SİYAJİN İLE ŞİYAR (12.BÖLÜM)
Ölüme Gülümseyecek Kadar Yaşamı Seviyordu;
Bin Dokuz Yüz Doksan Bir baharı. Cudi başka bir güzellikte olurdu bu mevsimde. Yoğun bir katılım başlamıştı gerillaya. Harun’da bunlardan biriydi. Bir çatışmada hayatını kaybeden bir köylüsünün kod adını almıştı. Atikti, çalışkandı. Kısa bir sürede yönetimin dikkatini çekti. Yeni savaşçıların çoğu eğitim için kamplara gönderilirken, onu pratikte bıraktılar. Pratik alanda da kalsa yine okumayı ihmal etmiyordu.
En son kongre kararlarının bulunduğu kitapçığı okuyordu. En sonlarda ablasının adına rastladı. O satırları okudukça yüz ifadesi değişiyordu. Belki on defadan fazla okudu o bölümü. Sonra da kitapçılığı bıraktı. O gün boyunca hep düşündü. İçinde iki dünya çarpışıyordu. Ablası geldi aklına. Evdeki duruşu canlandı gözlerinde. En çok da gülüşü. Ve sonraki gün yönetime gitti. Durumu izah etti. Ve “ ben ihanet edemem, kaçamam, ama kalamam da, döneceğim, kırıldım” dedi. Ve sustu...
Dicle, adını şehirlerini ada yapan nehirden alırdı. Nehir ilkbaharda çılgınlaşırdı. Tüm hırçınlığı Fırat’a kavuşma isteğiydi önüne çıkan her şeyi alıp götürürdü. Şehre girince sınırsızlığa kavuşur ve şehrin büyük bölümünü vurur geçerdi. Çoğu zamanda can alırdı. Aldığı canın hesabı yoktu. Bazen de ta uzaklardan ağaçlar getirirdi şehir halkına. Kimse küs değildi nehre. Yörede Ava Mazın denilirdi Dicle Nehri’ne. O, yatağını bulandı. Bir de kenarında büyüyen çocukları vardı. Onlar da gerçekliklerini araştırır ve akacak kanallar ararlardı. Cudi, Dicle’ye bakardı. Cudi, başkaldırının adıydı. Dicle ise yaşamdı. Ama Cudi’siz Dicle yaşayamazdı. Akar giderdi ama evlatlarına değil, çocuklarından uzağa giderdi. Cudi, evlatlarına meskendi. Cudi, özgürlüktü. Özgürlük peşinde koşanın yolu buraya düşerdi.
Tanrıların gazabından kurtulan Nuh Nebi de burada hayat bulmuştu. Dicle’nin kenarında gözlerini açan Kürt çocukları halkının geleceği için Cudi’ye çıkıyorlardı. Çıkanlardan biri de Dicle adında bir kadındı. Dicle ilkbaharın ilk ayında özgürlüğe koştu. Onun yola çıktığı yılın ilk ayında şehirlerinde Êzidi bir kadın toprağa verilmişti. Yörede efsane haline gelen Berivan adındaki gerillaydı. Dicle en çok da Berivan’dan etkilendi. Herkes etkilenmişti, ama Berivan’ın özellikle kadınların dünyasında yarattığı fırtınalar dinmiyordu. O, fırtınayı yüreğinden eksik etmeyenlerden biriside Dicle idi. O yüreğindeki o fırtınayla Berivan’ın eski mekânı olan Cudi’ye doğru yol aldı. Bir yoldu, yürüyordu. Bu topraklarda yollar düz gidilmezdi. Kadın için düz yol zaten yoktu. O iki kere yol almalıydı. Bir halkı için mücadele etmesi, bir de erkeğin aklına karşı durmalıydı. Zaten düz yollar da düzlüğe çıkardı. O dolambaçlı olan yolu tercih ederdi. Ayağın yere sağlam basmalıydı. Binlerce yılın o derin uykusundan daha yeni yeni uyanmış bir kadındı.
Toplumda adı yok, varlığı ise bir evin dört duvarı arasında cisimleşiyordu. Halkın zindandaydı. Sen de halkının eril zihniyetinin hapishanesindeydin. Özenli yürümeliydin. Yoksa aynı yoldakiler bile yan gözle bakarlardı. Ama sen isyan doluydun. Kendi farkına vardıkça büyüyordun. Olup bitenleri sorguluyordun. Yanlışı hissediyor ve doğrunun başka olduğuna inanıyordun. Dürüsttün, içtendin, inanmış ve bu dağlara kadar gelmiştin. Onca değer heba ediliyordu. Ve en kötüsü de bu bilinmesi gerekene iletilmiyordu. İşte sen böylesi bir zamanda özgürlük yolcusu olmak istedin. Zordu. Bir de kadındın. “İşin neydi burada senin” diyen yerel bir akıl vardı.
Oysa seni yollara düşüren Berivan’dı. Berivan’ı büyütense uzaklardaydı. Onu anlamıyor, bunun için de eksikliğe giriyorlardı. Senin şansızlığın da onlardı. Güleç bir yüzün vardı. Saçlarını örerdin. Kefiyeyi örterdin, ama zülüflerinin görünmesini de saklamazdın. Yeniydin, ama öğreniyordun. Ve dikkat çekiyordun. Rahatsız ediyordun. İşte çağırdılar seni. Sen korkmadan yürüdün ‘komutanının’ olduğu yere. Ne için çağrıldığını bilmeden yürüdün. Ve işaret edilen yere oturdun. Sözü bölgenin ‘komutanı’ aldı. Başka bir komutan olan Aziz de oturuyordu orada.
Zeynel: Niye geldin buralara?
Bazen anlamı olmayan sorular da sorulurdu. Nedeni kendinde gizli kalırdı. Yüzündeki tebessümü okumak zor değildi.
Ve cevap verdin.
Halkımızın özgürlüğü uğruna mücadele etmek istedim. Zeynel en çok ta bu sözü söyleyene düşman olurdu.
Ve yine o başladı:
Senin gibilerinin çoğundan bu sözü duyduk. Sen aslını söyle.
Ne demek istiyorsunuz, dedin.-
Ajansın. Bunun hesabını da vereceksin. Bilmediğimizi mi sanıyorsun.
Dicle hayatı boyunca duymayı dahi düşünmediği bir ithamla karşılaşıyordu.
Ben ajan değilim.
Tabi ki ‘değilim’ diyeceksin. Ama o sun, bunu biliyoruz.
Bilmiyorsunuz. Olmayan bir şeyin bilimi olmaz.
Bizi boşa çıkarmak için iyi de eğitmiştir.
Ben sadece partinin eğitimini almışım ve Önderliği de arkadaşlardan duymuşum.
Onun adını ağzına alma, layık değilsin buna.
Layık olmaya çalışıyorum.
Sana verdikleri görev nedir?
Dicle’nin vereceği tüm yanıtlar Zeynel’den dönecekti. Soruşturmadan önce sonuca gidilmiş, karar verilmişti. Dicle’nin yapacağı bir şey kalmamıştı. Zeynel onun ajan olduğunu ona kabul ettirmek istiyordu. Ama Dicle bunu yapamazdı. Varsın bu hayatına mal olsundu. Böyle bir lekeyi alnımda taşıyamam demişti. Ve doğru olandan şaşmadı. Onu diğer gerillalardan tecrit ettiler. Başına da nöbetçiler koydular. Zeynel bir kere etiketi yapıştırmıştı. Ve yapıya savaşçılara da böyle açıklama yapacaktı. Kimsenin aklına gelmedi bu. İnanan da oldu, inanmayıp köşesine çekilen de. Dicle o zamanlar bütün Kürt dağlarında dolaşan otuz kırk özgürlükçü kadından biriydi. Üç gün önce bir arkadaşı demişti; böyle okumaya devam edesin diye. Kadına özgür mekânlar açanın bin bir emekle yarattığı eserlerini okuma yerine depoya atarlardı. Bir arkadaştan bunun eleştiri konusu olduğunu duymuştu.
Bundan dolayı da Dicle fırsat buldukça okuyordu. O okudukça halkının gerçekliğinin farkına varıyordu. O bu okumayla bir ay gibi kısa bir sürede Kürt isyanlarından haberdar oldu. Onu en çok Dersim’li kadınların düşmanın eline sağ düşmektense kendilerini uçurumlardan atmaları etkiledi. Bir de Leyla Kasım’ın cesaretine hayran kaldı. Ve sonra Berivan’ı andı. Şehirlerinde efsaneleşen Berivan’ı. Onun yolunda yürümeye ant içti. O buralarda mutluydu. Ama bir şeyler ters gidiyordu. Ve şimdi yoldaşları olmaya gelenlerce sorgulanıyordu. En çok da bu zoruna gidiyordu. Ama duruşundan vazgeçmeyecekti. Varsın ajan desinlerdi. Zaten karar vermişlerdi. O da bu gidişatı tersine çeviremezdi. Bir şans da vermediler. Savaşçıların karşısına çıkarsalardı içinden geçenleri anlatırdı. Ama karşısında Zeynel vardı. Ve buna izin vermezdi. Verseydi Dicle’ler çoğalır ve kendisini deşifre ederlerdi. “En büyük hayalim Serok’u görmektir” demişti. Ama olmadı. Dicle daha gencecik bir kadındı ve yaşam kokan bir dünyası vardı. Onun dünyasını karartmak istediler ve başardılar da.
Zeynel: Düşman içimize ajanlar gönderiyor. Bunu da yaşamımızı bozmak için yapıyorlar. İhaneti görmezlikten gelemeyiz, bunun cezası bellidir. Dicle’de aynı cezaya çarptırılacaktır, diyerek savaşçıların duygularına hitap etti. Kimse itiraz etmedi, edemezdi de. Dicle’yi götürdüler. Bir ağacın altında durdular. Birbirine baktılar. Dicle onlara derinden bakarken, diğerleri bakışlarını kaçırdılar. Bu topraklarda hiç bir söz kaybolmazdı. Dicle o kısa gerilla yaşamında bunu daha iyi anladı. Ve konuşacaktı. Belki hayatını sonlandıranlar gerçeğini de bir gün söyleyeceklerdi.
Ölümden korktuğumu sanmayasınız. Ama arkadaşlarımın kurşunuyla ölmek istemezdim. Artık yanlış yapıyorsunuz dememin de bir anlamı yok. Halkımın acılarını paylaşma uğruna buralara geldim, pişman değilim. Ama isterdim ki Zeynel’in kendisi kurşunu sıksaydı, dedi. Ve slogan atarak sustu. Onu o ağacın hemen yanı başında gömdüler. Söz yerine ulaşırdı. Üzerinden fazla zaman geçmeden Dicle’nin görmek istediği Serok yolladığı bir talimatında: “Cudi’deki o alçak komutanlar hesabını vereceklerdir” demişti. O komutanlardan en önde olanı Zeynel’di. Zeynel bir ajandı ve bir çok savaşçının ölümünde parmağı vardı. Parti tarafından tutuklandı. Sorgulandı ve cezalandırıldı. Zeynel’in ajanca faaliyetlerine alet olan başka bir komutan olan Aziz idam cezası aldı, ancak kendisine bir şans verildi, ‘91’ de Xakurkê’deki bir çatışma da hayatını kaybetti.
Dicle’nin itibarı 4. Kongrede iade edildi. Ve Berivan’ların yoldaşı olma onuruna kavuştu. Dicle’nin yaşamına tam yirmi beş yıl önce son verildi. Cudi onu hala sevgi ve minnetle anıyor. Dicle bu satırları yazanın köylüsüydü. O bizim köyün ilk kadın gerillasıydı. Ne yazık ki tek gerillası da odur. Bağı ne kadar var bilmiyorum, ama köyümüzden onlarca genç gerillaya katılırken, Dicle dışında tek bir kadın dahi gerillaya katılmadı. Bunu hep düşündüm. Ama isterdim ki Dicle’nin köyünden de kadınlar onun ideallerine ortak olsunlar ve hatta adlarını da Dicle koysunlardı.
Dicle’nin babasını kontralar katlettiler. Dicle’nin kardeşi o zaman Cudi’deydi. Ablasının yolunda yürümeye ve silahını kaldırmaya gelmişti. Birde intikamını alacaktı. Ama katili içerdendi. Zaten o da ajandı ve cezalandırılmıştı. Buralarda kalmak onun için anlamsızlaşıyordu. Belliydi ki zorlanacaktı. İnsan, duygularıyla insandı. Dönecekti ve bırakacaktı buraları ve öylede yaptı.
Ben ihanet edemem, kaçamam da, ama artık kalamam da, dedi. Saatlerce konuştular onunla. Partinin haberi dışında yapılan bir şeydir, yapan da cezalandırıldı, dediler. Ancak yine olmadı. Bir şey demediler, zorlamadılar. Uygunca dönüşünü sağladılar. Ve döndü.
Dönerken son kez Cudi’ye baktı. Ablasının yüzü Cudi’ydi. O yüzün haritası neler anlatmıyordu ki...
O dönerken, yeni katılan genç bir kadın gerilla Dicle’nin hikâyesini dinledi ve adını Dicle koydu. O da aynı şehirdendi...
NİZAR ZANA
YORUM GÖNDER