DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (11. BÖLÜM)
SÖMÜRGECİLİK KARŞITI MÜCADELEDE KADINLAR
Harriet Tubman (1820 -1913)
Harriet Tubman Yer Altı Demiryolu’nun yöneticisi ve stratejisti, eğitim aktivisti, Iç Savaş’ta hemşire ve komünalistti. Maryland’de kölelik düzeninde doğmuş, henüz 5 yaşında iken ev hizmetçisi olarak satıldığı yerde, defalarca şiddete uğramış. Philadelphia’da William Stili ile tanışmıştır. Stili, kölelik karşıtlarının ve eski kölelerin kurduğu bir dizi özenle inşa edilmiş gizli ev, tünel ve yollardan oluşan Yer Altı Demiryolu’nun lideriydi. Harriet kısa sürede bu şebekeye dahil oldu ve aralarında kendi ailesinden birkaç kişinin de olduğu köle gruplarının kuzeye ve özgürlüğe kaçışlarında rehberlik etmek üzere güneye on dokuz yolculuk yaptı. “Musa” olarak anılan Harriet, her zaman silahlı olmasının yanı sıra, kuzeye yapılan bu zorlu yolculuklar sırasında zaaf gösteren kaçaklara karşı da son derece tehditkardı “ölü zenciler ihanet edemez”. Her ne kadar okuma yazma bilmese de, okullar kurulmasına yardımcı oldu, yoksul çocukların bakımının siyahlar tarafından üstlenilmesini teşvik etti ve kuzeyde yeni bir Afrikalı komünalist kültürün inşası için çalıştı. Bireysel servetin yanlış olduğuna inandı ve kendi hayatında bunu reddederek örnek teşkil etti. 1861’de Harriet kırklı yaşlarının başındayken, İç Savaş patlak verecekti. Birlik Ordusu’na bir casus ve aynı zamanda bir hemşire olarak destek vermekteydi. Ordu içinde gördükleri ikinci sınıf muamele nedeniyle sık sık hasta olan Siyah askerleri iyileştirmek için Afrika’ya özgü ilaçlara başvuruyordu. Askerler için oluşturulan bir kadın çamaşırhane kooperatifinde ve daha sonra da bir gazi hastanesinde başhemşire olarak çalışacaktı. Harriet ayrıca, 756 kölenin kurtarılmasını sağlayan ve düşmanda milyonlarca dolarlık hasar yaratan askeri seferberlikte de görev aldı. Savaştan sonra da, aralarında kadın hakları sorununun da olduğu bir dizi toplumsal meselenin içinde oldu ve taban çalışmasını her zaman sürdürdü. 1908’de New York-Aubum’de yaşlı ve yoksul siyahlar için, daha sonra Harriet Tubman Evi olarak anılacak olan evi kurdu ve 93 yaşına yaklaşırken öldü. “İki şeye hakkım olduğuna karar verdim; özgürlük ve Ölüm. Birine sahip olamazsam ötekini isterim. Hiç kimse beni canlı tutsak edemez, özgürlüğüm için savaşmalıyım. Gitme zamanım geldiğinde ise, Tanrı beni öldürmelerine engel olmayacaktır”.
ÖZ SAVUNMADA AFRİKALI KADIN BİLGELİĞİ
Afrika çok daha özel bir gerçekliğe sahip acılı bir coğrafya olmaktadır. Son beş yüzyıllık Afrika’yı kapitalist sömürgeleştirme süreci insanlığın en trajik tarihlerinden biri olmaktadır. Bu tarihi iyi bilmeden, ırkçılığın kapitalistleştirme yöntemlerini hatırlamadan günümüzü anlamak zor olacaktır. Batı kapitalizmi Afrika halklarının köleleştirilmesi ve topraklarının işgali olmasaydı bu düzeyde gelişemez ve sermaye birikimine ulaşamazdı. Kadın emeği ve üretim bilgilerini batıya taşırmak için, köleler ordusunun ilk grupları kadın köle kafileleri olur. Zincirlenmiş kadın bedenleri, tecavüz altına alınmış siyah kıtanın kadınları ve ruhları aşağılanmış bu kadınların emeği ve bilgeliği sayesinde zenginleşen Avrupa, tarihin en karanlık suçlarını işlemiştir. Değerli madenlerin, hammaddelerin, insanlarının ve bilgeliğin bir kıtadan bir kıtaya topyekûn taşındığı bu sömürgecilik tarzı baştan sona şiddet ile gerçekleştirilmiştir. Yanı sıra kabile şefleri ve dini ataerkil yapılarla geliştirilen sınıfsal işbirliğiyle yerel iktidar güçleri örgütlendirilmiş, sömürgeciliğe bağlı yerel devlet inşaları gerçekleştirilmiştir. Bu temelde gelişen kabile devletçilikleri Afrika kıtasının kabile savaşlarının arenasına çevrilmesine yol açmıştır. Afrikalı kadın hem batının köleleştirme hem yerel ataerkil kabile şeflerinin köleleştirme saldırılarıyla karşı karşıya kalarak, tarihte anlatılması zor bir şiddete maruz kalmıştır. Ama bu durum içinde Afrikalı kadının bilgeliği bir öz savunma direnişini açığa çıkarmıştır. Bu sömürgeleştirme sürecinde açığa çıkan isyanların ve devrimlerin adeta ruhu diyebileceğimiz kadın direnişçiler Afrika kıtasının asi damarını oluşturmuştur.
Batıya köleler ordusu halinde taşınan bir sömürgeleştirilme tarihine sahip Afrika, son yüz yılda özel bir yöntemle sömürülmektedir. Sürekli kabileler arası savaş ile zenginliklerine el koyma yöntemi devrede tutulmaktadır. Kabile savaşlarına dayalı talan ekonomisiyle değerli madenlere ulaşılmakta, topraklara el konulmakta ve ulusal Pazar engellerine takılmadan savaş ortamıyla ucuz ticaretin olanakları sağlanmaktadır. Afrika kıtasının sürekli darbelerin, kabile savaşlarının coğrafyası olmasının nedeni, yerel iktidar güçlerinin ülkelerinin zenginliklerine talancı biçimde sahip olmaları ve bu zenginliği ucuz ticaret aracılığıyla artırmalarıdır. Kapitalizmin Afrika kıtasını sömürme tarzı bu kaçak ticaret yöntemidir. Açlığın, şiddetin ve kadın katliamının en can yakıcı biçimde kendini gösterdiği yer olmasının nedeni, savaş ekonomisiyle birikiminin talan edilmesi ve çok ucuz maliyetlerle dışarıya transfer edilmesidir. Bu savaş kültürü erkekliği üretmekte, tecavüz, kadını köleleştirme ve katletme gündelik yaşam olayları haline gelmektedir. Boko Haram, El Beşir, Taylor vb tüm örgüt ve diktatörlükler esasında savaş tüccarlarıdırlar ve savaş ile sermayeye, iktidara ulaşmaktadırlar. Afrika kadın kültürünün ve komünal toplumsallığın köklü olduğu ve halen bu kültürün yaşam bulduğu bir alandır. Bu kültür tekçi ulus, devlet ve sınıf yapılanmalarına karşı bir direngenliği temsil etmektedir. Bu nedenle çok acımasız talan ve vahşetle bu toplumsallığı dağıtma, topraklarını ele geçirme uygulamalarına maruz kalmaktadır. Bu gerçeklik içinde Afrika kadınlarının durumu kaçırılma, sünnet, tecavüz, şiddet ve katliam sorunlarıyla özetlenmektedir.
Bu nedenle Afrika kadın mücadelesi kendine has bir gelişim, etkinlik ve yönteme dayalı gelişmektedir. Kabile savaşlarının yol açtığı iç savaşlara karşı barış ve müzakere stratejisine dayalı bir kadın mücadelesi yürütülmektedir. Kabile savaşlarına dayalı iç savaş şartlarında Afrikalı kadınların kendini savunmak ve toplumsal sorunlarını çözüme kavuşturmak için toplumsal barış hareketini geliştirmesi kendi gerçekliğinin en doğru tespiti olmaktadır. Sömürgeciliğin Afrika kıtasının talanı için geliştirdiği kabileleri silahlandırıp, birbiriyle çatıştırıp ve bir savaş ekonomisini hayata geçirme politikasına karşı, militarizme, savaş tüccarlığına ve savaş karşıtlığına dayalı kadın sorununu gündemleştirme tarzı Afrikalı kadınların politik bilgelik karakterinin çok güçlü yansımasıdır.
Kraliçe POKOU;
Afrika Akan halkının Ashanti kabilesinde yönetim anneden kıza geçerdi. Eğer kız çocuğu küçükse yerine büyünceye kadar amca, dayı vb vekâlet ederdi. 17. Yy da Ashanti halkının gelecekteki kraliçesi Abla Pokou abisinin komplosu sonucu 20 yıl tahta geçemez. Pokou’ un Kral kardeşi uzaklardayken, ülkeleri düşmanları tarafından işgal edilir. Başkent Kumasi’ ye ilerleyen işgal ordusuna karşı öz savunma savaşını örgütler. Kentin dışına savunmasız insanları çıkarır ve kent içinde yürütülen direnişi yönetir. Sonuna kadar direnirler ama işgalciler tarafından çoğunluğu katledilir. Pokou yaralı esir düşer. Kardeşi döndüğünde onu kurtarır ama bu süre içinde kabileler arasında erkeklerin iktidar kavgaları nedeniyle cinayetler işlenmektedir. Pokou halkını bu çatışmalardan ve bölünmelerden korumak için yeni bir yer aramaya başlar. Bir cinayet ile kral olan Kwissi, kalması için ikna edemediği Pokou ve halkının ardına bir ordu gönderir. Pokou üstün zekâsı ve bilgeliğiyle güçlerini ikiye bölerek ormanlık araziye dağılır ve orduyu şaşırtarak geride bırakır. En son geçmeleri gereken nehrin onlardan çocuk kurban istediği söylenir. Bir kadın ve çocuk kurban edilmek için hazırlanır ama Pokou acır ve kurban edilmelerini kabullenemez. Tek çocuğu olan oğlunu Komoe nehrine atar. Halkının moral gücünü toparlayarak nehri geçerler ve kendilerine yetişen orduyu arkalarında bırakırlar. O günden beri Pokou’ nun halkına çocuğunun anısına Baule denmektedir.
Nijeryalı Nwanyeruwa;
İgbo kabilesine mensup, Nijeryalı Nwanyeruwa, sömürgecilik döneminde Batı Afrika’daki İngiliz hâkimiyetine karşı ilk kayda değer mücadele olarak anılan kısa süreli savaşı başlatan kadındır. 18 Kasım 1929 tarihinde Nwanyeruwa, nüfus sayım memuru Mark Emereuwa kendisine “keçilerini, koyunlarını ve insanlarını sayacaksın” dediğinde buna karşı çıkar. Bu, devletin kendisinden vergi alacağı anlamına geliyordu (ve geleneğe göre kadınlardan vergi alınmazdı). Nwanyeruwa meseleyi diğer kadınlarla tartıştı ve izleyen iki ay boyunca sürecek olan, Kadınların Savaşı olarak adlandırılan protestolar patlak verdi. Bölgenin her yerinde yirmi beş bin kadın bu eylemlere katıldı ve yeni çıkarılan vergiler ve İngilizler tarafından atanan yöneticilerin sınırsız yetkileri protesto edildi. Bunun sonucunda, kadınların durumu iyileştirildi, İngilizler vergi planlarını geri çeker ve birçok yönetici istifa ettirilir.
Marwopnet;
Savaş sırasında sivil nüfusunun yüzde altmışının öldüğü ve nüfusun yarısından fazlasının göç etmek zorunda kaldığı Afrika da kadına yönelik tecavüz ve kaçırmalar had safhadadır. ‘Aç bir ülkede kim silahlara sahipse önce o karnını doyurur’ anlayışına dayalı ve elmas kaçakçılığı trafiğini yönetme amaçlı devleti ele geçirmek isteyen güçlerin savaşları soykırım düzeyindedir. Afrikalı kadın örgütler yaklaşık otuz yıldır hafif silahları toplama, çatışma bölgelerinde ülkenin her yanından gelerek eylemler düzenleme, gece köylerinin etrafında nöbetler tutarak silah kaçakçılarını engelleme, kent merkezlerinde büyük gösteriler düzenleyerek çatışmasızlığı sağlama ve çok yönlü diplomasi çalışmasıyla siyasi yöneticilerin savaş kararlarını dondurma gibi etkinlikler düzenlemektedirler. Savaş çıkmadan onu önleme yeteneklerini kırsal kadınların ‘barış evde başlar, uzlaşmayı bizler sağlayabiliriz çünkü savaşa giden bizim gençlerimiz’ bilinci belirlemiştir. Afrika kıtasında uluslararası sınır anlaşmazlıklarına dayanarak çıkarılan savaşları önlemede etkin olan kadın diplomasi çalışması için şu örnek verilebilir. Gine Sierra Leone ‘ yi işgal edince, kadın sivil toplum kuruluşlarının ortak örgütü olan Marwopnet devlet ve asilerin tüm taraflarıyla görüşmeler yapar. Birbirine düşmanlık duyan Gine ve Sierra Leone devlet başkanlarıyla görüşme yaparlar ve belirledikleri anlaşma taslağında uzlaşmaya yanaşmayan Gine başkanı Conté’ ye heyetten bir kadın ‘Siz ve başkan Taylor, erkekler olarak ve farklılıklarınızı bir kenara bırakarak buluşmak zorundasınız ve biz kadınlar orada bulunmak isteriz. Sizi aklınız başınıza gelinceye kadar bu odaya kilitleyeceğiz ve bende bu anahtarız üzerine oturacağım’ eder. Conté ‘bana bunu hangi erkek söyleyebilirdi. Yalnızca bir kadın söyleyebilir ve kurtulabilirdi’ diyerek uzlaşmaya yanaşır. Aynı biçimde yerel kadın barış ve müzakereci kadın örgütleri ve eylemleriyle savaşı önleme veya sonlandırma çalışmalarını yürüten Afrika’ lı kadınlar, kapitalizmin coğrafyalarını savaşlar yoluyla sömürme politikasını işlevsizleştirme ve savaşlara neden olan toplumsal cinsiyetçiliğe karşı mücadele etmektedirler. Çünkü bu çalışmalarını devlet, sınıf, ataerkiliğin ittifakından doğan bir sömürge düzene karşıtlık bilinci üzerine kurmuşlardır.
SES EYLEMDİR;
Sömürge Afrika’sında kadınlar, hükümet yetkilileri topraklarını sattığında isyan ederlerdi. Kadınların 1958'de Kuzeybatı Kamerun da sömürgeci otoritelere karşı isyanları bir örnek teşkil eder. Hükümetin, toprakları satışa çıkaracağını duyan yedi bin kadın olarak eyalet başkenti olan Bamenda'ya yürür. İngiliz sömürge yönetiminin binalarının etrafını saran kadınlar yüksek sesli protestolarını sonuç alıncaya kadar sürdürür. Aynı bölgede, kadınlar geçimlerini sağladıkları çiftlikler, sömürgeci yönetim tarafından vergi toplamak için seçkinlere tanıdıkları otlama hakkından dolayı talana uğrayınca isyan başlatırlar. Meraları korumaya alma, sesli eylemler ile ifade edilen isyan, yetkililerin meracıları cezalandırmasıyla sonuçlanır. Şoşo savunması ‘Kenya’nın başkenti Nairobi’de Korogocho isimli 150 bin kişinin yaşadığı yoksul mahallede her dört kadından biri tecavüz saldırısına maruz kalıyor. Erkeklerin “yaşlı kadınlara tecavüz etmek günahları affettirir” ya da “yaşlı kadınla beraber olursan AIDS olamazsın” şeklinde akıl dışı inanışları olduğu belirtilirken, bu şekilde saldırılarını meşrulaştıran erkekler mahalledeki yaşlı kadınlara cinsel istismarda bulunuyor.’ (JİNHA) Her gün tecavüze uğrayan ve boğularak katledilen kadınların cenaze görüntüleri adeta normalleştirilmektedir. Bu akıl dışı durum ve vahşete karşı öz savunma eğitmeni olan Sheila Kariuki çözüm arayışına girer. Öz savunma okulu açarak, erkeklerin saldırılarına karşı kendini korumaya almak isteyen kadınlara öz savunma eğitimleri vermektedir. Şimdiye kadar 200 kadının eğitim aldığı bu okul yaygınlaşan öz savunma programlarını uygulamaktadır. 2012 yılından beri “şoşo” olarak çağrılan kadınlar, öz savunma eğitmenlerinden hem fiziksel hem psikolojik yöntemlerle kendilerini savunmaya öğreniyor.
Ağaç Kadın;
Wangari Muta Maathai, 2004 yılında sürdürülebilir kalkınma, demokrasi ve barışa olan katkılarından dolayı Nobel Barış Ödülü alan ilk Afrikalı kadındır. Maathai 1977'de çevreci bir örgüt (NGO) olan Yeşil Kuşak Hareketi'ni kurar. Bu hareket kapitalist sanayi, tarım politikaları ve madenlerinin yol açtığı çölleşmeyi ve toprak erozyonunu önlemek için Kenya'da 30 milyon ağaç dikmiştir. Bu nedenle Maathai 'Ağaç Kadını' diye adlandırılmaktadır. Ancak siyasi özgürlük ve kadın hakları mücadelesi nedeniyle, diktatör Daniel Arap Moi'nin rejimi zamanında, çok partili seçim yapılmasını, siyasi yozlaşmaya ve kabile politikalarına son verilmesini istediği için defalarca hapse girmiş ve saldırıya uğramıştır. 1989 da Moi'nin Nairobi Uhuru parkına yapmayı düşündüğü Kenya Times Medya binasının kompleks inşaatını durdurarak, neredeyse tek başına Nairobi'deki Uhuru Parkı'nı kurtarmıştır. 1997' de başkanlık için aday olduğu seçim, rejim güçleri tarafından etnik şiddetle gölgelenir ve partisi adaylığını geri çeker. Ancak 2002 de kurduğu ‘Ulusal Gökkuşağı Koalisyonu’ partisini kurar ve parlamentoya girer. Aynı yıl Kenya Mazingira Yeşiller Partisi'ni kurmuş ve ulusal uluslararası konferans, eylemlerle ekolojik mücadelenin öncülüğünü yapmıştır. Ağaç kadın Maathai, militan bir doğa savunucusudur ve kadınların siyasi haklar kazanmasında önemli etkide bulunmuştur. Eylemleri ve örgütlemeleriyle doğanın ve kent yaşamının yağmalanmasını, tahrip edilmesini engelleyerek doğanın ve toplumun ekolojik savunmasında bir örnektir. Kapitalizmin yağma ekonomisine karşı Maathai’ nin verdiği ekolojik mücadelenin özü toplumunun kültürel tarihinin ve inanç değerlerinin derinlikleriyle ilgisi vardır. Afrika toplumları ağırlıkta animist inanca dayalı yaşarlar ve hem Hristiyanlık hem islamiyet zorla dayatılmasına rağmen bu animist uygulamaları ortadan kaldıramamıştır. Günümüzde her iki tek tanrılı din animizme karşı hala mücadele vermektedir. Ağaç totem kültünün yaygın olduğu Nijerya da bir islamcı şeyh köylülerin İslamı kabul etmemelerinin nedeninin ağaç ruhuna olan inancın ve bu ruhu aşacak bir tanrının olmadığına çok güçlü inanç duymaları olduğunu farkeder. Köylüler her hangi bir metal ile ağaca vurduğu takdirde öleceğini kendisine söyleyince Şey bir balta eline alır ve ağacın gövdesini ikiye böler ve üç gün boyunca o köyde kalır. Köylüler ona bir şey olmadığını anladıklarında İslama geçer ve dinsel ayin gereçlerinin tamamını şeyhin sorumluluğu altında yakarlar. Sömürgecilik böyle bir şeydir; doğaya, topluma ve insana dair anlamlı değerleri yakıp geçer. O doğal toplumların ağaçlar yok edildiğinde insan hayatının da yok olacağı bilgisini ve inancını günümüzde yaşatan Maathai bu anlamda bir kültürel tarih direnişininde uygulayıcısı olmaktadır.
Uzakdoğu ve Hindistanlı kadınların Öz Savunma Özgünlüğü;
Uzakdoğu nüfus yoğunluğu nedeniyle kapitalizmin ucuz emek ve ucuz iş gücü piyasasını oluşturduğu bir alandır. Çin devriminin devlet kapitalizmi ile sonuçlanmasıyla, Çin devleti serbest piyasa ekonomisine geçişleri ucuz emek piyasası üzerinden gerçekleştirmiştir. Küresel sektörler hammaddeyi dışardan getirerek parça üretimine dayalı iş sahalarını kurmakta ve üretilen mal dışarı pazarlara aktarılmaktadır. Çin devleti serbest piyasa ekonomisine ucuz emek üzerinden sermaye akışını sağlamak temelinde giriş yapmakta ve küresel sektörler bu ucuz emek sayesinde düşük maliyetli ama yüksek karlı sermaye gücüne ulaşmaktadır. Bu ucuz iş gücü piyasasının emek gücünü daha çok kadınlar oluşturmaktadır. Hafif sanayi ve tekstil sektörlerinin yoğun olduğu üretim sahalarında kadın emeği daha ucuz ve incelikli emek olduğundan tercih edilmektedir. Mal ve sermaye akışlarına göre küresel finans sektörü örgütlendirilmektedir. Yanı sıra Çin artan nüfus sorunu nedeniyle küresel güçlerin kendilerine dönük risk taşıdığını düşündüğü bir ülkedir. Sermaye akışları ve ilişkilerin kuruluşunda doğum oranlarının düşürülmesi bir uluslararası kriter olarak uygulanmaktadır. Demografik politikanın doğum oranlarının düşürülmesi temelinde uygulandığı bir ülke olması nedeniyle kadın bedeni üzerinde tam olarak biyoiktidar uygulanmaktadır. Tek çocuk yapma yasasıyla (bu yasa 2015’de değiştirildi) devlet sosyal güvenceleri artırırken, birden fazla çocuk yapanlara sosyal güvenceleri kısıtlama cezaları verilmektedir. Bu durum kürtajın artışına ve sağlıksız kürtaj şartlarının artırılmasına neden olmaktadır. En tehlikeli durum ise ataerkil değerler ve aile tipi nedeniyle ceninin cinsiyeti belli olduğunda kız ceninler aldırılmaktadır. Yüz milyonları bulan kız cenin ölümleriyle Çin, daha doğmadan uygulanan kadın soykırımının yaşandığı bir ülkedir. Eskiden Çin’ de kızların ayakları küçük kalsın diye dar kalıp içine sıkıştırılırdı, şimdi de Çinli kadınların rahimleri ataerkil kalıplarla daraltılmakta ve doğmadan katledilmektedirler.
Kadın bedeninde kadın soykırımını gerçekleştirme uygulaması tüm çağların vahşetini geride bırakacak bir vahşi uygulamadır. Yaşama hakkının birinci kuralı olduğu güya insan hakları müjdecisi bir çağ hayal edilmişti. Ancak kadın sorununun dünyaya doğmak hakkını kazanabilmek gibi dip noktaya vurduğu en karanlık çağı yaşamaktayız. Kadının kendi bedeni hakkında tek söz sahibi olması temelinde bir demografya politikasının kendisini en çok dayattığı coğrafyadır. Soykırım kıskacına alınan cenin kızların bu vahşi dünyaya karşı o kendini hiç savunamayan masumiyetinin öz savunmasını yapmak şu yeryüzünü soluyan kadınların en temel kadın olmak görevlerinden biridir. Hindistan aynı biçimde küresel sektörlerin hem parça üretimi hem hizmet sektörlerinin ucuz iş gücü ve ucuz kadın emek güçlerine ulaştığı bir ülkedir. Kadın, ucuz emek pazarının en acımasız şartlarda daha ucuza sömürüldüğü bir değersizleştirilmeye uğramaktadır. Yoksulluk, açlık, değersizlik ve bedenleri acımasız çalışma koşullarına mahkûm edilen Hindistan’ lı kadınların en ağır sorunları yalnızca bu değildir. Kastlaşmaya ve dinsel bölünmelere dayalı sosyal çatışmaların dorukta olduğu Hindistan, bu ataerkil sosyal yapıların gündelik kadına yönelik şiddet, tecavüz ve katliam olaylarıyla sarsılmaktadır. Çoğunluk dini grubu oluşturan Hindu dini mensubu erkekler, siyasi ihtilafları müslüman dini gruba ait kadınlara kitlesel tecavüz saldırılar düzenleyerek, kadınları kaçırarak ele almaktadırlar. Emniyet güçlerinin gözaltı işlemi bahanesiyle alıkoyduğu kadınlara tecavüz etmesi rutin suçlar haline gelmiştir. Kastlar arası ayrımcılık nedeniyle soy-aile ve miras hukuku kadın haklarını gözetmemektedir. Başlık parası adeta sosyal trajedyaların nedenidir; çocuk yaşta evlilik ve boşanma hukukunda yoğun etkide bulunan başlık parası, kadın cinayetlerinin en temel nedenlerinden biri olmaktadır. Şuan gündemi işgal eden tecavüz olayları veya kültürü Hindistan’ lı kadınların en temel sorununu oluşturmaktadır.
Bu sorunlar Hindistan kadın mücadelesinin toplumsal öz savunma seçeneklerini açığa çıkarmasına neden olmuştur. Çapı, yaygınlığı ve sistem sorunlarına takılmadan, örnek davranış modellerin gelişmesine ve ilham verme gücü olması nedeniyle önemle takip edilmesi gereken öz savunma tedbirleri olarak ele almak gerekmektedir. Hindistan bir İngiliz sömürgesi olarak uzun bir sömürgeciliğe karşı mücadele tarihine sahiptir. 1857 yılında İngiliz sömürgeciliğine karşı Hint tarihinin en büyük ve yaygın ayaklanması gerçekleşmiştir. Bu ayaklanma bölgelerinden biri Jhansi bölgesinin lideri 'Rana' adlı olan 'Rana Lakshmi Bai' idi. Rana Lakshmi başlattığı Jhansi ayaklanmasıyla tüm Hindistan eyaletlerinin ayaklanmaya geçmesine neden olur. Bu ayaklanma İngiliz sömürgeciliğini ülkelerinden atmak için yeterli bir sonuca gitmez ama sömürgecilik aldığı büyük darbe ile köklü reformlar yapmak zorunda kalır. Ayaklanmadan 50 yıl sonra Hindistan'da gelişen bağımsızlık hareketi için bu ayaklanmada büyük rol oynayan Jhansı Ranisi Lakshmibaı, bir milli kahraman olarak ele alınır.
Jhansi Kraliçesi;
Halk arasında “Komutan Lakshmi” olarak bilinen Lakshmi Sehgal, Hint bağımsızlık hareketi devrimcilerinden biri olup, Hindistan Ulusal Ordusu’nda askerlik yapmış ve daha sonra Azad Hind hükümetinde Kadın Bakanlığı görevini yürütmüştür. 1940’lı yıllarda sömürge Hindistanı’nda İngiliz Yönetimi’ni devirmek için savaşan ve tamamı kadınlardan oluşan “Jhansi Kraliçesi” Alayının komutanıydı. Jhansi Kraliçesi Alayı, İkinci Dünya Savaşı’na katılan ordular içinde yalnızca kadınlardan oluşan az sayıdaki askeri birlikten biridir ve adını da Hint tarihindeki bir diğer ünlü kadın devrimci olan, 1857 Hint İsyanı’nın önde gelen ismi Rani Lakshmibai’den almıştır.
Haydutlar Kraliçesi;
Phoolan Devi lakaplı Gorha Ka Puwa’ nın hayatı mitolojik bir efsane gibi, gerçek dışı bir yaşam gibi görülmek istense de ve sıra dışı bir karakter olarak değerlendirilse de, aslında O, en olağan bir kişilik ve direniş gerçekliğidir. Olması gerekendir O. Egemen akıl, insanın gerçekliğinin dışında bir yaratıma dönüşümünü olağanlaştırmak için, en insani olan gerçeği olağanüstüleştirir. Teslimiyet, bencillik, ikiyüzlülük, korkaklık, kabulleniş vb şeyler olağan insan davranışları olmuştur ama direniş, fedakârlık, paylaşım, cesaret, isyan hayret edilecek istisnalar olmuştur. Hindistan'da 'Haydutlar Kraliçesi' olarak adlandırılan Phoolan Devi’ ne böylesi ideolojik söylemle yaklaşılır; yani olağanüstü, gerçek dışı olduğuna dair bir hayranlık diliyle yüceltilerek esasında imkânsızlaştırılır. 11 yaşında zorla evlendirilen Gorha Ka Puwa hiçbir zaman kendisinden çok büyük kocasını ve tecavüz evliliğini kabullenmez. 14 yaşında isyan edip dağa çıkar. Kendi özgür dünyasını aramaya çalışırken bir köyün tecavüzüne uğrar. Bu olay onun için bir dönüm noktası olur. Silahlanır ve bütün köyden intikamını şiddetle alır. Tecavüzcü erkeklerin tamamını öldürmüştür. Bir adamı sever ve onunla birlikte yaşamaya başlar; ancak sevgilisi öldürülür. Bu olayda onun için bir dönemin bitişini ifade etmektedir. Phoolan Devi kendi çetesini kurar ve Robin Hoodvari bir yöntemle zenginlerden alıp yoksullara dağıtır. Bu sosyal eşkıya kadın Hint yoksul tabakalarında efsaneleşir. Yakalandıktan sonra mahkemeye çıkarılmadan 11 yıl cezaya çaptırılan haydutlar kraliçesi çetesinin erkek üyeleriyle aynı koğuşta kalır. Uğradığı cinsel saldırıların bedeninde yarattığı hasarlar sonucu hastalanır ve rahimi ameliyatla alınır. O halk içinde ve kadınlar dünyasında bir kahramandır, unutulmaz. Cezaevinden çıkınca bir halk kahramanı olarak karşılanır. Bu zaman dilimi de onun için bir yeni dönemin başlangıcıdır. Kadınların ve halkının sorunlarını bir yasa koyucu sıfat ve mücadele biçimiyle dile getirmek için seçimlere katılır ve parlamentoya girer.
Siyasi mücadeleyi başbakan olma hedefiyle büyüten haydutlar kraliçesi aldığı tehditleri umursamaz. Siyasileşme ile ehlileşme arasındaki farkın farkındadır. Sorunları cesurca, ataerkilliğe meydan okuyarak dile getirir ve katı kast sistem temsilcilerinin, radikal dinci örgütlerin öfkesini üstüne çeker. O zaten öyle bir ruhtur, asi, çatışan ve direngen, başka biçim davranması beklenemez. Öfkeli erkekler bu kadının ruhundan, önerdiği yaşamdan, kadın özgürlüğünden inanılmaz korkarlar ve bu dünyanın en asi kadınlarından biri olan Haydutlar Kraliçesini evinin önünde silahlı saldırıyla katlederler. Ölümüyle ayaklanan halk, hükümeti onu korumamakla suçlarlar ve sert protestolar arasında gömülür. Öldürüldüğünde 42 yaşında olan Haydutlar kraliçesi evliliğe isyanıyla uzandığı eşkıyalık hikâyesiyle, uğradığı toplu tecavüz saldırısına karşı aldığı intikamıyla, zenginlere karşı yoksulların yanında yer alışını eylemleştirmesiyle, cezaevi hayatından parlamentoya uzanan siyasi kimliğiyle baştan ayağa isyandır. O olması gerekendir derken, bir kadının uğrayacağı her haksızlık, zulüm ve zorlama karşısında alması gereken normal direnişi gösterdiğini belirtmek istiyoruz. Şiddete ve iradesizleşmeye tepkisizlik, haksızlığı kabulleniş ve boyun eğme anormaldir, insan doğasına aykırıdır. Phoolan Devi insanın büyüklüğünü yaşadığı için dev olmuştur. O kendini savunan, kendini savunurken tüm kadınları ve yoksulları savunan kadının dev insanlığıdır.
Gulabiler Çetesi;
Hintçede pembe anlamına gelen ‘gulabi’den, üyelerinin pembe renkli elbiseler giymesinden alır Gulabi Çetesi. Hindistan’ın kuzeyinde Uttar Pradeş eyaletinde yaşayan kadınlardan oluşan grup, eşlerine şiddet uygulayan erkekleri ziyaret ediyor ve bu eylemlerine son vermezlerse onları bambu sopalarıyla dövüyorlar. Sağlık çalışanı ve çocuk gelin olan Sampat Pal Devi tarafından 2006 yılında kadınlara ve aile içi diğer şiddet türlerine karşı mücadele için kurulmuştur. Çocuklara okuma yazma kursu açan, çocuk yaşta evlilik ve başlık parasına karşı mücadele eden Gulabiler, 2008 yılında bölgenin elektrik kurumunu basar ve görevlileri rüşvet almak için kestikleri elektrikleri açmaya zorlarlar. Bu eylemden sonra kamuoyunda olumlu tepki toplayan Gulabilerin 20 bin üyesi (2008)ve Paris’ te temsilcilikleri bulunmaktadır. 2011 yılında 21 grup üyesi, yerel seçimlere katılmış ve encümenliğe seçilmişlerdir. Yetkilerini, yolların onarımı, kanalizasyon yapımı, içme suyu sağlanması ve tarımın geliştirilmesi gibi projelerde kullanmaktadırlar. Önceleri kendilerini dinlemeyen yerel yöneticileri ikna etme konularında epey mesafe kat etmiş bulunmaktadırlar. Pembe sariler giyen, yolsuzluk yapan görevlileri ve eşlerine şiddet uygulayan erkekleri sopa ve baltalarla kovalayan bu kadınlar, erkeklerin yüreğine saldıkları korku ile yaygın bir sempati toplamaktadır. Siyasi parti ve sivil toplum kuruluşlarından ‘istismar’ edilme kaygısıyla uzak duran Gulabiler, yoksulluk ve yolsuzlukla mücadeleyi öncelikli görevleri olarak görmektedirler. “Buralarda kimse bize yardım etmiyor. Devlet görevlileri ve polis yolsuzluğa batmış durumda ve yoksullara karşılar. Bu yüzden bazen adaleti kendi ellerimizle sağlamak zorunda kalıyoruz. Bazen de yanlış yapanları teşhir ediyoruz,” diyen Sampat Pal Devi, Hindistan’ ın en yoksul ve kastların yoğun olduğu bölgede dokunulmazların, ayrımcılığın, yoksulluğun erkek şovenizminin yol açtığı aile içi şiddet, cinsel saldırı suçlarına tavırlarını şu sözleriyle “Biz kelimenin gerçek anlamında bir çete değiliz aslında. Biz bir adalet çetesiyiz,” dikkat çekmektedir.
Sampat’ ın isyanı babasının onu okula göndermemesi ile başlamış. Protesto için, mahallenin duvarlarına, yollarına yazılama yapmış, resim çizmiş ve sonunda okula gönderilmiş. Ancak dokuz yaşında evlendirilmiş, 12 yaşında kocasının yanına taşınmış ve 13 yaşında ilk çocuğunu doğurmuş. Sampat, “Beni öldürmeye, tutuklamaya, aşağılamaya ve susturmaya çalıştılar, ama işler kadınlar için düzelmedikçe pes etmeyeceğim.” Diyerek mücadeledeki kararlılığını ortaya koyuyor. Sampat öğretilmiş bir mücadele ya da bilinen yollardan giden bir mücadelenin sahibi değildir. Tamamen kendi hayat şartlarında ve kendi buldukları mücadele biçimiyle kadın öz savunmasını geliştirdikleri için bir örnek olmaktadır. Öz savunmanında kendi şartlarına uygun çok çeşitli olmaya duyduğu ihtiyaç Gulabileri anlamlı kılmaktadır. Erkeklerinde katıldığı bu öz savunmaya dayalı mücadelelerini pembe renkli merkezi binalarında bir araya gelerek planlamaktadırlar. Devlet onları ‘Maoist teröristler’ suçlamasıyla saldırı altına almış ancak halk arasında oynadıkları hakem rolü, yolsuzluk ve şiddete dönük mücadelede kat ettikleri mesafenin olumlu etkileri nedeniyle kamuoyunda tepkiler yükselir ve saldırılar durmak zorunda kalır. 2006 seçimlerine katılarak mücadele güçlerini meclise taşırmayı ve karar mekanizmalarına ulaşmayı amaçlayan Gulabilere ‘Sosyal Eşkıyalar’ dense de onlar, kadınların kollektif adalet eylemleri ve sosyal mücadeleleri ile zamanın öz savunma güçlerinden biri olmaktadırlar.
GERİLLA Hindu Kadınlar;
Hindistan’ ın kırsal bölgelerinde mücadele veren Maoist hareketin yarısını kadınlar oluşturmaktadır. Kadınlar yoksulluk, ataerkil baskılar ve sosyal adaletsizliklere karşı mücadelenin en etkin katılımcıları olarak, 90 yıllarından itibaren Maoist harekette etkin olmaya başlarlar. Pek çok takım ve bölük komutanlarının kadın olduğu Halk Kurtuluş Gerilla Ordusunun merkez bölge komitesinin yarısından fazlası kadınlardan oluşmaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin şiddeti, devlet zoruyla köylerin boşaltılması ve gördükleri zulüm, yoğun sömürü sistemi nedeniyle adeta bir kadın isyan hareketi olan bu gerilla hareketi, Hindu kadınların gelişecek dünya kadın öz savunmasında önemli bir yer tutacağını göstermektedir.
DERLEME 11. BÖLÜM
YORUM GÖNDER