SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT-I (38.BÖLÜM)
Şüphesiz Zerdüşt’ün “gatha ”larını ve kendisine mal edilen dini inançlarını çözümlemek bir uzmanlık işidir; ama ana hatlarıyla böyle olduğuna kuşku duyulamaz. Düşünce ve ahlaki yaklaşımlarının tamamlanamamış olduğu da bilinmektedir. Tamamen gerçekleşip toplumsal bir düzen haline gelemediği göz önüne getirildiğinde, zıtların çatışmasından senteze ulaşmayı ve çağımızın özgür birey ahlakına hakkıyla sahip olmayı esas alan Zerdüşt düşüncesinin ne kadar büyük olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. İçinde yaşadığı ve etkilediği toplumlarda hala etkisinin çok güçlü yaşandığını da özenle belirtmek gerekir. Zerdüşt’ün ve onun ardıllarının temsil ettiği Zerdüştçülüğün siyasi sonuçları da doğmakta gecikmeyecekti. Med-Pers çıkışının dayandığı kültürel ve siyasi koşulları değerlendirirken, bazı yanlış yöntem anlayışlarını da aşmak kadar, en genel hatlarıyla gerekli doğru bilgilenmeyi esas almak önemlidir. Aksi halde Ortadoğu’da, Doğu-Batı ayrımında kilit bir konum arz eden bu çıkışın çözümleyici değeri doğru anlaşılamayacaktır.
Bu çıkış yeni bir dönemi açarken, Batı’da Greko-Romen uygarlığının gelişimini hızlandırmış; Doğu’da ise Çin ve Hint’te köleci uygarlığının daha önceki “Harapa” örneğinde görüldüğü gibi boğulmaması ve tersine kalıcı bir olgunluk sürecine girmesinde temel bir rol oynamıştır. Bu halka olmadan, Doğu ve Batı’dan yükselen uygarlaşmanın gerçekleşemeyeceği veya bambaşka bir seyir izleyeceği, genellikle kabul gören bir görüştür. Bu özellik sadece coğrafi konumdan ileri gelmiyor. Daha yakından özle bağlantılıdır. Zerdüşt geleneği olarak tanımlamaya çalıştığımız bu ideolojik ve ahlaki reform, sanıldığından daha fazla, Doğu-Batı ayrımına yön vermeye ve onu gerçekleştirmeye yöneliktir. Sümer ve Mısır köleci sistemleri ile, bunları esas alan ve dısına pek çıkamayan uygarlık adımları, üç bin yıl boyunca insanlığın ruh ve zihin yapısına mutlak köleliği aşılayarak devletleşmeyi ve ona dayalı her tür tahakkümü yürütmüşlerdir.
Özgürlük açısından, neolitik çağların çok gerisinde bir insanlık durumu yaratılmıştır. Bu durumu yaratanlar, hile ve zorbalığın, o güne dek toplumsal ilişkilerin hiç tanıdık olmadığı bin bir biçimini müthiş bir ideolojik maskeyle maskeleyerek, “gök düzeni ve onun yöneticisi tanrılar dünyası” adına bir “kader” ideolojisi haline getirebilmişlerdir. Bu, insanlığın özgürlük düzeyinde çok büyük bir düşüş pahasına gerçekleşebilmiştir. Bir yanda ağzından çıkan her sözcüğün mutlak tanrı iradesi olarak anlaşılması ve uyulması gereken köleci düzen sahipleri, diğer yandan gölgesine bile sahip çıkamayan, bir üretim aracı olmaktan başka değeri düşünülemeyen kul-köle insanlar düzeni. Şüphesiz bu sisteme karşı sürekli direnilmiştir. Öyle kutsal kitapların yazdığı gibi, bu sistem yüce ilahların iradesiyle yürümemiştir. Büyük zulmün, yalanın ve sömürünün geliştiği her adımda direniş, doğruluk ve hak mücadelesi adımlarıyla karşı çıkma da vardır. Gelişmenin zıtların birliği kuralı burada da acımasız işlemiştir. Ama belki de ilk defa tarihe çığır açma anlamında, Med-Pers çıkışının zaferi söz konusudur.
Sonuçta bu çıkış da, hakim sistemin mantık ve uygulamalarına düşmek durumunda kalmıştır. Hakim toplumsal ve siyasal sistem yıkılıp yerine yenisi kurulamamıştır. Bunda üretim tarzının belirleyiciliği esas rolü oynamıştır. Fakat yine de Asurluların şahsında en gaddar ve kökünden kopartılan uygulamalarla, Ortadoğu’yu, dolayısıyla insanlığı dehşet içinde bırakan üç bin yıllık kölecilik düzenini yıkıp insanlığa biraz nefes aldıran reformcu uygulamalarla, daha yumuşak bir köleci sisteme geçiş yaptıran bir tarihi hamle olduğundan kuşku duyulamaz. Tarihin büyük yol ayrımına yol açarak, zıtların birliği yasasını uygarlığın daha üst bir aşamasında harekete geçirerek yeni bir dönemi kesinleştirdiğinden de kuşku duyulamaz. Med-Pers çıkışının tarihteki rolünü böyle tanımlamanın en gerçekçi ifade olduğu kanısındayım. Somut tarihsel bir gelişme olarak Med organizasyonunun bir aşiretler konfederasyonu aşamasını teşkil ettiği kabul gören genel bir görüştür.
Bu organizasyonun Ekbatan ’da merkezileşmeye çalıştığı görülmektedir. Asıl tarih sahnesine çıkmaları, daha önceleri defalarca Gutilerin, Kassitlerin başarıyla denedikleri ittifaklar gerçekleşmiştir. Asurlularla sürekli çekişme ve rekabet içinde olan Babil-Med ittifakı, M.Ö 612’de başkent Ninova’nın yakılıp yıkılmasıyla sonuçlanmıştır. Bir yandan Sümer merkezi anlayışına dayalı olarak Babil’in önü açılırken, öte yandan Zagrosların doğusundaki uygarlıksal yükseliş, en önemli gelişme ve tarihte yeni bir dönem oluşturma şansını vermiştir. Bu yükselişin, ta Sümer uygarlıksal gelişiminden beri Elamlar, Gutiler, Kassitler, Hurriler, Mitaniler ve Urartuların tarih sahnesine çıkışları kadar; bir efsane olarak sürekli hafızalarda yer alan “Demirci Kawa” gibi halk direniş gelenekleriyle de beslendiği ve Zerdüştçülüğün irade-ahlak devrimiyle sentezlediği bir tarih zeminine dayandığı açıktır. Gerisi daha ayrıntılı ve belgelere dayalı bir tarih araştırmasının işidir. Bu gerçekliğin diğer önemli bir boyutu, ilk defa farklılaşan ve tarihe kendi adıyla çıkan Pers olgusudur. Perslerin Medlerle akrabalığı bilinmektedir. Yine Medlerin ve öncellerinin, en genel tanımıyla Aryen kökenli Hurrilerin, bugünkü Kürtlerin ataları konumunda oldukları da, halen yaşanmakta olan Kürt olgusuyla rahatlıkla kanıtlanabilmektedir. Aradaki diğer halkların Guti, Kassit, Mittani, Urartu tanımlamalarının da, tarihin değişik aşamalarında aynı dil ve kültür gruplarına verilen isimler olduğu genel kabul gören bir görüştür.
Med organizasyonuna kadar kendini ismen kanıtlamayan Perslerin bu tarihte öne geçmeleri, uygarlığın yayılma kuralıyla daha anlaşılır kılınabilir. Dil ve kültürleri arasında çok yakın bir akrabalık durumu, bugün bile aynı komşu coğrafyada İran’ın Fars ve Kürdistan eyaletlerinde rahatlıkla görülmektedir. Belli ki, tarihin daha önceki dönemlerinde fazla ayrışmamışlardı ve ortaklaşa bir düzen içindeydiler. Bunlara daha sonra Hindistan’a ve diğer doğu yörelerine taşınan Aryen gruplar da dahildir. Esaslı ayrışmanın M.Ö 1500’lerde geliştiği gözlenmektedir. Bu gruplaşmalardan Kuzeybatı İran’dakilere Mad-lar, Kuzeydoğudakilere Paidler ve Orta-Güneybatıdakilere Parslar , Güneydoğudakilere Beluciler denildiği tarih olarak sabittir. Aryenlerin Afganistan ve Hindistan’a yayılmaları da, bu ana gruplaşmaların bir devamı niteliğindedir. Bu ayrışmada hem neolitik, hem Sümer uygarlık merkezlerine en yakın düşen kesimler Madlar oluyor. Dolayısıyla derinliğine güçlenme ve Sümer ve Akad-Babil-Asur yayılmacılığına hep karşı koyma durumunda kalanlar da coğrafi konumlarından ötürü Mad boyları ve aşiretleridir. Asur İmparatorluğu’nun yıkılışı da, Mad gerçekliğinin sıradan olmadığını, kapsamlı ve uzun süreli bir tarihsel oluşumla bağlantılı olduğunu göstermiştir.
Bütün tarihsel kanıtlar buna işaret etmektedir. Perslerin bu uzun tarihi süreçte yıpranmadıkları, sürekli Medya kanalıyla güçlendikleri anlaşılır bir husustur. Daha da önemlisi, Medlerin aşiret konfederasyonları aşamasını geçip merkezi bir uygarlık kurmaları aralarındaki dengeyi bozacaktır. Perslerin de dahil olduğu Med Konfederasyonu merkezi bir devlet olmaya doğru yöneldiğinde Pers aşiretlerinin karşı darbesiyle karşılaştığı tarihsel bir tespittir. Nitekim son Med-Pers Konfederasyon şefi Astiyag, yeğeni Kiros (Kuraş) tarafından bir saray darbesiyle devrilince, egemenlik Pers Ahamenişler sülalesinin eline geçer. Çoğu tarihçi bu süreci, Medlerin yenilgisi ve Perslerin zaferi gibi sunsalar da, bu yaklaşımın yöntem itibariyle pek gerçekçi olmadığı rahatlıkla belirtilebilir. Gerçekleşen, yeni yükselen devlet oluşumundaki bir hanedan değişikliğidir. Bu değişikliği bir etnik topluluğun yenilgisi biçiminde sunmak ağır bir hata, yanlış bir görüştür. Daha sonraki sistemde, Medler ve Persler aynı düzeyde ilk sırada yer alırlar. Devlet içindeki düzenlenişin bu niteliğini, o dönemde yaşayan Herodot bile çok açık belirtmektedir. 22 satraplıktan (eyalet valiliği) oluşan Pers İmparatorluğu’nda Medlerin yerinin Perslerle birlikte derecelenmesi, ortak bir etnik yapının ağır bastığını göstermektedir. Çelişki, bazı Med şefleriyle Medli Mag rahipleri arasındadır. Bu durum da sık sık isyanlara ve katliamlara yol açar. Özcesi, Med-Pers ilişki diyalektiğine böyle bakmak daha doğru sonuçlara götürecektir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER