KADINLA FELSEFİ İLİŞKİLENMEYİ ERKEK NASIL ELE ALMALIDIR?
KADINLA FELSEFİ İLİŞKİLENMEYİ ERKEK NASIL ELE ALMALIDIR?
0 Yorum
989
22-12-2021

Toplumsal sorunların kaynağında, sorunu ele alma/tanımlama ve bunların eşliğinde bir çözüm modeli oluşturma yatmaktadır. Herhangi bir sosyolojik olgu sorunsallaşmışsa, onu ortaya çıkaran nedenler kadar ona yönelik mevcut yaklaşım da sorunsallığın varlığında ve çözümsüzlüğünde önemli bir etken olmaktadır. Bunlardan kopuk ya da sadece sorunun varlığına dikkat çeken, çözüm adına gerçekleşenlerin de sorunu derinleştirdiğini ve içinden çıkılamaz bir hale getirdiğini görmezlik, en az sorunun kendisi kadar tehlikelidir. Bundan dolayı da özgür eş yaşam tartışmalarında, üzerinde durulması gereken temel konulardan biri ahlaki-politik toplumsallığın inşasında kadın ile erkek arasındaki felsefi ilişkiyi tanımlamak, bunun gerektirdiği ölçüleri kavramak ve erkeğin erk’inden kurtularak, özgür yaşam inşasında temel sorumluluklarını bilince çıkarmak gerekmektedir.

Bin yılları bulan geçmişiyle, dönemsel ideolojik yaklaşımlarına ve söylemlerine göre, kadın-erkek arasındaki ilişkinin felsefi olduğunu ya da birbirlerini güçlendiren-toplumsal yaşama eşit ve özgür bir katılımı sağlayan ilişki olduğunu iddia edemeyiz. Tarihin bütün dönemlerinde bunun tersi geçerli olmuştur. Daha çok tüketen-toplumsal formların biçimlenişi doğrultusunda köleleştiren bir ilişki tarzı söz konusu olmuştur. Toplumun bütün dönemlerinde ve alanlarında ortaya çıkan bu ilişkilenme biçimi doğrultusunda; özellikle son beş bin yıllık toplum tarihinde ataerkilliğin oluşturduğu kimlikler üzerinden ilişkilenme geçerli olmaktadır. Simone de Beauvior’a göre kadın, tarihin oluşumuna katılmamıştır, tarihi yapan erkektir! Kadının ikincil konuma itilmesinden dolayı kadın, erkeğe atfedilen akıl ve aşkınlık düzeyinde olamamıştır ve kendisine biçilen yapma kimlikle sadece biyolojik düzeydeki olayların içinde kalmıştır.

Tarihin yapılanmasında kadının yerini veya konumunu ele alan-inceleyen ve buna tanım getirmeye çalışan Lacan’a göre ise genel bir kategori olarak ‘kadın’dan bahsedemeyiz. Böyle bir kategori yoktur. Kadın simgesel düzende ifade edilemeyen ve ayna evresinin sonucu olarak üretilen eksiklikten başka bir şey değildir! Yine Lacan’a göre; kadın, dil dünyasına, sembolik dünyaya girememektedir. Çünkü dilin edinilmesi esnasında, farklılığın tanınması yoluyla dili kuran sembolden yoksun olduğunu öğrenir kadın. Bu bağlamda Lacan, kadını erkeğin gerisinde ve ondan daha aşağı bir şekilde konumlandırır. Tarihin yapımında-seyrinde yer almayan bir kadının, bugüne nasıl geldiği-getirildiği ise Lacan’ın cevaplayamayacağı kadar basit ve hakiki bir sorudur. Fakat bu basit örneklerden de anlaşılacağı gibi tarihsel anlamda yok sayılan-böyle ele alınan bir kadınla; günümüzde klasik ve geri olan bütün toplumsal kimlikleri aşan felsefi bir ilişki kurmak gerekmektedir.

Sorunu Tanımlama

Felsefenin kadına dair söz söylediği alan cinsiyetle sınırlanmış gibidir. Dikkatli bir okumayla bu yaklaşımın “soyun sürdürülmesi”, “cinsel devrim” gibi tartışmalarla sınırlanmış olduğu görülür. Marksizm’in kadına dair sözleri içerik olarak sınıfsal söylemi aşamaz. Toplumun kurtuluşunu sağlayacak olan proletaryanın içindeki proleter kadınlar da kurtulmuş olacaklardır diyen sosyalist literatür, böylece kadın ezilmişliğiyle sınıfsal sömürüyü birleştirir. Liberalizm kadının pazara, kamusal alana çıkmasını yeterli görür. Çıkılmak istenen kamusal alanın konumuyla ilgilenmez, kölelikte eşitliği savunur. Feminist olarak tanımlanan ve birbirinden çok farklı olan görüşlerin üzerinde uzlaştıkları noktalardan biri ise cinsel devrimdir. Reel sosyalizmin başlangıç yıllarında bazı sosyalist ideologlarca sorunun merkezine konan bu olgu için Önderlik “cinsiyet farklılığı kendi başına hiçbir toplumsal sorun nedeni olamaz” der. Kadının düşünce dünyasındaki yerini güçlendirmek için başlangıçta önemli olan sorunun tanımının doğru yapılmasıdır. 

Varlığın eril ve dişil yönleri olmadan var olmasının olanağı yoktur. Bu ikili karakter hem oluşumu gerçekleştiren, hem de ayrışarak farklı kimlikleri somutlaştıran yandır. Ayrışan öğeler anlamı aramayı tetikler. Böylece anlam arayışı her iki yönün ortak eylemi haline gelir. Bugün ataerkil-devletçi sisteme karşı anlamı, eşdeyişle felsefi sorunların cevabını bulmanın yolu, kadın etrafındaki köleleştiren ilişki ağını parçalamaktan geçer. “Cinsel devrim”, “soyun sürdürülmesi”, “kamusal alana çıkış” gibi hedeflerin olursa anlamlar, bu ağı parçalamada ancak genel yönelim içinde konumlandırılabilir.

Felsefi anlama ulaşmanın temel koşulu tam özgürlük ve eşitliktir. Kadının önünde soyun sürdürülmesinin yol açtığı demografik felaketi durdurmak, zekâ ve kültür düzeyinin gelişimine katkı sunmak, mülkiyetçiliği, iktidar tekelini aşmak gibi görevler dururken felsefeye katkısının sınırlı olacağı belirtilebilir. Bu da anlamın kendisinde sınırlı kalması demektir. Tam eşit siyaset yapma, cinsiyetle ilgili tüm alanlarda-ilişkilerde eşit söz ve iradeye sahip olma, etik ve estetik gelişmişlik, ekonomik eşitlik ve sorumluluk gibi alanlarda kadın var olursa, insan varlığının eksik yönü tamamlanmış olur. Anlam arayışında eylem de ancak böyle ortaklaşabilir.

Virginia Wolf’un “Kendine ait bir oda”sındaki “Shakespeare’in hayali kızkardeşi” öyküsü felsefi alana da uyarlanabilir. Platon’un, Aristo’nun, Kant’ın, Hegel’in hayali kızkardeşleri olduğunu düşünelim. Eril egemen sistemin olmadığı bir ortamda eşit şartlara sahip olduklarını, aynı toplumsal imtiyazlardan yararlandıklarını, aynı teşviklerini gördüklerini düşünelim. Bunla hayal olmasaydı, tarih diye yazılanlar da başka olurdu. Bunun olmaması felsefede kadını eksiltmiştir; ama daha da önemlisi felsefeyi de eksiltmiştir.

Yaşamın doğurgan tarafında olmanın kadına verdiği yetiler olmalıdır. Kadının kendi varlığının ayırdına varması ötekiyle iç içe oluşur. Kadın için “öteki” onun varlığının bir parçasıdır, erkek için yalnızca “öteki”dir. Erkek ötekinden sakınır, onu gözeterek kendini tanımlar; sadece kadını değil kendi hemcinsini de gözetir. Buna karşın kadın etkileşim içine girdiği her varlıkla dolaysız ilişki kurar. Burada, her bilincin son tahlilde ötekini nesneleştirmeye meyilli olduğu gerçeğini yadsımıyoruz. Ancak kadın bu nesneleştirme eyleminde daha pozitif tavır alır. Yaşamın kadın yönü eksik kaldıkça ötekini nesneleştirme de artar. Varlıklar bu nesneleştirilmeye, ötekileştirilmeye karşı direnerek kendisini oluşturur.

Erkek bilinci ötekiyle çatışarak, kadın bilinci ötekiyle sentezlenerek var olmaya çalışır. Önderliğin “doğa diyalektiği” burada kadının var olma eyleminde somutluk kazanır. Nesneleştirilen varlık tutsaklaştırılmış olur. Oysa bilinç özgür olmak ister. Kadın bilinci ötekiyle kaynaşarak özgür olmayı hedeflediğinden diyalektiğe daha yakındır. Felsefe dünyasından kadın bakışının eksik olması, pozitif diyalektiğin önünde önemli bir engeldir. Çünkü “pozitif diyalektik”in öznesi bütünlüklü öznedir. Kadın doğal yaşamın merkezinde, yaşamın doğasına daha yakın, yaşamda durağan değil, akışkan tarafta yer alır, bu yönüyle özgürlüğe daha yakındır. Önderlik, son savunmasında bu durumu enerji-madde ikilemiyle açıklar. Maddenin durağanlığına karşın enerji değişken ve akışkandır. Madde tutsak enerji, enerji özgür maddedir. İktidarla somutlaşan erkek durağan, tutsak tarafta yer alır. Erkek, gücü de elinde bulunduran taraf olduğundan, toplumsal enerjiyi de durağanlaştırır.

Erkek Aklının Etkinlik Alanı Olarak Felsefi Düşünce

Felsefi etkinliğin en önemli isimlerinin belki de ortak paydada buluştukları temel konuların başında kadının rasyonel olmadığına ilişkin inanç ya da teori gelmiştir. Her ne kadar felsefenin cinsiyet açısından en tarafsız alan olduğu öne sürülse de gerçeklik bunu ifade etmemektedir. Aksine bu tarafsızlık iddiası çoğunlukla eril kalıpları ve düşünüşü empoze eden ve benimseten bir maskeye dönüşmüş, bu yönlü işlev kazanmıştır. Nitekim felsefi düşüncenin ve söylemin kadınlara ilişkin metaforları, imgeleri hep cinsiyetçi ataerkil iktidar ilişkileriyle bağlantılı olmuş, bunları yeniden kuran pekiştiren bir rol üstlenmiştir. Görünen o ki felsefi düşünce akıl ideallerini ötekileştirme ve dışlama üzerinden belirlenmiş ama aynı zamanda 'akıl cinsiyet tanımaz’ iddiasında da bulunarak bu iddiayı örtük bir tahakküm aracına dönüştürmeye çalışmıştır. Bu çerçeveden kimi belirgin felsefi otoritelerin geliştirdikleri teorilerde, kadını nasıl tanımlandığına da yakından bakmakta yarar vardır.

Pythagoras'ın görüşleri bu teorilerin belki de en çarpıcı biçimini bize göstermektedir. Ona göre "Düzeni, erkeği ve ışığı yaratan bir iyi ilke vardır; bir de kaosu, karanlığı ve kadını yaratan kötü ilke." Onun düşüncesinde dişil olan kendi başına bir varlık değildir, ikincil olandır ve kötülükle özdeştir. Erkek toplumsal olanı, iyiyi, uyumu, düzeni temsil ederken, kadın yokluğu, bilinmezliği, kötülüğü temsil etmektedir. Tıpkı Pythagoras gibi çağlar boyunca düşünsel alana damgasını vurmuş felsefi etkinliğin öncüleri Platon ve Aristoteles'in görüşlerindeki cinsiyetçi öğeler ve bunların yarattığı etki de yaşamın her alanında karşılığını bularak gönümüze kadar sürmüştür. Temel felsefi iki eğilimin başını çeken idealar dünyasının düşünürü ülkücü Platon ve gerçekliğin öncüsü Aristoteles'in uzlaştığı temel alanların başında bu anlamıyla kadını tanımlama biçimi gelmiştir. Bakış açılarında kimi farklılıklar olsa da felsefe tarihine etkide bulunan bu düşünürler kadının kendi doğasından kaynaklı yetkin bir ussallıktan yoksun, insan ve hayvan arasında kalmış bir eksik varlık, hatta yetkin ussallığa ulaşmak isteyen erkeği düzensizliğiyle yoldan çıkaran, engel olan özelliklerin taşıyıcısı olarak tanımlamışlardır.

Kadın kimi zaman Aristoteles'in dediği 'eksik insan' olarak, kimi zaman Platonun 'düşük ruh' tanımlamasıyla aşağılanmıştır. İnsanı, doğayı, evreni ve yasalarını anlamaya çalışıp, toplumsal düzeni sağlamaya çalışan bu filozofların bakış açılarında da erkek toplumsal düzeninin korunması esas alınırken, kadın ussal olandan tam yararlanmadığından düzenin ve toplumun edilgen alanında yer almıştır. İşte bu bakış açısı siyasi, sosyal, ontolojik, ideolojik, ahlaki, politik her alanda etkili olan bir düşünce sistemi yaratmıştır.

Bu yaklaşım Platon açısından en çarpıcı olarak Şölen isimli kitabındaki üreme üzerine olan diyalogunda görülmektedir. Platon "yaratıcı içgüdüsü fiziksel olanlar, tercihlerini kadından yana yapanlar ve sevgilerini bu yönlü ifade edenler çocuk doğurarak ölümsüzlük kazanacaklarını, adlarını yaşatarak gelecek bütün zamanlar boyunca mutluluğa erişeceklerini sanırlar. Ama yaratıcı tercihleri ruhtan yana olanlar fiziksel olarak değil, tinsel olarak doğurmayı arzulayan kişiler varlık dünyasının en zirvesine ulaşabilirler. Bunlar yüce ruhun doğası gereği yarattığı ve var ettiği dölleri doğurmayı arzulayandır" derken anlaşılacağı gibi kadınlara çocuk doğurma dölünün, erkeklere ise ruhun döllerinin özellikleri verilmiştir demektedir. Burada ruhun döllerinden kastedilen bilgi ve erdemdir. Bunlar akılsaldır ve erkeğe aittir. Ona göre insan yani erkek, ruhun doğurganlığına boyun eğmeli; kadın ise, erkeğe ve yaratımlarına boyun eğmelidir. Zira Platon'a göre ideal insan tipi uyumu yakalayan, görünür nesneler dünyasını aşan, idealar dünyasına ulaşmış erdemli ve bilgili insandır. Bu insan ancak erkek olabilir.

Aynı biçimde Aristoteles görüşlerini dile getirirken hocası Platon'u aşan bir dil ve düşünce biçimini ortaya koymuştur. Kadına biçtiği konum duyumsayan ama düşünmeyen hayvan ile düşünen insan (erkek) arasındaki ara yerdir. Kadın hayvandan bir derece üstün ama erkekten eksik ve düşüktür. Ünlü tanımlaması "kadın eksik erkektir" sözünü bu konumlamadan almaktadır. Unutulmamalıdır ki Yunan filozoflarının temel özelliklerinden biri felsefeyi bilgiye ulaşma yöntemi olarak ele almanın yanında bunu toplumsal alana uygulama tutkularıdır. Bu çerçevede erkek toplumsal alanın düzeninden sorumlu kılınırken toplumsal alana dahil edilen kadını ise erkeğin boyunduruğuna vermekte, 'dışarıya' kapatmaktadır. Açık ki bir cinsi-kadını bu denli değersizleştiren, aşağılayan ve düşük duyguları olanı olarak gören bu düşünce biçimi bunu kadın için bir kader haline getirmeye çalışarak kadına benimsetmek istemiştir.

Ardından dinsel düşün, Platon ve Aristoteles'in görüşlerini daha da geliştirip, derinleştirerek kadınlar açısından katmerli bir tahakküme dönüştürmüştür. Din otoritelerinin geliştirdikleri bu düşünüşte en büyük günahkâr kadın ilan edilmiş, ilk günahkâr, yoldan çıkarıcı kadın imgesi yoğunca zihinlere empoze edilmiştir. İnsanlığın günahkârlığının baş sorumlusu olan kadından dolayı yaşam, ruh ve beden kirletilmiştir. Kadın artık tutkularına yenik, şehvet düşkünü, şeytanla işbirliği içinde olan bir kötülük simgesidir. Bu kötülüğün yaşamın her alanında denetlenmesi ve kontrol altına alınması en önemli problemdir. Ortaçağın en karanlık yüzünün kendini yansıttığı bu bakış açısı sonrasından Rönesans ve Reform hareketleri geliştiğinde de değişmemiş, esaslı bir biçimsel dönüşüme yol açmıştır.

Öyle ki 17.yüzyılın bilimsel devriminin temsilcileri metafiziği bir boş inanç olarak nitelendirip, şiddetle eleştirseler de kadının eksiklik ve yokluk üzerine kurulan tanımlamasını sürdürmüş hatta 'modern' görüşleriyle perçinlemişlerdir. Akıl yürütme yetisi yine erkeklere ait görülüp doğanın fethi yanında kadın bedeninin fethi de amaçlanmıştır. Bu gelenek dişil olanı her şeyden uzak tutmak şeklinde sürdürülmüştür. Karl Stern'in belirttiği gibi "artık bilgeliğin anaç eli reddedilmiş ve kendinden emin mağrur akıl mutlak egemenliğini ilan etmiştir." Bundandır ki Rousseau ve aydınlanmanın kilit ismi Kant da kadına atfedilen tanımlamaları kabul ettiği gibi kadının erkeği "tamamlaması" gerektiğini ortaya koymuştur.

Özcesi bir varlık olarak kadına 'varlık olma' hakkı tanınmamış, kadın erkeği tamamlama rolüyle sınırlandırılmıştır. Denilebilir ki yaşanan gelişmeler bile mevcut iktidar ve egemenlik ilişkilerini dönüştüren değil, verili durumu meşrulaştıran bir nitelik kazanmıştır. Zira Lacan'a göre de kadınlar vardır ama mevcut düzende kendini ifade etmesi mümkün değildir. Burada ideolojik bir haklılaştırma durumu olduğunu görüyoruz. Bu anlamıyla esas olan her zaman erkek aklıdır. Kadın ise o norma göre ve onun etrafında ele alınıp değerlendirilmiştir. Tarihsel olarak verdiğimiz bu örneklerden anlaşılacağı gibi felsefi düşünce bu anlamıyla, bir açıdan bilgiyi tekeline alan Sümer Rahiplerinin, bir yanıyla da tanrıça değerlerini yok eden mitolojik tanrılar Zeus ve Marduk'un izinden yürümüş, onların düşünce kıvılcımlarını çakıp muazzam bir eril düşünce ve yaşam sistemine dönüştürmüşlerdir. Bu sistem cinsiyetçi toplumsal yapının kuruluş tarzıyla tarihsel bir bilgi olarak işlenmiş ve erkek zihniyeti tarafından birbirine aktarılarak günümüze uzamıştır. Bu zihniyet yapısı gündelik hayatın grameri içinde kendiliğinden öğrenilmiş, örgütlü ve politik bir içerik kazanmıştır.

HALKLAR ÖNDERİ SOSYAL BİLİMLER AKADEMİSİ

YORUM GÖNDER

ZİYARETÇİ YORUMLARI

BENZER KONULAR

KADIN ETRAFINDA GELİŞTİRİLECEK BİLİM, DOĞRU SOSYOLOJİYE ATILMIŞ İLK ADIM  OLACAKTIR

KADIN ETRAFINDA GELİŞTİRİLECEK BİLİM, DOĞRU SOSYOLOJİYE ATILMIŞ İLK ADIM  OLACAKTIR

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (1. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (2.BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (3. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (4. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (5.BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (6. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (7.BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (8.BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (9.BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (10. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (11. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (12. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (13. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (14. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (15. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (16. BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (GİRİŞ)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (1.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (2.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (3.BÖLÜM)

KÖLELİĞE VE ÖZGÜRLÜĞE AÇILAN KAPILARIMIZ (1.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (4.BÖLÜM)

KÖLELİĞE VE ÖZGÜRLÜĞE AÇILAN KAPILARIMIZ (2.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (5.BÖLÜM)

JİNEOLOJİ ÜZERİNE (1.BÖLÜM)

JİNEOLOJİ ÜZERİNE (2.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (6.BÖLÜM)

TOPLUMSAL CİNSİYET (1.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (7.BÖLÜM)

JİNEOLOJİ ÜZERİNE (3. BÖLÜM)

JİNEOLOJİ ÜZERİNE (4.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (8.BÖLÜM)

TOPLUMSAL CİNSİYET 2.BÖLÜM

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (9.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (10.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (11.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (12.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE DOĞRU SOSYOLOJİYE ADIM ATMAK

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI 14.BÖLÜM

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI 15.BÖLÜM

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI 16.BÖLÜM

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (17. BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI 18.BÖLÜM

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (19.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (20.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (21.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI 22.BÖLÜM

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI 23.BÖLÜM (SON)

KADINLA FELSEFİ İLİŞKİLENMEYİ ERKEK NASIL ELE ALMALIDIR?

JİNEOLOJİ (1.BÖLÜM)

JİNEOLOJİ (2.BÖLÜM)

JİNEOLOJİ (3.BÖLÜM)

JİNEOLOJİ (4.BÖLÜM)

JİNEOLOJİ ZİHNİYET KODLARINI YIKIYOR

JİNEOLOJİ YAŞAM ALGISIDIR

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (1.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (2.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (3.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (4.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (5.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (6.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (7.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (8.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (9.BÖLÜM)

JİNEOLOJÎ ALTERNATİF SUNUYOR

KADIN VE ÖZ SAVUNMA (1.BÖLÜM)

KADIN VE ÖZ SAVUNMA (2.BÖLÜM)

KADIN VE ÖZ SAVUNMA (3.BÖLÜM)

KADIN VE ÖZ SAVUNMA (4.BÖLÜM)

KADIN VE ÖZ SAVUNMA (5.BÖLÜM)

KADIN VE ÖZ SAVUNMA (6.BÖLÜM)

KADIN ENERJİSİNİN ÖZGÜRLÜKLE BAĞI

ÖZ SAVUNMA İLE KADINCA YAŞAMAK

JİNEOLOJÎ KAMPLARI: KOLEKTİF BİLMELERİN DÖNÜŞTÜRÜCÜ GÜCÜ

DEMOKRATİK MODERNİTENİN BİLİMİ JİNEOLOJİ