DEPREM ENKAZI ALTINDA KALAN ÖLÜ DEVLET
Türkiye gibi ülkeler asla bilgi toplumları değildir. Bilgi devriminin toplumsal dönüşümler yaratması önündeki en büyük engel örgütlü cehaletin ürettiği safsataların demokrasiye ve bilimsel bilgiye tercih edilmesidir. İnsani değerleri temel alan ve sorgulamayı teşvik eden, çağdaş toplumcu bilgi üretimine dayalı eğitimin yerini cemaat ve tarikatlar dogmalarına meşruluk kazandırmaya dönük eğitim-öğretim sistemi alıyor. Örgütlü cehaletin cinneti şiddetle kendisini sürekli yenileyerek toplumda var ediyor. Ondandır ki ahlaki ve etik kaygılara gösterilen duyarlılıkta büyük aşınmalar vardır. Bu nedenle kolektif duyarsızlık ve hissizlik virüsü çığ gibi yayılıyor topluma. Sosyal doku asosyal duyarsızlık yüzünden bozulma sinyalleri veriyor. Laşer arkadaş bir yazısında bu durumu “Yalan kurumsallaşınca yozlaşma yapısal bir nitelik kazanır. İkisinin ortak yanı ahlaksızlıktır” diyerek etkili bir tanıma kavuşturuyor.
İnsani özünü yitiren topluluklar duygu ve düşünce gücünü politikleştirip yaşamsal sorunlarına çare bulmayı akıllarından bile geçirmezler. Demokratik politik yaşamı tehdit eden katmerli sömürücü despotik sistemler çoğunlukla cinsiyetçi, milliyetçilik mitleri, işgal ve savaşlarla, abartılı tarihi idealleştirmelerle faşizme tapan yığınsal kitlelerini manipüle etme yoluna giderler. Toplum ve demokratik siyaset çoğunlukla bu yönelimler karşısında örgütsüz ve korumasızdır. Hal böyle olunca sosyal baskı oluşturmak neredeyse imkansız hale geliyor. Fakat umut doğuran yeni başlangıçlar için bu çürümüş zihniyeti ve örgütlü kötülük rejimini tüm varyantları ile birlikte çökertmek gerekiyor. Toplumu hedefleyen bu yönelime karşı örgütlü bir toplumsal motivasyon şarttır. Türkiye'de şu an ortaya çıkan toplumsal motivasyonun kaynağı depremin yarattığı empati ve dayanışma ruhudur. Artık ülkenin politik yönünü ve iklimini değiştirmek halkın güçlü bir şekilde ayağa kalkmasına kalıyor!
Büyük bir trajediye neden olan faal deprem fay hattı tam da Kürdistan‘ı TC’den ayıran sınır hattında oldu. Deprem Kuzey Kürdistan ve TC arasındaki fiili bölünmüşlüğü bir kere daha ortaya koydu. Yine ceberut devletin Kürt halkına uyguladığı bio-iktidar despot yöntemlerinin acımasızlığını gözler önüne serdi. Kürdün yaşadığı trajediye TC devletinin duyarsızlığı aslında her şeyi çok net özetliyor. Kürdistan’daki depremde ortaya çıkan beton mezarlıklardan kentlerin dehşetini bütün dünya canlı canlı yaşıyor. Kürdistan depremi yakın gelecekteki İstanbul ve Marmara depremlerinin de habercisidir. Geçmişte de deprem travması yaşamış Türkiye toplumu yaşanan Kürdistan depreminde bu sefer kendi karanlık geleceğini de dehşetle gördü ve büyük bir toplumsal refleks gösterdi. Herkes Marmara deprem vergilerinin buhar olup uçtuğunu da yeniden hatırladı. Corona virüsü sürecinde topluma bir maske dağıtma işini bile organize edemeyen beceriksizliği tekrar zihninde yaşadı. Gelecekleri hakkında karamsar olan Türkiye toplumunun büyük bir kesimi yaşanan bu trajik depremle talancı Erdoğan rejimini ilk kes ciddi bir toplumsal sorgulamaya tabi tuttu. Depremle gelen Erdoğan anlaşılan yine depremle gidecek!
Bu despot rejimin düşmanlaştırıcı ve kutuplaştırıcı algı operasyonu da- depremin yarattığı dayanışmayla büyük ölçüde boşa çıkıyor. Türkiye’deki depremde yardıma koşan Yunan kurtarma ekibi can kurtarıyor, halk da “bir gece ansızın geliriz diye tehdit edilen bunlar mı bizim düşmanımız?“ diyor. Ermenistan’dan gelen kurtarma ekipleri canını dişine takıyor, örgütlü yalanlara inanmış bir çok kişi şaşkın. Tüm dünya yardım için seferber olurken herkes birbirine, hani “dış güçler” düşmandı diyerek hayıflanıyor. Apolitik spor kitlesi bile çok ciddi bir vicdani duyarlılık sergiliyor. Nefretin öznesi haline getirilen ve soykırım konseptlerine tabi tutulan Kürt halkının tarihi acılarına sırt çevirenler, çocuklarının cenazeleri posta paketiyle analarına gönderilirken empati yapmaktan bile korkanlar depremde kendilerine bir bumerang gibi dönen bu ceberut ve köhne zihniyet karşısında şoka uğradı. Deprem Erdoğan ve insanlık dışı barbar zihniyetinin maskesini düşürdü. Bundandır ki Erdoğan ihmalin yol açtığı deprem cinayetine öfke kusan toplumu tehdit ediyor. Yüzündeki insanlık yoksunu ifade aslında her şeyi çok net olarak ortaya koyuyor.
Doğanın ekolojik dengelerini ve bilim öğretilerini hiçe sayan karanlık bir Ortaçağ zihniyeti var karşımızda. Yandaşlara peşkeş çekilen şehir rantlarının enkazı altında kalan devlet geleneği siyasal İslamcılılarla birlikte tarihe karışıyor. AKP taban mobilizasyonunu sağlayan şehir rantlarının ana kaynağı inşaat sektörüdür. AKP debir müteahhitler partisidir. Malzemeden çalan, kaçak kat çıkan, Kürdistan’a kayyumlar atayan ve imar affına sığınan bu çağdışı zihniyet yaşanan kitlesel cinayetlerin asıl sebebidir. Şehirleri Moğollar gibi yağmalayan bu beton ve inşaat hırsı ülkeyi yıkık molozlardan kitlesel mezarlıklara dönüştürdü. Erdoğan rejiminin miğfer ve süngüsü tarikatlar organizasyonları, diyanete bağlı camileri, imamları ve mafyatik talancılardan oluşan mahşer cellatlarıdır. Gavs dedikleri Adıyaman menzil tarikatı aslında AKP’nin Kürdistan‘daki örgütlenme modelinin prototipidir. Yaşanan deprem bu örgütlenme modeline dayalı tarikatların da maskesini düşürdü. Uçaklar, yatlar, katlar, lüks araçlar filosu yoksul halkın sırtında çoğalırken depremde halka katkıları ne oldu?
Her sıkıştığı dönemde Kürdistan'da OHAL’e sarılan Erdoğan rejimi toplumsal uyanış ve bunun yarattığı direk kitlesel temasın yaratacağı tepkiden korkuyor. Sosyal medyaya getirilen sansür, toplumun ortak sorgulama duygusunun yaratacağı sonuçları gizleme amaçlıdır. Yaratmak istediği gündem tahakkümüne karşı depremle birlikte halkın görsel hafızası direnerek kendi asıl gündemini oluşturuyor. Sosyal medya yasağına işte bu gündem tahakkümünü yeniden dikte etmek için başvuruyor. Depremin yarattığı yıkıma yeniden bir toplumsal yalıtım uygulanmak isteniyor. Enkaz altında can çekişen depremzedelere yardım yerine salah okuyan bu zalim zihniyet miadını çoktan doldurmuştur. Kutuplaşma yerine ortaya çıkan dayanışma ve empati ruhu aslında deprem enkazında ölü ve çürümüş devletin salasını okuyor. Devletin kurumları, yasaları, meşruluğu varlığı aslında bu deprem enkazında son buluyor. Bu örgütlü kötülük rejimi bundan dolayıdır ki insani doğal etkileşimlerden ölesiye korkuyor.
2023 planlarının önemli bir parçası olan seçimin can alıcı hamlesi olarak Rojava‘yı işgale hazırlanan Erdoğan’ı deprem gafil avladı. Yine de depremde artan toplumsal öfkeyi Rojava’ya savaş açarak gidermeyi istemekten asla vazgeçmeyecektir. Bölgesel savaşlardaki rolü belli olan Erdoğan’ın gerçek yüzünü bu depremle tüm dünyaya göstermiş oldu. Libya, Suriye ve Irak savaşlarının yarattığı yıkımın inşaat sektör talan rantına saldıranlar cesaret bulursa yeniden Kürdistan‘ı vuran depremin yarattığı yıkımın inşaat ihaleleri için yandaşlara göz kırpacaklar. Bu depremde de gördük; seçimler öncesi savaştan kaçan Suriyeli göçmenler üzerinden bir nefret operasyonunu derin devlet alttan alta örgütlüyor. Derin devletin deprem bölgesine Efrin’den getirdiği ve sahaya sürdüğü talancı çeteler, çöken devlet otoritesini yeniden tesis etmek için derin devletin “devletin zorunlu bir ihtiyaç olduğu” tezinin araçlarıdırlar!
Fakat nafile, aslında bu deprem saray saltanatını enkaza çevirmiştir. Erdoğan rejimini destekleyip oy veren herkes bu enkazdan sorumludurlar. Yine Erdoğan rejimiyle her kim ki iş tutmuşsa onlar da bu enkazın altında kalmıştır. Beton yığınlarında can veren insanlar değil aslında devletin ta kendisidir. Bununla birlikte Ortadoğu’da kurgulanan ihvancı siyasi islamcı proje de AKP ile birlikte çökmüştür! Toplumsal vicdan terazisinin altında kalan Erdoğan rejimi sallanıyor. Toplumsal muhalefetin dipten gelen öfke dalgası depremden sonra bir zirve yaşıyor. Erdoğan rejimi şimdiye kadar güncelde yaşanan reel gerçeklik ile oynayarak, onu çarpıtarak yine toplumsal tepkiyi yanlış yerlere yönlendiriyordu ve yalan siyasetinin gücünden yararlanıyordu. Zira yalan ve talan ekonomisi reel gerçekliliğe ve hakikate karşı toplumsal duyarsızlıklar geliştirerek işliyordu. Cehaletin yıkıcı gücünden medet umuyordu ve toplumsal ortak zihninin dengesini bozuyordu. Şimdi faşizmin baskıladığı o zihinsel enerjinin özgürleşmesi duyarlılık yarattı ve topluma can verdi. Ha gayret! Cesaret bulaşıcıdır! Muhalefet de artık halktan cesaret alsın. Toplumun depremden önce ve depremden sonra diye bir demokratik zihniyet aydınlaması yaşama şansı var. Türkiye'de yaşayan halklar için adil ve eşitlikçi yeni bir başlangıç yapma fırsatı doğmuştur. Sosyal değişime yön vermek için herkes elini taşın altına koymalıdır. Deprem AKP/MHP faşizan rejiminin yarattığı şiddet iklimini sekteye uğrattı. Her şeyden önce AKP/ MHP otokrat rejiminin toplumda yarattığı politik kutuplaşma ve sosyal tıkanmayı toplumsal dayanışma ve empati ruhuyla ortadan kaldırmak gerekiyor.
Toplum olarak sosyoloji ve sosyal psikoloji bilimlerinin klasik çözüm yöntemlerini kat be kat aşan ve kendisini yeniden üreten yeni ve çetrefilli sorunlar yumağı ile karşı karşıyayız. Peki olgusal gerçekliği bile tehdit eden, toplumsal zihin üzerinde yaratılmış bu ablukayı nasıl kıracağız? En basitinden bu son depremin zeminini oluşturduğu kitlesel uyanışı ve insani etkileşimi örgütlü bir sokak gücü haline nasıl getirebiliriz? Toplumsal muhalefet seçim kampanyalarını hangi yaratıcı stratejiler üzerine kuracak ve topluma somut olarak neler önerecek? Depremin tüm muhalefete yüklediği sorumluluk olan tabanda çoklukta birliğe dayalı uzlaşı ve güven için yol haritası ne olacak?
Bu ceberut çürümüş devletin yarattığı insanlık dramından kurtulmak için Sayın Öcalan’ın ısrarla önerdiği kurtarıcı paradigmasını, demokratik ulusu, demokratik konfederalizmi, demokratik özerkliği, demokratik kültürel İslam’ı, Ademi merkezyetiçiliği ve yerel yönetim özerkliğini gündemleştirmenin tam zamanı değil mi? Mağduriyet ve güvensizlik ikileminin hüküm sürdüğü Türkiye ve Ortadoğu’da Sayın Öcalan’ın sahip olduğu bu güçlü ve çağcıl paradigma, tüm bu sorunları demokratik bir zihniyetle çözmeye aday tek alternatiftir. Yine Sayın Öcalan Ortadoğu halkları arasında demokratik dönüşümler ve barışçıl siyasi konsensüse dayalı ortaklaşma ruhunu yaratabilecek tek siyasi aktördür. Bu hayati süreçte KCK Yürütme Konseyi Eş başkanı Sayın Cemil Bayık‘ın, yaşanan deprem felaketi nedeniyle askeri eylem güçlerine yaptığı Türkiye'de, metropollerde, şehirlerde yapılan askeri eylemleri durdurun. Türk devleti saldırmadığı sürece eylem yapmayın tarihi çağrısı, stratejik bir öneme sahip olduğu kadar çok da değerlidir. Yine Türkiye halkları ve siyasi geleceği için çok büyük bir fırsattır.
KEREM ÇİFTÇİ
YORUM GÖNDER