KIZGIN İKLİM (2.BÖLÜM)
“Direnen ve sert mücadele yürüten, ancak yaraları henüz sarılmamış bir halkın hikâyesini anlatıyor Kızgın İklim. Başka bir deyimle Kürtlerin savaş ve barışını anlatan bir roman” diyor Ahmet Tahir.
Ahmet Tahir, önceki yazımda çok kısa değindiğim dağda yeni yeni elimize geçen Kızgın İklim romanının yazarı.
Bugünlerde Kürtlerin barışını ve savaşını çok farklı çevreler tartışıyor. Bu bakımdan Kızgın İklimi okumanın faydaları var diye düşünüyorum. Bu romanda yazarının kelimeleriyle tekrar ifade edecek olursak “Roman Kürtlerin barış ve savaşını anlatıyor. ”
Evet, Kürtler var olma ya da özgürlük ve savunma savaşlarını PKK öncülüğünde çok güçlü verdiler. Kart u kurttan cumhuriyetin asli kurucu üyesine yükseldiler. Geri, vahşi, saki, çeteden “kardeş halkız” oldular. Kendini bilmezden, kendi adına siyasetin bir numaralı öznesi olarak dev gibi bir devleti uğraştırır hale geldiler. Dahası “olmayan bir halktan” televizyonlu, hem de TRT-6’li oldular. Birde TC kürdoloji bölümlerinin açılmasından söz ediyor ki, bu da birkaç kelimeden oluşan bir dilden, demek ki dili olan bir halk oldular. Ha birde MHP gibi azılı ve ırkçılar tarafından da, kardeş Kürt halkı sayılmaya başladılar. Tabii ki bunlar güzel gelişmelerdir.
Bunlar sıralandıkça sıralanabilirler. Avrupa’nın yok saymalarından, İngilizlerin vahşi Kürtlerinden, ABD’nin tuhaf yaklaşımlarından bugüne eser kalmamışa benziyor. Kürdü sever oldular. Kürdü devleti-bu şimdilik sadece güney Kürtlerini de içerse-benimser oldular.
Evet, Kürtler çok güçlü bir şekilde savunma savaşlarını verdiler. Artık sıra barışlarını inşa etme zamanı. Dediğimiz gibi bugünlerde herkes bu hususu tartışır oldu. Aslında bu güzel bir gelişmedir. Yoktan var olmanın da ötesinde, nasıl var olunacak sorusunun tartışılması güzel bir şeydir. Ancak ama'larla dolu bir süreç olduğu da açık.
Sorun ortaya konulmuştur. Başka bir deyimle savaşı verilmiştir, peki yaralar nasıl sarılacaktır, yani barış nasıl oturtulacaktır? Kaldı ki bu sadece Kürtler için geçerliliği olan bir sorun ve soru değildir. bu en çokta Türkiye için önemli olan bir sorun ve sorudur. Türkiye barışını nasıl sağlayacaktır?
Bu soruya verilen cevaplarda sorunlar başlıyor. Kendi savunma ve özgürlük savaşını iyi vererek, kangren olan bir sorunu gün yüzüne çıkaran bir güçle ilişkiler hangi eksene oturtulacaktır? Sorunu açığa çıkaran güçlü, medenice oturarak gerçekten samimice kendi sorunlarıyla birlikte bir süreçle yüzleşilecek mi, yoksa adeta bir buldozer gibi duvarları vura vura gelen ve tüm bildik resmi klişeleri delen bir özgürlük savaşını veren gücü yok sayarak, eski yola devam mı edilecek? İkilem bu.
Kürt halkı yaralarını sarmaya kararlı. Kürt halkı çok yoğun geçen ve kendisine kimlik kazandıran bir anormal süreci tamamlamak istiyor. Zoraki vurulması gereken neşter vurulmuştur, vücuda tehlike yaratacak kangrenler alınmış ve öldürücü olabilecek irin dışarıya akıtılmıştır. Artık neştere ihtiyaç yoktur. Sıra artık normal tıbbi pansuman tedbirleriyle hastalıkları aşmanın zamanı! Başka bir deyimle sıra iyileşme zamanında.
Kürdün kangrenleşmesine yol açan süreç, TC devletinin inkâr ve imha siyasetinden almıştır gıdasını. Kürdü yok sayarak, ezerek, imha ederek kürdün hastalıklı durumuna yol açarak, esasta kendisi de hasta hale gelmiştir. Başkasını hasta hale getiren bir zihniyet ve vicdan, kesinlikle şizofrenlik ve hastalıklıdır. Kürt halkı kendi yarasına neşteri vurmakla, esasta da TC’nin şizofrenlikli ve hastalıklı haline de neşteri vurmuştur.
Lafı uzatmadan TC’nin de yaralarını sarma zamanı. Savaşlar-savunma ve özgürlük savaşları da olsa-sonuçta insan belleklerinde izler bırakmaktadırlar. Her akan bir damla kan arkasında onlarca kin tohumu bırakmaktadır. İsyana hazır insan bırakmaktadır. Kürtler bedenlerinde akan her kana karşı müthiş öfkelenerek dağların doruklarına çıktılar. Var olmaları için müthiş bir savaşa giriştiler. Ancak dediğimiz gibi artık sorun anlaşılmıştır. Artık yaranın önü açılarak, irini dışarıya taşırılmıştır. TC’nin yarattığı olumsuz, sömürücü ve inkârcı-imhacı tablo her insanın-eğer gerçekten vicdansız değilse-gözlerinin önüne serilmiştir. Ve eğer sorun herkese çok yakıcı bir şekilde gösterilebilmiş ise neştere ihtiyaç kalmamış demektir.
İşte Kürtler neşteri kullanma yerine artık ilaçlarla tedaviyi devam ettirme yanları olduklarını söyleyerek, ateşkesler üzerine ateşkesler yapmaktadırlar. En son da 1 Haziran’a kadar eylemsizlik ya da çatışmasızlık sürecini başlatmışlardır. Ve bunda samimi olduklarını herkese ama herkese ifade etmekten çekinmemektedirler. En son bu iyi niyetlerini gazeteci Hasan Cemal’le, KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan yoldaşın yaptığı mülakatla tasdik etmişlerdir.
Şimdi top Ankara’da diyenler var. Ankara yine “güçsüzlükten eylemsizlik kararı mı aldılar diyecek, yoksa gerçekten yaraların sarılma zamanı mı diyecektir?” Yaraların sarılmasını Taha Akyol gibi ETA’nın tasfiye etmesine benzeterek, uzatılan eli tasfiye etmek için mi alacaklar? Yoksa madem “yaraları sarmak istiyorlar, o zaman sınırların dışına çıksınlar” diyerek, daha dün sınır dışına çıkmaya çalıştığımızda hem geri çekilmemizde bize yapılan saldırıları, hem de geri çekilme arkasında halkımıza yapılanları unutmamızı ve balık beyinli olmamızı mı isteyeceklerdir?
Çok uzatmadan; Kürt cephesi neşter vurmayı durdurmayı ilan ediyor. Çünkü kangren olmuş yapılar alınmışlardır. Hastalıklı durumlar açığa çıkmıştır. İrin dışarıya taşmaktadır. Yapılması gereken pansumandır. Ve siz onlarca kez de neşterde vursanız, yapılacak olan yine pansumandır. Siz yer yer neşterin yanlış vurulduğunu söyleyebilirsiniz. Kaldı ki Karayılan yoldaş bunlara da değinmektedir. Yanlışa yanlış diyor. Ama unutulmaması gereken olgunun kendisi; bu hastalıklı duruma, kangrenli yapıya TC’nin ve onun inkârcı ve imhacı zihniyetinin yol açtığıdır. Kürtlerin yaptıkları sadece ve sadece hastalığı aşma girişimleridir. Bu girişimde çıkan eksikleri siz yetmezlik olarak ele alabilirsiniz, ancak bir hastalıklı yapının oluşmasını çok bilinçlice geliştirmek bir eksiklik ve yetmezlik değildir. Böyle durumlara insanlık suç diyor. Ve eğer bu suçlar bir topluma dönük sistematik olarak yapılıyorsa, burada soykırımdan söz ediliyor. Yani insanlık suçundan…
İnsanlık suçundan vazgeçerek, karşılıklı yaraları sarmaya var mısınız?
ŞEHİT KASIM ENGİN
YORUM GÖNDER