TC’NİN NATO’DAKİ YENİ GÖREVİ İŞGALCİLİKTİR
“Bir ulusun kolektif hafızasının yok edilmesi ve kendini yansıtma yeteneği, canlı bir organizmanın kendi bağışıklık sisteminin reddetmesi gibidir.” Ai Weiwei
Üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye Kürt düşmanlığının yarattığı apolitik körlükle sürpriz bir şekilde sessiz sedasız denizlerdeki hayati çıkarlarından vazgeçti. Doğu Akdeniz, Ege ve Marmara denizleri üzerinde iddia ettiği tüm haklarını askıya aldı. Bu stratejik tercihlere bakıldığında Küresel ölçekte bir jeopolitik konseptin hayata geçirildiğini görüyoruz. Kıbrıs, Yunanistan, Doğu Akdeniz gerilimleri tırmanış göstermesine rağmen TC’nin sessizliği Nato'daki yeni görev tanımıyla doğrudan bağlantılıdır. Nitekim Yunanistan hava sahası güvenliği için ABD F-16 savaş uçak satışını onaylamadı bile. Büyük propagandası yapılan mavi vatan zafer stratejisi ise sizlere ömür.
Türk kara hakimiyet teorisinin yayılmacı alanının Kürt coğrafyası olacağı anlaşılıyor. Küresel güçlerin “denizlerden kopardıkları tavizler karşılığında" De facto olarak onayladıkları bu yayılmacı emeller Ortadoğu’da yeni savaşların kapısını aralayacaktır. İran, Rusya, Çin gibi Ortadoğu’da ABD, AB, İsrail ve İngiltere gibi hayati siyasi ve ticari çıkarları olan ülkelere tehdit oluşturan rakiplere Türkiye’nin işgalci kara gücüyle daraltıcı bir bölgesel hamle yapılıyor. TC faşizmi kendisine psikolojik alan üstünlüğü kuran Kürt özgürlük ve demokrasi mücadelesine karşı hamle yaparken Ortadoğu'daki tüm kaotik sorunları da aynı zamanda hızla kendi içine transfer ediyor.
Reel bölgesel konjonktür açısından bakıldığında Kürt halkını ve yaşadığı vatanı Kürdistan'ı bekleyen büyük tehditler söz konusudur. Ortadoğu’da karma cihadist bir savaş gücü olarak hazırlanan Türk ırk faşizminin Nato'daki yeni görev tanımı vesayete dayalı bölgesel savaşların ana fitne gücü olmasıdır. Kürt halkına yönelmiş taktik nükleer silahlara ve kimyasal saldırılara bile hiç kimse ses çıkarmıyor. HDP’yi hedefleyen devlet terörü ve tabanını parçalamaya dönük senaryolar da bu küresel planın bir parçasıdır. Paradoksun büyüğüne bakın: Dünya Kobané günü bir minnettarlık ifadesi iken Kobané direnişi HDP’nin kapatılma davasına dönüştürülüyor!
Kürdistan’ın Güney, Kuzey, Rojava ve Rojhilat’ı Türk yayılmacı kara hakimiyet teorisinin işgal planları dahilindedir. Filistin halkına uygulanan projenin aynısı Kürt halkına karşı devreye konuluyor. Kürt halkının özgürlük mücadelesi dört bir yandan kuşatılarak tasfiye edilmek isteniyor. Kürt halkı göçertilerek Kürdistan’ı cihadist teröristlere açıyorlar. Eğit donat projesi ürünü IŞİD unsurlarına yeni isimler takılarak Kürt coğrafyasına kalıcı olarak yerleştirmek istiyorlar. Demografik yer değişimlerle bu işgale meşruluk zemini yaratılmak isteniyor. Kürt Hamas'ı KDP ve ona bağlı işbirlikçi paramiliter kontra güçler bu işgal projesini kabul etmişlerdir. Türkiye de cezaevlerinden MİT itirafçılık yasasıyla bırakılan Hizb-i Daiş Hüda-Par kontralarıda bu projeyi hayata geçirme adına Güney Kürdistan'da KDP’nin davetlisi olarak bulunuyorlar.
Irakta ısrarla yaratılan siyasi kaos ve çatışmaların bir amacı da bu küresel jeopolitik proje temelinde yeniden etnik ve mezhepsel temelde bölünmesidir. İsrail savunma ve güvenlik doktrini çerçevesinde Ortadoğu'da kartlar yeniden dağıtılıyor. Soğuk fanatizm tuzağına çekilen ve kirli amaçlara alet edilir dini inanç çarpıtmaları insanları ölümcül bir cehalet komasına sokup kandan deryalar yaratıyor. TC faşizmi bu işbirlikçi ve ihanetçi rolü karşılığında Kürt soykırımı konusunda taviz koparabiliyor. Bu küresel terörizm rejimini halklara soykırım pahasına dayatan kapitalist modernite güçleri alçaklıkta sınır tanımıyorlar. Fakat çok kutuplu dünyanın güç dengeleri Ortadoğuyu yeni politik aktörlere de açıyor. Sömürgecilerin nifak tohumları olarak miras bıraktıkları sınırlar artık çatırdıyor. Ortadoğu halklarının tarihi ve kültürel hafızası yeniden gün yüzüne çıkıyor. Kürt özgürlük mücadelesini tasfiye etmeyi arzulayanların ölümcül bir bölünme blokajına alınması da hiç sürpriz olmayacaktır.
Burada şu önemli sorgulamaya da gitmek gerekiyor: TC’yi Ortadoğu'da jeopolitik açıdan karasal strateji dürtüsüne motive eden güçlerin amacı nedir? Yeni enerji koridorları artık önemli siyasi bir kozdur. Bunun yanı sıra Kürdistan su kaynakları üzerinde denetim sağlamak da bölgesel düzeyde etkin bir avantajdır. Ortadoğu su savaşlarının alt yapısı Fırat, Dicle, Murat nehirleri üzerinde yapılan sayısız barajlarla oluşturuluyor. Rojava’yı besleyen su kaynaklarına TC’nin son saldırıları da bu strateji temelinde değerlendirmek gerekiyor. Kürdistan işgal stratejisini TC faşizmi jeopolitik güvenlik kaygısı olarak görüyor ve buna uluslararası meşruiyet kazandırmak istiyor. Ama Ortadoğu halklarının iç dinamiklerini dikkate almadan girişilecek bir işgal saldırısı kalıcı olmayacağı gibi uzun bir zaman aralığına yayılacak savaşları da tetikleyecektir. Bu aynı zaman da Türk ırk faşizminin Kürt özgürlük mücadelesinden duyduğu korkusunun jeopolitik tercihlere yansımasıdır. TC faşizmi zihniyettaşı ve müttefiki Daiş’ten sonra Rojava’da Kürt halkına karşı ikinci bir rövanş savaşı açmak istiyor.
Anlaşılan odur ki; ABD stratejik çıkarları dışında Ortadoğu'yu önemli oranda gözden çıkarmış durumda. Arap Nato'su veya Ortadoğu Nato'su olarak tasarlanan ittifakların pratikleştirilmesi için de birçok bölgesel çelişkinin ortadan kalkması gerekiyor. AB gibi her türlü iç savaşları aşmış güçler sıcak ve soğuk savaşlarını Ortadoğu’ya transfer ediyorlar. Ortadoğu ABD-AB ve ortakları için her zaman bir günah keçisi pozisyonunda tutuluyor. Çıkarlar çatışmasının faturalandırıldığı ve ihtilafların aktarıldığı bir bölge burası. Bundan dolayı yarattıkları kaoslar ve savaşlar için ulus devletlere ve diktatörlüklere ihtiyaç duyuyorlar. Ortadoğu’da bu küresel güçlerin her daima birer günah keçisi ülke ve halk vardır. Kürt halkı ve Kürdistan ise herkesin revaçta ki masum günah keçisidir. Uzun soluklu ve çok boyutlu bir mücadele hakikati Ortadoğu'da Kürt halkını bekliyor. Diktatörlükler savaşlara demokrasiler ise barışa ihtiyaç duyarlar. Ortadoğu'da demokrasi ve barışa karşı tarihsel kökleri olan bir direnç var. Demokrasi ve barışa alabildiğince bir güvensizlik iklimi hakim. Burada yarattıkları savaşlarla mağdur ettikleri göçmenleri de milliyetçilik ve dincilik histerilerini beslemek için bir koza dönüştürüyorlar. Demokrasi karşıtı milliyetçi, dinci ve cinsiyetçi sağ partilerin taban mobilizasyonunda ve yükselişinde bu etken özellikle kullanılıyor.
SERDEM AMED
YORUM GÖNDER