SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA I CİLT (79.BÖLÜM)
a- Hıristiyanlığın reformasyonu, kilisenin millileşmesini ve demokratikleşmesini ifade eder. M.S 1500’lerde başarılı olmaya başlayan bu süreç, çağdaş demokratik hukuk devletiyle sonuçlanmıştır. Reformasyonun yeni sosyal sınıf olarak burjuvaziye dayanmasının, tarihte de örneği çok görülen ileriye yönelik bir ideolojik dönüşüm olduğu açıktır. Bu, Avrupa’da feodal ortaçağ uygarlığını sona erdiren en temel adımlardan biridir.
b- Bilimsel laik çıkış, kiliseyle tüm bağını koparan bilimsel düşünüş yolunu temsil eder. Bilime dayanan birey, hiçbir ilaha başvurmadan, kendi kaderini özgücüyle çizmeye çalışacaktır. Aslında giderek yeni bir din olmaya çalışılmakta, dolayısıyla bağrında birçok tehlikeyi barındıran bilimci din diyebileceğimiz bir yol çizilmektedir. Çağımızı en çok şekillendiren bir akım da bu olacaktır. Bu iki yoldan gelişecek ulusal dil, kültür ve edebiyatla, ulusallık ve bilimsellik tarzıyla birey şahlanacaktır. Aşırı tanrısallaşan toplum, bu sefer tersinden aşırı tanrısızlaşan ve kendini tanrılaştıran bireyle başka bir tehlike kaynağına yol açacak veya tehlikenin içine düşecektir. Yenilmiş görkemli kilise bu gelişmeleri öfkeyle karşılayacak, ama kendini de çağdaş gelişmelere uyarlayarak, çok büyük değer arz eden geçmiş aziz ve azizelerinin anılarına bağlı olmayı sürdürecektir. Vicdansızlaşan toplumun daha dürüst vicdanı olma konusunda çabalarını yenileyerek sürdürecektir. İslam toplumu klasik bilimine Abbasi İmparatorluğu döneminde kavusmuştur. İslamiyet’in Sünni yorumuna dayanan bu biçim, devletleşen ve resmileşen toplumdur. İslamiyet ideolojik özüne uygun olarak, hızla monarşiye kayacaktır.
Hz. Muhammed’in Allah kavramının doğal sonucu, kudretli bir sultanlıktır. Genelde tüm sınıflı toplum ideolojileri, özünde oluşturdukları tanrı kavramıyla politik otoritenin sahnesini hazırlamaktadır. Tarihte en büyük çarpıtma, tanrıların maskesiyle yapılmaktadır. Tüm tanrılaştırma faaliyetleri ve zihni yoğunlaşmaları, sanıldığı gibi yüce hakikati bulmayı amaçlamamaktadır. Buna inanılsa ve farkında olunmasa da, gelişen sınıflı toplum için yönetim esasları hazırlanmakta, otoritenin bir manevi gücü yaratılmaktadır. İnsanlık, güçlü bir manevi ve zihni hakimiyete dayanmadan, kaba politik otoriteyi hiçbir zaman olduğu gibi kabul etmemiştir. Çok dikkatli ambalajlanarak, maskelenerek, özellikle tanrı biçimleri esas alınarak maddi iktidarın önü açılmakta ve topluma sunulmaktadır. Sümer ve Mısır rahiplerinin en temel işleri, yükselen politik iktidarın tanrı maskelerini yaratmaktır. Mitolojilerinde bu çok açık ve çarpıcıdır. Hititler ve Grekler bunu ikinci kopya olarak Batı’ya doğru taşırırken, Hindistan Doğu’ya özgü maskelemeyi bin bir renge boyayarak sunmanın en ileri yapımcısı, sunucusudur. Köleci sistemin iktidar sanatında mitoloji yaratma, tanrı oluşturma, bununla bağlantılı tören, ritüel yapma (bayramlar, yıldönümü kutlamaları) en önemli yeri işgal eder. Rahipler sınıfının gücü, bu işi başarıyla yerine getirmelerinden kaynaklanmaktadır.
Tarihte o kadar etkili olmalarının nedeni, iktidar olgusunun gerçekleştirilmesi ve sürdürülmesindeki bu vazgeçilmez rollerinden ötürüdür. Bu asli rolleri bir tarafa bırakmak, soyut bir tanrı kutsaması, tartışması ve çatışması gerçekmiş gibi davranmak, en temel saptırmalardan biridir. Bu saptırma olmadan, hiçbir maddi iktidar, politik güç ve otorite çıplak biçimde varlığını sürdüremez. Kölece sistemin temel maskesi olan tanrı-kral inancı, ancak insanlığın çocukluk döneminin zihniyet yapısıyla mümkündür. Sınıflı toplumun üretim pratiği geliştikçe ve iktidarla sömürü arasındaki ilişki açığa çıktıkça tanrı maskeleri de yırtılmakta, yeni biçimlere ve daha örtülü maskelere ihtiyaç duyulmaktadır. Tüm bu maske yapımları, insanları kasıtlı, bilerek yanıltmak için değildir. Bu bir inanç kültürüdür. Hatta çok güçlü ve tabusal özelliklere büründükleri için, en büyük hakikat olarak zihne yüklenme gücünü de kazanmaktadır. İnsanlığın sınıflı toplumun ilk aşamalarında zihinsel olarak buna yatkın olduğunu iyi bilmek gerekir. Siyasal baskı ve sömürünün, en büyük yalanın en büyük gerçekmiş gibi sunulmasıyla yürütüldüğünü, bir sınıflı toplum kuralı olarak sürekli göz önünde bulundurmak gerekir. Feodal çağ bu çocukluk döneminin maske tanrılarıyla yürüyemez. Zaten peygamberlerin ve filozofların temel iddiası, tanrıların insan olmayacağıdır. Tanrı maskelerinin bu tür bir deşifrasyonu önemlidir. Esasta gelişen insan bilinci ve zihniyet durumunun oyunu iyice kavramasından dolayı bu böyledir.
Yeni tanrı kavramına, doğa yorumlamalarına ihtiyaç vardır. Peygamberler, insan olmayan, toplumun ve doğal kuvvetlerin genel ve birleşik bir yansıması olarak tanrı kavramını teke indirmişler ve onu göklerin ötesine, bilinmez ve görünmez bir yere taşımışlardır. Mutlak Nemrut ve Firavun yönetim tarzının aşılmasına eşlik ettiği tarihsel bir durum söz konusudur. İnsanlık, insan-tanrı, tanrı-kral belasından bir adım uzaklaşmaya çalışmaktadır. Çok korkulan bir varlık karşısında sergilenen gözyaşı, sevgi, ibadet gösterileri, ağırlıklı olarak beladan kurtulmayı amaçlamaktadır. Neolitik dönemde ise, sömürü olmadığından ötürü bu olgular daha çok şükran ifadesi olarak rol oynamaktadır. Filozoflar ise, tanrıyı ya ilk neden sayarak, ya da her zerrede varolduğuna ilişkin bir yaklaşımla doğanın uzantısı haline getirerek, insan düşüncesini bir adım daha ilerletmekte, insanı tanrı korkusundan (yöneten ve sömüren otoriteden) kurtarmaktadır. Bu iki durumda da sınıflı toplumun gelişmesi, zihniyet durumunun çocukluk aşamasından kurtulması rol oynamaktadır. Yeni tanrı, din, felsefe kavramlarına ihtiyaç duyulmaktadır. Tarihsel gelenek bu biçimde gelişerek sürmektedir. Hz. Muhammed’in Allah kavramlaştırması bu tarihsel süreci kapsamak durumundadır. Hem Sümer ve Mısır mitolojik tanrı kavramlarını, hem de Grek ve Romen felsefe kavramlarını içermeyen bir tanrı tanımlaması, feodal toplumun hizmetine koşulamayacaktır. O, bunun derin bilinciyle büyük bir ideolojik zorlanmayı yaşamakta, bayılmakta, kan ter içinde kaldığı bilinmektedir. Feodal toplum ileri düzeyde bir evrenselleşme ve derinleşmeyi yaşayacaktır. İdeolojik kimliği buna denk gelmelidir.
Özellikle tanrı kavramı inandırıcı, yetkin, her tarafta hazır ve nazır olmalı, insana şahdamarından daha yakın olmalıdır. Böylece olası feodal otoritenin, saltanat ve sultanlığın manevi yolu açılmaktadır. Fikri, ideolojik doğuş yapılmaktadır. Sınıf yönetme sanatının bir inceliği olarak, bir yansıma olan tanrıya en büyük güç denirken, feodal otoriteye ise Zil-ul-Allah (Allah’ın gölgesi) denilerek, bir tersyüz etme durumu yaşanmaktadır. Gerçek olan sultanlık ise, yansıması da tanrı olmaktadır. Toplumsal kimlik böyle dengelenirken, yüzyıllarca yapılan tanrı tartışmalarının ne kadar demagojik bir sonuca yol açtığı, bu bilimsel yaklaşım karşısında daha iyi anlaşılmaktadır. Burada kastımız Allah kavramını küçümsemek değildir, tersine gerçek anlamını vermektir. Kavramlar bir toplumsal varlık olarak birer gerçektirler ve en azından ekonomi kadar etkiye sahiptirler. Hz. Muhammed’in Allah kavramını geliştirmesi basite alınamaz. Kaba materyalistlerin bu yönlü hataları, en azından idealistlerin yaptıkları kadar olumsuzdur. Materyalistlerin tanrı inkarıyla idealistlerin mutlak hakikatmiş gibi iddiaları aynı kapıya çıkmakta ve doğru bir sosyolojik yaklaşımla toplumsal varlık içindeki gerçek anlamını saptırmaktadır. Feodal toplumun ideolojik yaratımı, pratik yaratımından daha zor ve ustalık isteyen bir iştir. Bu, bir çocuğu sağlıklı doğurmakla, onun normal büyümesi arasındaki fark gibidir.
Bunun Grek toplumundaki insana yakın, ona benzeyen, fazla yaratıcı olmayan, daha çok kabile federasyonu olmasına denk gelen maskelemesi, daha sonraki devletleşme ve Athena demokrasisi üzerinde etkili olmuştur. Tek tanrılı dinlerde ise, çok güçlendirilmiş insandan farklı Allah kavramı, otoriter topluma ve hanedanlık saltanatına yol açmıştır. İdeolojik kimlik genelde toplumsal biçimlenişte, özelde politik iktidarın oluşumunda ve yapısında temel bir rol oynamaktadır. Bu da “İslam toplumunda neden demokrasi ve cumhuriyet gelişmiyor?” sorusuna önemli bir cevap teşkil etmektedir. Mevcut ideolojik yapı altında şekillenen İslam toplumunun bu kimlik aşılmadan, yani tutarlı bir laikleşme yaşanmadan kolayca demokratikleşemeyeceği anlamına gelmektedir. Gerçek bir laiklik, tarih boyunca güçlendirilmiş ve zerresine kadar topluma sızdırılmış geleneksel ideolojik kimlik çözümlenip aşılarak gerçekleşeceği gibi, laik cumhuriyet ile demokratik toplumun ve siyasetin gerçekleşmesi de buna bağlı olacaktır. Buna rağmen Hz. Muhammed’in Allah kavramının başlangıçtaki rolü ilericidir; yaratıcı ve akışkandır, muazzam güçlendirici ve eyleme geçiricidir. Zihni açıdan da bir yücelmedir. Tarihi rolünü başarıyla oynamıştır. Fakat olgunluk aşamasına gelindiğinde, çoklu kültürel yapılar bu kavramı zorlayacaktır. Mahalli etnik gruplar ve kavimler kendi kültürlerindeki tanrı kavramlarını Allah’la perdeleyip sürdüreceklerdir.
Allah’a karşı tam bir kandırılma dönemine girilmiştir. Her grubun kendi seviye ve çıkarlarına göre bir Allah kavramı vardır. Resmi Sünnilik yanında, gayri resmi Batıni, mistik İslami gruplar çığ gibi yayılmaktadır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER