SÖZ VE ANLAM ÜZERİNE (3.BÖLÜM)
Hafıza ve muhafaza aynı kökten türeyen kelimele PKK Ocağında yeni bir başlangıç ve pratiğe güçlü bir giriş için sözle donanılır. Bu söz Önderlik sözüdür. Bir ruh olarak edinilir, beden olarak biçilir, elbise olarak kuşanılır. PKK Ocağı Şehitler Ocağıdır. Canlarını kutsal ateşte feda ederek burayı bir ocak haline getirenlerin yeridir. Söz hafızadır, hafıza zihindir. İnsanın hafızası, toplumun hafızası, devletin hafızası.. İnsanın hafızası kafatasında, beyninde muhafaza edilir. Su tasta, kapta veya bir kuyuda muhafaza edilir. Toplumun hafızası masal, öykü, müzik, folklor, gelenek, resimde vb. muhafaza edilir. Devletin hafızası yazıda, belgede, kayıtta, arşivde vb. muhafaza edilir. Hafıza ve muhafaza aynı kökten türeyen kelimelerdir. Hafızayı ezberleyene Hafız denir. Hafızasını yitiren kişi ise kendi olmaktan çıkmıştır. O, zamansızdır ve bu mekanda bir noktadır. Geçmişini bilmeyen, hatırlamayan kişi kendini de bilemez. Böyle birinin gelecek tasavvuru da olamaz. Hafıza sözdür, hafızasını, sözünü yitiren kişi veya toplum doğallığını, kendiliğini, kişilik ve kimliğini de yitirmiş demektir. Kökünden koparılmış bir ağaç gibi kurumaya mahkumdur. Hafızanın, zihnin en iyi anlatımı Kürtçede kavramlaştırılmıştır, “BÎR” deriz. Bîr, bîranin, bîrdozi kavramları aynı kökten türetilmiştir. “Bîr”, sözdür, hafızadır. Bîranin, hatırlamaktır, anıdır “hate bîra min” deriz örneğin. Bîrdozi ideolojidir, dünya görüşüdür. Hepsi de sözle ilgilidir, sözü bilmek ve hatırlamakla ilgilidir. Sözü bilen, hatırlayan kişi veya toplum hafızası yerinde olan zinde kişi veya toplumdur. Kişilik ve kimlik sahibi insan veya toplumdur. “BîR”, Kürtçede aynı zamanda kuyu anlamındadır. Kuyu, suyu muhafaza eden, koruyan yada suya ulaşılan yerdir. Kuyudaki suya ulaşmak bir nevi yaşama kavuşmak demektir. Çölde sıcaktan kavrulan bir kervan yada bir bedevi kuyu suyuna ulaştı mı, kendisi de hayvanı da kurtuldu demektir. Kürdistan’da bir Koçer konacağı yerin önce suyuna bakar. Su yaşamın temel kaynağıdır. Söz suyla yaşam bulur. Suyun olduğu her bir yer toprak ananın rahmidir. Oradan yaşam ve bereket fışkırır. Bir kadın da rahminde bereketin tohumlarını taşır ve orada yaşam filizlenir. Kadının rahmi onun doğurgan kuyusu, yani ‘Bir’idir. Çöldeki su ile dolu olan bir kuyu, gürül gürül akan bir nehir, durgun ve berrak bir göl de toprağın rahmi, onun kuyusu yani ‘Bir’idir. Onun çevresinde her türlü bitki ve hayvan, yani canlılık oluşur. İnsan toplumsallığı da ilk olarak buralarda gelişmiştir. İnsanın bilinç kuyusu ‘Bir’i de onun düşünsel rahmidir. Yaratıcılığı ve doğurganlığı oranında söz üretir. Her düşünce yaratımı bir doğumdur. Doğurgan zihin sözün kaynağıdır. “BİR” nasıl bir kuyudur? Su kaynağına sahip, kendi suyunu ana damarlarından karşılayan kuyudur. Suyu kendindendir, dışardan değildir. Kendi suyunu üreten ve kurumayan kuyudur. Bir de Kürtçede “Çal” dediğimiz bir kuyu çeşidi vardır. “Çal” kör bir kuyudur. Bir nevi derince bir çukurdur. Yağmur suları burada toplanır, biriktirilir ve genellikle hayvanları sulamak için kullanılır. Suyu temiz olmadığı için mecbur kalınmadıkça insanlar bu suyu içmek için kullanmaz. ‘Çal’daki durgun suya pislikler bulaşır, kurtçuklar dolar. “Çal’daki durgun su her geçen gün kirlenir ve çürümeye başlar. “BİR” kurursa çallaşır ve o da kör bir kuyuya dönüşür. Su kaynağı kuruduğu için kendini üretip yenileyemez. Suyunu yenileyemez ve ancak dışardan getirilecek suyla doldurulabilir. “BİR” hem suyunu üreten hem de koruyup muhafaza eden kuyu iken, “Çal” ise suyunu üretmeyen sadece içerisine doldurulan suyu muhafaza eden kuyudur. Zihin ve hafıza da insanın bilinç kuyusudur. Bu kuyu “BİR” gibiyse o kişi veya toplum sağlıklı, kendi ayakları üzerinde yürüyen, kendi özyönetim ve iradesine sahip bir insan veya toplumdur. Geçmişini bildiği gibi geleceğini de görür ve planlar. Öznedir, iradelidir ve kendi ahlaki ve politik değerlerine sahiptir. Kendi çıkarını bilir, dost ve düşmanını tanır. Öz savunmasını yapabilir. Böyle bir insan veya toplum iradeli, ahlaklı ve özgür insan veya toplumdur. Bilinç kuyusu “ÇAL” gibi olanlar ise köledir, nesnedir. Boş bir kap gibidir. O kaba kim ne doldurursa onu taşır. Cansız, iradesiz ve kendi bilincinde olmayan kişi veya toplumdur. Geçmişini bilmez, tanımaz, hatırlamaz. Dolayısıyla kendisini de bilemez, bir mankurt gibi sadece efendisine hizmet eder. Yabancı bir yönetimin altında yaşamaya mahkumdur. İşgalci, sömürgeci güçler tarafından zihinden, beyinden yoksun bir beden gibi kullanılır. Kürt Halkı, Önderlik sözü ile buluşmayana kadar “çal” gibiydi, “çal” durumuna getirilmişti. Hayat damarları kesilmiş, “Bir”ine gelen su kaynakları kurutulmuştu. Bilinç kuyusu, “Bir”ini üretemez duruma gelmişti. Kökünden, geçmişinden koparıldığı için hafızası da kurumuştu. İğne ile uyuşturulan bir insan gibi kendini bilemez bir duruma getirilmişti. Kendini bilmeyen, tanımayan, daha da ötesi kendi gerçekliğinden, kimlik ve kültüründen korkan ve kaçan bir halk durumundaydık. Kendimize yabancılaşmanın bu kadar fazla ve derin olması ancak bununla izah edilebilir. XWEBUN, kendi olmak, kendilik demektir. Kendi hakikatine uygun yaşamaktır. Xwebun, “Bir”ine, yani hafızasına, bilincine sahip olma ve buna uygun yaşama güç ve kudretini gösterebilmektir. Xwebun’la oynandığı yerde yabancılaşma başlar. Yabancılaşma kendi için özne olmaktan çıkıp başkalarının nesnesi, aleti ve aracı durumuna gelmedir. Kürt Halkı üzerinde yürütülen ve yüzyıllarca süren işgal ve sömürgecilik Kürdü önemli oranda Xwebun olmaktan çıkarmıştır. Büyük ve kutsal sözün bu yaratıcı halkı yabancı ve yalancı sözün kör taşıyıcısı durumuna getirilmiştir. Xwebun olmaktan çıkarılan, ‘Bir’i kuruyan ve ‘çal’ durumuna getirilen Kürt Halkı sadece büyük sözü unutmakla kalmamış, kendi dilini, kültürünü hatta adını bile unutur hale getirilmiştir. O tanrısal ve doğasal Kürt dili geri, işe yaramaz, gereksiz bir dil olarak ilan edilmiş ve bir kenarda çürümeye terk edilmiştir. Doğanın bütün hallerini ve her biçimini ad ve söze kavuşturan Kürtçenin o büyük yaratıcılığı ve kök dil olma vasfı bir tarafa bırakılmıştır. Kutsal sözü şiirsel bir ahenk ve güzellikle ifadeye kavuşturan o görkemli dil, arkaik bir dil derekesine indirilerek tarihe havale edilmiştir. ‘Tarih’in Soranice karşılığı ‘Meju’dur. Bu kavram mejiden, yani beyinden gelmektedir. Bir toplumun tarihi, onun mejisi yani beyni ve hafızasıdır. Hafızasız bir insan olamayacağı gibi, hafızasız ve tarihsiz bir toplum da olamaz. Kendi tarihine, hakikatine, yani ‘meji’sine sahip olan bir halk veya toplum ‘xwebun’unu yaşamaktadır. Sömürgeleştirip asimile edilen halklar ise ‘xwebun’unu yitiren halklardır. Giderek yabancıya, düşmanına benzeşmeye başlar. Egemen kültür içerisinde erime sürecine girer. Egemen ulusun beslendiği bir malzemeye veya bir leşe dönüşür. Egemen ulus, sömürgeleştirdiği toplumla semirilirken adım adım onu yok edip tüketir. Yüzyıllardır egemen Türk ulusu Kürdistan’ı kendisi için böyle bir beslenme ve yayılma alanı olarak görmektedir. Kendisini özne olarak merkezileştirip iktidarlaştırırken, Kürt toplumunun tüm değerlerini, onun dil ve kültürünü nesneleştirmekte ve asimilasyon yoluyla. Akıl ve söz ayrı ırmakların suyudur ve farklı toprakların ürünüdür. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanılır veya aynı anlamı içerdiği sanılır. Bu doğru değildir. Söz Demokratik Uygarlığın, akıl ise Devletçi Uygarlığın kendisidir. Söz toplumun akıl iktidarın karşılığıdır. Söz anlam ve ahlak olarak toplumda yansımasını bulur. Akıl ise iktidarın, kapitalist modernitenin dili ve düşüncesidir. Kapitalist modernitede her şey metalaştırılıp araçsallaştırılmıştır. Bundan akıl da nasibini almıştır. Kapitalist modernitede araçsallaştırılan akıl pragmatist çıkar ve amaçların hizmetine sokulmuştur. Akıl sahibi olmak ile para veya meta sahibi olmak aynı anlama gelmektedir. Akıl kendi başına bir anlam veya değer ifade etmez. Bireysel çıkarlara hizmet ettiği kadar ve pragmatist amaçlara ulaşma yolunda bir araç olduğu sürece ve olduğu kadar bir karşılığı vardır. Yani aklın da piyasada bir fiyatı vardır. ‘aklını kullan, yolunu bul’ denilir ya da ‘kafayı çalıştır, köşeyi dön’ diye akıl verilir. Akıl kullanılan, harcanan bir metadır. Bilgi alınır ve satılır. Bilgi çağındayız denilir. Ancak bu bilgi aydınlanmanın, bilinçlenmenin karşılığı olan bir bilgi değildir. Bilgi paradır, güçtür, sermayedir. Bilgi metadır, araçtır. ‘Bilgi güçtür, güç iktidardır’ sonucuna buradan varılır. ‘Paran kadar konuş’ ile ‘bilgin kadar konuş’ kapitalist piyasanın düsturudur. Eski Yunan’da Sofistler bilgilerini satarak geçimlerini sağlarlardı. Aynı dönemde Sokrates ise insanları aydınlatmaya, bilinçlerini uyandırmaya çalışırdı. Her ikisi de insanları eğittiklerini iddia ederlerdi. Sofistler bilgilerini bir araç veya mal gibi satarken karşılığında bir kazanç sağlarlardı. Sokrates ise böyle bir amaç gütmeden insanları eğitmeye çalışırdı. Günümüzün kapitalistleri ve onların pozitivist bilimcileri Sofistlere rahmet okutacak düzeyde akıl ve bilgiyi pazara düşürmüşlerdir. Bugün piyasadaki en göz alıcı metaların belki de en başında bilgi ve akıl gelmektedir. büyük şirketlere ve devletlere her an devasa bilgi hizmeti sunulmaktadır. Bir şirketin gücü sermayesinin yanında ‘CEO’suyla ölçülmektedir. ‘CEO’su ne kadar akıllıysa, o şirketin piyasada iş yapması ve gelecek vaat etmesi o kadar büyük olmaktadır. Bu anlamda ve tarihsel toplumun bütünselliği çerçevesinde ele aldığımızda rahatlıkla diyebiliriz ki, kapitalist şirketin CEO’su Sümer Rahibinin torunudur. Bir kez daha ‘tarihin şimdi’ olduğunu görüyoruz. Kapitalist çağda aklın, bilginin, düşüncenin kendi başına bir anlam ve değerinin olmadığını belirtmiştik. Akıl bir işe yaradığı oranda karşılık bulmaktadır. Şirket CEO’su aklını kullanarak veya aklını satarak o şirketin rekabet piyasasının hırçın dalgaları arasında yol almasını sağlamaya çalışır. CEO’nun aklı ve bilgisi bu işe ne kadar yarıyorsa fiyatı da o kadar yüksek olmaktadır. Kapitalizmin ‘ ya büyü ya öl’ kesin hükmüne göre ‘büyüten’ akla ihtiyaç duyulur. Devlet ve şirketlerin ar-ge’leri her an bunun için çalışır. Rakiplerinden geri kalmamak veya mümkünse onlara fark atacak yeni bir bilgiye, icada ulaşmaya çalışılır. Bu arenada toplumun, sözün yeri yoktur. Amaç daha fazla kar veya sermaye elde etme yolunda büyümektir. Bu amaca hizmet edecek bilgi ve akıl aranan en kıymetli mal olmaktadır. Buna sahip olan kazanır, diğerleri kaybeder. Akla sahip olunur, kullanılır ve işi bitince bir kenara atılır. Söze sahip olunmaz, söz ile olunur. Söz ile dolunur, aydınlanılır, bilinçlenilir. Söz ile birlikte olunur. Kapitalizmde bireyci özneye hizmet edecek her şey nesneleşmekten kurtulamaz. Doğa, toplum, kadın, akıl bu sürecin sonucunda nesneleştirilir. Kapitalizm öncesi çağlarda ‘evrensel akıl’ en temel değer olarak ölçü alınır ve birey kendi yaşamını bu evrensel aklın içerisinde bir yere oturtmaya çalışırdı. Birey, yaşamını evrensel akla uyarladığı ve onunla uyum içerisinde olduğu sürece kendisini mutlu ve huzurlu sayardı. Evrensel akıl tanrı, din, tin veya toplumsal kimliğin kavramsal ifadelerinden herhangi birine tekabül edebilirdi. İçeriği ve niteliği farklı olsa da bir evrensel akıl ölçü olarak alınırdı. Bireyin anlamsal dünyası kadar maddi yaşamı da bunun içerisinde bir yere otururdu. Kapitalizm tüm eski değerler gibi evrensel aklı da parçalamıştır. Evrensel aklı inkar ve reddederek onun yerine bireysel aklı ikame etmiştir. Bu aynı zamanda evrensel bir öznenin yerine bireysel öznenin ikame edilmesidir. Evrensel özne kavramı anlam ve değerini yitirirken bireysel özne baş köşeye yerleştirilir. Toplumsallık adına üretilen canavarların yerini birey canavarı aldı. Hem de sayılamayacak kadar çok canavar! Eskiden de bu az sayıdaki canavarlara kurban verilirdi. Bu kurbanların arasında bazen insanın da yer aldığı olurdu. Ancak yeni türeme milyonlarca, milyarlarca birey canavarlarına ne dayanabilir ki! Doğa, toplum, kadın adına ne varsa bu canavarlara peşkeş çekilerek kurban edilmektedir. Hem de törensiz, saygısız bir şekilde! Kurbana bir gözyaşı bile bahşetmeden! Acımasız, soğuk, gözü kara bir vahşet ve açgözlülük eşliğinde, bir kırım ve katliam biçiminde! Kapitalizmin mezbahalarında doğa, toplum ve kadın her gün kıtır kıtır kesilmekte, kanları oluk oluk akıtılmaktadır. Aslında Hegel’in de belirttiği gibi devletçi uygarlık tarihi baştan sona kadar aklın hükmettiği bir kanlı mezbahalar tarihidir. Her tarafından kanın akması, irin saçılması ve bu kadar dayanılmaz kokular yayması bu nedenledir. Artık nefes alınacak bir hava, içilecek temiz bir su kalmamıştır. Bu trajedinin örnekleri saymakla bitmez. Geçirdiğimiz iki dünya savaşı ve şu anda devam eden üçüncü dünya savaşının yaşattığı vahşetler, Yahudi, Ermeni ve Kürt halklarına dayatılan soykırımlar bile tek başına bunun düzeyini anlamamıza yeterdir. Hangi söz, anlam ve ya zihinle bu kıyımlar izah edilebilir. Bu uygulamalar hangi aklın ürünüdür. Bu aklın insanlıkla bir alakası olabilir mi? İnsan, toplum ve ahlakla alakası yoktur, olamaz.. bu akıl insana yabacıdır, topluma karşıdır ve ahlak dışıdır. Bu akıl ancak ve ancak devletçi uygarlıkla, kapitalist modernite ile izah edilebilir. Yahudi soykırımı ve Auschwist vahşeti yaşandıktan sonra o dönemin aydınları şok içerisindedirler. Bunu nasıl ve ne ile izah edeceklerini bilememektedirler. Adorno Yahudi soykırımına şahit olur ve ‘ artık ilahların söyleyebilecek tek bir sözü kalmamıştır.’ der. Korkunç bir sonun ve iflasın itirafı böyle yapılır, eleştiri ve özeleştirisi böyle dile getirilir. O çokça taptıkları, hayranı oldukları ve büyük umutlar bağladıkları aydınlanma çağı ve modernizmin nasıl böyle bir sonuç doğurduğuna anlam veremez ve kabullenemezler. Bu sonuçtan kendilerini de sorumlu gören ve ya bu gerçeğe tahammül edemeyen kimi aydınlar intihar etmeyi seçer. Kimi aydınlar da her şeyi yeniden sorgulamaya başlar. Bu vahşeti yaratan aklı sorgulayarak hakikati anlama çabasına girerler. Açık ki, bu vahşeti yaratan devletçi uygarlık aklıdır. Araçsallaştırılan kapitalist akıldır. Ruhundan ve büyüsünden koparılan ve iktidarın hizmetine sunulan analitik düşüncedir. Hastalıklı bir kafa hastalıklı bir düşünce üretir. Kirli ve kanserli bir ur ancak böyle bir aklı ortaya çıkarır. Yaşananları akıldan bağımsız, kopuk olarak ele alamayız. Aklı ret etmek insanı ret etmek gibi algılanmamalıdır. İnsana, topluma ve kadına ait olan düşünce, beyinsel, düşünsel faaliyet elbette vardır. Onsuz toplumsallık düşünülemez. Salt duygusal zeka ile bir toplumsallık kurulamaz ve sürdürülemez. Ancak bunun farkını ortaya koymak için buna akıl demiyoruz. İnsan, topluma ve kadına ait olana bilinç, zihin ve ya söz diyebiliriz. ORHAN KENDAL |
YORUM GÖNDER