ÖZGÜRLÜK ZAMANI HAMLEMİZİ,ÇÖKERTME PLANI'NI ÇÖKERTMİŞTİR
Özgürlük Zamanı Hamlesinin sürekliliği ve temposu önemlidir. Mücadele hem keskinleşmiş hem de bazı sonuçlar yaratacak noktaya gelmiştir. Bu nedenle tüm imkânları ve güçleri mücadeleye sürmek ve mücadeleyi yoğunlaştırmak önemlidir. Mücadelenin bu aşması parçalılığı, kesintili durumu, temposuzluğu kaldırmaz. Faşizmi yıkmayı hedeflemek, Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlamak ve işgalleri sonlandırmak ancak yoğun bir mücadeleyle olur. Bu açıdan tüm örgüt yapılarımız, kadrolarımız ve halkımız sürecin karakterini bilmeli, buna göre mücadeleye yüklenmelidir. ‘Tecride, Faşizme, İşgale Son; Özgürlüğü Sağlama Zamanı’ Hamlesini 12 Eylül 2020 tarihinde başlattık. 12 Eylül, Kürdistan ve Türkiye açısından çok önemli bir tarihtir. 1980 yılının 12 Eylül’ünde faşist bir askeri darbe gerçekleşti. Bu darbenin amacı; Türkiye’de gelişen devrimci demokratik hareket ile Kürdistan’da yükselen Kürt halkının özgürlük mücadelesini bastırmaktı. Türkiye’de emekçilerin, gençlerin, tüm ezilen ve baskı altında olan toplumsal kesimlerin özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelesi, devleti artık yönetemez hale getirmişti. PKK öncülüğünde gelişen Kürt halkının özgürlük mücadelesi ile Türkiye’deki mücadelenin bu gelişimi, Türkiye’deki siyasi, toplumsal, ekonomik sistemi yıkılma noktasına getirmişti. Türkiye’nin en temel ulusal politikası ve stratejisi olan Kürtleri egemenlik altında tutma ve soykırıma uğratma politikası, önemli bir sarsıntıya uğratılmıştı. 12 Eylül 1980 öncesi Kürdistan’da başka siyasi örgütler olsa da bunların hepsinin toplamından daha fazla örgütsel, siyasal ve eylem gücüne ulaşan PKK, soykırımcı sömürgeciliğin yüreğine korku salmıştı. 60 yıldır uyguladıkları soykırımcı-sömürgeci sistem büyük bir darbe yemişti. Önü alınmadığı takdirde Kürdistan halkının özgürlük mücadelesi gelişecek, Kürdistan Türkiye’den kopma noktasına gelecekti. Zaten 12 Eylül askeri darbesinin kararı helikopterlerle Mêrdîn’den Ankara’ya giden Kenan Evren ve yanındakiler tarafından Riha üzerinden geçerken verilmiştir. Çünkü; Türk egemen sınıfları her şeye tahammül edebilir ama Kürdistan üzerindeki egemenliklerini kaybetmeyi asla kabul etmezlerdi. 12 Eylül darbesinin en temel amacı Kürt halkının özgürlük mücadelesinin kökünü kazımaktı; 1980 yılı aynı zamanda kapitalist emperyalist kamp ile reel sosyalist kamp arasında soğuk savaşın zirvede olduğu bir dönemdir. Kapitalist emperyalist kamp ve onun askeri örgütü NATO’nun, Sovyetlerin güneyinde, kendileri için önemli bir ülke olan Türkiye’nin bırakalım sınırlarının değişmesini, siyasi rejimin kısmi bir demokratikleşmesine bile tahammülleri yoktu. İşte bu ortamda NATO’nun Sovyetlere karşı önemli bir askeri gücü olan Türk ordusu, başta ABD ve İngiltere olmak üzere NATO ülkelerinin desteğiyle askeri darbe yaptı. Bu darbenin en temel amacı Kürdistan’da gelişen özgürlük mücadelesini ezmek, kökünü kazımak; buna dayanarak da Kürdistan’da soykırımı tamamlamaktı. Kuşkusuz Türkiye’deki devrimci demokratik güçleri ezmeyi de önlerine koymuştu. Bunun için Kürdistan boydan boya açık bir zindana çevrilirken; Diyarbakır Zindanına doldurdukları binlerce siyasi tutsak şahsında PKK’yi zindanın betonlarına gömmeyi amaçlıyorlardı. Bu nedenle Kürdistan’da halk üzerinde baskı ve zulüm artarken; Diyarbakır 5 Nolu zindanı insanlık tarihinin gördüğü en ağır işkence tezgahlarından biri haline getirilmişti. Kürt’ün özgürlük umudu zindanlara gömülecekti. Bu nedenle sadece Kürdistan halkının değil, dünyada demokrasi güçleri ve tüm halkların gördüğü en ağır zulüm düzeni hem zindanlarda hem de Kürdistan genelinde Kürt halkına karşı uygulandı. Ancak bu zulme karşı PKK’li tutsaklar zindanda direndiği gibi Rêber Apo önderliğinde PKK de yurt dışında hazırlıklar yaparak faşizme karşı gerilla mücadelesini başlattı. Günümüzde de soykırımcı-sömürgecilik Kürdistan’da gerillanın ve halkın geliştirdiği özgürlük mücadelesini bastırmak için ‘Çöktürme Planı’ hazırlamış, 2015 yılından bu yana da AKP-MHP iktidarı Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı bir kök kazıma harekâtı başlatmıştır. 12 Eylül 1980’de yürürlüğe konulan ama gösterilen direniş nedeniyle başarılamayan Özgürlük Hareketini tasfiye edip Kürt soykırımını tamamlama saldırısı bugün de ‘Çöktürme Planı’yla devreye konulmuştur. Bunun için Bakurê Kurdistan’da halk üzerindeki baskı olmadık düzeyde artırılmış, binlerce siyasetçi zindanlara atılmıştır. Zindanlarda da uyguladıkları yıldırma politikası ile tutsakları mücadeleden uzaklaştırmaya yönelmişlerdir. Bakurê Kurdistan’daki bu baskı ve zulüm politikası süreklileştirilmiştir. Baskı ve zulüm politikaları Rêber Apo üzerinde uygulanan tecrit ile artarak sürdürülmüştür. Ağır tecrit ile birlikte Kürt halkı üzerindeki zulüm kesintisiz sürdürülmektedir. Rêber Apo üzerindeki ağır baskı, Kürt halkı üzerinde uygulanan soykırım politikasının temeli olmaktadır. Bir halkın Önderliğine bu düzeyde baskı kurmanın amacı, o halkın iradesini kırmak ve soykırıma uğratmaktır. Kürt halkı üzerindeki soykırım politikasının İmralı’daki uygulaması ise ağır tecrit ve baskı olmaktadır. Dünyada hiç bir halkın varlık ve özgürlük mücadelesi ile bir Önderin duruşu ve kaderi bu düzeyde iç içe geçmemiştir. Bunun nedeni de Rêber Apo’nun Kürtleri ölüm döşeğinden kaldırıp özgürlük ve demokrasi mücadelesi veren bir halk haline getirmesidir. Rêber Apo’nun yarattığı özgürlük mücadelesi ve bu temelde gelişen halk mücadelesi sadece Bakurê Kurdistan’da değil, Kürdistan’ın dört parçasında ve dünyada Kürtlerin yüreğinde ve beyninde özgürlük meşalesini yakmış ve mücadeleyi önemli bir düzeye getirmiştir. Bu mücadele, sadece Bakurê Kurdistan’da gerilla mücadelesi yaratıp halkı ayağa kaldırmamış; Başûrê Kurdistan ve Rojava’daki tüm kazanımların da en temel dayanağı olmuştur. Bunu bir kısım Kürtler anlamasa da, Kürt düşmanlığında öncü soykırımcı-sömürgeci TC, tüm kazanımların PKK’nin öncülük ettiği mücadelenin sonucu gerçekleştiğini ve korunduğunu çok iyi bilmektedir. Kürt halkının özgürlük mücadelesinin gelişimi karşısında ya Kürt sorunu çözülecek ya da bu mücadeleyi ezmek için tüm imkânlarını kullanıp saldırıya geçeceklerdi. AKP iktidarının Kürt sorununda demokratik çözüm zihniyeti olmadığı için MHP ve bir kısım Ergenekoncularla ittifak yaparak Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiyeye yönelmiştir. Her bakımdan kritik ve önemli bir tarihi kavşağa girmiş bulunuyoruz; Rojava’ya yönelik işgaller de bu çöktürme ve tasfiye politikasının bir parçasıdır. Rojava’daki Kürt kazanımlarını, soykırımcı-sömürgeci politikaları için tehlike olarak görüyorlar. Başûrê Kurdistan’daki kazanımı kabul etmediklerini, “Irak’ın kuzeyinde yaptığımız hatayı Suriye’nin kuzeyinde yapmayacağız” diyerek açıkça dillendirmişlerdir. Türk devleti, Ortadoğu’da süren Üçüncü Dünya Savaşında Kürtlerin kazançlı çıkmalarını engellemek ve savaş içindeki çelişkilerden yararlanarak Kürtlerin üzerinde yürüttüğü soykırımı tamamlamak istemektedir. Birinci Dünya Savaşının tozu dumanı içinde Ermeniler, Süryaniler, Rumlar ve Pontuslular üzerinde nasıl ki soykırım politikası yürüttüyse Üçüncü Dünya Savaşının birçok güç arasında yarattığı çelişkiler ve savaşın tozu dumanı içinde bu defa da Kürt soykırımını tamamlamayı hedeflemiştir. Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirip buna dayanarak tüm Ortadoğu’nun hegemon gücü olmayı hedeflemektedir. İşte Özgürlük Hareketimiz, Kürt düşmanlığında öncü soykırımcı Türk devletinin AKP-MHP iktidarıyla böyle tehlikeli bir yönelim içinde olduğunu görerek, 12 Eylül faşizminin bu yönlü amacını nasıl direnişle boşa çıkardıysa 12 Eylül 2020 tarihinde ‘Dem Dema Azadiyê ye’ Hamlesini başlatarak, aynı ruh ve mücadele anlayışıyla AKP-MHP faşizmini de yenilgiye uğratmayı hedeflemiştir. AKP-MHP faşist iktidarı Üçüncü Dünya Savaşı koşullarından yararlanıp, Özgürlük Mücadelemizi tasfiye edip Kürt soykırımını tamamlamak istiyor. Tüm Kürt halkı için böyle bir tehlike vardır. Bu açıdan, AKP-MHP faşist iktidarına karşı mücadele, tüm Kürtler için varlık yokluk mücadelesidir. Böyle bir tehlikenin yanı sıra, tarihin hiçbir döneminde Kürtlerin karşısına çıkmamış özgürlük imkanları ve bu temelde Ortadoğu’nun her bakımdan yükselen halkı haline gelme fırsatı ortaya çıkmıştır. Her bakımdan kritik ve önemli bir tarihi kavşağa girmiş bulunuyoruz. Ortadoğu’da 5 bin yıllık devletçi sistem de, beş yüz yıllık kapitalist modernite de, devletçi sistemin en son modeli olan ulus devlet de kelimenin tam anlamıyla can çekişmektedir. Hiçbir siyasi gücün politikaları Ortadoğu’da yaşanan sorunlara çözüm olamamakta, kaos her geçen gün daha da derinleşmektedir. İşte bu kaosta tek çözüm projesi Rêber Apo’nun Kadın Özgürlükçü Demokratik Ekolojik Toplum Paradigması doğrultusunda ortaya konulan ulusal, toplumsal, siyasi, ekonomik ve kültürel politika ve çözüm projeleridir. Rêber Apo’nun bu çizgisi, tüm Kürtlerin önüne büyük kazanma imkanları sunmuştur. 12 Eylül 2020’de başlattığımız hamle ile hem tehlikeleri bertaraf etmek hem de Ortadoğu’da halkımızın önüne çıkan bu tarihi fırsatı değerlendirmek istedik. Tehlikeleri bertaraf etmek ve bu temelde büyük kazanımlar elde etmek için AKP-MHP faşist iktidarının yenilmesi çok önemli hale gelmiştir. Hem Kürt soykırımını yapmada bu iktidar tüm insanlık dışı saldırıları uygulamakta hem de sadece Türkiye ve Kürdistan’da değil, tüm Ortadoğu’da gericiliğin merkezi durumundadır. Tüm Ortadoğu’nun demokratikleşmesi önünde bu iktidar şahsında Türk devleti engeldir. Bu açıdan, mücadelenin tüm imkânlarını, tüm mücadele güçlerini bu hedefe yöneltmek önemliydi. Ancak bu iktidara ve demokrasi önünde engel haline gelmiş bu devlete karşı mücadele çok parçalı bir biçimde yürütülüyordu. Hatta bu iktidara yönelmesi gereken birçok güç, böyle bir anlayış, hareketlilik ve mücadele içinde değildi. Bu açıdan hamlenin hedefi doğru belirlendiği gibi, tüm mücadele güçlerini de bu hedefe yöneltmeyi esas aldı. Çünkü; sadece hedefi doğru belirlemek yetmez. Eğer en başta hedeflenmesi gereken düşman bu ise tüm güçlerin de bu hedefe yöneltilmesi gerekirdi. Bu konuda yetersizlik vardı. AKP-MHP iktidarına karşı mücadele parçalı yürütülüyordu. Hamlemizin amacı; bu parçalılığı ve ataleti ortadan kaldırıp AKP-MHP’den zarar gören ve ona karşıt olan tüm güçleri bu iktidara yöneltmek oldu. En başta da Kürdistan’daki tüm yurtsever güçleri bu iktidara yöneltmek gerekirdi. Tecrit de faşizm de işgaller de ancak mücadeleyle sonlandırılabilir; Kürdistan’ın dört parçasını böyle bir hedefe yöneltmek çok önemliydi. Hamlenin geliştirilmesi sadece ulusal duyguların güçlenmesi ve bir parçanın mücadelesiyle dayanışmayı ifade etmiyordu. Kürdistan’ın dört parçasının özgürleşmesi ve kazanımlarını güvenceye alması için bütünlüklü mücadele etmeyi gerektiriyordu. Özgürlüklere ve kazanımların güvenceye alınmasına en fazla ihtiyacı olan bir halkın bütünlüklü mücadele etmemesi büyük bir zaafiyettir. Zaten bu zaafiyet ortadan kalkmadan da Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesinde istenilen başarı ve sonuçları elde etmesi mümkün değildir. Kürt sorunu olan ülkelerin nasıl ortaklaştıkları düşünülürse; Kürdistan’ın dört parçasının bütünlüklü bir politika yürütmemeleri, güçlerini tehlikenin geldiği güçlere karşı konumlandırmamaları, sıradan bir insanın bile kabul etmeyeceği bir durumdur. Kuşkusuz özgünlükler vardır. Ancak özgünlükler bütünlüklü hareket etmeye ve temel konularda ortak mücadeleye engel değildir. Bakurê Kurdistan’daki mücadele güçlü olmadan Kürdistan’ın hiçbir parçasındaki mücadeleyi geliştirmek ve sonuca götürmek mümkün değildir. Tabii ki küçük bir Kürdistan için Kürdistan’ın büyük çoğunluğunun soykırımına göz yumma ya da bunu bir kazanım gibi görme anlayışı yoksa! Hamlenin amacı olan tecride, faşizme ve işgallere son verme konuları da bir bütündür. Tecrit kalkmadan faşizm son bulmaz, faşizm son bulmadan da tecrit kalkmaz. Tecrit ve faşizm kalkmadan da işgaller son bulmaz. Tecrit de, faşizm de, işgaller de ancak mücadeleyle sonlandırılabilir. Hamlemizin amacı da bu yönlü bir mücadeleyi yaratmak ve büyütmektir. Bir mücadelenin gelişmesinde öncelikli hedefleri belirlemek önemlidir. Bunlar doğru belirlendiğinde toplumları bu hedeflere yönelik örgütleyip harekete geçirmek zor olmaz. Şu da açıktır ki; tecridin kalkması ve işgallerin sonlandırılması somut olarak AKP-MHP faşist ittifakına ve onun saldırgan politikalarına karşı mücadele etmeyle gerçekleştirilebilir. AKP-MHP ittifakı 2020 Eylül’üne gelindiğinde saldırılarını artırmış, Rojava’da bazı alanları işgal etmiş, Medya Savunma Alanları’na sürekli saldırılar yapmış olsa da, sadece baskı ve savaşla kendini ayakta tutma politikası Türkiye içinde de, dışında da AKP-MHP ittifakını birçok güçle karşı karşıya getirmiştir. İçeride ve dışarıda böyle daralan bir gücün mevcut politikayı sürdürmesi zordur. Başlattığımız hamle bu düzeyde sıkışan, daralan iktidarı daha da daraltıp yıkmayı hedeflemektedir. Hamlemizin başladığı dönemde içeride ve dışarıda meşruiyeti zayıflayan AKP-MHP iktidarını yıkılma noktasına getirmek gerçekçi bir hedefti. Çünkü bu iktidar en zayıf dönemi yaşamaktaydı. AKP-MHP faşist iktidarı o kadar zayıflamıştı ki, bazı tarikatların desteğini almak için İstanbul’un ev sahipliğini yaptığı ve ilk imzacısının AKP olduğu kadınlar üzerindeki şiddeti engellemeyi hedefleyen İstanbul Sözleşmesinden geri çekildi. Bu pratik, AKP iktidarının ilkeli bir iktidar olmadığını, en önemli konularda bile tutarsız ve pragmatik bir yaklaşım içinde olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Siyasal ve toplumsal yaşamın en önemli konularını araçsallaştıran bir zihniyete sahip olduğu görüldü. Kürt sorununda da zihniyet olarak demokratik bir yaklaşımı olmadığı, iktidarını ayakta tutmak ve seçim kazanmak için böyle temel konulara da çok basit ve sorumsuz yaklaştığı bir kez daha anlaşılmıştır. Bir ülke ve halk için bundan daha kötü yönetim gerçekliği olamaz. Ancak bu yaklaşım bu iktidar için kısa vadeli bazı yararlar sağlasa da, orta vadede bu iktidarın ayağına dolanan bir politika haline gelmiştir. Kürdistan ve Türkiye’de kadınlar bu iktidara karşı her zaman bir mücadele içinde oldular. 2020 yılında kadınlar AKP iktidarına karşı bir isyan içinde oldular. AKP-MHP iktidarına karşı bu tutumlarını ‘Özgürlük Zamanı’ Hamlesinde de gösterdiler. ‘Özgürlük Zamanı’ Hamlesinin dinamik kalmasında, tüm toplumsal kesimlere nüfuz etmesinde önemli etkide bulundular. ‘Dem Dema Azadiyê ye’ Hamlemiz doğru zamanda ve doğru bir hedefle başlayınca Kürt halkı bulunduğu her yerde sahiplendi. Özellikle Kürdistan’ın dört parçası ve yurtdışının bütünlüklü olarak bu hamle içinde yer alması büyük bir heyecan yaratmıştır. Avrupa ve Rojava halkı hamlede çok etkin yer almıştır. Bakurê Kurdistan’daki halk da tüm baskılara rağmen AKP-MHP faşist iktidarına karşı her fırsatta direnişçi tutumunu göstermiştir. Ağır baskılara rağmen Bakurê Kurdistan’daki halkımızın direniş iradesini göstermesinde, gerilla mücadelesinin yanı sıra Kürdistan’ın diğer parçaları ve yurt dışındaki halkımızın mücadelesinin de büyük bir etkisi vardır. Bu gerçeklik, mücadelenin bütünlüklü ve tek bir hedefe yönelmesinin nasıl önemli sonuçları olduğunu gözler önüne sermektedir. Zaten bir devletin, Kürdistan’ın bir parçasındaki özgürlük mücadelesini bastırma şansının azalmasının bir nedeni de budur. Artık Kürdistan’ın tüm parçaları özgürlük ve demokrasi mücadelesi için ayakta; ulusal birlik toplumsal düzeyde gerçekleşmiş durumdadır. Bu da, Kürdistan’ın diğer parçalarındaki özgürlük mücadelesinin birçok yönden destek almasını beraberinde getirmektedir. Bakurê Kurdistan halkı AKP-MHP faşizmine karşı mücadelede ısrarlı olmuştur; Kuşkusuz Bakurê Kurdistan halkı onlarca yıldır bir mücadele içindedir. Birkaç kuşaktır kesintisiz mücadele içinde olan, en ağır baskıları yaşayan Bakurê Kurdistan halkı açısından zor koşullarda mücadele etme kültürü oluşmuştur. Ateşkes ve devletle yapılan görüşmeler döneminde demokratik siyasal alandan halka kadar birçok kesimde kolay yollardan kazanma anlayışının ortaya çıkması mücadeleye önemli zararlar vermiştir. Orta sınıfın kendi ruh hali ve beklentisinin ortaya çıkardığı bu anlayış halka da bulaştırılmıştır. Ancak mücadelenin kesintisiz sürmesi, onlarca yıllık mücadelenin getirdiği zorluklara katlanma duruşu Bakurê Kurdistan’daki mücadelenin ayakta kalmasını sağlamış, istenilen düzeyde olmasa da halkımızın mücadelesi AKP-MHP iktidarının hedeflerine ulaşmasını engellemiştir. Bakurê Kurdistan halkı ve demokratik siyasal alan yetersizliklerine rağmen AKP-MHP faşizmine karşı mücadelede ısrarlı olmuştur. Baskılar karşısında yılmamış, mücadele kararlılığını sürdürmüştür. AKP-MHP iktidarının tüm baskılara rağmen Kürt halkını yıldıramaması, demokrasi güçlerinin mücadelesini sürdürmesi AKP’nin sonunu yaklaştırmıştır. AKP-MHP İktidarının Kürt halkının özgürlük mücadelesini bastırmaya, demokrasi güçlerini susturmaya dayalı politikalarının sonuç alacak hiçbir şeyi kalmamıştır. Kürt halkı her etkinlik ve eylemde bu iktidarın amaçlarına ulaşamayacağını, sonunda yıkılanın kendisi olacağını göstermiştir. Bu durum karşısında bazı başarılar elde edip iktidarını ayakta tutmak için başka arayışlara girmiştir. Garê’de indirme yapıp HPG Ana Karargâhına darbe vuracak, esir askerleri alıp götürerek zafer ilan edecek ve arkasından seçime gidip iktidarlarını tazeleyerek Özgürlük Hareketimizi tasfiye amaçlı daha kapsamlı bir saldırı yapacaklardı. Ancak gerilla ‘pençe-kartal’ adını verdikleri harekâtın ayağını kırdı. Tarihi bir fedai direniş ortaya koyan komutan Şoreş Beytüşşebap öncülüğünde direnen arkadaşlar Türk devletine kendi askerlerinin ölümünü de onlara gösterdiler. Gerilla karşısında tümden imha olacaklarını anladıklarından bir gece ansızın kaçtılar. Zafer harekâtı bozgunla sonuçlanmıştı.Yenilgilerini kabul ettiler. Başarısızlıkla, bozgunla sonuçlanacak bir harekâta girmeleri ne kadar sıkıştıklarını, yıkılma noktasına geldiklerini ortaya koymuştur. Başarılı olma ihtimali çok zayıf olan bir harekâta ‘ya başarılı olursam’ anlayışıyla girmeleri, AKP-MHP iktidarının ruh halini göstermektedir. Halka yönelik ağır baskılardan sonuç alamayınca böyle bir maceraya girmişlerdir. Aslında bu bozgundan sonra demokrasi güçleri, muhalif güçler biraz üzerine gitselerdi bu iktidarın sonunu getireceklerdi. ‘Dem Dema Azadiyê ye’ Hamlemiz Kürt halkının duruşunu ve mücadelesini her yerde güçlendirdiği gibi gerilla da bu hamlede rolünü oynamak için bulunduğu her alanda düşmana darbe vurma planlaması ve pratikleşmesi içinde olmuştur. Rojava’nın doğru mücadele çizgisine girmesinde ‘Özgürlük Zamanı’ Hamlesinin önemli etkisi oldu; Hamlenin başından itibaren Rojava ve Avrupa’daki Kürdistanlılar ve dostları hamlenin süreklileşmesinde, kesintiye uğramamasında büyük rol oynamıştır. Halkımızın bu ayağa kalkışı, Kürt halkı için özgür ve demokratik yaşamın hava kadar, su kadar, nefes almak kadar önemli olduğunu göstermiştir. Rojava’da ve Avrupa’da kadınlar sürekli eylemlerin önünde ve en canlı biçimde yer almıştır. Kadın duruşu ile Kürt’ün özgürlük iradesini çok güçlü biçimde dost düşman herkese göstermişlerdir. Hamlenin bir amacının da Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğü ve işgallerin ortadan kaldırılması olunca her zaman olduğu gibi Rojava halkımız kadın, çocuk, yaşlı demeden meydanlara dökülmüştür. Önderlik tarafından eğitilen, Önderlik düşünceleri ile devrim yapan Rojava halkı, Önderliğin en büyük sahiplenicisi olduğunu bir kez daha göstermiştir. Rojava halkı AKP-MHP faşizmi yenilgiye uğratılmadan ne Rojava’da işgallerin ortadan kaldırılabileceğini ne de Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğüne kavuşabileceğini çok iyi anlamış, bu nedenle sürekli meydanlarda olmuştur. Devrimin mücadele ile korunabileceği ve geliştirilebileceği anlayışıyla hareket etmişlerdir. ‘Dem Dema Azadiyê ye’ Hamlesinin Kuzey ve Doğu Suriye halkları tarafından sahiplenilmesi hamleyi canlı kılmış; işgallere karşı tutum yanında yeni işgallere karşı halkın hazırlanmasında rol oynamıştır. Rojavayê Kurdistan halkımızın özgürlük ve demokrasi mücadelesinin bütünlüklü kazanılabileceği ve korunabileceğini ortaya koyması, Kürt halkının mücadelesinde bir sinerji açığa çıkarmıştır. Sadece Kürtlerin değil Arap, Süryani ve diğer halkların da ‘Özgürlük Zamanı’ Hamlesine katılmaları faşizmin planlarını bozduğu gibi yıkılmasını hızlandırmada etkisi olacaktır. Rojava, Kuzey ve Doğu Suriye halkları hamlenin ilk yılında rollerini önemli oranda oynamışlardır. Hatta Türk devleti ile işbirliği içinde olan KDP’ye karşı tutumlarını ortaya koyarak bu hamlenin ruhuna göre hareket etmişlerdir. Rojava’nın doğru mücadele çizgisine girmesinde ‘Özgürlük Zamanı’ Hamlesinin önemli etkisinin olduğunu da belirtmek gerekir. Avrupa’daki halkımız ‘Dem Dema Azadiyê ye’ Hamlesinin sürükleyicisi oldu; Avrupa’daki halkımız ‘Dem Dema Azadiyê ye’ Hamlesinin sürükleyicisi oldu. Avrupa artık birleşmiş Kürdistan’dır. Gerçek anlamda uluslaşmanın somutlaştığı alandır. Sınırların anlamsız olduğu Kürdistan’ın beşinci parçası gibidir. Avrupa’da halkımız, Kürdistan’da devletlere ait siyasi sınırlar olsa da Kürt halkının birlik olabileceğini göstermiştir. Günümüz dünyasında ulus devletler belli düzeyde aşıldığı gibi sınırlar da anlamsız hale gelmektedir. Kürdistan’da ise sınırlar hem Kürt halkının dört parçada yürüttüğü mücadeleyle anlamsız hale geldi hem de bilimsel teknik devrim, iletişim ve bilişim alanındaki büyük gelişmeler sınırları anlamsız hale getirmektedir. Zaten kapitalizmin bizzat kendisi malların ve sermayenin serbest dolaşımıyla bu sınırların eski katı konumunu anlamsızlaştırmıştır. Her ne kadar Türk devleti tüm sınırlara duvarlar örüp Kürdistan’ı fiziki olarak parçalayıp ilişkileri önlemek istese de, Kürt halkının ulusal birliğinin önüne geçmesi mümkün değildir. Avrupa’daki Kürt halkı ve örgütlenmesi bu gerçekliği çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır. ’Dem Dema Azadiyê ye’ Hamlesi mücadelenin bütünlüklü hale gelmesi hedefini en somut biçimde Avrupa’da ortaya koymuştur. Kürdistan’ın dört parçasından halkımız Avrupa’da ‘Dem Dema Azadiyê ye’ Hamlesini bir yıl içinde hiç durmadan yürütmüştür. Avrupa’daki halkımız artık dört parça Kürdistan’ı temsil etme sorumluluğuyla, ülkede yaşanan her sorun karşısında duyarlılığını ilk önce ortaya koyan Kürdistan’ın parçası haline gelmiştir. Avrupa Kürdistan’ın beşinci parçası olma durumunu hak etmiştir. Avrupa’daki halkımız Rêber Apo’nun esaretiyle sonuçlanan Uluslararası Komploya karşı mücadelenin en aktif alanıydı. Avrupa’daki halkımız Önderliğe bağlılığını ve sahiplenmesini 23 yıldır sürdürmektedir. Aslında Rojava ve Avrupa’nın Önderliği bu düzeyde sahiplenmesi, bu alanların Rêber Apo tarafından eğitilmiş bir halk gerçeği olmasından ileri gelmektedir. Rêber Apo 20 yıl Rojava halkını özgürlük ve demokrasi konusunda eğittiği gibi, Avrupa’dan sürekli yanına gelen halkı da okullarda misafir etmiş, onları da birçok konuda eğitmiştir. İşte bu eğitilmiş Avrupa’daki halkımız ve onların çocukları Önderliğin ve Kürdistan’ın özgürleşmesi için sürekli bir mücadele yürütüyorlar. Onlarca yıldır oturmayan, Kürt halkının ve Rêber Apo’nun özgürlüğü için mücadele eden bir Avrupa Kürt halk gerçekliği bulunmaktadır. Eğer ‘Dem Dema Azadiyê ye’ Hamlesi bir yıl içinde başarılı olmuş ve önemli sonuçlar ortaya çıkartmışsa bunda Avrupa’daki halkımızın çok önemli rolü olmuştur. Zaten Avrupa’daki halkımız on yıllardır verdiği emeklerin Özgür Önderlik, Özgür Kürdistan’la taçlanması için mücadelelerini hiç gevşetmeden sürdürmektedirler. Avrupa’daki halkımızın yürüttüğü mücadelenin önemli bir boyutu da, başta Avrupa olmak üzere tüm dünya halklarına, halkımızın sesini duyuran bir alan olmasıdır. Bu açıdan da Avrupa’daki çalışmalar ve eylemler mücadeleye önemli katkı sunmaktadır. AKP-MHP iktidarına Avrupa ülkeleri ve ABD destek vermektedir. Türkiye’deki faşist iktidar bu destekle ayakta kalmaktadır. Ancak son yıllarda Rêber Apo’nun paradigmasının etkisi, Rojava’da DAİŞ’e karşı verilen mücadele ve Kadın Özgürlükçü Demokratik Konfederal Sistemin dünyada etkisi, Avrupa’daki Kürt halk örgütlenmelerinin bunları Avrupa demokrasi güçlerine ve halklara taşırması, AKP-MHP faşist iktidarının önemli oranda teşhir ve tecrit olmasını sağlamıştır. Bunun da ‘Dem Dema Azadiyê ye’ Hamlesinin en önemli amaçlarından olan AKP-MHP faşist ittifakının yenilgiye uğratılmasında önemli rol oynayacağı açıktır. Zaten hamlenin birinci yılında AKP-MHP iktidarı bu noktaya getirilmiştir. ‘Dem Dema Azadiyê ye’ Hamlesi Bakurê Kurdistan ve Türkiye’de önemli bir canlılık yarattı; ‘Dem Dema Azadiyê ye’ Hamlesi Bakurê Kurdistan ve Türkiye’deki toplumsal mücadelede önemli bir canlılık yarattı. Ağır baskı ortamında Kürt halkı da, tüm kurumları da, demokrasi güçleri de bir şeyler yapma sorumluluğu hissetti. ‘Dem Dema Azadiyê ye’ Hamlesinin Bakurê Kurdistan’da böyle bir etki yaptığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin böyle bir duyguya ulaşması çok önemlidir. Bakurê Kurdistan’da ‘Özgürlük Zamanı’ sloganıyla önemli halk buluşmaları, toplantıları ve mitingleri gerçekleşti. Ağır baskı koşulları düşünüldüğünde bu çabaları küçümsememek gerekiyor. Kuşkusuz Bakurê Kurdistan ve Türkiye’de Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin mücadele potansiyeli ortaya çıkandan çok daha fazladır. Ancak her gün onlarca siyasetçinin ve yurtseverin tutuklandığı Bakurê Kurdistan ve Türkiye gerçeğinde bu yapılanlar da önemlidir. Mücadelede ısrar böyle baskıcı rejimlerin sonunu getirir. Bu bakımdan ‘Dem Dema Azadiyê ye’ Hamlesinin Bakurê Kurdistan’da yarattığı canlanma çok önemlidir. Özellikle AKP-MHP faşist iktidarını hedeflemesi, Türkiye’deki demokrasi güçlerini ve AKP karşıtı güçleri de etkiledi. Onların da daha cesaretli biçimde AKP-MHP faşist ittifakına karşı koymalarını beraberinde getirdi. ‘Dem Dema Azadiyê ye’ Hamlesinin Kürt halkını cesaretlendirmesi karşısında AKP-MHP faşizmi Kürtleri katletme ve linçlere yöneldi. İzmir’de Deniz Poyraz’ın katledilmesi Kürtleri sindirmeye yönelikti. Ankara, Afyon ve Konya’daki saldırılar da bu amaçlıydı. Birçok demokrat, yazar, gazeteci, siyasetçi, hatta milletvekilleri bile saldırıya uğradı. Ama bu saldırılar bırakalım halkı yıldırmayı, tepkiyi arttırdı. Deniz Poyraz’ın katledilmesine karşı hem Kürt halkının hem de demokrasi güçlerinin tutumu net oldu. Deniz Poyraz’ı güçlü bir sahiplenme ortaya çıktı. HDP ve diğer demokrasi güçleri, bu tepkilere öncülük yapabilselerdi, daha inisiyatifli ve atılgan davransalardı Kürdistan’da ve Türkiye’de AKP-MHP faşizmine karşı daha güçlü karşı koymalar ortaya çıkardı. Siyasi güçler, devrimci demokratik öncüler halkın AKP-MHP iktidarına karşı tepkisini gerektiği kadar harekete geçiremiyorlar. Öfkeyi örgütlülüğe ve eyleme dönüştürmede yetersiz kalıyorlar. Çözüm platformunun meclis olmasını Rêber Apo istemiştir; CHP ve sistem içi partilerin halkta ‘seçimlerle gidecekler’ biçiminde sahte bir umut yaratması, halkın yetersiz harekete geçmesinde diğer bir etken olmaktadır. Yine hâlâ Kürdistan’da kolay yollardan mücadele etme anlayışının etkisi belli düzeyde sürmektedir. Orta sınıf ve bunun demokratik siyasal alanda etkilediği kesimlerin sanki yeni bir ateşkes süreci başlayabilirmiş gibi sürekli gündem saptırması da halkın harekete geçirilmesindeki olumsuz etkenler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tür olumsuzluklara karşı mücadele edilirse halk AKP-MHP faşist iktidarına karşı daha etkili mücadele içine girer. Bunun zemini güçlüdür. ‘Dem Dema Azadiyê ye’ Hamlesinin AKP-MHP faşist iktidarını yıprattığı ve artık geleceği olmayan bir iktidar olduğu, bir zamanlar bu iktidarının en büyük destekçilerinden olan Sedat Peker’in AKP-MHP faşist ittifakına yönelik yaptığı açıklamalar ve ortaya koyduğu itiraflardan da anlaşılmaktadır. Eğer bu faşist iktidar güçlü ve bir geleceği olsaydı Sedat Peker böyle bir yola başvurmazdı. Kuşkusuz iktidarla sorun yaşamıştır. Ancak iktidar güçlü olsaydı Sedat Peker böyle yapamazdı. Bu iktidarın sonunun yaklaştığı iç ve dış destekçilerinin azalmasından anlaşıldığı gibi AKP’nin içte sürekli kan kaybetmesinden de anlaşılmaktadır. AKP içinden çıkan Deva ve Gelecek partilerinin tüm baskılara rağmen AKP’ye yönelik tutumlarında geri adım atmamaları da bu iktidarın gidici olduğunu göstermektedir. Çünkü; AKP’yi en iyi bunlar tanıyorlar. AKP’nin zayıfladığını en iyi bunlar görüyor. Yakın zamanda CHP’nin, ‘Kürt sorunu vardır, biz mecliste bu sorunu çözeriz’ demesi de AKP-MHP faşist iktidarının zayıflığı ile ilgilidir. Yoksa Kürt karşıtlığının, Kürt düşmanlığının, Kürt’ü soykırıma uğratma politikasının ve bu temelde şovenizmin fazlasıyla kışkırtıldığı bir ortamda Kılıçdaroğlu bunu söyleyemezdi. Kürt sorununun varlığının ağza alınmasını ihanet olarak gören bir iktidar karşısında Kürt sorununun varlığından söz etmek bu iktidarın zayıfladığının en açık kanıtıdır. Yine Kürt sorununun şiddetle ve zorla ortadan kaldırılamayacağının ilanıdır. Bu iktidar CHP ve diğer partilere ‘biz böyle bir sorunu ortadan kaldıracağız; bu nedenle bu konuda izlenen politikalarımıza destek verin, farklı sesler çıkarmayın’ demiş, CHP ve diğer partiler de bugüne kadar önemli oranda buna uymuşlardır. Ancak bunun olmayacağı görülmüştür. Hatta AKP-MHP kirli ittifakı Kürt sorununu bölgesel ve uluslararası hale getirdiğinden, Türkiye’nin giderek bu konuda inisiyatifi elinden kaçıracağını görmüşlerdir. Bu nedenle ‘mecliste biz çözelim’ demişler, diğer partiler de Kürt sorununun mecliste çözülmesi önerisine katılmışlardır. Bu durum iktidarın 6 yıldan fazladır sürdürdüğü konseptin sonuçsuz kaldığını göstermektedir. AKP-MHP faşist iktidarının bu politikasının sonuçsuz kalması, iktidarın çöküşü demektir. CHP’nin bu yaklaşımına karşı ‘Kürt sorunu yoktur’ biçiminde keskin bir cevap vererek ‘Kürt sorunu vardır’ diyenlere geri adım attırmak istemiştir. Ancak CHP’nin bu konuda geri adım atmaması AKP-MHP iktidarının temel politikalarının çökmesiyle ilgilidir. Bu, tabii ki ağırlıklı olarak bizim yürüttüğümüz yoğun mücadelenin sonucudur. Bu gerçeklik bile ‘Dem Dema Azadiyê ye’ Hamlesinin ne kadar etkili olduğunu gösterir. CHP’nin böyle bir adıma neden yöneldiği ayrı bir değerlendirme konusudur. CHP’nin bu adımı atması sadece seçim hesaplarıyla izah edilemez. Kuşkusuz seçimle ilgili beklentileri de vardır. CHP Türkiye’nin geleceğini kendi ideolojik ve siyasi çizgisinde şekillendirmek istiyor. Kürt sorununa çözüm bulmadan Türkiye’nin geleceğinde etkili olamayacağını görmüş olabilir. Ya Kürt halkının özgürlük mücadelesini tümden ezenler ya da bu konuda bir çözüm bulanlar Türkiye’nin geleceğini şekillendireceklerdir. Kürt halkının özgürlük mücadelesini ezmenin mümkün olmadığını gören bir akıl, Türkiye’yi CHP ekseninde şekillendirmek için böyle bir adım attırmış olabilir. Çünkü; Kürtlerle böyle bir yok etme savaşı içine girmenin sonu yoktur. Türkiye bu yolla kendini çıkmaz içine sokmaktadır. Kürt’ü tümden yok etme politikasının çıkmaz olduğunun son 6 yılda görülmesini sağlayan birçok etken olmuştur. Bu politika çöktüğü için CHP ‘Kürt sorunu var’ diyebilmiştir. Ancak Kürt soykırımını uygulayan politik zihniyetin ilk şekillendiği parti CHP’dir. CHP’nin böyle bir ideolojisi ve amacı vardı. Bu nedenle CHP Kürt sorunu konusunda tutarlı olabilir mi, bu pratikte görülecektir. Ancak şimdiden olumsuz yaklaşmak doğru değildir. Kim bu sorunun çözümünden söz ederse teşvik etmek gerekir. Samimi olup olmadıkları zaten zaman içinde, pratikte görülür. Artık hiçbir siyasi güç AKP’nin yaptığı kadar Kürtleri aldatamaz ve oyalayamaz. Kürtler ve demokrasi güçleri de bu konuda önemli bir deneyim kazanmıştır. CHP ‘Kürt sorunu mecliste çözülmeli; bu sorunun esas muhatabı meclistir’ dedi. ‘Meşru muhatap HDP’dir, İmralı değildir’ dedi. Bu söylem, Rêber Apo gerçeğini anlamadan sarf edilmiş sözlerdir. AKP’nin oyalama ve Kürt sorununu araçsallaştırma yaklaşımına karşı Rêber Apo, ‘Meclis devreye girsin’ demişti. Bunu ilk dillendiren, ‘bu sorun meclise götürülsün, orada çözülsün’, diyen Rêber Apo’dur. Bunu dayatma biçiminde dile getirmiştir. Özellikle Oslo görüşmelerinin sonlarına doğru 2011 12 Haziran seçimleri öncesi ve sonrası bu talebini açık ve net biçimde ortaya koydu. Mecliste hemen bir komisyon kurulmasını istedi. Rêber Apo, AKP’nin gerçek yüzünü, Kürt sorununun çözümünün yeri olarak meclisi göstererek ortaya çıkardı. Rêber Apo açıkça, ‘Bu sorunu araçsallaştıramazsınız’ dedi. Önderlik bunu dayatınca, 2011 yazında Sri Lanka modeli ile tasfiye saldırısı gündeme konuldu. Bu açıdan sanki meclisin çözüm platformu olmasına Kürt Özgürlük Hareketi ve Rêber Apo karşıymış gibi göstermek bir saptırmadır. Rêber Apo ile meclisin ve HDP’nin muhatap oluşunu karşı karşıya koyma bir saptırmadır. Tabii ki Rêber Apo Kürt sorununun çözümünün muhatabıdır. Rêber Apo, ‘Mecliste komisyon kurulsun, ben de görüşlerimi sunayım’ dedi. Bundan daha makul yaklaşım olamaz. Rêber Apo’un muhataplığına hiç kimse karşı çıkamaz. AKP ve MHP de karşı çıkamaz. Onlar Rêber Apo’yu Kürtler içinde sözü en fazla dinlenen bir siyasi lider olduğu için 23 Haziran İstanbul seçimlerinde muhatap aldılar. Rêber Apo’yla sadece MİT müsteşarları değil, AKP’li siyasetçiler ve bakanlar da görüştüler. Zaten Hakan Fidan MİT müsteşarı olmadan önce Oslo’da, başbakan olan Tayyip Erdoğan’ın temsilcisi olarak görüşmelere katılıyordu. Kürt sorununun temel çözüm platformunun meclis olmasını Rêber Apo istemiştir. HDP’nin de olası bir çözüm sürecinin muhataplarından biri olmasını istemiştir. HDP’de 3 kişilik bir heyet zaten bunun için oluşturulmuştu. Akil İnsanlar Heyeti de Rêber Apo’nun önerileriyle oluşturulmuştu. Bu açıdan Rêber Apo’nun muhataplığıyla meclisin temel platform, HDP’nin de muhataplardan biri olması yaklaşımı yanlış değildir. Meclisin muhatap olması meclisteki tüm partilerin de bu çözüm platformu içinde yer alması anlamına gelmektedir. Tayyip Erdoğan Rojava’ya yeni işgal harekâtı yaparak sıkışık durumdan kurtulmayı hedefliyor; AKP-MHP faşist iktidarı o kadar zorlanmıştır ki, iktidarını sürdürmek için çıkış aramaktadır. CHP’nin, ‘Kürt sorunu vardır, HDP muhataptır, bu sorun mecliste çözülmeli’ biçimindeki çıkışı da AKP-MHP faşist iktidarını çok sıkıştırmıştır. AKP’nin, ‘Kürtleri en iyi ben oyalarım, ezerim’ diyerek iktidarda kalma politikalarını da boşa çıkaran bir durum ortaya çıkmıştır. İşte bu ortamda Tayyip Erdoğan Rojava’ya yeni işgal harekâtı yaparak bu sıkışık durumdan kurtulmayı hedefliyor. BM’deki konuşmasında bunu ortaya koydu. ‘Suriye’nin kuzeyine barış harekâtları yaparak 450 bin mülteciyi gönderdik’ dedi. Böylece Efrîn, Serêkaniyê ve Girê Spî’den Kürtleri sürüp, buraların demografyasını değiştirip Kürtler üzerinde soykırım politikası yürüttüğünü itiraf etmiştir. Daha da ötesine gidip, ‘Orada İran, Suriye, Rusya ve biz varız, müttefiklerimiz bizimle birlikte orayı istikrar alanı haline getirmeli’ diyerek yeni işgallerin mesajını verdi. ‘Bununla oralarda istikrar sağlarız, mültecileri yerleştiririz’ diyerek yapacağı yeni işgallerle Kürtleri yerinden süreceğini söylemiş oldu. Geçmişte BM’de harita gösterip işgal harekâtları yapması gibi yeni işgaller yapacağını ilan etti. Bunu yaparken, ‘Biz yeni mültecileri alamayız diyerek’ yine mülteciler üzerinden dünyayı tehdit etti. Böylece yapacağı işgallere ses çıkarılmaması şantajında bulunmuş oldu. Aslında mülteci almayı reddetmekten çok bunu alırız ama karşılığında benim politikalarıma destek vereceksiniz, para vereceksiniz pazarlığı içine girmiştir. Avrupa’nın mülteci politikasında şimdiye kadar şantajlarına boyun eğdiğini gördüğünden şimdi de şantajlarla dilediklerini yaptırmaya çalışıyor. Bu politika içinde mültecileri Kürdistan’a yerleştirme; Rojava’yı işgal edip oraya da mülteci yerleştirme hesabı vardır. Anlaşılıyor ki, yeni işgaller içinde ENKS’nin de eli vardır. ENKS Türk devletiyle anlaşmıştır. Dêrik ve Rimêlan petrol bölgelerinin kendilerine bırakılması karşılığında, Rojava, Kuzey ve Doğu Suriye’deki Kürtlerin yüzde 80’inin yerinden yurdundan edilmesi ve soykırıma uğratılmasını kabul etmiştir. Bu planın arkasında KDP’nin de olduğu anlaşılmaktadır. Hatta çeşitli uluslararası güçlerin de bu planda olma ihtimalleri vardır. Türk devleti de özgür Kürt’ü tasfiye etmek için işbirlikçi Kürtlere bir süre tahammül etmektedir. ENKS gibi güçlerin yaptıkları artık Kürt halkına ihanetten başka bir şey değildir. Bırakalım Rojava’da yaptıklarını, Bakur’da Kürtler üzerinde soykırım politikası yürüten bir devletle bu kadar içli dışlı olmak, onun Kürt düşmanı politikalarına destek olmak, bu politikaların meşrulaştırıcısı olmak ihanet değil de nedir? Türk devletinin böyle güçlerle birlikte Rojava, Kuzey ve Doğu Suriye’ye işgal harekâtına hazırlandığını bilerek tüm Kürtlerin bu işgale karşı hiçbir tereddüt göstermeden sonuna kadar direnmeleri gerekmektedir.
AKP-MHP iktidarı ne kadar çırpınırsa çırpınsın, yeni işgal harekâtları ve saldırıları planlarsa planlasın artık başarılı olması ve politikasını yürütmesi söz konusu değildir. Bu saldırılar ve Kürt sorunu yoktur söylemleri bu iktidarın sonunun gelmesini engelleyemeyecektir. Zaten AKP-MHP faşizminin sonu, ‘Özgürlük Zamanı’ Hamlemizin hedeflerinin gerçekleşmesi anlamına gelecektir. ‘Özgürlük Zamanı’ Hamlemiz halkların AKP’ye tutum almasında katalizör rolü oynamıştır; ‘Dem Dema Azadiyê ye’ Hamlesi çerçevesinde HBDH Milislerinin, de belli bir etkinliği oldu. Bu tür eylemler de AKP-MHP iktidarının zorlanmalarını artırmıştır. Bu tür eylemler AKP-MHP faşist iktidarına karşıt kesimlere, gençlere moral vermekte, onların mücadeleye yönelmesini teşvik etmektedir. HBDH, AKP-MHP iktidarı çöktükçe daha da genişleyip etkili hale gelecektir. Böyle hareketler faşist iktidarların yıkılma anlarında önemli rol oynarlar. Nitekim HBDH Milisleri, YPS Milisleri böyle bir işlev görecek güçlerdir. Bunlar giderek daha fazla gelişecek ve etkin olacaklardır. Kürdistan, Türkiye, yurt dışı ve Ortadoğu’da bir kısmı açık, bir kısmı da fiili olmak üzere AKP-MHP faşizmine karşı bir ittifak ortaya çıkmıştır. Bu ittifaklar da ‘Dem Dema Azadiyê ye’ Hamlesinin hedefleri doğrultusunda AKP-MHP faşist iktidarına karşı bir tutum içinde olmuşlardır. HDP içindeki ve çevresindeki ittifaklar zaten AKP-MHP faşizmine karşı net bir tutum ve mücadele içindedirler. Bu demokratik güçler ağır baskı ve bedellere rağmen mücadelede ısrarlı olmuşlardır. Kadınlar zaten bu iktidara açık karşı çıkmaktadırlar. Bu iktidarın yıpranmasında ve yıkılma noktasına gelmesinde kadınların mücadelesi çok önemli rol oynamıştır. Hamle aynı zamanda tüm kadınların özgürlük hamlesi haline gelmiştir. Zaten kadınlarla bu iktidar arasındaki mücadele de karşıt güçlerin süreklileşen mücadelesi biçiminde sürmektedir. Kadınlar da Kürtler gibi bu iktidarın varlıklarına yönelik bir iktidar olduğunu görerek mücadele etmektedirler. Hem Kürt hem de kadın düşmanlığı Kürt kadınlarının bu mücadelede öncülük yapmasını beraberinde getirmektedir. Zaten kadın hareketleri Türkiye’deki en etkin, en dinamik ve en toplumsal kadın hareketinin Kürt Kadın Hareketi olduğunu bilmekte, bu da Türkiye’deki kadınların demokratik ve özgürlükçü karakterinde önemli değişimler ortaya çıkarmaktadır. Özgürlük Hareketimizin AKP-MHP faşizmine karşı mücadelesi sadece Türkiye’de demokrasi güçlerini ve halklarını etkilememektedir; diğer Ortadoğu halklarını da AKP-MHP iktidarına karşı bir mücadele içine sevk etmektedir. Özellikle Türk devletinin işgalleri, Suriye ve Libya’ya müdahale ederek Arap halklarının iradesine müdahale etmesi, Arap mültecilerden çeteler devşirip Libya’ya göndermesi nedeniyle ‘Dem Dema Azadiyê ye’ Hamlesinin Arap halklarında da etkisini bulduğunu söyleyebiliriz. Halkların AKP-MHP faşizmine tepkisi, devletlerin bu iktidarla çelişkisi halkların AKP-MHP’ye karşı tutumunu etkilemektedir. Bu yönüyle AKP-MHP faşizmi başta Arap halkları olmak üzere, Ortadoğu halklarını da karşısında bulmuştur. ‘Özgürlük Zamanı’ Hamlemiz, halkların AKP’ye tutum koymalarında katalizör rolü oynamıştır. Kürdistan’ın dört parçasını ve yurt dışını AKP-MHP faşizminin karşısına çıkarmak, onlarda da bu iktidara karşı koyma eğilimini güçlendirmiştir. Özgürlük Hareketimiz bu dönemde yetersiz de olsa Ortadoğu halklarına ulaşmada belli çalışmalar yürütmüş, bazı sonuçlar da almıştır. Önderliğin fiziki özgülüğü için enternasyonallerin çabası daha fazla artacaktır; AKP-MHP faşizmine karşı 2015 yılıyla birlikte girdiğimiz keskin mücadele dönemi aynı zamanda dünyanın her tarafındaki enternasyonal dostlarımızın da bizlerle bu mücadelede yer almalarını beraberinde getirmiştir. Hem Rêber Apo’nun Demokratik, Ekolojik Kadın Özgürlükçü Toplum Paradigması hem de AKP-MHP iktidarının faşist politikaları dünyanın demokrasi güçlerini, sosyalist, kadın ve ekoloji hareketlerini de mücadelemizin yanında saf tutmaya götürmüştür. Rêber Apo’nun paradigması dünyada yayıldıkça Özgürlük Hareketimize yönelik sempati ve mücadelemizle dayanışma ve destek de artmaktadır. Öyle ki, Kürt halkının özgürlük mücadelesinin her sorunuyla ilgili hale gelmişlerdir. Türk devletinin Medya Savunma Alanları’na yönelik işgali ve KDP’nin bu işgale destek vermesi karşısında Avrupa’daki eylemciler verdikleri destekle yetinmemişler; Hewlêr’e kadar gelerek Özgürlük Mücadelesiyle dayanışma, işgale karşı çıkma ve KDP’yi yaptığı işbirliğinden vazgeçmeye çağırmışlardır. ‘Kürdistan’ı Savunma İnisiyatifi’ adıyla gerçekleştirilen eylemlerin işgali teşhir etmede, KDP’nin Türk devleti ile ilişkisini ortaya komada önemli bir etkisi olmuştur. KDP’nin enternasyonallerin bu eyleminden fazlasıyla zorlandığı bilinmektedir. ‘Dem Dema Azadiyê ye’ Hamlemizin en önemli hedeflerinden biri de tecridi sonlandırıp Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlamaktır. Enternasyonaller Önderliğin özgürlüğü için de sürekli bir çaba ve mücadele içinde oldular. Bu yönüyle ‘Dem Dema Azadiyê ye’ Hamlemiz 2021 yılında tüm dünya halklarının ve demokrasi güçlerinin gündemine daha fazla girmiştir. Zaten İngiltere’deki United başta olmak üzere birçok sendika Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğü için önemli bir çaba göstermişlerdir. Birçok aydın ve yazar da Önderliğin özgürlüğü için duyarlılık içinde ve bu yönlü girişimlerde ve eylemlerde yer almaktadırlar. Hamlenin ikinci yılında Önderliğin fiziki özgülüğü için enternasyonallerin çabası daha fazla artacaktır. Komplonun 23’üncü yıl dönümünden itibaren Rêber Apo’ya özgürlük eylemlerinin daha da gelişeceğini, hamlemizin ikinci yılında Rêber Apo’nun özgürlüğünün daha fazla gündemde olacağı şimdiden görülmektedir. Türk ordusunun her adımı gerillaya çarpıp kırılmaktadır; Kuşkusuz hamlemizin en önemli mücadele gücü gerilladır. Zaten gerilla her zaman Önderliğin fiziki özgürlüğü, faşizmi yıkma, işgalleri sonlandırma mücadelesi vermektedir. 2020 yılında başlattığımız hamle tüm boyutları ile ve her alanda bütünlüklü hale gelince, gerillanın mücadelesi de bu bütünlük içinde daha etkili hale geldi. Hamleyi de etkileyen ve daha etkili eylemlere yönelten bir rol oynadı. Garê Zaferinin etkisi AKP-MHP iktidarını yıkma noktasına getirdi. AKP-MHP faşizmi kendini yıkılmaktan kurtarmak için 23 Nisan’dan itibaren Metîna, Avaşîn ve Zap’a işgal harekâtı başlattı. Medya Savunma Alanları’nın diğer bölgelerinde sürekli hava saldırıları yaparak işgallerini daha etkili yürütmeyi amaçladı. Aslında böylece Garê bozgununu ve ‘Dem Dema Azadiyê ye’ Hamlemizin yıkılma noktasına getirdiği iktidarını kurtarmayı hedefledi. Ancak 5 aydan fazladır işgal harekâtı sürdürmesine rağmen bazı tepeleri tutma dışında bir ilerleme sağlayamamıştır. Her ne kadar KDP, gerilla alanlarını kuşatsa ve gerilla direnişini zorlasa da Türk ordusu cumhuriyet tarihindeki en zor ve kötü durumunu yaşamaktadır. Türk ordusu, gerilla savaşı ve özyönetim direnişlerinden sonra ilk defa bu düzeyde uzun süreli bir savaş içinde olmuştur. İşgal harekâtında eline geçirdiği en son teknik savaş araçlarını da olabildiğince kullanmaktadır. Ancak karşısında tarihin en fedai direnişini gösteren bir güç vardır. Her adımı gerillaya çarpıp kırılmaktadır. Aslında Türk ordusu yenilmiştir. Çünkü bu 5 ay, Türk devletinin amaçlarına ulaşmayacağını göstermiştir. Belki bazı yerlere girebilir, bazı yerleri alabilir ancak savaşın bu düzeyde yaygınlaşması karşısında uzun süre dayanamayacaktır. Artık sürekli darbe yiyeceği bir savaşa girmiştir. Kuşkusuz savaşta gerilla da bedel ödüyor ama bu direniş işgalci güçlerin amacına ulaşmasını engelleyecek, bu da sonunda soykırımcı faşizmin yenilgisini kaçınılmaz kılacaktır. 5 aylık direnişin siyasi ve askeri sonuçları çok önemli olmuştur. Kürdistan’ın dört parçasını ve tüm Kürtleri etkileme açısından da önemli boyutları olmuştur. Libya’ya girip kısa sürede dengeleri değiştiren, Ermenistan’ı bir ayda dize getiren, Rojava’da işgaller yapan Türk ordusu gerilla alanlarını da 15 günde kontrol edeceğini düşünüyordu. Yine birçok devlet, siyasi güç ve siyasi analizci de böyle bir beklentideyken, Türk devletinin 5 aylık çıkmaz içinde debelenmesi bu çevrelerin de bakış açılarını değiştirmede önemli etkide bulunmuştur. Türk devleti Ortadoğu’nun kabadayısı olarak herkese ‘höt’ deyip susturacağını ve bu yayılmacı poltikalarına boyun eğdireceğini sanırken, kendisine karşı direnme iradesini, gücünü gösteren Hareketimiz karşısında ise bir çıkmazı yaşamaktadır. Eğer istediği sürede amacına ulaşsaydı Türkiye, Irak ve Ortadoğu’da siyasi dengeler farklı olacaktı. Türkiye’nin siyasi ve askeri etkisi artacaktı. Ama gerillanın bu direnişi hesapları bozmuş, bu da PKK’nin ve gerillanın dikkate alınmasını beraberinde getirmiştir. 5 aylık direniş KDP-TC ilişkilerini daha açık gözler önüne sermiştir. Böyle bir fedai direniş karşısında KDP’nin Türk devletini rahatlatan adımlar atması, Kürt toplumunda ve çeşitli güçler arasında sorgulanmasını beraberinde getirmiştir. Hatta ‘KDP, TC’den ne sözler almış ki savaşa bu kadar destek veriyor’ denmiştir. KDP, gücünü halktan ve Kürtler arası ilişkiden alma yerine PKK karşıtlığı üzerinden TC’den yana tutum almaya çalışmaktadır. Tabii ki TC taktik ve dönemsel olarak KDP ile ilişki içine girmektedir, KDP’nin TC ile ilişki içine girmesi kendisine hayır getirmeyecektir. Tüm Kürtler de, tarafsız her siyasi gözlemci de bunu böyle değerlendirmektedir. Gerillanın bu direnişi ‘Dem Dema Azadiyê ye’ Hamlesine büyük güç katmış, hamlenin ikinci yılında
|
YORUM GÖNDER