KUANTUM FİZİĞİNİN SİYASET BİLİMİNE UYARLANMASI (4.BÖLÜM)
IV. BÖLÜM: KAOS TEORİSİ 1.) KAOSUN KEŞFİ VE FELSEFESİ: Kaosa Giriş; İnsan bilgisizliğinden dolayı merak eder. İnsanın en temel ihtiyaçlarından biri meraktır. İnsan ayrıca zayıflığından dolayı da güçlenmek, çevresine hâkim olmak, biçim vermek ister. Özellikle batı toplumlarındaki bu güçlenmeci, hâkim olucu, kullanıcı ve tüketici tutum; çevresiyle uyum içinde yaşayan pasif toplumları yutmuş ve dünyanın şu anki tablosunu ortaya çıkarmıştır. Kaos Teorisinde “kelebek etkisi” diye bilinen o meşhur söylem “Brezilya'daki bir kelebeğin kanat çırpması, Teksas’ta fırtına kopmasına sebep olabilir” der. Artık açıkça kabul ediliyor ki Çin'deki zararlı bir gaz salınımı Türkiye'deki kuraklığın sebebi olabilirken, Fransız denizi açıklarındaki nükleer bir deney, kutuplardaki buzulları ve dolayısıyla tüm dünya iklimini olumsuz etkileyebiliyor. Yeryüzü kaynakların yeterli olduğu söylense de bencil ülkelerin ulusal çıkarları yüzünden yeterli düzeyde uluslararası uzlaşma ortamı sağlanamadı. Astronomlar yakınlarda yerleşime uygun taze bir gezegenin olmadığını söylüyor. Özetle bu gezegene sıkışmış durumdayız ve dengesiz bir şekilde küreselleştiğimiz de açık. Yakın gelecekteki küresel doğa olayları hakkında karamsar görüşlere sahip. İnsanoğlu tarih boyunca hiç bu kadar kalabalık, dolayısıyla tüketici ve kirletici olmamıştı. Peki, yüksek teknolojimiz, bu güne değin edindiğimiz kütüphaneler dolusu bilgi bizi kurtarmaya yetecek mi? Filozoflar ve sanları gelecekteki olası karmaşa ortamı için “kaos” tabirini kullanıyorlar. Peki, biz kaosa hazır mıyız? Yoksa kaos her yerde vardı da biz mi yeni görmeye başladık? Bu yazıda salt kaos kavramından günümüzdeki pratik kaosun yapısına bir yolcululuk yapıp prensiplerini belirlemeye çalışacağız. 2.) MİTOLOJİDE KHAOS ( KAOS): MÖ 600'lü yıllarda antikçağ ozanı Heseidos Tanrıların yaratılışı (Theogonia) adlı eserine şöyle başlar “Doğrusu, başlangıçta Khaos (kaos) vardı, sonra da ondan Gaia (geniş göğüslü yer, doğurucu ilke) ve Eros (doğurtucu erkek ilke) doğdu. Ardından Gaia, Uranos'u (yıldızlı göğü) doğurdu, kendisine eşit ve kendisini tamamen kaplayacak biçimde, ardından dağları, sonra da Pontos'u (denizi)...” “Khasko” fiilinden türemiş. Khaos, boşluk, açıklık ve esneyen yarık anlamlarına da gelir. Sözcük genel anlamıyla günümüzde: evrenin düzenden önceki karmaşık, şekilsiz, ayrışmamış, anlaşılmayan ve kontrol edilemeyen hâli olarak anlaşılıyor. Kozmos (cosmos): düzenlemek, ayarlamak anlamına gelen “kosmeo” fiilinden türemiş. Oysa Yunanlılar için kosmosun ilk anlamı sadece düzen değil, yüksek dinsel saygınlık, onur, yücelik, devlet düzeni, süsleme anlamlarını da içerir. Günümüzde ise sözcük, bilinen ve yerleşilen dünya, yaşadığımız evren olarak da kullanılmaktadır; ancak evrenin bir kosmos olduğu ana düşüncesine Anaximandros, Anaksimenes gibi doğa filozoflarında da rastlanır. Pythagoras’a göre de evren, bir kosmostu; çünkü matematiksel bir “harmonia”sı uyumu vardı. Günümüzde “kaos”, sadece “karmaşa” anlamında kullanılmaz. Kaos Teorisine göre kaotik sistemler kendine has bir düzene sahiptir ve bazı durumlarda dış etkilere karşı kararlı bir tutum sergilediği görülür. Buna en güzel örnek: Jüpiter'in üzerindeki büyük kırmız leke görünümlü dev fırtınadır, leke kaotik-fraktal yapıdadır ve gözlem yaptığımız üç yüz seneyi aşkın bir zamandır gözlerimizin önünde kararlı yapısını korumaktadır. Kaos fikrinin antik çağdan sonra tekrar gün ışığına çıkması uzun zaman aldı. Çünkü insanoğlu doğayı doğrusal formüllerle modellemeye yeni yeni alışmıştı. Aristoteles yerini, Galileo’nun açtığı yolda ilerleyen Newton Mekaniği almıştı. Fakat bu mekaniğin de eksikleri vardı. 3.) KAOS KURAMI, KAOS TEORİSI: Kaos Teorisi, yapısal olarak bir fizik teorisi ya da matematiksel bir tümevarım değil, fiziksel gerçeklik parçalarının bir bütün olarak eğilimini açıklamaya yarayan bir yöntemdir. Bir sigara dumanının havada yaptığı şekiller tamamen düzensiz ve bağımsız rastlantıların ürünü olarak görülebilir. Ancak bir teorik fizikçi dumanın bu dinamiğinin aslında ortamdaki birçok parametre ve etken ile belirlendiği görüşündedir. Bu girdiler o kadar çoktur ve o kadar değişkendir ki incelemek ve net bir kanıya varmak imkânsızdır. Parametrelerin bu denli değişken olması aslında o parametrelerin de bir çıktı olmasından kaynaklanır. Dumanın hareketine neden olan hafif bir hava akımı aslında odanın başka yerindeki bir sıcaklık değişikliği ve basınç farkının neden olduğu bir harekettir. Ayrıca dumanın dinamiğini etkileyen girdiler birbirlerine bağlı olabilirler ki bu durumu tam anlamıyla içinden çıkılmaz hâle sokar. Sigara dumanı örneğine geri dönersek, hava akımının yalnızca sıcaklık değişiminden kaynaklandığını farz edelim (ki pratikte bu milyonlarca etkenden biridir). Sıcaklık değişimi ortamda basınç farkı yarattığından hava akımını etkiler. Ancak oluşan hava akımı sıcaklıkta tekrar değişimlere neden olacağından farklı girdilerle tekrar bir fonksiyon oluşturur ve bu değişim sonsuza kadar devam eder. Birçok farklı girdinin sürekli değişerek fiziksel değişimler ve farklı düzenler yaratması ve bu düzenlerin yine kendisini etkilemesi insan zekâsının ve günümüzdeki gözlem ve bilimsel tahmin yeteneklerinin çok çok üstünde olmasından dolayı kaos olarak nitelendirilir. Oysa tüm bu değişimlere neden olan fiziksel yasalara ve matematiksel açıklamalara hâkimiz. İşte bu noktada karşımıza düzen ve kaos’un aslında birbirine ne kadar sıkı sıkıya sarılmış olduğu ortaya çıkar. Fiziksel yasalar ne kadar basit olursa olsun sonuç o kadar rastlantısal ve karmaşa doludur. Kaos kuramı sayısal bilgisayarların ve onların çıktılarını çok kolay görülebilir hâle getiren ekranların ortaya çıkmasıyla gelişti ve son on yıl içinde popülerlik kazandı. Ancak kaotik davranış gösteren sistemlerde kestirim yapmanın imkânsızlığı bu popüler görüntüyle birleşince, bilim adamları konuya oldukça kuşkucu bir gözle bakmaya başladılar. Fakat son yıllarda kaos teorisinin ve onun bir uzantısı olan fraktal geometrinin, borsadan meteorolojiye, iletişimden tıbba, kimyadan mekaniğe kadar uzanan çok farklı dallarda önemli kullanım alanları bulması ile bu kuşkular giderek yok olmaktadır. Teoriye temel oluşturan matematiksel ve temel bilimsel bulgular, 18.yüzyıla, hatta bazı gözlemler antik çağlara kadar geri gitmektedir. Yunan ve Çin mitolojilerinde yaradılış efsanelerinde başlangıçta bir kaosun olması rastlantı değildir. Özellikle Çin mitolojisindeki kaosun, bugün bilimsel dilde tanımladığımız olgularla hayret verici bir benzerliği olduğunu görülür. Batı'da da daha sonraki dönemlerde bilim adamları tarafından karmaşık olgulara dair gözlemler yapılmıştır. Poincare, Weierstrass, von Koch, Cantor, Peano, Hausdorff, Besikoviç gibi çok üst düzey matematikçiler tarafından bu teorinin temel kavramları bulunmuştur. Tümevarım; Karmaşık sistem teorisinin ardında yatan yaklaşımı felsefe, özellikle de bilim felsefesi açısından incelenecek olunursa, ortaya ilginç bir olgu çıkar. Aslında bugün pozitif bilim olarak nitelendirilen şey, batı uygarlığının ve düşünüş biçiminin bir ürünüdür. Bu yaklaşımın en belirgin özelliği, analitik oluşu yani parçadan tüme yönelmesidir Genelde karmaşık problemleri çözmede kullanılan ve bazen çok iyi sonuçlar veren bu alt problemler incelenir. Sonra, bu alt problemlerin çözümleri birleştirilerek, tüm problemin çözümü oluşturulur. Ancak bu yaklaşım görmezden gelerek ihmal ettiği parçalar arasındaki ilişkilerdir. Böyle bir sistem parçalandığında, bu ilişkiler yok olur ve parçaların tek tek çözümlerinin toplamı, asıl sistemin davranışını vermekten çok uzak olabilir. Tümdengelim; Tümevarım yaklaşımının tam tersi ise tümdengelim, yani bütüne bakarak daha alt olgular hakkında çıkarsamalar yapmaktır. Genel anlamda tümevarımı Batı düşüncesinin, tümdengelimi Doğu düşüncesinin ürünü olarak nitelendirmek mümkündür. Kaos ya da karmaşıklık teorisi ise, bu anlamda bir Doğu-Batı sentezi olarak görülebilir. Çok yakın zamana kadar pozitif bilimlerin ilgilendiği alanlar doğrusallığın geçerli olduğu, daha doğrusu çok büyük hatalara yol açmadan varsayılabildiği alanlardır. Doğrusal bir sistemin girdisini x, çıktısını da y kabul edersek, x ile y arasında doğrusal sistemlere özgü şu ilişkiler olacaktır: Bu özellikleri sağlayan sistemlere verilen karmaşık bir girdiyi parçalara ayırıp her birine karşılık gelen çıktıyı bulabilir, sonra bu çıktıların hepsini toplayarak karmaşık girdinin yanıtını elde edebiliriz. Ayrıca, doğrusal bir sistemin girdisini ölçerken yapacağımız ufak bir hata, çıktının hesabında da başlangıçtaki ölçüm hatasına orantılı bir hata verecektir. Hâlbuki doğrusal olmayan bir sistemde y’yi kestirmeye çalıştığımızda ortaya çıkacak hata, x'in ölçümündeki ufak hata ile orantılı olmayacak, çok daha ciddi sapma ve yanılmalara yol açacaktır. İşte bu özelliklerinden dolayı doğrusal olmayan sistemler kaotik davranma potansiyelini içlerinde taşırlar. Kaos görüşünün getirdiği en önemli değişikliklerden biri ise, kestirilemez determinizm’dir. Sistemin yapısını ne kadar iyi modellersek modelleyelim, bir hata bile (Heisenberg belirsizlik kuralına göre çok ufak da olsa, mutlaka bir hata olacaktır), yapacağımız kestirmede tamamen yanlış sonuçlara yol açacaktır. Buna başlangıç koşullarına duyarlılık adı verilir ve bu özellikten dolayı sistem tamamen nedensel olarak çalıştığı halde uzun vadeli doğru bir kestirim mümkün olmaz. Bugünkü değerleri ne kadar iyi ölçersek ölçelim, 30 gün sonra saat 12'de hava sıcaklığının ne olacağını kestiremeyiz. Bu görüş paralelinde ortaya konan en ünlü örnek ise Kelebek Etkisi denen modellemedir. Bu modelleme, en basit hâliyle şu iddiayı taşır: 'Çin de kanat çırpan bir kelebek ABD de bir fırtınaya neden olabilir'. Kelebek etkisine verilebilecek bir diğer örnekte 1861-1865 yılları arasında süren Amerikan İç Savaşı'dır. Amerika’nın güney eyaletleri dış işlerde birbirine bağımlı ama iç işlerinde bağımsız olmak yani konfederasyon isterken, kuzey eyaletleri birbirine çok daha katı bir şekilde bağlı olmak isterler, yani federasyon isterler. Ayrıca kuzeyde modern kapitalizmin kuralları gereğince, emek gücüne harcadığı emek karşılığı ücret yani yevmiye ya da maaş ödenirken, güneyde ise köle iş gücü vardır. Kuzey eyaletleri Amerikan’ın güney eyaletlerindeki köle iş gücünün tasfiye olmasını isterler, çünkü böylece kuzeye gelecek olan fazla iş gücü yüzünden işçilik ücretleri düşecektir. Bundan dolayı Amerikan’ın kuzey ve güney eyaletleri arasında 1861 yılında savaş çıkar ve kuzey eyaletleri Amerikan’ın güney eyaletlerinin limanlarını ablukaya alırlar. Amerikan’ın güney eyaletleri ise İngiltere ve Rusya'ya pamuk satamaz ve 19. yy'ın en önemli sanayilerinden birisi tekstildir. Bunun üzerine Rusya ve İngiltere pamuk yetiştirebileceği alanlar araştırmaya başlar. 1860lardan 1880lere kadar Rusya tüm Orta Asya'yı işgal eder, çünkü burası pamuk üretimi için çok elverişlidir. İngiltere ise Hindistan'ın Doğu kısmını işgal eder yine pamuk üretimi için. Görüldüğü gibi, Amerika'da çıkan bir iç savaş neticesinde Orta Asya'yı Rusya işgal ederken Doğu Hindistan'ı da İngiltere işgal etmiştir. İşte 'Kelebek Etkisi' ya da 'Kaos Teorisi' buna denir. Teorinin temel önermeleri; Düzen düzensizliği yaratır. Düzenin anlayamadığımız hali(kaos) varsa ki -illa ki olmalıdır- bundan dolayı düzensiz diyemeyiz. Yani düzenin dışına çıkmak imkânsızdır. Düzensizliğin içinde de bir düzen vardır. Düzen düzensizlikten doğar. Yeni düzende uzlaşma ve bağlılık değişimin ardından çok kısa süreli olarak kendini gösterir. Ulaşılan yeni düzen, kendiliğinden örgütlenen bir süreç vasıtasıyla kestirilemez bir yöne doğru gelişir. 4) KUANTUM VE KAOS TEORİSİ: Kuantum fiziği atom altı parçacıkları bize tekilci doğa anlayışını yansıtır. Doğa tam bir kozmos değil daha çok kaos’tur. Doğa hiyerarşik değil heterarşiktir; aşağıdan yukarıya doğru basamaklı bir düzen değil, birbirinden farklı ve birbirinden bağımsız birden fazla yapı bulunur. Doğa mekanik değil organiktir; o büyür, gelişir, solar, çöker, yeniden büyür, gelişir, vd. doğa tamamen arşik ( düzenli) değildir, tersine o büyük bölümüyle anarşiktir ( düzenden yoksundur). Newton fiziğinin evrenselci- pozitivist bilim anlayışına karşı kuantum mekaniği bize farklılıkları ve tekilin bilgisini sunar. Evrenselci tekilci kutuplaşma bu şekilde meydana gelmiştir. Kuantum bu anlamda doğal ‘’ nedenler değil çağlara, kültüre, özgü kalan insan motifleri vardır, tarih- toplum dünyasında ‘’ olgu ‘’ değil olay vardır. Sosyal bilimlerde ve tarih biliminde özne nesne ayrımına dayalı epistemolojisi temelinde tesis edilmişlerdir. Kuantum mekaniği öznenin inceleme nesnesinden bağımsız ve yalıtık olmadığı, öznenin kendisinin incelenen nesnenin (tarihin/toplumun) bir parçası olduğu görülmüştür. Sosyal bilimlerin Newton’cu paradigmayla bakış açısı, evrenselci tarih anlayışını batı merkezli ideolojiye hizmet ettiği tespit edilmiştir. Kuantum mekaniği batı dışı bir sosyal bilimin yeniden kurmamıza olanak vermiştir. Çünkü pozitivist/evrenselci bakış açısı batı toplumları esas alarak sınıflama yapılmıştır. 39 Buna bağlı olarak, evrenselci bilim anlayışına rağmen hiçbir zaman evrenselleşemedi. Pozitivist/evrenselci bilim anlayışı bilimin ve bilginin tarihselliği, göreceliği, kültür/bağımlı olma özellikleri artık üstü örtülemez. Kuantum mekaniğinde çift yarık deneyinde görüldüğü üzere elektronun gözlemlendiği zaman yön değiştirmesi sosyal bilimlerde gözlemcinin belli perspektifte olaylara ve olgulara baktığını göstermiştir. Kuantum mekaniği tarih ve toplum dünyasında bağımsız değişken yoktur; her şey birbiriyle bağlantılıdır; tüm değişkenler bağımlıdır, tıpkı elektron ve protonların hareketlerinin bir düzen içinde ve karşılıklı bağımlılık ilkesiyle uyumlu bir şekilde hareket etmeleridir. Özne merkezicilik terk edilmelidir, çünkü öznenin kendisi esasında özneler arası bir ortamda var olabilir. Sosyal hayatın bilgisi, belirtilen tüm hususlara bağlı olarak ancak ve sadece yorumdur. Evrenselcilik, her şeyin tek ve biricik hakikatine sahip olma tutkusu içinde olanların ve daha sonra buna sahip oldukları inananların ruh halidir. Karl Popper’in ünlü bir sözü vardır; ‘’ evrensel doğruyu, hakikati bulduğuna inananlar, bu hakikatin başkaları tarafından da paylaşılmasını arzularlar. Tüm totalitarizmlerin ve despotizmlerin kaynağı budur.’’ Oysa ‘’ evrensellik ‘’ diye bir şey yoktur bu evrenselci ruh halinin, Popper‘in sözlerinden çıkarılacağı gibi, sosyal ve özellikle siyasal yönden zararlı sonuçları vardır. Bu zararlar öncelikle politik ve ideolojik nitelikli zararlardır. Dünya da güçlü devletler hep olmuştur ve bunlar bölge ve dünya ülkesinde siyasal bir hegemonya kurmanın bir aracı olarak evrenselci söylemi sık sık kullanmışlardır. 5) MATEMATİK VE KAOS: Matematikte kaos’ta ne anlaşıldığını detaylandırabiliriz herhangi bir sistemi incelerken bu sistemin belli bir andaki durumunu bir takım sayılarla ifade edebiliriz. Örneğin 4x6=24 tane sayı olabilir ya da mesela insan beyninin modelini incelerken trilyonlarca hücrenin her biri için bu hücrelerin duvarlarını en azından önemli noktalarındaki elektriksel zar potansiyelleri olabilir bu durumda sistemin durumu korkunç uzunlukta bir sayı dizgesiyle verilmiş olacak. Bir sistemin mümkün bütün durumlarını oluşturduğunu kabul etmiş bulunuyoruz, dinamiği (hareketi, değişimi) determinist olarak modellenmiş bir sistemde şu anlaşılıyor; sistemin belli bir andaki durumu belli olduğunda, bundan sonraki (bundan önceki) bütün zamanlardaki durumu da artık kendiliğinden belli olmalı. Başka bir ifade ile sistemle ilgili herhangi bir andaki durum bilgisi onun ezeli ve ebedi yazgısı ile ilgili bütün bilgiyi taşımalı. Doğadaki dinamiklerin determinist mi yoksa rastsal mı ya da bunların bir karışımı mı olduğunu ya da aslında determinist mi bilgi eksikliğinden mi belli ölçüde rastsal görüldüğü kabul edilmiştir. Kaosun en güzel örneklerini matematikte bulmak mümkündür. Görünüşte çok basit problemlerin çözümü son derece karmaşık davranışlar ortaya koymaktadır. Basit olmasına rağmen lineer olmayan bu tür problemlerin çözümü ancak bilgisayarların devreye girmesi ile kolaylaşmıştır. Bu nedenle kaos bilgisayar çağının bilimi olarak adlandırılabilir. Kaotik dinamik süreçlerdeki garip çekicilerin şekilleri pek kolay anlaşıldığından fraktal geometri onları anlamaya ve garipliklerini keşfetmeye yardımcı olmaktadır. Kaos ta yaşamın kendisi olduğundan “fraktal geometri” yaşamı kavramamıza evrendeki çeşitliği anlamamıza; anladığımız içinde çeşitlilikten korkmamamıza ve de daha hoşgörülü olmamıza yol açacaktır. 6) KUANTUM BAĞLAMINDA POZİTİVİST BİLİMİN ELEŞTİRİSİ: Bacon- Descartes başlayan özne- nesne ayrımı tüm bilimlere taşınmış oldu. Moderni tenin tüm bilimsel yapısına damgasını vuran pozitivist felsefeyi yorumlayınca uygarlık- iktidar- bilim ilişkisinin iç yüzünü daha iyi açığa çıkarılabilir. Pozitivist felsefenin kesin nesnel olgularla yola çıktığı, bunun dışında hiçbir bilimsel yaklaşıma yer vermediğinin bilinir. Yakında bakınca nesnelerin ilişkisi olarak bilimin tüm eski puta tapıcılardan ve meta fizik güçlerden daha putçu ve metafizikçi olduğu kavranacaktır. Olgular kendi başına gerçeklikle ilişkin ya hiçbir anlamlı bilgi sunmazlar ya da sundukları kadarıyla çok yanlış sonuçları beraberinde getirir. Olgular eğer karmaşık bağlantıları kapsamında anlam bulamazlarsa ya hiç bilgi sunmazlar ya da en yanlış sonuçlara yol aça bilirler. Fizik kimya, biyoloji olgularını bir tarafa bırakalım. Yalnız bir toplumsal olgu üzerinde durarak yakından bakalım. Pozitivizme göre ulus- devlet bir olgudur. Onu oluşturan bütün öğeler de birer olgulardır. Binlerce kurum milyonlarca insan birer olgudur. Aralarındaki ilişkileri de katınca resmi tamamlamış oluruz. Pozitivizme göre bilimsel kavramı oluşturduk demektir. Artık mutlak gerçeklikle karşı karşıyayız ulus- devlet gerçeğidir. Pozitivizm bu tanıma bir yorum olarak bakmaz, mutlak gerçeklik olarak bakar. Diğer tüm toplum bilim olgularına da bu anlayışla bakar. Tıpkı birer fizik- kimya- biyoloji olgusu gibi bunlardan birer olgudur. Gerçeklik tanımlaması böyledir. Görünüşte hiçbir tehlike içermeyen bu yaklaşım hiç de böyle olmadığını, özellikle etnik temizlik- soykırım hareketleriyle bütün dehşetiyle fark etmeye başlanıldı. Hitlerden tutalım sözde en ılımlı ulus devlet lideri ne kadar hepsi yaptıkların bilime göre son derece doğru (Pozitivist bilimlere göre) olduğunu ulus gerçeklerini arındırdıkları, daha homojen bir ulus oluşturmanın sadece halk değil, doğal evrim yasasına uygun bir gelişme olduklarını söyleyeceklerdir. Esas aldıkları bilime göre doğru söylüyorlar, onlara göre bu gücü pozitivist felsefe ve bilimleri vermektedir. Nitekim tüm modernite dönemi bu pozitivist anlayış gereği sınırsız vatan, millet, devlet, etnisite, ideoloji, sistem savaşına girişti. Çünkü bu kavramların hepsi kutsaldı ve uğruna sonuna kadar savaş gerekirdi. Bilindiği üzere bu anlayış sonucunda tarih kan banyosuna dönüştü. Görünüşte masum görünen pozitivizm özünde kanlı çehresini böyle sırıtıyordu. Geliştirilen bilim öncelikle ‘’ sosyal bilim’’ olarak düzenlenmek zorundadır. Sosyal bilim tüm bilimlerin ana kraliçesi olarak kabul edilmek durumundadır. Ne birinci doğayla ilgili diğer bilimler ( fizik, kimya, biyoloji, astronomi ) ne de ikinci doğayla ilgili diğer beşeri bilimler- ( edebiyat, felsefe, sanat, ekonomi vb.) asla öncülük taşımaz; bunlar gerçeklikle anlamlı bağı kuramaz. Her iki alan sosyal bilimle bağını ancak başarıyla kurabilirse gerçeklik pay olabilir. Zirvesinde Avrupa modernitesine erişen genelde bilimi özelde sosyal bilimin üzerinde yükseldiği bu nesnelliğin genel felsefesi olan ve halan tüm şiddetiyle devam eden pozitivizmi kapsamlı eleştiriler temelinde tarihin çöp sepetine atılmadan bir sosyal bilim paradigması ( köklü anti uygarlıkçı bilim felsefesi) geliştirilemez. Avrupa merkezli bilimin özellikle sosyal bilim çok parçalanmış ve gerçekliği yitirme tehlikesi bulunsa, olumlu kazanımları ve gerçeklik paylarını anlamak özümsemek şarttır. Pozitivizm ne kadar eleştirilip aşılmak durumundaysa, açığa çıkarılmış gerçeklik paylarının özümsenmesi de o denli benimsenmek durumundadır. Gerçeklik araştırılmasında toptan anti-Avrupacılık en az toptan Avrupacılık kadar olumsuz sonuçlara yol açabilir. Her ne kadar post modernizm denilen bu felsefi akım bu gerçekliği araştırmalarında pozitivizmi eleştirip Avrupa merkezli sosyal bilimi reddediyorsa da bu yaklaşımların kolayca liberalizme edilmesi ve daha anti gerçeklik olan anti Avrupacılık olarak biçim kazanması mümkündür. Sosyal bilim kriz halinde yararlanarak bu post modern araştırmaları toptan reddedilmesi de son derece eleştirel yaklaşmak önem taşır. Modernist pozitivizmin evrenselci, ilerlemeci, çizgisel yöntemi ve perspektifi nedenli saptırıcıysa birçok post modernisttin aşırı görece ( izafi ) döngüsel yöntemi de benzer sapmalara açıktır. Bu sonuçlara savrulmamak için bağlı kalınması geren temel ilkeleri ( sınırlamaya çalıştığımız) iyi özümsemek şarttır. Krizli ortam neredeyse herkese göre bir gerçeklik yolu aramaya müsaittir. Bu husus bile gerçeklik araştırmalarını kendi başına birçok yönden saptırıla bilir, boşa çıkarılabilir. Gerçeklik araştırılmalarında ana yöntemimiz ne pozitivist nesnelcilik ne de görece öznellik ola bilir ikisi de özde liberalizmin iki yüzü olup bolca birbirine karıştırılıp piyasaya sürüle bilir. Sosyal bilim kuramsal devrimi, diğer deyişle yeniden yapılanma şarttır. Nasıl ki Grek- İyonya aydınlanmasında bağımsız felsefe ve bilim akademileri oluştuysa Avrupa da Rönesans reform ve aydınlanma hareketlerinin aynı zamanda birer entelektüel ve bilim devrimi oldukları gerçeği ise benzer devrimlere mevcut krizden çıkış için günümüzde de ihtiyaç vardır. Temel araştırma mekânları; üniversiteler başta olmak üzere uygarlık ve modernitenin resmi kurumları olamaz. Geçmişte de günümüzde de bilimin iktidarlaşması ve resmi devlet kurumlarında üretilmesi, gerçeklikle bağının yitirilmesi anlamına gelir. 7) KUANTUM VE ÖTEKİLERİN TARİHİ: Kuantum fiziği bize ötekilerinin tarihini araştırmasına ve yazılmasına olanak verir. (Kadın, ezilenler, azınlıklar, farklı dini inanışta olanlar, toplumda dışlanalar,tarihin ötekileri) Kuantum bize tikel anlatımı, parçalı olanı evrensel tarihin içinde yerli yerine oturtarak, özellikle egemenlikli bakışların kendilerini esas haline getirmelerinin önüne geçmektedir. Bunların dışında tarihin dışına itilmişlerin tarihini yazmayı mümkün hale getirmektedir. Kuantum fiziği hakikati açığa çıkarmak için doğru yaşam doğru teoriyi gerektirir; anlayışıyla hareket ederek tarihi doğru yorumlamamıza yardımcı olmuştur. Adorno’nun “Yanlış hayat doğru yaşanmaz” belirlemesi bu açıdan oldukça önemlidir. İnsanların doğal toplumdaki her eylemi özgürleştirici olduğu halde, özellikle hiyerarşinin çıkışından sonra insanların her faaliyeti toplumu özgürleştirme temelinde olmamıştır. Hiyerarşi sonrası dönem toplumun parçalara bölündüğü sınıflara ayrıldığı kadın erkek ayrımının keskinleştiği toplumun içinden iktidar odaklarının hem korunması hem de daha da büyütülmesi için toplumla önemli ölçüde oynanmıştır. İnsanın yaratıcı gücü toplumu geliştirmesi için değil de iktidarın daha da büyütmek için kullanılmıştır. Bu doğru yaşam için gerekli olan teoriyi bulanıklaştırmıştır, yoldan çıkarmış, saptırmıştır. İnsanların zihniyeti ile oynandığından sisteme karşı olanlar bile bu iktidar odaklarının etkilerinden tümden kurtulamamıştır. Sümerlerle başlayan devletli tarih boyunca tüm gerçekleri tersyüz etmişlerdir. Egemenler tanrı şahsında kendilerini doğanın, maddi zenginliklerinin ve yaşamın yaratıcısı kılmışlardır. Buda insanların zihnine adeta nakşetmişlerdir. Onlar olmadığında ya da kızdırıldıklarında insanlar için felaketler olacağını insanları inandırmışlardır. Çünkü kendilerini makro evren olarak görmüşlerdir ve insanları inandırmışlardır. Kendileri olmasa olmaz kılan bu egemenlikçi kesimler sonrasında da her şeyi kendilerine meletmiş ve kendilerinden başlatmışlardır. Ezilen halklar adına herhangi bir şeyin yazılmamasına özen göstermişlerdir. Tarihte kadın etnisite devlet dışı toplumsallık tamamen unutulmuştur. Bu yönüyle mevcut tarih erildir, devletçidir, egemenlikçidir ve toplum karşıtıdır. “olan tarihin, tamamen uygarlık sistemlerinin ideolojik süzgecinden geçirilmiş resmi tarih olduğu çok iyi bilinmeden, tarih okumaları zihni; dolayısıyla yaşamı, toplumsal yaşamı sadece zorlamaz olanaksız hale getirir. Bu egemenlikçi bakış açısından kurtulmadan yeni bir tarih yazılmaz. Kuantum mekaniği tarihin ötekilerini görmemizi sağlar yani tekil veya mikro tarihtir. Newton fiziği ise makro tarihtir. MÜRSEL YILDIZ 4.BÖLÜM
|
YORUM GÖNDER