TOPRAK ANA VE GERİLLA
‘Devlet baba’, ‘Devletimize zeval gelmesin’, ‘Allah devletimizi başımızdan eksik etmesin’… devletle ilgili daha birçok deyim, söz sıralayabiliriz. Söz konusu faşizm, işgal, talan olunca çok daha sık duymaya başlıyoruz. Çünkü bu sözlerin sihirli “zehirli demek daha yerinde olur” bir etkisi var. Bu sözler dile dökülünce her şey bir anda meşrulaşmaya başlar. Türk faşizminin meşrulaştığı yerde elbette ahlak, vicdan, ilke hatta devletin kendi ahlakı olan hukuk dahi meşruiyetini kaybetmeye başlar. Seçimlere adım adım yaklaşırken sözde kutuplaşmış tüm ittifaklar, siyasi partiler vs. nasıl da söz konusu Kürtler, Kürdistan olunca birleşiyorlar. Herkes tek dille, tek bayrak altında tek millet olarak nasıl da ‘tek devleti’ korumak adına bir savaşı, talanı, işgali daha desteklediklerini belirtiyorlar, hatta adeta yarışa giriyorlar. Devleti savunan, devleti korumayı namus olarak gören bir zihniyetten ne beklenebilirdi ki başka? Tüm ahlak dışılıkların, kadının düşürülüşünün, tecavüz zihniyetinin, iktidarın, hükümranlığın, aldatmanın başlangıç tarihi devletin kendisi değil midir? Rêber Apo: ulus devleti kapitalist-faşist rejimlerin öncüsü olarak değerlendiriyor. Gerçekten de bugün tüm faşist rejimlerin tutunduğu, tapındığı olguya bakalım, ulus devlet! O kadar iç içe ve o kadar birbirini besleyen iki olgu ki ne ulus devlet faşist bir yönetim olmadan ayakta durabilir, ne de faşizm ulus devletle kendini sistemleştirmeden ömrünü uzatabilir. Bu yüzden de göbekten bağlı bu zihniyet-olgu ikilisi kendini en iyi savaşlarla gösterebiliyor. Nitekim Kürdistan’daki bitmek bilmeyen talan siyaseti bunun ürünü ve sonucudur. Ulus-devletinin temelleri çatırdamaya başladığından beri etekleri tutuşan faşist Türk devleti Kürdistan topraklarını, çocuklarını, doğasını özellikle son iki yılda her türlü bombardımana tabi tutuyor. Başta da belirttiğimiz gibi ahlakın meşruluğunu kaybettiği yerde başlayan devletin zihniyeti elbette savaş ahlakını tanımayarak tüm yasaklı silahlar, taktik nükleer denilen ama aslında mini atom bombası olan bombalar, kimyasal gazlarla gerillayı, Kürt halkını boğmaya, imha etmeye çalışıyor. Evet, savaş kurallarına dayanarak, göğüs göğüse savaştıracak tek bir “Mehmetçik” bulamadığı için paralı çete satın alıyor, doğru. Bu da yetmediği için insanlık karşıtı tüm tekniğiyle saldırıyor, doğru. Fakat kullandığı bu zehirli gazlarla, atom bombalarıyla Kürdistan doğasını da zehirleyerek aslında bir bütün soykırımı yaşatmaya çalışıyor. Halepçe ne çok uzağımızda ne de çok uzak zamanlarda yaşandı. Saddam’ın kullandığı kimyasalların Bakurê Kurdistan’da dahi yarattığı korkuyu hatırlayalım. Bugün hala 40 yıl önce kullanılan kimyasal gazların etkisini görmek mümkün. Sakat kalan çocuklar, anneler, gençler; bozulan, hasar gören, mutasyona uğrayan genler, rengi, kokusu dahi değişen, verimsizleşen topraklar… Kısaca bugün Zap, Metina, Avaşin’de yaşanan savaşı sadece gerillayı yok etme savaşı gibi görmek hem Türk faşizminin tarihini unutmak hem de kendi geleceğimizi kendi ellerimizle teslim etmek, doğasız, sağlıksız, kültürsüz ve en önemlisi savunmasız bir geleceğe boyun eğmek demektir.
Kürt halkı yüzyıllardır toprak mücadelesi veriyor. Toprakla arasındaki bağ ana-çocuk ilişkisidir. Şayet karşılıklı şefkat, merhamet duyguları; koruma, barınma, besleme güdüleri olmasaydı Kürtler bunca bastırılmış isyan, soykırım, asimilasyon, katliam politikalarına rağmen bugün hala hebûn (varlık) ve xwebûn (kendi olma) savaşını yürütemezdi. Kürdıstan’i her genç Kürdistan toprağıyla xwebûn’dur. Kendi olması, var olması kendi kökleri üzerinde yaşamasıyla mümkündür. Dolayısıyla her varlık mücadelesi bir xwebûn olma mücadelesi olmaktadır.
Yapay “devlet babalara” karşı onların “toprak anaları” var. Daha ana rahmine düştüğü ilk anda doğayla, coğrafyayla kaynaşmaya başlar. Fiziki bir yaşamdan çok daha ötesinde bir bağlılık ve birlikteliktir. Birçok gerilla soykırım-imha politikalarına maruz kalmış, köyünü yurdunu bırakıp metropollere gitmek zorunda kalmış ailelerin çocukları olarak katılıyor gerilla saflarına. Belki bir kısmı katıldığı ana kadar dahi hiç Kürdistan’ı görmemiş, havasını solumamıştır. Ama yaşanan savaşın yansımalarında da görüyoruz ki gerillanın toprağına bağlılığı tarihi-toplumsal köklere dayanmaktadır. Tarihi-toplumsal bilinci olmayanlar varlık mücadelesini de tarihi düzeyde veremezler. Belki de ondandır ki özgürlük gerillaları tarihsel bir direniş sergilemekte, fedaice savaşmakta, düşmanın üzerine korkusuzca gitmektedir.
En son 26 Kasım’da Gire Hakkari’de Şehit Savaş Maraş Cenga Xabûr Devrimci Hamlesinde gerillanın gerçekleştirdiği devrimci operasyon görüntülerini hepimiz izledik. Eksi sıfırın altında, karın üstünde, göz gözü görmeyen sis bulutları içinde çantalarında kendi bedenlerinden ağır cephanelerle, omuzlarındaki ağır silahlarla nasıl da korkusuzca işgalci düşman güçlerinin üstüne gidiyorlardı. Kadın gerillanın soğukkanlılığı eminim ki hepimizin dikkatini çekmiştir. Hepimiz o an ‘gerçekten hiç korkmuyor mu?’ diye içten içe merak etmişizdir. Ama tereddüt etmeden mevzilerin içine kadar girmesi, düşmanın silahlarıyla düşmana vurma isteği, geri dönme durumu varken sonuna kadar savaşma çabası bu savaşın nasıl bir boyut kazandığını ve gerilla hakikatini gözler önüne seriyor. Mersin’de fedai eylem gerçekleştiren Sara ve Ruken yoldaşların ruhu bir kez daha özgür Kürdistan dağlarında şahlandı. Bu ruhu her Kürdistanlı kadın ve Kürdistanlı gençte görmek, yaratmak ve açığa çıkarmak hepimizin görevidir. Dağlar boyun eğmez hiçbir işgalciye, tecavüzcüye. Fakat bu dağların kollarında büyüyen, bu dağların ruhunu yaşayan, her bir karışını arşınlayan, her bir parçasına minnet duyan gerillalar asla ama asla boyun eğmez, eğmeyecektir. Bu görüntülere sadece bir savaş görüntüsü gibi bakmamak lazım. Bunlar yaşanılan direniş tarihinin, tarihi bir kesiti; kaydı tutulan hakikatin kendisi, aydınlık tarafı. Bu görüntülerle eş zamanlı faşist Türk devletinin paylaştığı mizansen de aslında hakikatin diğer yüzü yani karanlık yüzü olmaktadır. Savaşı aldatmacalarla yürütmeye çalışan, enerjisini masa başında hazırlanan senaryoların canlandırmasıyla geçiren ve askerlerini er meydanına değil de tiyatro sahnesine gönderen faşist devletin savaş bakanının sadece bir hafta önce sınırda verdiği mesaja kulak verelim. “Askerlerimiz, bu dağların erleri; kar, kış, yağmur, demeden en zorlu arazilerde teröre göz açtırmayacak.” Ama son izlediğimiz özgürlük gerillasının çektiği görüntüler bu sözlerin hiçbir zaman karşılık bulmayacağının kanıtı gibi olmuştur. Siz ne dersiniz?
SARYA KERBORAN
pajk.org
YORUM GÖNDER