APOCU MİLİTAN KİŞİLİK CİLT II (29.BÖLÜM)
ZAFER HER YERDE VE HER ZAMAN PKK MİLİTANLIĞINDADIR
PKK‟nin Önderlik gerçeğini anlamamak, gereklerini yerine getirmemek, her zamankinden daha fazla içimizdeki bireyi ve dışımızdaki tüm güçleri başarısızlığa uğratarak giderek yaşam dışına iter. Tarihte eşine ender rastlanan önderliksel çıkışın gelişim gücü, onun altında yatan tarzı ve yaklaşım ustalığı yaşamın yegane ifadesi olduğu gibi, kendisiyle çelişeni de yaşayamaz kılıyor. Gerek parti içinde ve gerekse parti dışında bize karşı savaşan güçlerin anlamsız ve alçakça dayatmalarını şiddetlendirdikleri bir savaş sürecini yaşıyoruz. Kendini dünyanın jandarması sayan güçten tutalım içimizdeki en cüceye kadar, bu kesimlerin hepsinin Önderliksel gerçekliğe karşı tutum aldığı ve kendi yaklaşımlarını şiddetle dayattıkları da bir gerçektir. Tartıştığımız, değerlendirdiğimiz PKK, somut bir yaşam tarzına yol açtığı gibi, bunun karşısında yer alan yaşam tarzı sahiplerinin de kendi savaşımlarından vazgeçmediği görülmekte ve bu savaş yoğunca yaşanmaktadır. Dışımızdaki güçlerle savaşımı fazla sorun yapmıyoruz. Bu güçler tanınmışlardır ve onlara yaklaşımlar belirlenmiştir. Gereken çaba, cesaret ve fedakarlıkla bunların üzerine gidilmekte ve olup bitenler savaşımın doğasına uygun olarak yaşanmaktadır.
Şüphesiz bunları daha iyi tanıma, mücadele yöntemlerini daha çarpıcı ve başarılı kılma görevleri her zaman vardır. Bir savaşı kazanmak için somut olabilmek, alanlara ve orada olup bitenlere göre sürekli yoğunlaşmak şarttır. Kiminle, nerede, ne kadar savaşcağız? Hangi yöntemle, ne tür taktiklerle sonuç alacağız? Bu sorulara yanıt vermek, savaşta varım diyenin pratikteki en temel görevidir. Bunları yapan başarır, yapmayan yenilir. Buna bile güç yetirebilmek için daha çok gerekli olanın içimizde aranması gerektiğini vurguluyoruz. Günlük örneklerle ortaya çıkıyor ki, içteki nedenlere doğru yaklaşmadığımız, olumsuz kimliklerin, kişiliklerin, dolayısıyla birliklerin düzenlenişlerini, eylemliliklerin izahını ve çözümünü doğru yapmadığımızda bu durumun en umulmadık bir biçimde, düşmanı bile hayretler içinde bırakan bir imhayla, teslimiyetle sonuçlandığı sıkça görülen bir durumdur. Bu örneklerin kendileri bile, aslında savaşta bize kaybettirenin düşman olmadığını, içimizdeki nedenler olduğunu göstermektedir.
PKK‟nin bütün tarihi incelendiğinde görülecektir ki, bu tarihin olumlu özelliklerine sıradan bir bağlılığın bile ardından kesin bir başarı getirdiği, ancak onun temel değerlerine ulaşılamadığı, hakkı teslim edilmediği, tam tersine o değerlere dayanılarak örgütün kemirildiği, heba edildiği; bir kimlikte, bir kişilikte ve bir yaşam tarzındaysa en olmadık durumların, kayıpların yaşandığı kesinleşmiştir. Dolayısıyla savaşımın en gerekli olanı, kendi içimizdeki savaşımdır. Yoğun bir biçimde ve uzun bir süredir bunu tartışıyoruz. Açık vurgulayayım ki, beni başlarken olduğu kadar şimdi de en çok öfkelendiren, düşmanın karşımdaki gerçekliği değildir. Düşmanın bu durumunu çok doğal buluyorum. Beni öldürse bile en ufacık bir of demeyeceğim. Fakat içimizdeki bu alçaklık kadar beni öfkelendiren başka bir şey yoktur. Bunlar bizi nasıl vuruyor veya biz bunları nasıl vurmalıyız konusunda, en çok zorlandığımız gerçeğinizdir desem, bu konu daha iyi anlaşılabilir. Açık söyleyeyim, baştan beri bu gerçeklikten nefret ettiğimi çok iyi hatırlıyorum. Aile içinden tutalım, köy köy, giderek tüm toplum ve devlet yaşamına kadar, oldum olası bundan nefret ettim.
Şimdi görülüyor ki, sizler bundan vazgeçmiyorsunuz. Tabii bu durumunuz anlaşılırdır. Sizi kendi değer yargılarınızdan en çok yoksun bırakan, en olmadık her türlü yanlışlıkla ve kötülükle besleyen bu toplumsal ortam ve devlettir. Yine bizim ülke ve halk gerçekliğimizde hemen her şeyin özgür insanın aleyhinde olduğunu, onu bitirmenin hakim düzen ve işbirlikçilerinin elinde olduğunu, en yakınımızdan tutalım, en karşımızdakine kadar, bunların hepsinin elbirliğiyle adeta buna çalıştığını ve sizin bunun ürünü olduğunuzu şimdi daha iyi anlıyorum. Başlangıçtaki yaklaşımımın doğru olduğunu şimdi daha iyi çözümlenmiş olarak görüyor ve değerlendiriyorum. İtham ediyorum, öfkeleniyorum ve tabii ki bunun savaşımını da veriyorum. Bana kalsaydı hiç doğmasaydınız, yaşamasaydınız daha iyi olurdu. Bu yaşamı lanetliyorum, hor görüyorum. En önemlisi de tek yaşam gerekçesinin bununla, yani sizinle savaşmak olduğunu belirtiyorum. Yaklaşımımda bu konuda hata göstermediğimi ve esas eğilimimin doğru olduğunu şimdi daha iyi anlıyor ve daha güçlü yaşamak gerektiğine inanıyorum. Doğru savaş tarzının başarılı sonuçlar verdiğini de görüyorum.
Tabii ki siz bunu anlamamakta ısrar edeceksiniz. Burada iyi niyetinizden, doğru işler yapmak istediğinizden kuşku duymuyorum. Çabalarınıza hiçbir şey demiyorum. Benim için bunlar söz konusu değil. Benim için söz konusu olan daha değişik bir şeydir. Benim için, kendi içindeki savaşımı dışarıya doğru yansıtacak ve başarıyı sözüne uygun olarak temsil edecek konumu yakalamamanız önemlidir. Hiç kimse bazı olumlu özelliklerine dayanarak “dürüst değil miyim, çabam görülmüyor mu” demesin. Hiç kimse kesinlikle bu tür yaklaşımlarla bizi zorlamamalı ve ne demek istediğimizi anlamazlıktan gelmemelidir. Herkes doğruyu anlayabilmeli, görebilmeli ve konuşabilmeli, o dürüstlüğü gösterebilmelidir. Bunu kendim için söylemiyorum, bazılarınızın dürüst olduğu ve biraz savaşmak istediğine dair söylemler var. Bunların boşa gitmemesi için vurguluyorum. Tabii bunun için de neyin nasıl yapılması gerektiğini artık akıl etmeniz ve onun çabasını doğru vermeniz gerekir. Açık söyleyeyim, bunu göstermedikçe sadece bir öfke kaynağı olduğunuzu unutmayacaksınız.
Değil partimizin değerli bir militanı, sadece bir baş belası, bir dikeni olduğunuzu unutmayacaksınız. Ve er geç bunun hesabının sorulacağını, kendi hatanızın bir sonucu olarak acı bir sonla karşılaşacağınızı, yaşasanız bile bir gün bunun size ödettirileceğini unutmamalısınız. Bizim kendimize biçtiğimiz tarihi bir rol var. Bizim bunun gereklerini amansızca yerine getirmemiz, sizin bunun üzerine kendinizi ucuz kandırarak veya ucuz ölerek dayatmanız için değildir. Bütün bunlar sadece hatanın daha kötüsüne yol almadır. Bir şeyi iliklerinize kadar hissetmeniz gerekir: Doğrulara anlam vermedikçe ve gereklerini yapmadıkça, kimse size adam demeyecek ve siz şereften, saygıdan, yaşamdan bahsedemeyeceksiniz. Ne kadar ağlamaklı da olsanız, beklentileriniz de olsa asla gerekeni bulamayacaksınız. Bunun bir Önderlik kanunu olduğunu, bunun amansız bir savaşımının olduğunu bilerek kendinize bir anlam vereceksiniz. Varsa gücünüz, varsa yiğitliğiniz, varsa bir sözünüz bunu bu tarzda göstereceksiniz.
Yok “anlayamadım”, yok “şu nedenle”, yok “bu engelle karşılaştım” demek, kendini en ucuzundan kandırmak demektir. Gücünüz yokmuş! Gücü olmayanın savaşta ne işi var? Değerlere bağlılığınız yokmuş! En yüce değerlere bağlı olmayanın bu savaşta işi ne? Hangi cesaretle yanımıza geliyorsunuz? Sizin bir şeref sözünüz var mı? Ben de bu saflarda bu değerler için varım, bunu gözetiyor musunuz? Bunun gözü kulağı mısınız? Verdiğiniz açıklar, değerlere yaklaşımınız, maskeleriniz çıkarıldığında başka türlü olduğunuzu gösteriyor. Yine belki güçsüzlüğe sığınacak, kendinizi kandırdığınız kadar çevreyi de kandıracak veya tam bir yüzsüzlük misali bile bile kendinizi dayatacaksınız. “Ne olacak, işte böyle kendimi dayatır kabul ettiririm. Ölsem de yaşasam da gam yemem, benim için bu kadar önemli değil” diyebilirsiniz. Bu, çok adi bir kişiliğin her zaman içine girdiği bir tutumdur. Ama sıkça vurgulandığı gibi sadece ve sadece bir adiliktir. Herhangi bir siyasi, ideolojik değeri yoktur. Hele savaşçılıkta hiçbir değeri yoktur. Siz bu kişiliği nasıl bu kadar yaşayabiliyorsunuz. Hele içimizde böyle yaşama cesaretini nereden buluyorsunuz? Kim size böyle yaşayabilirsiniz dedi.
Diyeceksiniz ki, “yüzsüzlüğümüz, arsızlığımız, alışkanlıklarımız.” Olabilir, niye arsız olduğunuzu anlıyorum. Namus duygularından, onurdan fazla pay almadığınızı biliyorum. Ama acaba bunu elde etmek mümkün değil mi? Acaba biz biraz veremiyor muyuz? Neden bu size çok gerekli olanı alamıyor, düşünemiyorsunuz? Bu bizi biraz düşündürüyor. Oldum olası etrafımızın bitiklerle, tükenmişliklerle, şerefsizliklerle dolu olduğunu, bunun bitmek bilmediğini ve kolay aşılamayacağını biliyorum. Fakat bütün bunlara biz bir savaş dayattık. Belki saflarımıza gelenlerin bazı önemli duyguları olmuştur. Bazı sözleri anlam bulmuş, yıllardır yaşamlarını ortaya koymuşlardır. Yaşamlarında saygıyı elde etmişlerdir. Şimdi bakıyorum ki, bu da yetersiz. Fazla sonuç almıyor, hatta daha kötü sonuçlara da yol açıyor. Siz, “savaştım, elimde silah vardı, demek ki etrafta yaratılan bütün değerleri kendime layık görmem mümkündür” diyorsunuz. Bu anlayış daha tehlikelisi oluyor. Şimdi anlıyoruz ki bu, sıradan toplumdaki adi kişilikten, hatta lümpenden, serseriden daha tehlikeliymiş ve böyleleri içimizde az değilmiş. Bunu dehşetle görüyorum. Yoldaşını katletmekten tutalım, kocaman birlikleri imha etmeye kadar her türlü zararı verenler az değilmiş. Bunlar çevrenizde olup bitiyor. Bunun için diyorum ki, maalesef ar duygularınız, onurunuz fazla gelişkin değil.
Çünkü yanı başınızdakini görememek, görüp de amansız yaklaşmamak sizin düpedüz onursuz olduğunuzu gösterir. Bu konuda hiç şuraya buraya sığınmanıza gerek yok. “Komutanım, oldukça etkiliyim” diyorsunuz, ama burnunuzun dibinde affedilmeyecek birçok tutum ve davranış var, görevleriniz var, buna rağmen oralı bile olmuyorsunuz. Peki o zaman nasıl inandırıcı olacaksınız? Kimi kandıracaksınız!
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER