APOCU MİLİTAN KİŞİLİK (26.BÖLÜM)
TERBİYELİ OLMAYI BİLMEYEN ORDULAŞAMAZ VE PARTİLEŞEMEZ Neyle karşı karşıya olduğunuzu her gün büyük bir özenle anlamaya ve bunlar için bazı doğruları vermeye çalışıyorum. Öyle anlaşılıyor ki, her gün biraz daha fazla öğrenmek ve öğretmek durumunda kalıyoruz. Böylesi bir durumda en tehlikeli şey, sizin gibi yaşama hiç de hakkını vermediği veya yaşama güç yetirebilecek durumda olmadığı, yaşamı özgürleştirmeye ve onurlandırmaya güç yetirmediği halde, yaşama cesareti göstermedir. Geriliğinizin veya her gün eleştirdiğimiz, büyük bir özenle gidermeye çalıştığımız bütün kusurlu, yetersiz yapılarınızın temelinde bu tutum yatar. Bir insan kendini bütünüyle doğrulaştırmaya, kazandırmaya, en azından yeterlilik ölçülerine ulaştırmaya sevk etmedi mi, ondan her türlü yetersizlik, olumsuzluk veya giderek daha kötü gelişmeler beklenir. Bağımsızlık, özgürlük ölçülerinden, çeşitli olumlu insan özelliklerinden bahsediyoruz. İnsan sürekli kendi üzerinde durmadığında, kendini çözüp buna ulaşabilecek gücü, kapasiteyi kendisinde yaratmadığında sorun yaratır, sorunların kaynağı haline gelir. Dünyada en sorunlu halk olma gerçeği de bundan ileri geliyor. Ben hiçbir zaman düşmanı karşıma alıp ne kadar vahşidir, ne kadar acımasızdır diye düşünmedim. Daha çok sizin gibileri karşımıza alıp ne kadar çözümsüzler, sorunlular, fazla güç yetiremez, fazla kendini ilerletemez durumdadırlar diye düşündük durduk. Kendinizi mutlaka bu temelde ortaya koyacak ve sorunları açığa çıkaracaksınız. Bu, işin tabiatı gereğidir. Belli bir noktadan sonra, artık kendini çözmeye doğru götürmek ve bunun gerekli kıldığı çabanın sahibi olmak şarttır. Aksi halde, gelenden gidenden tekme yersiniz, adam yerine konulmazsınız. Ağlamanın sızlamanın faydası olmadığı gibi, sizi daha da düşkünleştirip tokadı daha fazla yemenize yol açar. İnsan durumlarınıza üzülüyor. Çaresizliği çok yoğun yaşadığınız, çözüm adı altında kendinizi fena hırpalattığınız için üzülüyorum. Elinizden çok az şey geliyor. Sağlam militanlar olma durumunuz yok. Biz bunu parti ölçülerimize vurduğumuzda, bir partili olmalı dediğimizde, her tarafınızdan yetersizlikler akıyor. Benim bütün iyiliğim, bütün zorluklara rağmen kendimi kısmen yaratabilmeme ve biraz kabul ettirmeme bağlıdır. Hiçbir ortama kendimi dayatmadığım gibi, gittiğim her yerde heyecan yaratırım. Biraz coşku, hatır, saygı, bir şeyler var, bir şeyler oluyor havasını getiririm veya en azından böyle bir tip olabileceğime dair umut yaratırım. Sizin durumunuz böyle değil. Sorunlara sağlıklı yaklaşmıyor, heyecanı düşürüyorsunuz. Umudu azaltıcı bir gidiş geliş veya yaşayış tarzınızın olduğunu iyi bilmeniz gerekir. Bir ortama girildiğinde, -bu savaş ortamı olabilir, parti ortamı da olabilir- mutlaka oranın havasından bir şeyler kapmak gerekir. Değerlendirmeler yaptığınızda bunu yansıtmalı ve kişiliğiniz, etrafına bir şeyler vermelidir. Kendini kütük gibi veya karabasan gibi dayatmak ne demektir? Ne kadar etkili, yetkili olduğunu göstermek için bazı sahtelikleri yapmayı nasıl kabul ediyorsunuz? Hak etmediği halde, söz sahibi olmak, yetki sahibi olmak, imkan, olanak sahibi olmak, mutlaka insanı olumsuzluğa, tehlikeli durumlara götürür. Aynı zamanda kendi hakkına, hukukuna saygılı olmayı bilmemek daha da kötü durumlara götürür. Bir insanda ölçü, denge kalmadığında, hak hukuk anlayışı silindiğinde, ondan her türlü kötülük beklenir. Hak-haksızlık, kölelik-özgürlük, iyilik-kötülük, çirkinlik-güzellik nerede başlar, nerede biter Kim ne kadar kime vermeli, kim ne yapmalı? Kim nasıl yürümeli, kim nasıl savaşmalı, kim ne kadar direnmeli? Sizin için bu sorulara vereceğiniz cevaplar çok karışık ve yetersiz, ama yine de yaşamaya çalışıyorsunuz. Yaşamak hakkınızdır, ama bu kadar cevapsız kalındığında, ben bu yaşamın pek sağlıklı ve onurlu olabileceğine inanmıyorum. Biz, buna karşı savaştık. Kendimi ölçü olarak görüyorum. Şimdiye kadar ister dost, ister düşman karşısında "becerikli değildir" biçiminde değerlendirilmeye fırsat vermedim. Kendimi epey zorlayarak yaklaştım. Bizimkiler ezici bir biçimde, halk olarak da, parti olarak da kendini ağrılaştırmayı bir politika tarzı olarak benimsiyor. İşleri ağırlaştırmayı, işlerle oynamayı, işleri sekteye uğratmayı, birçok şeyi kendinde tıkatmayı, politik bir sistem veya en iyisini yapıyorum adı altında götürüyor. Ya da hiç cevap vermemeyi çok sessiz, çok ilgisiz kalmayı benimseyebiliyor. Bütün bunlar tehlikeli kişilik biçimleri oldu ve hepinizde çok yaygınca yaşanıyor. Bu kadar kolay sevinen, bu kadar kolay üzülen kişilik yapısı, ancak çocuklarda görülebilir. Gafillerde yaygınca yaşanan bir durum da budur. Endişeler yok, tasasız, kaygısız veya varsa da çok yetersiz. Bütün bunlarla yoğunca yaşadığınız sorumsuzluk biçimlerini anlatmaya çalışıyorum. Nereden başlamak gerekir? Sizleri gerçeklerle nasıl karşı karşıya getirmek gerekir? En önemlisi de sizleri, doğru yola, gerçekten sonuç alacak bir biçimde birkaç doğru adım atma durumuna nasıl getirmek gerekir? Bu bizim için önemli. Sizin gibi ne ölüme kolay yaklaşabiliriz, ne de yaşama. Çok acımasız bir yaşamınız var ve bunda zorlanıyorsunuz. Bu, bir fazilet değildir. Sorun yaşamı bir kıyısından çekip kazanmaya dönüştürmek, küçük başlangıçlar yaparak sağlam bir adımın sahibi olabilmektir, fakat bunu yapamıyorsunuz. Siyasi terbiyenin özünde bunu doğru ve yeterli yapmak vardır. O da halk olarak, parti olarak bizde çok az gelişiyor veya bütün çabalara rağmen sınırlı kalıyor. Mevcut halimle kendimi bile eğitmem çok büyük çaba gerektirirken, bunu bir tarafa bırakıp bir ulusa, bütün partiye eğitim gücü olmam hiç şüphesiz kendimi ancak bu halde tutmamla mümkün oluyor ki, onun da nasıl bir şey olduğunu tüm dünya biliyor. Defalarca belirttiğim hususları tekrarlamak istemiyorum. Size iddialı düzenler, sistemler, çok geniş imkan ve olanaklar da sunsak, eminim kısa bir süre sonra onu bozar, çirkinleştirir ve çürütürsünüz. Çünkü bunun yukarıda sorduğumuz sorularla bağlantısı vardır. Sizin suçunuz yok, vatanınızda bir sömürgecilik tarihi var ve defalarca bozulmuş kişilikler söz konusu. İyi niyetiniz var, gençliğinizi adamışsınız, fakat adeta kurbanlık İsmail'e benziyorsunuz. Bu da sizi fazla kurtarmaz. Öyle bir durumu yaşıyorsunuz ki, ne destek sunmakla çok kolay gelişme kaydedebiliriz, ne de sert yöntemlerle bastırarak gelişme sağlayabiliriz. Ortasını bulmak ise büyük maharet ister. İşte biz de bunu yapmaya çalışıyoruz. Çok alıngansınız, on beş yaşındaki bir genç kızdan, bir kadından daha fazla alınganlık ve küskünlüğünüz var. Çok gafilsiniz, ufak bir saptırmaya rahatlıkla kendinizi kaptırabilirsiniz. Aynı zamanda çok hamal ve çok acımazsızsınız. Dünya kadar zor bir ortamı, durumu yaşasanız da bunu layığınız olarak görebiliyorsunuz ki, bunlar tehlikeli durumlardır. Kendi yaşamımda kanıtlamak ve bütün gücümle sergilemek istediğim çok önemli bir husus olan nasıl yaĢamalı sorusunun cevabını deneyle gösteriyorum. Aslında yaşamıyorum; deneysel bir yaşamı herkese farklı göstermeye çalışıyorum. Başka türlü size bir şeyler vermek mümkün değil. Kendimi dört dörtlük bir önder gibi göstersem, dayatsam bunu kaç kişinin kaldırabileceği belli değildir. Kendimi çok zavallı veya bazı yanlışlara kaptırarak sunsam, yine ne kadar kaybedileceği belli değildir. Çoğunuzun, hem de en iyilerinizin bile yaptığı gibi yapsam, yine de kaybedilir. Çünkü düz yürümek, çok iyi niyetlerle yol almak, gerçeği görmeyerek, kavramayarak yürümek çok zarara yol açar. Bütün bu konularda farklıyız. Aksi halde, mevcut durumu idare edemeyiz. Tarzımızı çok yönlü, çok denemeli, sınamalı yapmazsak birilerimizin çok iyi niyetli, çok düzgün yürüyüşü olsa bile onu idare etmek çok büyük bir sorun olur. Kuşkusuz kurtuluş için yola çıkmışsınız ve benden daha fazla kendinizi bir çırpıda adayacak durumdasınız. Ama benim değinmek istediğim hususlar bunlar değil, bunun niçin, nasıl yapıldığına ilişkindir. İnsan her zaman kendini sizin gibi adayamaz, bunun nasılına ve biçimine cevap vermeden de bunu yapamaz. Fakat siz bunu büyük bir yetmezlikle yapıyorsunuz. Örneğin bir silaha yaklaşım, bir PKK'li olmaya karar verme, herhangi bir yol almaya, bir eyleme, çalışmaya yönelme kesin bir fedai tarzıdır. Oysa bu, çok büyük bir ciddiyetle, sorumlulukla yürütülmesi gerekirken, sanki düğüne gider gibi gidiyorsunuz. Bu da insanın kendine yapabileceği en büyük kötülüktür. Mevcut tarzımız olmazsa, hemen hemen bütün gidişlerin sonu felakettir. Yaşam isteklerinize saygı duyuluyor, onun yolu açılıyor, imkan sunuluyor, yoğunlaştırılıyor, fakat siz buna hazırlıksızsınız. Sizi şimdiye kadar yetiştirenler çok tehlikeli büyütmüş. Kişiliğinizin büyük bir kısmı düşman yansıması altında yürüyor. Tarihte bazıları kendi doğrultularını dayatmak için büyük zora baş vururlar. Biz insanı ıslah etmek için, büyük zora baş vurmayız. Buna baş vursaydık, belki de hepiniz kaçardınız, ama incelikten, iknadan ne kadar anlar, bunlarla ne kadar gelişebilirsiniz? Basit bir ilgi duyuyor, ardından ilginin üzerine her türlü yanlış hesap kuruyor ve bir çırpıda her şeyi tüketiyorsunuz. Sizi suçlamıyoruz. Öyle bir tarzla sizi dünyaya getirdiler ki, öyle bir ülkede, bir halkın gerçeğinde müthiş bir inkara, ihanete ve her türlü kendini yitirmeye bulaşmış yaşam diye bellediklerimiz birer zehir parçası, birer öldürücü hastalık gerekçesidir. Hemen hemen her gün düşmanın benim hakkımdaki iddiasını görüyorsunuz; "Kürt değil" veya "Kürtlük ayrı”, bizim sizlere verdiklerimiz için “ayrıdır" diyorlar. Doğru, Kürtlük ayrı, bizim verdiklerimiz ayrıdır. Onların Kürtlüğü tam ihanete yatmış Kürtlüktür, kölelikten de öteye düşmanı yaşama durumudur. Buna ancak lanetli durum denilir. Bunun en sığ ve en tehlikeli biçimini yaşayan bir halk gerçekliğimiz söz konusudur. Köleler zorla baskı altında bulunsalar da, fırsat bulduklarında hemen isyan eder, kaçarlar. Bizde o durum da yok. Demek ki, kölelikten de daha kötü bir durumu yaşıyoruz; İlkçağ, Ortaçağ köleliğinin ötesinde bir köleliği yaşıyoruz. Bütün bunları size göstermek, size özümsetmek belki biraz doğruya ulaşma imkanı verir, ama sizin de bunu sağlama gücünüz ne kadardır? Özgürlük adı altında ve PKK adına yapılanlar düşmanın veremeyeceği zararlara kadar götürebiliyor. Bu, köleliğin derinleştirilmiş lanetini ve düşmanın katmerli bir biçimi haline gelmiş durumunu kendimize yakıştırmamızdan veya bunun bize yakıştırılmasından ötürüdür. Ben gücümü nereden alıyorum veya alçakgönüllülüğü, biraz ayakta tutma tarzını nereden alıyorum? Yıllarca kendimle uğraştım; yedi yaşımdan beri biraz ayakta durmayı, en azından düşmanın aleti olmamayı, hakkı, hukuku gözetmeyi becerdim. Bunlar benim için bir onur veya biraz yaşayabilme gerekçeleridir. Sizin sorununuz; yaşamak, yaşamayı elde edebilmektir. Ama aynı zamanda bunu kendi savaşımımızla kazanmaya hakkımız var. Yani savaşarak yaşamı kazanmak doğru olandır. İşte sorun da bu savaşımı nasıl vereceğinizden, bunun için ne kadar yeterli olduğunuzdan kaynaklanıyor. PKK'nin siyasal, askeri örgüt çizgisine gelmişsiniz. Ona gelmek demek, o nasıla bir cevap vermek demektir. Özgür yaşamaya tanım düzeyinde doğru dürüst bir cevap veremeyenler nasıl savaşacaklar? Nitekim birer bela oluyorlar. Bu konularda gelen bütün bilgiler herkesin ne kadar belalı olduğu biçimindedir. Umut yok demiyoruz, fakat bu işin bu kadar kolay gelişmediğini de anlamak gerekir. Kendimi çok beğenmiş değilim, ama tüm bunları görmeyecek kadar kör olan bu kadar kişiyle yaşamak gerçekten zordur. İnsanın iki ayağı kopsa dahi, beyni, yüreği doğru çalışsa yine de yeter. Kör olmayla kast etmek istediğim; yaşamamız gereken hususlardan, biçimlerden habersizliktir. Zaten parti de budur. Bunun ideolojisi, politikası, nasıl yaşanılması gerektiğine dair bazı değerler verilmeye çalışılıyor. Bunları alabilecek misiniz? Aldığınızı iddia ediyorsunuz, eğer alsaydınız bu kadar sorun ortaya çıkar mıydı? Kaç kişinin sağlam yaşadığını söyleyebilirsiniz? Buna verebilecek bir cevabınız olsaydı bu kadar ağır komuta ve önderlik sorunlarınız doğar mıydı? Şundan ötürü söylüyorum; ben kendim de bu sorunların bir parçasıyım, yani bunları yoğun yaşıyorum. Ama sizden bir farkım var, fırsatları kendim yaratarak bunları gidermeye çalışıyorum. Bu konuda büyük bir hassasiyet, duyarlılık, iğne ucu kadar bir imkanı yakaladığımda ona değer verme ve aniden yapışıp onu bir sonuca götürme var. Kendi yaklaşım tarzımı, yöntemimi sizinkiyle karşılaştırdığımda arada dağlar kadar fark var. Önünüze altın bile konulsa, eğilip onu almayı beceremiyorsunuz. Fırsat, imkan, olanak konularına ilgi bile duymuyorsunuz. Nasıl komutan olacaksınız? Nasıl savaşçı, gerilla olacaksınız? Böyle olmasaydı, büyük yaşam yanlışlığı yapmasaydınız, bu kadar vatansız, özgürlüksüz, kimliksiz olabilir miydiniz? Ruhen, madden, fiziksel ve düşünsel olarak bu kadar kaçışı yaşayabilir miydiniz? Her şeyinizle kaçıyorsunuz, her şeyinizle düşmanı bulmaya, düşmana ulaşmaya çalışıyorsunuz. Duygu, yaşam düşmanın, sanat düşmanın, gözün gördüğü, kulağın, yüreğin duyduğu her şey düşmanın... Siz ona balıklamasına dalarken bunu gelişme sayıyorsunuz. Önünüze konulan sözde gelişme yasalarını kaç kişi çiğniyor? Kendini görme, duyma, işitme yasalarını kaç kişi biliyor? Biz de düşmanın bu yasaları içinde doğduk, büyüdük, ama bunları biraz bertaraf etme, bunlara karşı direnme gücünü gösterdik, bunları parçalamaya çalıştık. Büyük bir kısmı parçalamak şurada kalsın, bizim geliştirdiğimiz yasalara, örgüt ilkelerine, siyasete birçok yönden kendini dayatıyor ve bunu da bilmeyerek iyi niyetlice yapıyor. Yaşadığımız sorunlar biraz böyledir. Sizleri bu sorunlarla karşı karşıya bırakmak daha gerçekçi olur; bu, aynı zamanda bizim açımızdan da böyledir. Hep böyle sorunlu yaşamak hastalığın ağırlaşmasına götürür ve insanı çürütür. Yaşamı biraz daha sağlıklı hale getirmek için bir an önce bu sorulara cevap vermek gerekiyor. Şu an ben de olup biteni görmeye çalışıyorum, böyle bir yaşama karşı neredeyse bizim de tahammülümüz kalmamış. Tahammülün kalmaması, sizin sorunlu durumlarınızın çok ağırlaşmasından dolayıdır. Yetmezliklere mutlak cevap verilmesi gereken yerde cevabı vermeme, gittikçe sorunların artmasına ve ağırlaşmasına yol açıyor. Ölüm bu kadar yaklaşmış, gayet tabii insan tahammülsüz olur ve başaramazsa çatlar. Bir kişinin değil, bir ulusun ölümü söz konusudur. Bunu duymazsan, görmezsen, militan olamazsın, önder olamazsın. Bu ölçüyü kendinize doğru uygulayın, ne kadar geri ve kabul edilemez bir durumda olduğunuzu hemen göreceksiniz. Görmek yetmez, aşmanız gerekecek. Aksi halde, burada ne geziyorsunuz, neden bu işlerle uğraşıyorsunuz? Bu işlerin altından, kendinize yakıştırdığınız gibi ağlamakla, sızlamakla, küsmekle çıkılmaz, biraz yiğitlik gerekir. Kaldı ki PKK'ye ilk adımın yiğitlikle atıldığını biliyorsunuz. Gelmişler, büyük bir kısmı çaresizler, çürümüşler yığını. Üzerine çok gidersen, "bana dokunma" diyecekler. Düşünüyorum da, size başkaları gibi yüklenseydik acaba haliniz ne olurdu? Yüklenmek, öldürmek değildir. Ölmek bir defalık iştir, eğer size her gün haksızlık dayatılırsa, çaresizlik, yaşatmama dayatılırsa; bunu kader gibi benimsemek değil de, ona karşı koymakla, onu tersine çevirmekle görevliyseniz; kendinizi bir yola sokacak, o yolda yaşama gücüne kavuşturacaksınız. Başka türlü yapamazsınız. Dağda niye başarılı olamıyorsunuz? Birçok görevin üzerine gittiğinizde niye fazla etkili olamıyorsunuz? Mutlaka bir karşı koyuşu, PKK'lileşmeyi, her yönüyle militanlaşmayı sağlayamadığınız içindir. Sizlerle uğraşacağız, ama bu işte ne kadar iddialı olacaksınız? Olağanüstü yardımcı olduğum kişilere bakıyorum; mutlak başarılması gereken işlerin üzerine daha fazla yatıyorlar. Büyük ayıp, kusur burada. Komutan adaylarını ortaya çıkarmaya çalışıyoruz, daha çok onunla oynuyorlar. İşler hassas bir noktaya gelmiş. "Komutandır, önderdir" diye adı da çıkmış; üzerine dengesiz gidersen, zaten düşman tedbirini almış, onunla birçok gelişmeyi vurmak istiyor. Bu ölçüsüzlüktür. Sanki onun bütün özlemleri, bastırılmış duyguları, sözümona elinden alınmış haklarını partiden almak için bazı mevki ve yetkileri ele geçirmiş, fırsat bulduğunda ise bunları düşmana peşkeş çekmek için, karşılığında bir çorbayı da kazansa yeterli görüyor. Bu durumlara karşı da çok hassas olmalıyız. Biraz gelişseydiniz, anlama gücüne kavuşsaydınız daha iyi anlatabilirdik. Bu, geldiğiniz koşullarda yaşamın gereklerini ele aldığınız, duyduğunuz, göz önüne getirdiğiniz oranda olur. Büyük bir kısmının yaptığı yanlışlıklar sorumsuzluklarından ileri geliyor. Aslında benim farkım şurada; çok erken yaşlarda nasıl yaĢamalı sorusunu çok iyi sordum. Buraya kadar gelişimizin direnişçiliği de bu temeldeydi. Sizinkinin çok farklı olduğu anlaşılıyor. Yoksa insan çok açık parti görevlerine, mutlak yerine getirilmesi gereken ve rahat başarılabilecek görevlere böyle yanılgılı yaklaşır mı? Bu kadar sorunlara yol açar mı? Kendini bile yürütemeyecek durumlara düşürür mü? Kendinize sorun; ulusal kurtuluş güçlerine, onun gerillasına, örgütlenmesine, eğitimine, çalışmasına an be an bu kadar yetmez yaklaşım olacak, sonra da "ben yiğidim, komutanım, önderim, militanım" diyeceksiniz; ayıp değil mi? Bir de "gücüm yetmiyor" deyip ağlayacaksınız. Bu daha da ayıptır, bundan utanmak gerekir. Ama çok rahatça sigaranızı içip gidiyorsunuz, “biraz da PKK'li olduk” diye keyfinizden geçilmiyor. Bunların hepsi birer gaflet durumudur. Ben belki bu işlere girmeden önce öfkelenirdim, bazen ağlardım, ama halkın işlerine girdikten sonra, asla yersiz bir davranışa girmemeye büyük özen gösterdim. Önderlik işleri, militanlık işleri, kocakarılık işleri değildir, beylik, efelik işleri değildir; gerçek yiğitlik işleridir. Onun gereklerine kaç kişiniz ulaşmış, kaç kişiniz bunun gereklerini layıkıyla yerine getiriyor, çaba gösteriyor? Benim de sorunlarım var, ama hiçbirinize karşı bu sorunları sizin tarzınızla dile getiriyor muyum? Veya altında eziliyor, büzülüyor muyum? Yapamam, edemem de demiyorum. Kendimi yitirircesine büyük başarılarım da var demiyorum. Bu tarzla işin başındayız. Ben de bir insanım. Hem görevimi ortaya çıkarıyorum, hem çabamı harcıyorum hem de bugüne kadar getiriyorum. Kusurum varsa halk söylesin, dostlar söylesin, günlük olarak da denetime açığım. Bırakalım halkın yüce işlerini, sizin küçük bir özel eğitim işinize bile ne kadar ciddi yaklaştığımızı görmeniz gerekir. Halkın büyük siyasetine, büyük yürüyüşüne nasıl güç getireceksiniz? Katkınız ne olacaktır? Bunları demeyi bir tarafa bırakıyorum, kendinizi bu yolda iyi bir yürüyüşçü haline getirebilecek misiniz? Kendinizi içten bir engelleme olma durumundan çıkarabilecek misiniz? Çünkü çok ağır aksak yürüyor, sık sık engel oluyorsunuz. Önder olmak, komutan olmak demek; değil engellemek, bu yola giren herkesi çok emin adımlarla yürütmek demektir. Birçok komutanımız var, ama mevcut durumu yürüten kaç kişidir? İmkanım yok diyemezsiniz? Komutan, olanak demektir; önder, yol demektir, irade demektir. Bunu sergilediğinde önderdir, yoksa partinin verdiklerini bile değerlendiremeyen, çok hazır olanı bile kullanmayan komutan olabilir mi? Ama bizimkilerin büyük bir kısmına bakın; partinin verdiği hazır olanakları bile yola sokup yürütemiyor, savaşçıyı anlamaya, ilgilenmeye bile çalışmıyor. Silahı kullanma hakkını vermeye yanaşmıyor. Kürt komutanlığı ne demektir? Aslında bunun üzerine çok şey yazmak gerekir. Özellikle PKK içinde “yetmezliğim neden nasıl devam ediyor, neden nasıl tam yola sokamıyorum” sorusundan tutalım nasıl bastırıyorum, nasıl çarçur ediyorum, tanınmaz hale getiriyorum sorusuna kadar, her türlü kusurla dolu yaklaşımların nedenlerini kendinize sormalısınız. Bu geçiştir, şüphesiz aşılır. Aşılacak, ama görüntünün önemli oranda böyle olduğunu da inkar edemeyiz. Oysa doğrusu yapılabilirdi. Zaten talihsizlik buradan başlıyor. Kendi tarihi gerçeğini biraz kavrayan, düşmanını günlük olarak izleyen birisi, askerini nasıl yaratması ve yürütmesi gerektiğini, silahını bulup kullanmasını bilir. Kafası karışık savaşçı, komutan başımıza sorun olarak çıkmıştır, onu düzeltmeye çalışacağız. Bunu da kırıp dökmeden yapacağız. Çünkü durum hassastır. Neden oğlunu iyi yetiştirmedin diye babalarını zaman zaman suçluyoruz, ama bu da yetmiyor. Zaten onların sizi büyütmesi bile onlar için bir başarı oluyor. Ben daha on yaşındayken buna bir cevap vermiştim: Böyle büyütmenizi reddediyorum, böyle evlat olacağına hiç olmasın dedim. Ama gerek sizi büyütenler, gerekse sizlerle hiçbir şeyiniz olmadığı halde gurur duyanlar sizi böyle yetiştiriyor. Güven duyacağınız hiçbir şansınız, olanağınız olmadığı halde, büyük bir böbürlenmeyle, ağalıkla kendini çok etkili ve çok büyük bir insan yerine koyma hepinizin yaşadığı husus oluyor. Ya "bir hiçim" ya da "her şeyim" diyorsunuz. Bu normal midir? Fırsat bulduğunuzda "her şeyim", biraz bastırıldığınızda "hiçbir şeyim" demek; feodalizmin derin bir özelliğidir. Bütün bunların altından çıkmaya çalışıyorum. Ne kadar anlayışlı arkadaşlar olduğunuz belli değil. Siz kolay ağlarsınız, kolay sevinirsiniz, kolay ölüme fedailik de yapabilirsiniz, cehennem gibi bir azaba da katlanabilirsiniz. Ama işin gerçek komuta tarzı söz konusu olduğunda ona gelmezsiniz. Bize gerekli olan da buna gelmenizdir. Tarihi ilerletecek olan da bu komuta ve önderlik tarzıdır. Ama siz, "canımı al, benden bunu isteme" diyorsunuz. "Bana her şeyi yaptır, ama beni bu tarzda katma, yapamam, gelemem, bana bunu dayatırsan bozarım, iyi niyet adına oynarım" diyorsunuz. Başka çaremiz yok. Ancak gerçek komuta tarzıyla ilerleyebiliriz. Kurtuluş bu önderlik tarzıyla mümkündür. Size de biraz bu tarz gereklidir. Eğitim, hiç olmazsa bunu biraz doğru yakalamanız, anlamanız içindir. Bunu anlamadan yapmak mümkün değildir. Anlamadan yapanlar her türlü yanlışı, hatta düşmana gerekli olanı yaparlar. Doğru tarzı anlamadıktan sonra, atacağın adımın ne anlamı olabilir? Atacağın adım, yapacağın iş, faydadan çok, zarar getirir. HALKLAR ÖNDERİ (26.BÖLÜM)
|
YORUM GÖNDER