ÖNDERLİK GERÇEĞİ-55.BÖLÜM
Biz başkalarının duygularını hissetmek istiyoruz, değil mi? Che’nin harika bir sözü var. Bir tanım yapar. Ne der? “Dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir insanın suratında haksız yere patlayan bir tokatın acısını kendi yanağında hissetmek.” Manda derili, teneke yürekli hissetmez. Önderlik bunları savunmalarında kavram olarak dile getirdi. Bencil hisseder mi? Bencil, bireyci manda derilidir. Ama gerçekten arkadaşlar kendisini insanlığa adayan, bilmenin en üst sınırında seyreden insan ise en üst düzeyde duyarlı olan, hisseden insandır. İnsanlığın neler hissettiğini bilirsin. Onların sessiz çığlıklarını bile duyabilirsin. Aslında çığlığı yoktur. Ama sen sessiz çığlığını bile bilirsin. Duyarsın, hissedersin, anlarsın. Önderlik öyleydi. Kürdistan’da çığlık yoktu. Ama Önderlik Kürdistan halkının sessiz çığlığını duydu. Herkesten önce de duydu ve bu çığlığa cevap olmak istedi. Oldu da. Zaten onun için cezalandırılmak isteniyor. Bu anlamda Önderliği izlemek çok büyük önem taşıyor. En üst düzeyde duyarlılık sergilemek gerekli. Her şeye karşı duyarlılık. İnsana özgü olan her şeye karşı duyarlılık, aynı ölçüde insana karşı olan her şeye karşı duyarlılık. O da savuşturmak anlamında bir duyarlılık. Onun saldırılarına karşı hazırlıklı olmak ve onları o saldırılardan etkilenmeyecek kadar kendini korumak anlamında, mensubu olduğu değerleri korumak anlamında bir duyarlılık sahibi olmak Önderlik gerçeği olarak, Önderlik tarzı olarak karşımıza çıkıyor.
Önderlik kuşkusuz bir felsefedir. Önderlik gerçekleşmiş bir felsefedir. Önderlik kendisini tanımladı. 96’daki değerlendirmede Önderlik gerçekleşmiş felsefedir, dedi. Yaşamı, duruşu, deneyimi ile yani her şeyi ile gerçekleşmiş bir felsefedir. Yani anlayış gücünü veriyor. Ardından pratikleşme geliyor. Pratikleşme örgütlenme ile mümkündür. O da tarzı anlatıyor. Değerli arkadaşlar tarz dendiğinde, Önderlik tarzı denildiğinde aklınıza gelecek ilk şey mutlaka örgütlenme olmalıdır. Tarz, eylemin başarısını sağlayan örgütlülüktür. Örgütlülük için ne gerekiyor? Doğru tahlil, doğru çözümleme, doğru durum değerlendirmesi, doğru planlanma, işlerin doğru düzenlenmesi, disiplin vb. bütün bu etkenlerin hepsi aslında örgütlülüğün unsurlarıdır. En genel anlamda tarz denildiğinde örgütlülük anlaşılır. Felsefe bir bakış açısıdır. Yorumlama gücüdür. Değerlendirme gücüdür. Doğrulara ulaşma gücüdür. Tarz, bu doğrulara uygun olarak dünyayı yeniden değiştirme, dönüştürme gücüdür. İnsanı değiştirme, dönüştürme gücüdür. Bu da örgütlülük içerisine giriyor. Bunun zamanlanması ise tempoya girer. Tempo, örgütlülüğün zamanlanmasıdır. Örgütlediğin çalışmanın hangi zamanda yapılacağını belirlenmesini ifade eder. Mesela Önderlik tarzından, temposundan bahsediyoruz. Bu yüzden öncelikle Önderlik felsefesi ile donanmak gerekir. Aynı şekilde Önderlik tarzı ile donanıp en üst düzeyde örgütlülük ile ortaya çıkmaktır. Bir de işi yaparken Önderlik temposunda yürümek. Önderliğin temposu ile işleri yürütmek ve başarıya götürmek bizim açımızdan son derece büyük önem taşıyor.
Bazı şeyler zordur. Bazı şeyleri taşıyamıyor. Mesela diyelim ki Önderlik bir cümle kullanıyor. Önderlikten ve Önderliğe katılımdan bahsederken bu sadece ben değilim, diyor. Benim bedenen ölü ya da diri olmam meselesi değildir. Mesele bunun daha ötesinde bir şeydir. Önderlik bedensel olarak ölümsüzlük değildir. Zaten bu açıdan baktığımızda sorun devreye giriyor. Önderliği ölümsüzleştirecek olanlar onun izleyicileridir. Düşman anlam olarak Önderliğimizi yok etmek istiyor. Başaramadı. Ama bu aynı şekilde anlam olarak yok edilemeyenin bizler olması gerekir. Anlam olarak asla yok edilemeyecek bir toplum haline gelmemiz gerekiyor. Bedensel olarak bizde saldırı altındayız, Önderlik de saldırı altındadır. Önderliği anlam olarak bitiremeyenler, Önderliği fiziksel olarak bitirmek istiyorlar. Önderliği zehirlendi. Zehirlemeyi bile çok geniş kapsamda ele almak gerekir. Önderlik bedensel olarak zehirlendi. Toplum ise düşünsel zehirleniyor, ahlaksal olarak zehirleniyor, kültürel, örgütsel, ekonomik yani her boyutta toplumsal yaşamın zehirlenmek istenmesi gibi bir çaba var. Düşman kendi zehrini toplumun her tarafına akıtıyor. Bu çabadan zerre kadar vazgeçiyor mu? Hayır. AKP’nin Kürt toplumunu tümden kazanma çabası, kendi zehrini yeniden tüm topluma empoze etmeye, ona şırınga etmeye çaba harcamasıdır. Sistem bu doğrultuda ilerliyor. Biz buna karşı da bir duruşun sahibi olarak ortaya çıkıyoruz. Zehirlenmeye karşı iki boyutu ile mücadele etmek zorundayız.
Birincisi, Önderliğin zehirlenmesine karşı yaşamın güvence altına alınması. İkincisi ise, toplumun bu tarzda zehirlenmesine karşı toplumu koruma mücadelesini verme. Bu aynı zamanda toplumun örgütlenmesi ile mümkündür. Toplumu örgütlemek önemli bir olaydır. Önderliği izleyen kişiler var. Eğer öyle kişiler olursa Önderlik der ya “bir kişi bile kalsa yeter.” Böyle insanlar yaratmak gerekli. Her bir arkadaşın kendisini buna aday olarak görmesi ile bu gerçekleşir. Rus devriminde Silverrlof diye biri var. Silverrlof diye bir şehir de var herhalde. 1918’de ölüyor. Lenin’in Silverrlof’un cenazesinde yapmış olduğu bir konuşma var. Diyor ki: “onun yaptığı herhangi bir çalışma alanında en etkili kadromuzu görevlendirsek bile, onun yaptığı iş ayarında iş ortaya çıkaramayız.” Silverrlof böyle biriydi. Önderlik için Hâkî ne ise Lenin için Silverrlof onu ifade ediyordu. Örgütleme dehasıdır. Çok yetkin ve usta biridir. Bir anda bütün şeyleri yapabiliyor. Arkadaşlar bunlar Allah vergisi değildir. Kişinin kendi kendini yaratmasıdır. Bu temelde yoğunlaşmak büyük önem taşıyor. Demokrasi nedir? Eğer siz bu sistemi yıkacağız, ele alacağız ve ondan sonra demokrasiyi kuracağız derseniz paradigmaya ters düşmüş olursunuz. Demokrasi bu koşullarda da kurulur. Bu da nedir arkadaşlar? Toplumun bu zeminde örgütlenmesidir. Ne olursa olsun inat edeceksin. Onun devletine inatla örgütleneceğim. Toplum bu temelde bilinçlendirildikten sonra gerçek anlamda devletin dışında kalma gerçekleşirdi. Ama bu yok. Devletten beklenti var. Belediyelerden beklenti bile devletten beklenti anlamına geliyor. Belediyeleri kazandık ya. Sanki herkes belediyelere girecek. Hatta herkes “bana ne kaldı” düşüncesine kapıldı. İnsanlar “bana pay kalmadı” düşüncesine kapılıyor. İnsanlar belediyeye böyle bakıyor.
Çünkü o da devletin bir parçası, çünkü devlet yeme yeridir ya. Sen de yiyorsun. Burada yeni bir yaşam kurma yok. Aslında komünal bir yaşam kurma yok. Burada kendi ayakları üzerinde durma yok. Belediyeleri bile bu amaç için kullanmaya çalışma, oraya doğru çekmeye çalışma çabası yerine; aslında zihniyet değişimi ortaya çıkmalı. Temel, gerçekten de zihniyeti değiştirmektir. Zihniyet öncelikle kadroda oluşur. PKK kadrosunda oluşur. Büyük zihniyet değişimi ise büyük bilinçtir. Büyük tarih bilincidir, büyük anlama bilincidir. Bilinç onun o gücünü yakalayabilmektir. Pratikleşme boyutu gerçekten onun ahlaki tarafını oluşturur. Önderlik ne der? “PKK gerçekliğinde ahlaki tutum insanlığın var oluş tarzına sürekli zihniyet ve özgür irade ile katılım gücünü göstermekte yatar.” Gerçek ahlaki duruş bu. Neye katılıyorsun? Toplumsallığa. Ne ile katılıyorsun. Özgür iradeni sürekli geliştirerek, zihniyetini berraklaştırarak. Anlam gücünü derinleştirerek, o anlam gücünü bağlı olarak kendini yenilmez bir irade haline getirerek katılıyorsun. Bu anlamda kendinde halkı iradeleştiriyorsun. Ahlaki durum, ahlaki duruş budur. Pratikleşme ahlaki duruş ile bağlantılıdır. Pratikleşmeyen insan ahlaklı bir varlık değildir. Denir ya arkadaşlar insan gerçekten ahlaki bir varlıktır. Her insan ahlaki bir varlıktır, ama her insan ahlaki bir varlık değildir. Ahlaki bir varlıktır. Çünkü sonuçta insan tanımını yapıyorsun, insan toplumsal bir varlıktır. Toplumsal olması onun ahlakiliğini de ortaya koyar, ama her insanı ahlaki bir varlık olarak tanımlayamayız. Ahlak, pratikleştiği ölçüde ahlak olur. Bu da ne ile mümkündür? Kesinlikle en üst düzeyde bilinçle mümkündür. Bilinç ile zihniyetle bağlantılıdır. O açıdan en yüksek sonuçlar doğuran ahlaki eylemlerin tümü en yetkin bilinç ile mümkündür.
Dolayısı ile en bilinçli insanlar aynı zamanda en ahlaki kişilerdir. Aynı zamanda pratikleşen insanlardır. İnsanın soyluluğu da zaten buradan geliyor. Mesela Önderlik bazı yoldaşlarımızı anlatırken, şehitlerimizi tanımlarken onların hareketimizin soy damarları olduğunu söyledi. Nedir soy damarı ya da soysuzluk nedir? Soyluluk ve soysuzluk kendisini nasıl ortaya koyar? Soyluluk her zaman için sistemin insanlığa dayattığı kadere karşı mücadele içinde olur. Sen o kadere, yazgıya karşı direnirsin. Onu değiştirmek istersin. Onu değiştirme çabası içerisinde acılar ile karşılaşırsın. Acıya boyun eğmediğin sürece soyluluk göstermiş olursun. Soyluluk: insanlığın yazgısını değiştirme çabasından gelen acılara dayanma, onlara katlanma gücüdür. Soysuzluk ise: Teslimiyete boyun eğmedir. Bu anlamda Önderlik çizgisi insanlık çizgisi bir direnme çizgisidir. Sapmalar doğanın özünde var. O açıdan da her olgunun doğal akışı içerisinde dışarıdan ya da içeriden o doğal akışı sekteye uğratmak isteyen olgular ortaya çıkabilir. Buna karşı her olgu direnir. Meşru savunma budur. Önderlik bunu çok güzel açıyor. Bunun kendisi bir direnmedir. Yani doğal akışına uygun olarak gelişimini sürdürme eşittir direnmedir. Yani yaşamın kendisi direnmedir. Bu anlamda direnmek eşittir yaşamaktır. Yaşamak eşittir direnmek değildir. Basit yaşayarak ben direniyorum diyemezsin. Yaşamak direnmek değildir. Direnmek yaşamaktır, yaşamak direnmek değildir. Bizim baştan beri esas aldığımız şiarda budur. Direnmek yaşamaktır şiarı.
Önderlik “meşru savunmanın bir doğa yasası olduğuna inanıyorum” dedi. Direnme zaten kaynağını buradan alıyorum. Her olgunun özündeki yasallığa uygun akışını sürdürmesine yönelik gelişen ne tür saldırılar varsa o saldırılara karşı duruş eşittir direnmedir. Kürt gerçeğinde doğal akışı bir yana bırakın. Kürdün her şeyi alt üst edilmek isteniyor. Kürde özgü olan, doğallığında var olan yasallığın, öznelliğin tümü yerle bir edinmek isteniyor. Buna karşı Kürt, en üst düzeyde direnmelidir. Bize kazandıracak olan direniştir. Önderlik son görüşme notlarında ne diyor? Sonsuz direniş çizgisini izleyeceğini söylüyor. Yani dışarıdakinin, özgür mücadele ortamındaki insanın böyle bir direniş çizgisini mutlak surette sergilemelidir. Kendine karşı da direneceksin. Kendini büyütmek için kendine de karşı direneceksin. Kendindeki yanlış eğilimlere karşı, kedindeki gücü ortaya çıkarıp, kendindeki yetkinleştirmeyi sağlama doğrultusunda bir direnme. Bu direnmenin esas olması gerekiyor. Kendini o anlamda çözüm gücü haline getirmek ve kendinde bütün insanlığı temsil etmek. Kendi çözümünü bir insanlık çözümü gibi ele almak ve o çözümü gerçek anlamda bütün insanlığa taşırmak bir Önderlik yaklaşımı olarak her militanda da somutlaşmak durumundadır. Gerçekten bu heyecan veriyor. Heyecan veriyor, coşku veriyor, yaşama anlam katıyor. Bizde anlamayı kavramaya yaklaşma var. Ama orada bile bir sürekliliği sağlayamıyoruz. O da neyden kaynaklanıyor? Bünye hala zaaflıdır. Dolayısı ile duyarlılığın sürekli en üst düzeyde tutulması gerekir ki, kesinti ortaya çıkmasın. Bu da neye bağlı arkadaşlar? Duyguların gücüne bağlı. En yüksek düzeyde duygu gücüne bağlı. Yani öfkemizin, nefretimizin, kinimizin, sevgimizin net olması; coşkumuzun, heyecanımızın dorukta olması gerekir.
Dolayısı ile bütün bunların toplamı olarak bunların doğrultu kazanmasına, derinlik kazanmasına, keskinleşmesine bağlı olarak irademizin de keskinlik kazanması demektir. Duygular ile irade arasında bir bağ var. Duygulardaki derinlik ve keskinlik sonuç olarak bunların hepsi kişiyi irade haline getirir. İrade keskinliği esas olarak bu duygu yüceliğinden doğar. Bu açıdan duygularımızı derinleştirmeliyiz, güçlendirmeliyiz, güçlendirmeliyiz. Arkadaşlar düşünebiliyor musunuz, mesela dünyayı değiştirme gücü nerede yatıyor? Senin beğenmemenden. Aynı anlama gelen senin tiksintinde yatıyor. Sen bununla dünyayı değiştiriyorsun. Duygu bu. Ama nasıl bir tiksinti. İnsanlık bir saniye bile bu sistem ile yaşamamalı. Böyle bir duygu. Bununla dünyayı değiştiriyorsun. Biz duyguların gücünü basite alıyoruz. Hayır dediğimiz budur. Reddettiğimiz nokta budur. Ret böyle başlıyor. Ret, o duyguların keskinliğinden ortaya çıkıyor. Bir şey belirteyim arkadaşlar. Önderlik şunu ifade ediyordu: “Ben zayıf insandan nefret ediyorum.” Bizde ise zayıf insana acıma duygusu var. Acıma bir insanı aşağılamadır. Önderliğin bu yaklaşımını, tarzının bu özelliğini Nietzsche’nin bir sözüne bağlayayım. Nietzsche “gerçek insan sadece düşmanını sevmek ile yetinmemeli, aynı zamanda dostuna kin duyabilmeli” demektedir. Gerçek dostluk, dostunu beğenmemek ile başlar. Eğer dostunun hizmetine gireceksen onu geliştirmek, büyütmek zorundasın. Hizmet bu değil mi? Hizmet onu büyütmektir. Büyütmek de onu beğenmemek ile başlar. Beğenmediğin şey aynı zamanda ondan nefret ettiğindir. Kin, onun eksik yanlarına duyduğun şeydir. Onun kendisine değil. Ona duyduğun sevgi onun eksikliklerine duyduğun kin ile aynı anlama gelir. Bu anlamda parti içerisinde birbirini geliştirmek Önderliğe bağlılığın ifadesi olur. Önderlik ayrım gözetti mi? Önderlik herkesi geliştirmek istedi. Gelişimin esas olarak yolunun buradan geçtiğini de biliyordu. Bir insanın eksikliğine göz yumuyordu.
Mesela burada kırk yedi kişi var değil mi? Diyelim ki Önderlik bu kırk yedi kişiye değerlendirme yapıyor. Bir karar alacak ve kırk altı arkadaş ben katılıyorum, bir arkadaşta ben katılmıyorum, demiş olsun. Önderlik “Çoğunluk katılmış, bir kişi katılmasa da olur” demiyordu. Katılmayan bir kişinin pratikte de katılım göstermeyeceğini biliyordu. Onun için arkadaşlar onu özel olarak çekip kendisi ile konuşuyordu. İkna ediyor ve onun da evet dedirtecek noktaya getiriyordu. Onun da pratiğe katılacağına inandıktan sonra işe girişiyordu. Parmak sayısı ile, çoğunluk zaten karar almış diğerleri de uyar ve pratik sağlıklı gelişir demiyordu. Azınlık çoğunluğa tabidir. Bunlar uyduruk şeylerdir. Çoğunluğun kararı geçerlidir, çoğunluk karar aldı mı azınlıkta kendisinin kararıymış gibi çoğunluğun kararı ile uygulama içine girerdi. Yalandır. Yalandır, katılmazdı. Onun için ikna etmek gerekiyor. Onun için PKK’de irade birliği, refleks birliği şarttır. Onun için devrimcilerde ruhsal birlik şarttır. Ruhsal birlik olursa sen bir şey yaparsan bir başkası başka bir şey yapmaz. Kurumlarda toplantı yapıyoruz. Ben de kurumlara gidip geliyorum, tabi. On beş günde bir toplantı yapmak zorundayım. Bir sefer bir haftada üç toplantı yaptım. Bizim okullar yönetimi, kurullar ihtiyaç listesini göndermiş. Not göndermiş. Bizim lojistik sorumlusu arkadaş “Not almıyorum” demiş. İhtiyaç günleri belli, o zaman gelirseniz ihtiyaç karşılanır diyorsun, ama o not bizim yönetimimizden geliyor. Bu yönetim yürütme komitesinden geliyor. Notu al. Ben yürütme komitesini tanımıyorum, diyor. Almıyor. Biz bunu eleştirdik. Bu arkadaş bir rapor yazsın, dedik.
Özeleştiri raporu. Demokrasi uygulayalım dedik. Bu yüzden arkadaşın rapor yazmasını kabul edenler diye sorduk. Baktık ki çoğunluk bu arkadaşın rapor yazmasından taraf değil. Çoğunluk bunu kabul etmiyordu. Başladım sizin demokrasinize, sizin bilmem neyinize dedim. Daha sonra rapor yazacaksın, dedim. Kimse arasını bozmuyor. Neden? Hani elini kaldırmamış, ona tavır almamış ya bu yüzden belki bir paket fazladan jilet alır. Ayıptır. Gerçekten böyle arkadaşlar. Bunlar bizim sorunlarımızdır. Sanki özeleştiri raporu isterken arkadaşa kötülük yapıyoruz. Halbuki yoğunlaşmasını sağlıyoruz. Hogır arkadaşı tanırsınız. Pratikte çalışan bir arkadaştır. Kendisi sakattır da. Emekçi bir arkadaştır. Küfürbazdır. Bir eliyle yapıyor, diğer eliyle yıkıyor. Öyle bir arkadaş. Kötü bir arkadaş değildir. Onun emekçiliğini yüceltmeniz gerekiyor. Tabi bozduğunu da yerin dibine koymanın lazım. Böyle olmaz.
Fakat diğer yapının yaklaşımı daha farklı. O açıdan şunu hep bilin. Eğer gerçekten duyuşlarımız ve inançlarımız ortaksa, birimiz hepimiz için isek bizim ile uyum içerisinde olmayan biri bedenimizdeki bir hücrenin hastalıklı bir hücre olarak varlığını sürdürmesidir. O hücre iyileşmek zorundadır. Bedenin tümüyle sağlıklı olabilmesi ve tüm organların işlevsel hale gelmesi o hücrenin de sağlıklı olmasına bağlı. Onun için bir arkadaşın bir sorunu varsa bütün arkadaşlar seferber olmalı. Onu sağlığına kavuşturmak için adeta herkes doktorluk görevini, hemşirelik görevini yerine getirmeli. Böyle olursa biz kazanırız. Başka türlü olmaz. Zaten komünal yaşam budur. Duyuşları ve inançları ortak olan da budur.
Önderlik yeni toplumsallığımız PKK toplumsallığının kendisidir, dedi. Böyle bir toplumsallık yaratılırsa Önderlik gerçekten de ölümsüzleşmiş olur. Önderlik ebedi olacaktır. Tüm insanlık nezlinde cisimleşecektir. Ama yolu buradan geçiyor. PKK’nin toplumsallığından geçiyor. Arkadaşlara düşende Önderliğe gerçekten doğru bir biçimde katılabilmektir.
ALİ HAYDAR KAYTAN (HEVAL FUAT)
YORUM GÖNDER