ATEŞKES VE ÖCALAN'I SAVUNMAK
Slavoj Zizek, ‘biri totalitarizm mi dedi’ adlı kitabının birinci bölümü olan mit ve mitin değişken hallerinin bir bölümünde İsa’nın ölümü –çarmıha gerilme- nosyonunun farklı bir okumasını yapıyor. Biliyorsunuz Zizek, Sloven felsefeci, toplum bilimci, tarih felsefecisi bir yazar ve öğretim görevlisi. Psikanaliz, felsefe-politika-kültür ve düşünürler arası etkilenimleri konu alan çalışmaları ile biliniyor. Bazıları –mesela Terry Eagleton- onu son yirmi beş-otuz yıldır Avrupa’dan çıkmış en iyi psikanalist ve kültür teorisyeni sayıyor. Neyse konumuza dönelim. Zizek çarmıha gerilmeyi iyi anlamamız için İsa’nın şu sözlerini hatırlamamızı öneriyor. “İşittiğimiz, ‘Göze göz, dişe diş’ yerine, ‘Eğer biri sağ yanağınıza tokat atarsa, ona sol yanağını dön!’ sözleridir. Buradaki nokta, aptal bir mazoşizm, aşağılanmanın tevazu ile kabullenilmesi değil, ama adaletin yeniden kurulan dengesinin döngüsel mantığını kesintiye uğratma gayretidir.” Bahsettiği kesintiye uğrama suç ve ceza/tazminat zincirinin kırılmasıdır. Zizek bunun tek yolunun “kendini yok etmeye tamamen hazır olmayı kabullenmekten” geçtiğini belirtir. Bu nedenle İsa için “başkası tarafından ve başkası için feda edilmedi, o kendini feda etti” der. Ve onun aşkını, sevincini, “bu tazminat zincirini kırmanın paradoksal jesti” olarak tanımlar.
Zizek bu ‘feda’nın başka bir yorumunda “ölümü insan cemaatinin kendisini bir tinsel aşamaya geçirmiştir” diyerek kendisini aracı olmaktan çıkarması ile İsa’nın, aşkın tanrı olmaktan çıkan Hıristiyan tanrısı ile düşmüş-günahkar hıristiyan cemaatinin kutsal ruh seviyesine yükselme hamlesiyle bütünleştirdiğini yazar. Başka bir şekilde ifade edersek İsa, hem o güne kadar ki ideolojik argümanı (–Tanrı-) değiştirmiş hem de toplumunun bilinç düzeyinde (–tanrılaşma-) köklü değişiklikler yapmıştır. Sonuçta Zizek şu yoruma ulaşır: “İsa bizim günahlarımızın bedelini ödemez,… tam da bu ödeme mantığı, bizzat bu alış-veriş, bir bakıma günahın ta kendisi olduğu için, İsa’nın eylemindeki iddia bizlere alış-veriş zincirinin kırılabileceğini göstermektedir. İsa insanlığın kefaretini günahlarımızın bedelini ödeyerek karşılamaz, bunu günah ve bedel ödeme fasit dairesini kırıp dışarı çıkabileceğimizi bize göstererek yapar. Günahlarımızı ödemek yerine İsa bunları resmen siler, bunları geriye dönük olarak sevgisi ile kaldırır.” İlginç ve güzel yorumlar. Bu anlattıklarımızın Öcalan ile ne ilgisi mi var? Bu uzun alıntıların düşündürdükleri ışığında bir göz atalım.
1999 sonrası, bir uluslar arası takip ve komplo sonucu yakalanması sonrası Öcalan’ın geliştirdiği tezlerin çok farklı yorumları görüldü. Davasından dönme olarak yorumlayanlar olduğu gibi inatçı-kör bir tutum savunusu bekleyenler çıktı. Belki diğer bir uç gibi gözüken bir yaklaşımda Zizek’in İsa için ele aldığı ve yorumladığı ‘kendisini bizim için feda etti’ anlayışı idi. Zaten bu argümanı iyi niyetlice kullananların bir kaynağı İsa’nın çarmıha gerilmesinin geçmiş yanlış okunmasına dayanıyordu ki temel mantık ‘bizim günahkar, suçlu olduğumuz ve O’nun bütün günahlarımızı, yetmezliklerimizi üstlenip devlet karşısında tek başına hesap verdiği’ şeklindeydi. Tabiî ki Öcalan’ın yakalanmasında, ona sahip çıkılmaması -ki O, bu sahip çıkmayı; hep söylediklerinin iyi anlaşılıp iyi yapılması ile toplumunun özgürlüğe ulaştırılması olarak algılatır- açısından Kürtlerin ve özellikle yakın çalışma arkadaşlarının büyük rolü vardır. O bunu yetmez yoldaşlık olarak zaten yorumlamıştır. Bizim ele aldığımız bu değil. Yakalandıktan sonra içine girilen tutuma ‘günahlarımızın ödenmesi’ gözü ile bakılması, Öcalan’ı anlamayıp onu yalnızlaştırarak yakalanır duruma getirmek kadar tehlikeli, bir yüceltme yalnızlaşmasına tabi tutup onu anlamayı ertelemek sonucunu doğurabilir. Ki geçen yıllar bu tehlikeyi açıkça göstermiştir. O zaman Zizek ‘in sorduğu soruyu biz de soralım. Acaba Öcalan’ın 99 sonrası ideolojik açılımlarının başka bir okunması olamaz mı? Durum, bir günah ödeme süreci olmanın çok ötesinde, bir tercihtir. Bu ideolojik donanım Öcalan tarafından artık bir tercihtir. ‘Başkası tarafından ve başkası için feda edilmek’ten ziyade, O kendisini feda etti. Ve ilginçtir, bu köklü dönüşüm –ki kendisi bunu üçüncü ideolojik doğuş süreci olarak yorumlayacaktır- sürecinde ‘kendini yok etmeye tamamen hazır olmayı kabullenme’nin oldukça farkındadır. Ve O da tek aşkını ‘toplum için iyi bir şey yaptığımı hissetmesen bir gün bu koşullarda yaşayamam diyerek’ açıklar.
Peki Öcalan’ın kırdığı fasit daire neydi?
Öcalan’ın kendi sözlerinden okursak; ‘öl-öldür yerine, yaşa-yaşat.’Kürtler ve Türkler arasındaki milliyetçi dairenin köklü parçalanması. Sınıfların, tüm toplumun özgürlüğü-eşitliği-demokrasiyi devlet iktidarında gören ve yıllardır çok derin bir erimeye yol açan sistemi aşması. Erkeklik ve kadınlık şeklinde kurulan toplumsal cinsiyet kapanının red edilmesi. İktidarcı Toplum ve doğa arasındaki ölümcül kavgaya son vermeyi önermesi. Tüm bunlar toplumun krizde olduğu konulardaki fasit dairelerin kırılması değil de neydi? İşte bu alış-veriş zincirinin yani Zizek’in de çok haklı olarak dediği gibi esas kapitalist suçun aşılıp paylaşım (ortaklaşma, özgürlük, demokrasi) –alış-verişin tam karşıtı olarak- sürecine geçiştir. Demokratik sosyalistleşmedir. İnsanlaşma sürecine ısrarla devam edilmesinin öğretilmesidir. Tanrının –devlet- küçültülmesi yolu ile insanlaştırılması –yani toplumsallaştırılması- ve toplumun kendi kendine yeter duruma getirilerek üst bir bilince kavuşturulması –yani tanrılaştırılması- dır. ‘Kutsal’ öz-demokratik bilince erişim…Ve sonuç olarak, Öcalan bizim günahlarımızın bedelini ödemez, öl-öldürü ortadan kaldıracak ve demokratik, özgür yaşamın kuruluşunu gerçekleştirecek düşünceyi bize vererek geçmiş hatalara düşmemizi engellediği gibi istediğimiz özgürlükte bir yaşamı kurmamızın yollarını gösterir.
Geriye dönüşümüzü affetmek, yetersizliklerimizi sevgisi ile ortadan kaldırmak ister gibi ateşkes süreçleri geliştirmektedir. Ateşkesteki ısrar öl-öldür fasit dairesinin aşılmasındaki ısrardır. Beş kez ilan edilmesi geçmiş günahlarımızı resmen silmenin ifadesi gibidir. Zizek bu konudaki bölümün son cümlesinde “hayattayken gerçekleşen radikal bir kopuş” derken topluluğun özgürleşmesini ifade ederek şöyle devam eder: “Bu kopuş üzerinde duran cemaat de, İsa’nın yaşayan bedenidir.” İşte burası da çok önemli. Öcalan’ın yaşayan ve hep yaşayacak olan bedeni toplumudur. Yada Öcalan’ın yaşayan bedeni özgürlükçü düşüncesidir. O zaman bu beden tüm toplum tarafından içselleştirilecek mi? Çünkü toplumun Öcalan’laşması özgürleşmesi, özgürleşmesi de Öcalan’laşmasıdır. Kendiside demiyor mu ‘beni sevmek düşüncelerimi yaşamsallaştırmaktır’ diye. O zaman Öcalan’laşmak gerekir. Demokratik sosyalistleşmek, ateşkesi demokratik çözüme götürmek, özgür toplum komünleri kurmak…tüm çıkmazlardan çıkıp kendine yeter olmak…ve tabiî ki özgürlük…özgürlük..Yoksa Öcalan’ın kendisini bizim yerimize feda ettiğini belirtip, onu yücelterek öteleyip ( gerçeklerin yüceltilmeye ihtiyacı olmayabilir) uygulama alanından çıkarmak yolu ile kendimizi uygulama alanından muaf tutma yanılsaması, bizi doğru sonuca ulaştırmayacaktır.
Mahir Deniz(ATAKAN MAHİR)
24- Kasım-2006
YORUM GÖNDER