DİYARBAKIR CEZAEVİ’Nİ “KAPATMAK”
Demokrasi ve barış güçleri, insan hakları savunucuları gün gelecek verdikleri mücadeleler ile Diyarbakır Cezaevi’ni gerçek bir utanç müzesi yapacaktır.
Diyarbakır’da bir iktidar şovu vardı geçtiğimiz günlerde. Büyük bir tantana ile 12 Eylül faşizminin sembolü Diyarbakır Cezaevi sözde kapatılıp müze yapıldı. Ne müzesi olacak, orada ne sergilenecek belli değil. Hatta gerçekten müze mi olacak yoksa bir süre sonra örneğini sıklıkla gördüğümüz gibi ranta mı açılacak bilen yok.
Türkiye kendi karanlık geçmişi ile gerçekten yüzleşmiş olsaydı…
İnkar ve asimilasyon ile hesaplaşmış olsaydı…
İşkencecilerden hesap sorumuş olsaydı…
Eğer bunlar olsaydı, Diyarbakır Cezaevi’nin, tam da Esat Oktay Yıldıran’ın hak ettiğini bulduğu günlerde, kapatılması çok anlamlı olurdu. O zaman Diyarbakır Cezaevi gerçek bir demokrasi ve insan hakları müzesi olabilirdi. Kürtler ve insan hakları savunucuları başta olmak üzere vicdanlı herkes o gün orada olurdu.
Ama bunların tek bile olmadığı için Diyarbakır Cezaevi’nin kapatılıp müze yapılmasının zerre kadar değeri ve önemi yoktur. Diyarbakır Cezaevi’nin kapatılması, kendileri için sadece işkence, zulüm, ölüm ve bunlara karşı bir direniş anlamına gelen Kürt halkında zerre kadar bir heyecan uyandırmamıştır.
Çünkü Kürt halkı yaşayarak çok iyi bilmektedir ki baskı, zulüm, işkence, asimilasyon bir mekan değil zihniyet sorunudur. Gerçekleştiği mekanların kapatılmasıyla, ortadan kalkmaz. Farklı mekanlarda, farklı biçim ve yöntemlerle ve farklı öznelerle varlığı devam eder.
Bugün bu coğrafyada olan tam da budur. Evet bugün artık Esat Oktay diye biri yoktur, Diyarbakır Cezaevi kapatılmıştır. Ama bugün cezaevlerinde inkarın, asimilasyonun, baskının olmadığını kim iddia edebilir? Tersine, Türkiye’deki tüm cezaevleri adım adım Diyarbakır Cezaevi haline getirildiği için aslında kapanan, kapatılan bir şey yoktur.
Cezaevlerinden baskı, zulüm, işkence veya ölüm haberinin gelmediği tek bir gün yok gibidir.
Mahpuslar görüş sırasında ailelerine sarıldığı için, başka bir mahpus yakınına selam verdiği için ailelerin gözü önünde işkenceye uğramaktadır. Mahpuslar askeri nizamda sayım vermeye zorlanmakta, bunu kabul etmedikleri için darp edilmektedirler. Mahpuslara pişmanlık dayatılmaktadır. Birçok cezaevinde Kürtçe fiilen yasaklanmış durumdadır; gönderilen Kürtçe kitaplar mektuplar mahpuslara verilmemektedir, Kürtçe konuşmaları durumunda mahpusların telefon görüşmeleri kesilmektedir. Hasta mahpusların durumu herkesin malumudur.
Oğluna sadece “Her bijî kurê min” dediği için görüş hakkından mahrum bırakılan bir annenin yaşadıklarının özünde görüşte sadece “Kamber Ateş nasılsın” diyen anneden ne kadar farkı vardır?
Dahası Esat Oktay Yıldıran ismi bugün gardiyanlar için utan duyulacak bir geçmişe ait bir isim değildir. Tersine birçok gardiyan ona öykünmekte ve onun ismini vererek mahpuslara baskı yapmakta, onları tehdit etmektedir.
Bunlar 12 Eylül zamanı yaşamış ve geçmişte kalmış veya sadece bir mekan kapandığı için artık yaşanmayacak şeyler değildir; bugün de yaşanma devam eden cezaevi hakikatinin ta kendisidir.
Tüm bunlar alt alta koyulduğunda, insan kapanan ne, kapatılan ne diye kendine sormadan edemiyor?
Dolayısıyla, bugün Diyarbakır Cezaevi kapatılmış falan değildir. Olan sadece geçmişle hesaplaşma konusunda zerre kadar samimi olmayan iktidarın Kürt oyları için sahnelediği bir şovdan başka bir şey değildir. İktidar aslında her zaman yaptığı şeyi yapmaktadır. Kendisine zerre kadar bakmadan, tüm olumsuzlukları, kötülükleri geçmişe, geçmişte yönetmiş olanlara yükleyip kendini temize çıkarmaya çalışmaktadır. Diyarbakır Cezaevi’ni “kapattığı” için artık bu coğrafyada işkence, baskı, asimilasyon olmadığı algısını oluşturmak istemektedir. Ama artık bu oyunlara inanacak, bu göz boylamalarına kanacak ve iktidardan bir beklentiye girecek kimse yoktur. İktidar kendi çalmakta, kendi oynamaktadır.
Ama demokrasi ve barış güçleri, insan hakları savunucuları gün gelecek verdikleri mücadeleler ile Diyarbakır Cezaevi’ni gerçek bir utanç müzesi yapacaktır. Ve o gün o müzede sadece 12 Eylül işkencecileri değil, onun izinden giden kim varsa hepsi yerini alacaktır.
CİHAN DENİZ
YORUM GÖNDER