak için. Bu tabi görülmüyor.
Kışın bayan arkadaşlara yönelik benim bir uygulamam oldu. Nedeni de bu Nafiye denen unsurun o arkadaşları parti karşıtı konuma getirmesiydi. Bir kaç kez eleştirip, uyarmıştım. Buna rağmen bu tutumlarında ısrar edince, bu arkadaşları yapıdan tecrit edip, bir çadıra aldım. Bunlara durumlarını izah eden raporlar yazmalarını söyledim. Başlangıçta bu arkadaşlar olayın gerçek boyutunu fark edemedi ancak daha sonra fark ettiler. Bunu Parti Önderliği'ne yazmıştım. Buraya gelen raporlar okunduğu için Faik bunu da biliyor. Doğudan geldiğinde Sakine’ye de (Başka bir Sakine arkadaş vardı) “Parti Önderliği Cuma arkadaşın da görevden alınmasını söylüyordu. Görevden alacağım.' gibi şeyler söylüyor. Aslında bununla Sakine arkadaşın rahatsızlığı olup olmadığını yokluyor. Uygulamadan dolayı tepkisi varsa, örgütleyip parti karşıtı konuma getirecek. Aynen Kör Cemal'in gelir gelmez bana yaklaşımı gibi. Sakine arkadaş bunun ne yapmak istediğini bilmiyor ama şunu söylüyor, 'Aslında biz daha büyük suçlar işlemiştik, daha fazlasını hak etmiştik. Arkadaş yine insaflı davrandı'. Gerçekten de içine düştükleri ağır bir durumdu. Fakat kendi durumlarını ve M. Şener, Nafiye durumlarını bildiğim için olumlu yaklaştım. Kendilerini bu durumdan kurtarma, yüceltme yönlü yaklaştım. Bunu biliyorlardı. Kazara, o uygulamanın haksızlığına inanmış olsa, Faik'in tuzağına düşecek. Zaten birçok arkadaş tasfiyecilerin yedeğine bu şekilde düşüyor. Partiden rahatsızlığı varsa, onu işliyorlar. Şener'in örgütlediği tiplerin hepsi böyledir. Bazı Güneyli bayanları örgütlemiş; hepsinin örgütle sorunları var. Neymiş örgüt bunların keyfini, gönlünü yerine getirmemiş. Mesele bu. Hepsini buradan yakalayıp, ters yüz etmiş, sonra da suç işletmiş. Onlar ondan sonra fark ediyor ama iş işten geçmiş oluyor. Hem parti karşısında suçlu hem de Şener'le devam etmezse, o affetmeyecek. İki ateş arasında kalıyorlar. Bu biraz da bunların yöntemleridir. Bunları da tuzaklara düşmemeniz için söylüyorum. Tabi Sakine arkadaşın o tavrı hemen örgütleyemeyeceği düşüncesini doğuruyor.
Sakine arkadaş bunu önemsemediği için söylemiyor, oysa söylese orda durumu ortaya çıkacak. Birçok arkadaş öyle. Ciddiye almıyor, zaman geçince geliyor, 'Şöyle olmuştu' diyor. Bir PKK'li biraz siyasi olmalı, olaylara örgütsel, siyasal boyutlarıyla yaklaşmalı. Eğer böyle yaklaşırsa, bu tür yaklaşımları hemen fark eder. Burada açıkça düşman dili kullanılıyor. Bu yaklaşım PKK yaklaşımı değil. Bu olay kışın olmuş, bitmiş. Kendisinin sorumluluk sahası değil, ilgilenmemeli burayla. Bitmiş, çözümlenmiş, geçmiş bir olay. Çözümlenmese, çözümlenmemiş bir sorun dersin. Bir devrimci çözümlenmemiş soruna el atar. sorumluluk sahasında olsa da olmasa da. Fakat böyle bir durumda hayır. Bu adamın durup dururken bu meseleyi deşmek istemesinden insan hemen bir şeyler anlayabilir. Tabi bu biraz örgüt bilinci ve tecrübe gerektirir. Yoksa fark edemez. Ayaklanma kaçışa dönüşünce, Faik Duhok'tan yanımıza geldi. Gelir gelmez Şener hakkında konuşmak istediğini söyledi. Hatta sabah içtimasında arkadaşları bilgilendirmek istediğini söyledi, bizde 'Buyur, bilgilendir' dedik. Yapıya, Şener'in ne kadar tehlikeli bir tip olduğunu anlatmaya başladı. Sonra Ebubekir arkadaşlar Çukurca’ya gidecek, onlarla da konuşmak istediğini söyledi, 'Konuş' dedik. Bütün bunları yapının güvenini kazanmak için yapıyor. Güven versin ki istediğini geliştirsin. Kuşkuları dağıtmak için yapıyor. O zaman ben de kendisiyle Süleyman meselesini ve bundan çıkarılması gereken dersleri konuşmuştum. Baran'ın, Nafiye'nin durumlarını, yine kardeşinin durumlarını konuşmuştum. Hatta şunu da söylemiştim, 'İkinci bir Süleyman olayını yaşamayalım. Kendi açımdan. İkincisini yaşamak istemem.'
Gerçekten bu konunun üzerinde hassasiyetim vardı. Biz, “madem soruşturmaya gireceksin, Parti Önderliği de öyle demişti. Birlikte sorular hazırlayıp, verelim, ona göre raporunu yazsın. Sonra da kendisiyle konuşuruz. Raporu olmadan kendisiyle tartışmayalım. Soruları anlamazsa söylenir ama bunun dışında tartışma olmasın.” dedik. Çünkü soruşturmanın bir kuralı da budur. Tek tek görüşülmemesi gerekiyor. Bunu kendisiyle görüştükten sonra ben diğer kamplara gidiyordum. Çünkü biraz da bu ABD müttefik güçlerin durumu vardı. Hatta bazen tehlikeli oluyordu ve tedbirler almak gerekiyordu. Belirsiz bir sahaydı, ne olacağı belli değildi. O açıdan güçlerin sürekli dolaşılması gerekiyordu. Tedbirler ve moral açısından gerekiyordu -ki yapı çok yeni bir yapıydı. Fazla tecrübeli arkadaş yoktu- onun için birlikte fazla kalamadık. Bir de Yusuf Arkadaş vardı. Bir-iki gün birlikte kalabildik. Bir gün Faik Sarı Baran'la tek konuşuyordu. Bu dikkatimi çekmişti. Hatta Yusuf Arkadaşlara da niye konuştuklarını sormuştum. Geldiklerinde, 'Niye Burada yalnız konuşuyorsunuz?' diye sordum. Faik 'Baran rapor yazacak, onun için konuşuyoruz.' dedi. 'Rapor yazacaksa, burada da konuşulabilir, bunun ayrı gayrı tarafı yok.' dedim. 'Siz burada çalışıyorsunuz, onun için rahatsız etmek istemedik.' dedi. Ama ben bununla tatmin olmadım. O zaman anlamaya çalıştım fakat fazla bir şey çıkaramadım tabi.
Meğer o zaman kaçış planını örgütlüyorlarmış, o çıkıyor. Ben başka bir kampa gideceğim, arkadaşlarla telsizle konuştuk. O zaman Parti Önderliği de onunla konuştu ve 'Akademi'den grup geliyor. Şener hakkında yeni değerlendirmeler, bilgiler var. Durumu çok kapsamlı arkadaşlar gelince daha derin ele alırsınız.' dedi. Ki zaten bir toplantımız da vardı, Çukurca'dan arkadaşlar geliyordu. Ben buna, 'Ben gideceğim, yarın akşam gelirim. Gruplar, arkadaşlar da geliyor. Toplantı yapacağız. M. Şener'le ilgili yeni bilgiler de gelmiş. Cezaevinden, sağdan soldan. Durum daha kapsamlı. Daha kapsamlı ele almamız gerekiyor' dedim ve gittim.
CEMİL BAYIK (HEVAL CUMA ) 18.BÖLÜM
YORUM GÖNDER