İNTİKAM ZAMANI-2.BÖLÜM
Bu sefer noktaya dönme pekte zor olmadı. Nede olsa yöntemini biliyorduk, katırların kuyruğundan tutarak noktanın yolunu tutarken arada bir katırların ansızın atacakları tekmelere de hazırdık. Noktaya vardığımızda sırılsıklam olmuş elbiseler bedenimize yapışıp kalmıştı, olduğundan daha ağır ve bir o kadarda sertleşmişti. Askeri elbiseler kalın kumaştan yapıldığı için ağırdı. Üstelik ıslanmıştı. Bedenimiz bu ağırlığa fazla tahammül edecek gibi değildi, herkes silahını bir kenara bırakıp üstündeki yeleği çıkardı. Elbiseleri kurutmak zorundaydık, çünkü değiştirebileceğimiz ikinci bir elbisemiz yoktu.
Yorgunluktan her yerim tutulmuştu. Yükleri indirdikten sonra hemen dün geceden kalma sönmüş ateşin etrafında toplanmaya başladık. Ateşten geriye sadece küllerin arasında ufacık korlar kalmıştı. Bir odun parçasıyla toz kalkmasın diye yavaştan karıştırıyordum. Yol yürüdüğümüzden dolayı o esnada soğuk havayı hissetmiyor. Terlemiş bedenlerle yorgun bir halde ateşin etrafında oturmaya başladık, zaman geçtikçe soğuk hava bedenimize hükmediyor, ıslak bedenimiz soğuktan titremeye başlıyordu, soğuk dayanılacak gibi değildi. Biraz ısınmak için birbirimize sokularak kefiyelerimizi başımızın üstüne atarak, yağmurluğu da başımızın üstüne atıp ısıyı içerde tutarak ısınmaya çalışıyorduk. Hafiften ısınmaya başladıkça ıslanmış elbiselerimizden buharlar kalkmaya başlamış, ağır bir uyku bütün bedenimize hükmediyordu. Gözlerimiz kapandıkça ateşin üstüne düşecek gibi oluyorduk, düşmemek için kendimizi zor tutuyor, deyim yerinde ise tavuk uykusuyla uyuyarak sabahın ilk ışıklarıyla yakılacak ateşin etrafında, kuruma hayaliyle yarı uykulu bir vaziyete sabahladık.
Sabah hava açılır açılmaz, gözcülerimiz telsizden anons yaparak düşmanın Maroki tepesinde Bilican boğazına doğru ilerlediğini, Ertuş karakolundan da Kinyanış alanına doğru bir koldan ilerlemek istediğini duyurdu. Bu haber bütün bölüğü intişara geçirmiş vakit kaybetmeden, herkes çantasını sırtlayıp çatışma bölgelerine gitmeye hazır hale gelmişti.
Bir grup arkadaş katırları ve erzak malzemelerini güvenli bir bölgeye taşımak için yola çıkmıştı. Bir grup Bilican boğazını tutmak için ve Maroki tepesinden Erbiş vadisine doğru inen tepecikleri tutmak içinde bir tim arkadaş görevlendirildi. Bir saat geçmeden, her iki yerde çatışmalar başlamış kurşunlar havada uçuşuyordu. Bilican boğazından geçmeye çalışan düşman gücü pusuya düşürülüp darbelenmişti, oradan ilerlemeye çalışan düşman gücü durdurulmuştu.
Vadiye inen tepeciklerde de çatışma yoğunlaşmış, çok geçmeden Alişer arkadaşın yaralandığı, Munzur arkadaşın da şahadet haberi gelmişti. Kobra helikopterleri aralıksız alanı bombalıyor düşmanın önünü açmaya çalışıyorlardı. Üst üste roket sesleri, aralıksız BKC silahının sesi geliyordu. Bizde noktada hareket için emir bekliyorduk. Bölüğün konumlanması olası bir çatışma için müsait değildi, daracık bir vadinin içinde etrafı sıra dağlarla kaplıydı, orayı birkaç günlüğüne kullanacaktık. Tedbir amaçlı hemen üzerindeki şehit Colemerg tepesi tutulmuştu.
Bu tepe daha önce bir çatışmada hayatını burada kaybeden Colemerg arkadaşın adını almıştı. Kendisi de Colemerg’liydi, adını yaşadığı şehirden almıştı. Her yerin denetiminde olan noktayı bırakıp, bir kademe geri çekilerek şehit Colemerg tepesine mevzilenmek için yola koyulmuşlardı. Bir gurup arkadaşla beraber olası yaralı arkadaşları daha emniyetli bir yere taşımak için noktada bekliyorduk. Çok geçmeden karnından yaralanmış Alişer arkadaşı ağaçtan yapma bir sedye üzerinde noktaya doğru getirdiler. Operasyonu koordine eden Renas arkadaş hemen onu buradan çıkarın acele edin diyordu. Düşman nerdeyse buraya varacak acele edin diye bağırıyordu. Ben, Reşit, Dıjwar ve Sait arkadaşla beraber vakit geçirmeden sedyeyi omuzlayarak önümüzdeki ilk yükseltiye vurduk. Alişer arkadaş sıska ve zayıf olduğundan hafifti, fakat tepenin dimdik oluşundan ıslanmış yoldan yürümekte bir hayli zorlanıyorduk, bir adım ileri iki adım geriye gidip bazen de düşmemek için patikanın kenarında yeşeren meşe çalılıklarına tutunuyor, öylece yolumuza devam ediyorduk. Arada bir durarak yerlerimizi değiştiriyorduk. Omuzlarım ağrıyor nerdeyse kopacak gibiydi. Kobra helikopterlerinin rasgele atışlarından korunmak içinde mümkün olduğunca kaya diplerinden ilerlerken, tepeye vardığımızda kan ter içinde kalmıştık. İlk molamızı orada verdik.
Hepimiz yere yığılmış nefes nefese kalmış derin nefes alıyor, öksürükten boğulacak gibi oluyordu. Üzerimdeki yeleğim halen kurumamıştı, dün gece sabah kuruturum diye düşünüyordum. Gözlerim uykusuzluktan kapanıyordu. Dün geceden kalma uykusuzluk beni güçten düşürüyor, biraz olsun dinlenmek istiyordum, ama bu durumda dinlenmeye fırsatımın olmayacağını da çok iyi biliyordum. Alişer arkadaş kısık inlemelerle içmek için su, su diyordu. Allah rızası için bir damla su verin damağım kurudu, bir yudum su verin, siz ne biçim arkadaşsınız, insan arkadaşına birazcık su vermez mi diye serzenişte bulunuyordu. Yarası ağır çok kan kaybetmişti hiçbir koşul altında ona su veremezdik. Bu tür durumlarda su kanı sulandırır ve daha çok kan kaybına neden olabilirdi. Hata şahadetine yol açabileceğini bildiğimizden su veremezdik.
Su yok bizde olsa vermez miyiz güzel yoldaşımıza, vallahi de yok, billahi de yok diyordu Reşit arkadaş. Bak bizde senin gibiyiz noktaya varalım istediğin kadar su içebilirsin, bak nokta hemen şuracıkta azıcık sabret dişini sık. Niye yalan söylüyorsunuz bak suyun kokusunu alıyorum bana vermiyorsunuz, zaten yol boyu anamı ağlatınız bu sedyenin üstünde, şimdide su vermiyorsunuz. Kaç dakika kaldı daha noktaya diye soruyordu, sonra derinden bir ah çekerek karnım çok ağrıyor. Az kaldı sabret dedim, biraz duraksayarak Munzur ne oldu geldi mi, o iyimi, ama biz birkaç kişiyi indirdik, biri çıktı karşıma hayvan gibiydi, şarjörde kurşunum bitti, işte o beni vurdu, bitmeseydi onu da öldürürdüm diyordu sessizce.
Sen hiç canını sıkma, Munzur arkadaş sağ salim, ona hiç bir şey olmadı arkadaşların yanındadır, oda noktaya geliyor. Sen kendini yorma olur mu dedim, kısık bir sesle tamam dedi. Ama noktaya varırsak bana su vereceksiniz değil mi dedi, evet söz veriyorum vereceğim dedim. Bari su vermiyorsunuz bir sigara verinde kendime geleyim. Ama biraz kalın olsun, ince sarma tamamı. Dıjwar arkadaşa sen sarma cimrisin, kesin ince sararsın tütünün bitmesin diye. Dıjwar arkadaş, yok ben saracağım istediğin gibi kalın saracağım dedi. Tütün tabakasını çıkardı inceden bir sigara sararak yakıp Alişer arkadaşın her iki dudağının arasına yerleştirdi ve muhtar çakmağıyla sigarasını yaktı. Bir iki yudum çektikten sonra, yeter artık sigara içmen sana iyi değil deyip ağzından çıkardı. Zaten sen ince sarmıştın cimrisin sen dedi. Tamam noktaya vardığımızda bol bol su ve sigara veririz dedi.
Tekrar sedyeyi omuzlayarak, Petrut boğazında bulunan arkadaşların yanına gitmek için yola koyulduk, yol çokta engebeli değildi rahat bir şekilde arkadaşların yanına varabildik. Biz oraya varmadan arkadaşlar aceleyle doktor istemişlerdi, varır varmaz doktor Rumet arkadaş hemen orada ilk müdahaleyi yaptı. Karnının sol yanından boşluktan delip geçmişti. Allahtan hiç bir organı zarar görmemiş, çok kısa bir zamanda kendine gelebileceğini söyledi. Biraz fazla kan kaybetmiş, Allahtan yolda su vermediniz, yoksa durumu daha ağır olabilirdi dedi. Bir ağacın dalına serum bağlayıp Alişer arkadaşın koluna taktı. Yarasını iyicene temizledikten sonra uyuşturmadan birkaç dikiş atmaya çalıştı. Alişer arkadaş bağırmamak için dişini sıkıyor yerde kıvranıyordu. Alnında soğuk terler akmaya başlamış yeter diyordu, ellerimi ellerinin içine alarak sıkıyordu. Az kaldı bak bitiyor biraz daha sık dişini yediğin kurşunun yanında bu ne ki, sinek ısırığı bile sayılmaz diyordu doktor. Doktorun yüzünde hafif bir tebessüm şefkatli bakışlarla Alişer arkadaşı süzüyordu, sen nasıl bu kurşunu yedin ya, kurşundan daha hızlıydın sen, neyse Allahtan önemli bir şeyin yok diyerek moral vermeye çalışıyordu.
DENİZ ÖZGÜR
pajk.org
YORUM GÖNDER