APOCU HAREKETİN GELİŞİM TARİHİ İÇERİSİNDE PKK'LİLEŞME HAMLELERİ (1.BÖLÜM)
Apocu Hareketin ortaya çıkışı belirli bir tarihsel ve toplumsal zemine dayanmaktadır. Tabii bu, onu var eden temel dayanaklar olmaktan öte bir anlam ifade etmektedir. Çünkü Apocu Hareket, 1923’lerle başlayan ve 1970’li yıllarda sonuca götürülmek istenen ulusal yok oluşun tüm belirtilerinin yaşandığı bir dönemde ortaya çıkmıştır. Bu nedenle ulusal yok oluşa, toplumsallığın yitirilmesine karşı bir direniş anlamına gelmektedir ve onun bilincine sahip demokratik uluslaşmaya doğru atılan ilk adımdır.
Apocu Hareket, varlığını Kürdistan toplumunun Demokratik Uygarlık toplumu olma özelliklerine ve direnişçi geleneğine dayandırmıştır. Ancak çıkışı kendiliğinden değil iradi bir çabanın sonucudur. Kuşkusuz Önder Apo’nun ilk isyanıyla başlayan arayışları ve onda her geçen gün daha da belirgin hale gelen Önderlik özellikleri böyle bir çıkışın gerçekleşmesinde en temel etmendir.
O günkü koşullarda Kürdistan toplumundaki Demokratik Uygarlığa dayalı toplumsal ve direnişçi özellikler, uluslararası alanda ve Türkiye’de devrimci, sosyalist hareketler lehine olan dalgalanma ile Önder Apo buluşması olmasaydı, Apocu Hareket’in varlığından söz etmek mümkün olmazdı. Elbette Kürdistan ve Kürtlerde, Kürdistani düşünceleri savunanlar vardı. Fakat bunların varlığı bir direniş hareketinin ortaya çıkışı için yeterli değildi.
Önder Apo, o günkü koşulları doğru tahlil etmiş ve olası yaşanabilecekleri önceden görmüştür. Başûrê Kurdistan’da Barzani KDP’sinin yaşadıkları ortadaydı. Ondan etkilenen diğer Kürdistan parçalarındaki oluşumlar, ondan daha kötü bir görüntü vermekteydi. Bunlara dayanarak yapılacak olan olası bir çıkışın başarı şansı yoktu. Devrimci Doğu Kültür Ocakları-DDKO’nun pratiği de ortadaydı. Kendini anlatmaktan bile uzaktı. Zaten sınıfsal özelliği bundan ötesine geçmeye el vermiyordu. Bakurê Kurdistan’da başlayan, Başûrê Kurdistan’da son bulan Sait Kırmızıtoprak-Doktor Şivan çıkışı da bu belirlemeyi doğrulamıştı. O da bir çıkış yapmak istemiş, ancak bir komplo sonucunda katledilmekten ve tasfiye olmaktan kurtulamamıştı. O dönemde Türkiye’de gelişen Devrimci Gençlik Hareketleri de vardı. Türkiye’de var olan sol gelenek ile Çin ve Küba Devrimi’nden, Vietnam Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nden; Mao, Che Guevara, Fidel Castro, Ho Chi Minh gibi devrimci önderlerden; Avrupa’da yükselen 1968 Gençlik Hareketi’nden etkilenmişlerdi.
Önder Apo da, devrimci, militan özellikleri öne çıkan bu hareketlerden etkilenmişti. O güne kadar var olan arayışları, onlara doğru yönelmişti. Ancak ondaki arayışların sürekliliği, kendini bununla sınırlandırmasına olanak tanımamakta, Kürdistani olan arayışlarını da korumaktaydı. Her defasında ulaştığı sonuç onu daha ileriye doğru bir arayışa, çıkış yapmaya götürüyordu. Çocukluğundan beri hep bunu yaşamıştı. “İlk isyanı” ve çocukluk yıllarında geliştirdiği arkadaşlık ilişkileri, kadın ve ailesinin düşman kabul ettiği ailenin çocuğu ile kurduğu arkadaşlık, arkadaşlığa verdiği önem, görüneni olduğu gibi kabul etmeyen ve hakikatin ne olduğuna yanıt arayan yaklaşımı ve cevabını aradığı sorular, pratik yönelimlerle buluşan ve süreklilik arz eden arayışları, pratik uygulama gücü, cami hocası arkasında namaza durması ve başında olduğu bir namaz grubu oluşturması, ilk okuldan başlayarak tüm öğrenimi boyunca başarı derecesinde sürekli ilk sıralarda, örnek bir öğrenci olarak kabul görmesi hep böyle bir gerçekliğin dışavurumuydu.
Önder Apo’nun Türkiye’deki Devrimci Gençlik Hareketi’yle olan ilişkisi de böylesi bir gelişim çizgisi içerisinde gelişti. Fakat bu buluşma, arayışlarının sona ermesi anlamına da gelmedi. Aksine yeni arayışların tetikleyeni olma gibi bir anlam ifade etti. Farkına vardığı hakikat, onu Demokratik Türkiye, Özgür Kürdistan fikrine daha da yaklaştırdı. Bu sefer de bu fikrin nasıl gerçek kılınacağının arayışı içerisine girdi. Apocu Hareket de süreklilik içerisinde olan böylesi bir arayış ve mücadele ile ortaya çıktı.
Kürdistan’da sömürgeci, soykırımcı TC devletine karşı ilk adım bu şekilde atılmış oldu. Ancak atılan bu adım, silahlar patlatılarak atılmamıştı. Sadece Kürdistan’ın sömürge olduğu düşüncesi, çok sınırlı sayıda kişinin katıldığı bir toplantıda açıklanmıştı.
Çıkılan bu yol; Kürdistan’da yeni bir dönemin ve tarihin, yeniden yazılmaya başladığının bir göstergesiydi. Bu dönemde kutsal kitaplarda denildiği gibi “Başlangıçta söz vardı.” Bu söz etrafında bir grup, örgütlenerek kendini ideolojik, iradi, devrimci güç haline getirecekti .
Stratejik hamle dönemleri;
Apocu Hareketi, oluştuğu tarihsel ve konjonktürel süreçle açıklamak yeterli değildir. Sosyo-psikoloji ile doğrudan olan ilişki ve bağının da görülmesi gerekmektedir. Tarih, siyaset ve sosyal bilimciler, ekonomistler, düşünce insanları vb 1950’ler sonrasına dair yaptıkları dünya tahlillerinde yaşanan sosyal değişim ve sürece müdahale anlamına gelen devrimci, karşı-devrimci hamlelerin birbirlerine karşıtlık temelinde oluştuklarına dikkat çekmektedir.
Kapitalist modernitenin kesin damgasını taşıyan karşı-devrimci müdahaleler, Ortadoğu ve çevresindeki ülkelerde gelişen bağımsızlıkçı, özgürlükçü, demokratik arayışları durduramadığı gibi; sınıfsal yönlerin öne çıktığı, sosyalist düşünce, devrimci mücadelede yol ve yöntem arayışlarının gelişmesinin de önünü alamamıştır. Özellikle 1960’ların sonlarına doğru Filistin, İran, Türkiye vb ülkelerde görüldüğü gibi bu kendini çok somut bir şekilde göstermiştir.
1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren dünya genelinde işçi sınıfı hareketlerinde, sömürge halkların kurtuluş mücadelelerinde, gençlik örgütlenme ve eylemlerinde ciddi kabarışlar yaşanmıştır. Avrupa’daki, “Gençlik Devrimi” diye adlandırılabilecek olan 1968 Gençlik Hareketleri dünyanın birçok ülkesinde de gençlik mücadelelerinin fitilini ateşleyici bir rol oynamıştır. Bu miras ve gelişmelere dayalı olarak da, 1970 ve 1972 yılları arasında Deniz Gezmiş ve arkadaşları tarafından (1970) Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu, aynı yıl Mahir Çayan ve arkadaşlarınca Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi, daha sonra İbrahim Kaypakkaya ve arkadaşları tarafından 1972 yılında TKP-ML kuruldu. Apocu Hareket de 1970’li yılların başlarında ağırlıklı olarak bu devrimci hareketlerin izlediği yolu takip eden bir yaklaşımla, kendi ülkesi ve halkının kurtuluşu hedefiyle çıkışını gerçekleştirmiştir. Bu dönemde başlatılan mücadele, bugüne kadar, Birinci PKK’lileşme Hamlesi, İkinci PKK’lileşme Hamlesi dönemlerinden geçmiş, şimdi de Üçüncü PKK’lileşme Hamle dönemi içerisinde bulunmaktadır.
BİRİNCİ PKK’LİLEŞME HAMLESİ (1973-1984);
Apocu Hareket’in gelişim tarihi içerisinde Birinci PKK’lileşme Hamlesi; grup oluşumu ve partileşme dönemi olarak birbirinin tamamlayıcısı olan iki farklı süreci içermektedir. Bu hamle döneminin ilk süreci olan ideolojik grup oluşum dönemi, Önder Apo etrafında bir araya gelen grup oluşumu ve örgütlenmesidir. Parti örgütlenmesi de amatör grup örgütlenmesinin aşılarak yerini belirlenmiş olan program ve tüzük etrafında bir araya gelmiş olan profesyonel devrimcilerin, ilişkilerde resmiyetin öne çıktığı örgütlenme düzeyini ifade etmektedir.
Buna göre de ideolojik grup oluşum süreci, Apocu Hareket’in 1973 ve 1978 yılları arasında olan dönemini kapsamaktadır. Ancak PKK tarihi açısından bu yılları iki farklı süreç olarak ele almak gerekmektedir. İlk süreç 1972’den 1976’ya kadar olan yıllardır. Bu yıllar arasında Apocu grup daha çok içe kapalıdır. Dar bir grup görünümü vermektedir. 1976 ve 26-27 Kasım 1978 Parti kuruluş toplantısına kadarki yıllar ise kitleselleşme yıllarıdır. Partileşme dönemini de 1978 ve 1984’e kadar yaşanan süreç anlatmaktadır. Ancak bu belirleme, 1984’de partileşme sürecinin tamamlandığı anlamına gelmemektedir. Çünkü; Apocu Hareket için partileşme bir an ve dönemle sınırlı değildir; süreklilik ifade etmektedir. O nedenle partileşme doğrultusunda atılan ilk adımda olduğu gibi bugün de değişen koşullara ve üstlenilen görevlere, sorumluklara bağlı olarak partileşme, partilileşme başarılması, ulaşılması gereken hedefler arasındadır.
Apocu Hareket’in ortaya çıkışı ve örgütlenme tarzı, o günkü koşullarda Kürdistan’da ve Türkiye’de oluşan, ortaya çıkan örgütlerden farklıdır. Herhangi bir resmi örgüt adını kullanmadan, kendilerini “Kürdistan Devrimcileri” olarak ifadelendirmiş olmaları, yine farklı çevreler tarafından bu grubun “Apocular”, “Ulusalcılar” gibi isimlerle adlandırılması, bu şekilde tanınıyor olması da bunun somut göstergesidir. Diğer oluşum ve örgütler kendilerini dergi, dernek etrafında ve kullandıkları resmi bir isimle, belirlenmiş merkezi bir yapılanma olarak örgütlerken, Apocu Hareket bunlardan farklı bir çıkışı esas almıştır. Dernekler açılmamış, dergi çıkarılmamış, resmi bir örgüt kurulmamıştır. Önder Apo tarafından ideolojik bir çıkış gerçekleştirilmiş ve onun düşüncelerini benimseyenlerin birliğini, ortak hareket etmesini esas alan bir ilişki ağı içerisine girilmiştir. Bununla da sınırlı kalınmayarak sağlanan ideolojik birlik, güçlü bir ruhsal şekillenişe ve ortak davranışa dönüştürülmüştür. Önce “örgüt” ya da “parti” kuralım denilmemiştir. Öncelikli görev, Kürdistan Devrimi’ne öncülük edecek olan kadronun oluşumu olarak belirlenmiştir. Örgüt, parti vb örgütsel düzenlenişler, dergi, gazete gibi yayın organlarının çıkarılması hep bu atılacak ilk adıma göre belirlenecektir. Bu yönüyle Apocu Hareket’in gelişim diyalektiği, Kürdistan ve Türkiye’de oluşan diğer grup ve örgütlerinkinden farklı bir yol izlemiştir. Yeni Kürdistan toplumsallığına öncülük edecek ve onun sosyo-psikolojik özelliklerine sahip bir kadronun oluşumu ilk hedef olarak belirlenmiştir. Örgütsel anlamda yaşanacak olan tüm gelişmeler de, öncelikli olarak belirlenmiş olan bu hedefe bağlı olarak ele alınmıştır. Görüşler ve hedefler doğru belirlenmiş olsa da böyle bir kadroya ulaşmadan hedeflere ulaşmanın mümkün olamayacağının öngörüsüyle hareket edilmiştir. Bu anlamda kadroya sadece örgütlenme yapan, mücadele eden, bağlı, dürüst, fedakâr, militan vb olarak bir yaklaşım gösterilmemiştir. Kadro, yeni bir toplumsal sistemin inşasını önce kendinde başaran, öncü olarak kabul edilmiştir. Bu doğrultuda sağlanan gelişmelere bağlı olarak bir öğrenci, aydın gençlik hareketi olmaktan çıkılarak kitlesel bir hareket olma yönünde adımlar atılmış, o zamana kadar Apocu grubun hareket tarzını belirleyen ilişki tarzı gözden geçirilerek yeniden düzenlenmiştir. Bu yönüyle de 1973’de atılan adım 1976’da örgütsel anlamda atılan ikinci bir adımla tamamlanmış, yeni bir örgütlenme ve mücadele sürecine girilmiştir. Bu, Apocu grubun kitleselleşme süreci olarak tarihe geçmiştir.
a-İdeolojik grup oluşum süreci;
TC devleti’nin ilk 25 yılında Kürdistan’a damgasını vuran politikası, soykırım, sürgünler ve fiziki katliamlardı. Bunu takip eden ikinci 25 yılında ise; Kürdistan’da uygulanan hakim politika, yağma, talan ekonomisi ve kültürel soykırım saldırıları altında, dili, kültürü ve Kürt toplumsallığını, hakim Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirilmesiydi. Apocu Hareket de, TC devleti’nin ikinci 25 yılını tamamlandığı, “Kürt sorunu diye bir sorun kalmadı” dediği bir süreçte, 1973’de ortaya çıktı. İdeolojik ve politik olarak Kürdistan tarihinde o güne kadar yaşanmış olan geleneksel karşı koyuşları değil, bilimsel sosyalist öğretiyi ve onun üzerinde kendini yapılandıran bir mücadele çizgisini esas aldı.
Apocu Hareket’le eş zamanda ortaya çıkan farklı eğilim ve gruplar da vardı. Onlar da DDKO’nun devamı olarak, Devrimci Doğu Kültür Derneği-DDKD adı altında örgütlenmeye başladı. Hatta DDKD’de yer alanlar arasında kendilerinden başkasını devrimci, sosyalist olarak görmeyenler bile vardı. Onların ellerinde olan imkânlar Apocu gruptan çok daha fazlaydı. En azından maddi imkânlar, çevre vb olarak herhangi bir zorlanma yaşamamaktaydılar. Çoğunlukla da feodal, zengin, maddi varlığı iyi olan ailelerden gelmekteydiler. Maddi imkanlara dayanarak kendilerinin, ailelerinin konumunu güçlendirmek ve kişisel bir statü elde etmek; milletvekili, bürokrat vb olmak gibi bir amaçla “yükseköğrenim” kurumlarına gelmişlerdi. Bunun ötesine geçen başka bir amaçları yoktu. Bunlar devrimci olduklarını söyleseler de devrimci güçleri, belirledikleri amaçları önünde engel olarak görmekteydiler. Şeklen Kürtlüklerini bu doğrultuda kullanmaktan geri kalmamaktaydılar. Yayınladıkları dergilerde, kurdukları derneklerde de daha çok bu görüşlerin propagandasını yapmaktaydılar. Aralarında devrimci, yurtsever düşünce ve duyguda kararlı ve samimi olan kişiliklerin varlığı, onların bu özelliğini değiştirmemekteydi.
1970’lerin başında Türkiye’de, Ankara’daki “yükseköğrenim” kurumlarında yer alan Kürdistanlı öğrenciler arasındaki ilişki, arayış ve düşünce yapılanmalarında da benzeri bir durum söz konusuydu. Direniş ile teslimiyet, ihanet çizgisi karşı karşıya bulunmaktaydı. Ancak, önceki dönemlerden farklı olarak aralarında sınıfsal ayrılıklar söz konusuydu. O zamana kadar okuma-yazma bilenlerin, farklı düzeylerde de olsa kurulmuş okullara gidenlerin neredeyse tamamı Kürt egemen sınıflarına mensup olanlardan oluşmuştu. Kürt yoksullarının ve kıt-kanaat karnını doyurabilen köylü çocuklarının çalışmak ve ağaya hizmet dışında önlerinde duran başka bir seçenekleri yoktu. Daha sonra bunlara yoksul, dar gelirli Kürt köylü çocukları da eklendi.
1960’lı yılların sonlarına gelindiğinde de “yükseköğrenim” kurumlarında öğrenim görmek için bulunan Kürdistanlı öğrenciler arasında işçi ve yoksul köylü ailelere mensup olanların nicelik oranı, egemen sınıflara mensup olanlardan daha fazla artış kaydetti. Kuşkusuz, bunun sonuçları da olacaktı. İşçi ve yoksul köylü ailelere mensup olanlar tercihlerini devrimci, sosyalist düşüncelerden yana yaptılar.
“Geleneksel din olarak gösteri yönü güçlü olan İslam sofuluğundan uzaklaşıp, Leo Huberman’ın Sosyalizmin Alfabesi kitabı ile laik din olarak sosyalizme takılmam ve yeni müritliği bu görünüm altında sürdürmem lise son sınıftayken başlamıştı.” sözleriyle de dile getirdiği gibi Önder Apo sol, sosyalist düşüncelerle bu yıllarda, Ankara Tapu Kadastro Meslek Lisesi’nde okurken karşılaştı. Üniversite okumak için gittiğinde bu karşılaşma İstanbul’da tanışmaya dönüştü. DDKO’nun tartışmalarına da katıldı. Öncesinde Kürt ve Kürdistan üzerine duyarlılıkları vardı. Fakat tercihini devrimci, sosyalist hareketlerden yana yaptı. Onu en çok etkileyen de, daha sonra kurulacak olan Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi’nin kurucularından Mahir Çayan oldu.
Önder Apo’nun yapmış olduğu bu tercih Kürdistan’dan Türkiye kentlerine okumak için gelmiş olan birçok Kürdistanlı öğrenciden farklıydı. KDP etkisine girmemişti. İdeolojik ve siyasal olarak DDKO’yu benimsememişti. Kuşkusuz böyle bir tercihte bulunan sadece Önder Apo değildi. Birçok Kürdistanlı genç, Önder Apo ile benzer bir tercihte bulunmuştu. Hatta bunlar arasında devrimci gençlik hareketinin öncü kadroları arasında yer alan Hüseyin Cevahir, Ömer Ayna gibi birçok Kürdistanlı genç de yer almaktaydı. Önder Apo, 12 Mart 1971’deki askeri faşist darbesi karşısında da bu pozisyonunu korudu. Ankara-Mamak Askeri Cezaevi’nde yedi ay gibi bir süre tutsak olarak kaldı. Zindanda arayışlarını daha da derinleştirdi. Böylesi bir süreçte 12 Mart faşizmi katliamlarına rağmen, toplumda devrimci, sosyalist düşünce ve mücadeleye duyulan ilgi ve sempatinin önüne geçememişti. Aksine bu katliamlar 12 Mart faşizmine karşı misliyle tepkiye, öfkeye dönüşmüştü. Bir nevi ‘rüzgar ekip, fırtına biçmişlerdi.’
Çubuk Barajı’nda yapılan toplantı;
12 Mart’tan sonra, özellikle de 1973 ile kendini çok net bir şekilde gösterdi. İşçi ve öğrenci örgütlenmelerinde, eylemlerinde hızlı bir artış yaşandı. Önder Apo da o yıllarda zindanda yaşadığı ve çıktıktan sonra da devam ettirdiği yoğunlaşmalarına, yaşanan devrim sorunlarına çözüm bulma temelinde yeni bir biçim kazandırmaya başladı.
Önder Apo, yaşadığı bu yoğunlaşma düzeyini çevresinde kendine en yakın gördüğü arkadaşları ile paylaştı. Kürdistan ve ‘Türkiye devrimleri nasıl bir arada yürüyebilir’ sorularına cevap aradı. Bunu yaparken, bağımsız ülke örgütlenmesinin önemle üzerinde durdu. 1973 Mart’ında Çubuk Barajı’nda yapılan toplantının ardından açığa çıktığı gibi, farklı sınıf ve katmanlarla bir araya gelinerek Kürdistan’da anti-sömürgeci devrimci bir örgütlenme ve mücadelenin geliştirilmesinin olanağı yoktu. ‘Fas tipi’ sömürge ülkelerde bir nevi cephe anlamına gelebilecek bu tür örgütlenmeler oluşturularak anti-sömürgeci, bağımsızlıkçı hareketler geliştirmek mümkündü. Ama Kürdistan’da bunu sağlamak mümkün değildi. 1970’li yıllarda Kürdistan’da, TC devleti ile işbirliği yapan, adeta onların bir eki haline gelmiş olanlarla böyle bir çıkışı gerçekleştirmek nerdeyse olanaksızdı. Çubuk Barajı toplantısından sonra da bu çok açık bir şekilde görüldü. O toplantıya katılanlardan sadece bir kişi (Fuat-Ali Haydar Kaytan arkadaş), Önder Apo ile yol arkadaşlığına devam etti.
Çubuk Barajı toplantısı sonrasında Önder Apo’ya katılarak onunla yola devam eden ilk grup oluşumunda yer alanlar da daha çok yoksul, dar gelirli, yaşamını kıt-kanaat sürdüren, emekçi, işçi, köylü ailelere mensup olan aydın üniversite öğrencileri oldu. Yaşanan bu katılımlarla Apocu Hareket olarak çıkış gerçekleştirilmiş oluyordu. Atılan ilk adımla fiilen doğuşunu yapan gruba biçim kazandıracak ve ona rengini verecek olan da grubun bu özelliğiydi. Grup öğrenci aydın gençlikten oluşmaktaydı. Önder Apo da bir üniversite öğrencisiydi. İlk çıkış itibarıyla Apocu Hareket’e anlam kazandıracak olan da Önder Apo’ydu.
1973 yılının başlarında çıkışını yapan Apocu grup; devrimci, yurtsever, militan özelliklere sahip olan üniversiteli aydın gençlerden oluşmuş, ideolojik ve felsefik olarak da o günün verili koşullarından etkilenmişlerdi. Hem teorik hem de doğrudan sosyalist düşünceleri savunuyor ve geliştirilen tezleri de onunla temellendirerek açıklıyorlardı. O günkü koşullarda devrimcilik, sosyalistlik adına yola çıkıldığında temel benimsenmesi gereken düşünce ve kullanılan argümanlar oradan alınıyordu. O nedenle Apocu grup oluşumunda, sorunları ele alış ve çözüm yaklaşımında reel sosyalist düşünce yapısının etkisi vardı. Ön gördüğü ulusal sorun ve sınıfsal sorunun iç içe olan çözümünde, mücadele yaklaşımında, bunlara bağlı olarak strateji ve temel taktikte, devrim ve sosyalizm gibi tüm konularda iktidar perspektifi ile hareket etmekteydiler. Ulusal sorunun çözümünde ön görülen devrimin, bir iktidar sorunu olarak ele alınıyor olmasının bundan başka bir sonuç ortaya çıkarması mümkün değildi. Böyle de olsa pratiğin dili daha farklı olacak; teorik olarak dile getirilenleri aşan bir gelişim seyri içerisine girilecekti. Bunun sağlanmasında belirleyici olacak olan da, Apocu Hareket’in kendi iç diyalektiğiydi. Bu da kendiliğinden değil, Önder Apo’da ifadesini bulan devrimci bilinç ve iradeyi ifade eden önderlik gerçeğine bağlı olarak gelişecekti.
Önder Apo’nun ilk yol arkadaşları arasında, “Hâlâ hatırımdadır: ‘Sömürge Kürdistan’ kavramını ilk defa düşünceme ve yüreğime indirdiğimde bayılmıştım. Ev ortağım, büyük insan Haki Karer o halimi gördüğünde, Kürt olmadığı halde, şehadete erişinceye kadar yeni oluşumun gerçek önderi gibi hareket etmekten asla çekinmedi. Yoldaşlığın gerçek timsaliydi.” dediği Haki Karer ve Kemal Pir gibi Kürdistanlı olmayanlar da vardı. Yoldaşlıkları, kaldıkları evde sürdürdükleri komün yaşamındaki ortaklaşmaları ve paylaşımlarıyla başlamıştı. İlk tartışmaları orada yaşanmış ve görüş birliğine varmışlardı. Bu yönüyle de Apocu Hareket onların şahsında komünal, demokratik ve enternasyonal bir karaktere sahip olarak çıkışını gerçekleştirmişti. O andan itibaren her şey bu temeller üzerinde yükseldi ve ilkeler belirlendi. Reddedilen sınıf ve sosyal tabakalara benzeşilmeyecekti. Bu anlamda ne işçileşilecek ne de köylüleşilecekti. Sömürge bir ülkenin, toplumunun bir ferdi olarak da kalınmayacaktı. Eğer elde bir imkân varsa o da tamamen mücadelenin hizmetine sunulacaktı. Bir başka ifadeyle sistemle bağlar koparılacaktı. Apocu Hareket saflarında biçim kazanan kadronun özellikleri bunlarla da sınırlı kalmayacaktı. Önder Apo’nun da dikkat çektiği gibi kadrolar düşünce yapılarının bir gereği olan yaşam, mücadele, üslup, tarz, yol ve yönteme sahip olacaklardı. Bu yönleriyle de kendilerini toplum içerisinde kapitalist modernite dışında farklı bir kültürü, yaşamı, alışkanlıkları, hareket tarzını temsil edenler olarak konumlandırarak bir çekim merkezi ve ilgi odağı haline getireceklerdi.
Daha dar grup çalışmaları tamamlanmadan, örgütlenmeye başladıkları Ankara-Tuzluçayır ve etraflarında edinmeye başladıkları kadro adayları ile de bu doğrultuda bir mesafe almaya başlamışlardı. Buna dayalı olarak da Apocuların ismi, Kürdistan’a grubun kendisinden önce ulaşmıştı. Apocu Hareket’in ortaya çıkışından iki yıl sonra 1975 yılının Mart ayında alınan ülkeye dönüş kararı ile bunun sağlanması için somut pratik adımlar da atılmış oldu. Alınan bu karar doğrultusunda da; soykırımcı TC devletinin sömürgeci, ırkçı, faşist, mezhepçi karakterine karşı direnişçi özelliklerini koruyan, toplumsal ve sınıfsal olarak sol, devrimci düşünce ve eğilimlere açık olan, Dersim, Elazîz, Çewlîg, Dîlok, Êlîh, Riha, Semsûr, Qers, Agirî gibi Kürdistan şehirlerine gidildi.
Alınan bu kararla uzun, zorlu ve engellerle dolu bir mücadele dönemine de girilmiş oldu. Büyük fedakârlıklar ve özveri gerekiyordu. Sosyal-şoven anlayışlarla, reformist, milliyetçi eğilimlere karşı; derneklerde, okullarda, kahvelerde, mahallelerde, sendikalarda tartışmaya dayalı ısrarlı bir ideolojik mücadele başlamıştı. Bunları başarmak için bir yandan örgütlü faşist güçlere karşı şiddete varan bir mücadele, diğer yandan da grupsal ve bireysel eğitimler yapılıyor; yetmez, yanılgılı kapitalist modernite yaşam biçiminin, düşünce yapısının etkilerine karşı kişilik mücadelesi veriliyordu. Ancak, dezavantajlara rağmen ısrarlı bir mücadeleyle halkın ilgi odağı haline gelinerek, taraftar bir çevre edinilmişti. Örgütlenme çalışmaları neticesinde öğrenci, aydın gençlik ile kendini Apocu Hareket’te gören, aradıklarını bulan; işçi, köylü, ‘işsiz’, yoksul, emekçi sınıflara mensup yurtsever, devrimci duygu, düşünce, heyecan ve coşku ile dolu genç erkek ve kadınlar saflara katılmaya başlamıştı. Böylece oluşan taraftar ve sempatizanlarıyla yaygın bir kitlesel hareket haline gelinmiş oldu.
İlgi odağı haline gelinerek kat edilen bu gelişme düzeyi, grup oluşum sürecini yaşayan Apocu Hareket için örgütlenme faaliyetlerinde önemli dönüm noktalarından biriydi. Öğrenci, aydın gençlik hareketi olmaktan çıkılarak, kitlesel bir hareket haline geliniyordu. Artık aynı tarz ve yöntemlerle hareket etmek ve çalışmaları yürütmek yeterli gelmiyordu. İlk çıkışta belirlenen görev ve üstlenilen sorumluluklar, o güne kadar atılmış olan adımların daha ötesine geçmeyi gerektiriyordu. Bu da, örgütsel faaliyetlerde yeni bir çıkışın yapılması demekti.
1976 yılının Ocak ayında ülkeye dönüş kararının alındığı Ankara-Dikmen’de yapılan toplantı ardından Haki Karer Agirî’ye, Mazlum Doğan da Êlîh’e (Batman) gitti. Bir yıl sonra, 1976 31 Aralık’ını 1977 1 Ocak’ına bağlayan günde Ankara Dikimevi’nde gerçekleştirilen bir yıllık değerlendirme toplantısında ise “Kürdistan Devrimci Gençlik Birliği” adıyla yürütülerek yoğunlaştırılması kararına varıldı. Alınan bu kararla da 1973’ün ilk aylarında başlayan dar grup çalışması tamamlanmış ve kitleselleşme sürecine girilmiş oldu.
Apocu Hareket’in hem örgütsel ve kadrosal hem de kitlesel gelişimi ve halk üzerinde artan etkisi soykırımcı TC devletinin de harekete geçirmişti. Bunun bir sonucu olarak da, soykırımcı TC devleti Apocu Hareket üzerine daha özel bir yaklaşım içerisine girerek yöneldi. Bununla da yetinmeyerek, mücadele tarihi içerisine Pilot (Necati Kaya) örneğinde görüldüğü gibi ajanlarını sızdırmak istedi. Kontrolündeki, kendini ‘solcu’, ‘devrimci’ vb olarak gösteren kimi kişi ve çevreleri de kullanarak saldırttı.
Haki Karer’in şehadetine karşılık olarak partileşme;
Apocu Hareket’in kitleselleşmesi, karşı saldırıların hedefi haline gelmesini de beraberinde getirdi. Ankara’da bir kaza sonucu yaralanan Ali Doğan Yıldırım, polisin doktorlara baskı ve müdahalede bulunması nedeniyle şehadete (3 Temmuz 1976) ulaştı. Aydın Gül, (7 Mart 1977)’de Dersim’de katledildi. Doğu Perinçek tarafından yönetilen Aydınlık Gazetesi (Bugünkü Vatan Partisi)’nin başını çektiği Milli İstihbarat Teşkilatı-MİT uzantıları tarafından karşı propaganda ve ihbar kampanyası başlatıldı. Polis takibi altına alınarak tutuklananlar oldu. Böylesi bir süreçte bu tür kişiliklerin de rol oynadığı bir komplo ile Haki Karer Yoldaş 18 Mayıs 1977’de Antep’te (Dîlok) katledildi.
Haki Karer’in katli bir tesadüf değildi. Kapsamlı ve genel bir planın parçasıydı. Haki Karer’in katlinden kısa bir süre önce, 1 Mayıs 1977 günü İstanbul’da bir provokasyon düzenlenmiş, onlarca emekçi katledilmiş ve yüzlercesi yaralanmıştı. Bu provokasyon ile adım adım, zamanın Kara Kuvvetler Komutanı Namık Kemal Ersun’un başında olduğu faşist bir darbe planı uygulamaya konulmuştu. Apocu Hareket de bu darbe planının doğrudan hedefiydi. Zaten Haki Karer’in katlinden kısa bir süre sonra, aynı yılın Haziran ayının ilk günlerinde, Ankara’da, Önder Apo’ya karşı (bizzat Önder Apo’nun ön görüsü ile boşa çıkarılan) bir komplo düzenlenmişti.
Haki Karer’in bir komplo ile katledilmiş olmasının neden ve sonuçlarını çözümleyen Önder Apo, sadece oynanan oyunu boşa çıkarmakla kalmadı, Apocu Hareket’e daha ileri adımlar attırdı. Haki Karer’in şehadetine karşılık olarak Partileşme mücadelesini başlattı. Kürdistan’da sağlanan kitleselleşmenin vardığı düzey de bunu olanaklı kılmaktaydı. Bu temelde Bakurê Kurdistan’da ve örgütlü olunan Türkiye kentlerinde örgütlenme çalışmalarına hız verildi. O zamana kadar zayıf olunan Kürdistan kentlerinde örgütlenme çalışmaları genişletilerek belirli bir gelişim düzeyi sağlandı. Apocu Hareket artan taraftar ve sempatizanlarıyla büyük bir güce ulaştı. Urfa-Hilvan’da (Riha-Curnê Reş) geliştirilen mücadeleyle yenilgiye uğratılan feodal-işbirlikçi yapılanma yerine, demokratik, toplumsal yaşamın bir prototipi olarak; ahlaki-politik işleyiş ilkeleri olan, kendi kendini yöneten, savunan, eğitimini yapan, sorunlarını çözen özellikleri olan bir halk yönetiminin oluşumuna gidildi. Bununla da kalınmayarak Hilvan’da (Curnê Reş) feodal işbirlikçi yapı ve soykırımcı TC devletinin yaşam ve örgütlenme biçimine, hakimiyetine geçici olarak son verildi. Êlîh’te halkın oylarıyla seçimin kazanıldığı belediye ile özgür, demokratik belediyecilik hareketinin örgütlendirilmesinde ilk adımlar atıldı. Birçok sendika, fabrika ve çalışma alanında işçi, emekçi komiteleri kuruldu. Bu yaşananlar Apocu Hareket’in daha geniş kitlelere ulaşmasını sağladı. Ağalığa ve işbirlikçiliğe karşı mücadeleyle elde edilen başarı; işçi, köylü ve yoksul halk kesimleri etkileyerek saflarına katılmasını sağladı. Böylece, sömürgeciliğe ve onunla işbirliği halinde olan ağalığa ve onların Kürdistan’da hakim kıldıkları sömürgeci feodal-komprador düzene karşı konulabileceği, onunla mücadele edilerek yenilgiye uğratılabileceği pratik olarak kanıtlanarak yeni bir gelenek başlatılmış oldu.
Önder Apo’nun da dile getirdiği, “1973-1976 dönemini dar grup dönemi olarak alırsak, 1976-1978 yılları kitleselleşme dönemiydi. Her iki dönem de başarıyla atlatılmıştı. Sorun ondan sonra neyin nasıl yapılacağı sorunuydu. Gençlik grubundan ve kitlelere yayılımından sonra atılacak adım partileşme mi, askeri eylem örgütü mü sorusunun yanıtlanmasına bağlıydı. Bu teknik soruna partileşme biçiminde cevap vermeye çalıştık.” belirlemesi, artık pratikleştirilecekti. Zaten 18 Mayıs 1977’de Haki Karer’in katledilmesinin ardından böyle bir kararlaşma ve hazırlık içerisine girilmişti.
b-Partileşme süreci;
Apocu Hareket ya da o zamanki bilinen adıyla Kürdistan Devrimcileri, 18 Mayıs 1977’de Haki Karer’in katledilmesini takiben partileşme kararı almış, daha sonra yaptığı toplantılarda da çalışmalarını gözden geçirerek, atılacak adımlara dair kararlaşmalar içerisine girmişti. Bunun bir sonucu olarak da parti program taslağı hazırlanmış ve daha parti kuruluş kongresi yapılmadan (Yayın Kurulu vb) resmi görevlendirmeler yapılmıştı. Kürdistan Devrimi’nin manifestosu olarak kabul edilen “Kürdistan Devrimi’nin Yolu” da Parti kuruluş kongresinden önce hazırlanmış ve örgüt yapısına dağıtımı yapılmıştı. Ardından Parti Kuruluş Kongresi 26-27 Kasım 1978’de gerçekleştirildi.
Apocu Hareket, partileşme kararıyla kat edilen örgütsel gelişmeye resmiyet kazandırdı ve bu gelişmenin ihtiyacına yanıt olacak; tarz, yöntem ve mücadeleyi esas alan bir ilişki ve örgütlenme içerisine girdi. İdeolojik grup dönemini aşmaya başlayan ilişki tarzı ve örgütsel düzenleniş; bir disipline tabi olunan, profesyonelliği, gizliliği esas alan, parti kuruluş kararıyla devrimci sürecin öncü örgütünün, partisinin inşası temelinde örgütsel bir yapılanmaya ve konumlanışa kavuşturulmaya çalışıldı. Bunu sağlamak için de yapılan toplantılarda resmi görevlendirmelerde bulunularak parti komiteleri kurulmaya başlandı.
Parti Kuruluş Kongresi sonrası daha aradan bir ay geçmeden yaşanan Maraş (Merêş) Katliamı ardından ilan edilen sıkıyönetimle, soykırımcı TC devleti ile açıktan karşı karşıya gelindi. Böylece o zamana kadar feodal, işbirlikçi, ajan yapılanmalara karşı yürütülen mücadelenin kapsamı daha da genişledi. Artık devlet, o güne kadar kullandığı güçlerin arkasında durma yerine önüne geçerek Apocu Hareket’e karşı doğrudan özel, kirli savaşını yürüten bir pozisyona geldi. Kürdistan Devrimcileri imzasıyla dağıtılan bildiriyle içerisine girilen sürecin temel özelliğine dikkat çekilerek hazırlıklı olunması gerektiği yönünde perspektif verildi. Ancak önceden yapılan planlamalar doğrultusunda çalışmalara devam edilmekten de geri kalınmadı. Önder Apo’nun Rojavayê Kurdistan’a geçerek mücadelenin devamlılığını sağlama çıkışı ardından 31 Temmuz 1979 günü, Kürdistan’da feodal işbirlikçi yapısının en önde gelen temsilcilerinden, Adalet Partisi milletvekili M. Celal Bucak’a karşı yapılan eylemle PKK’nin kuruluşu ilan edildi. Yine aynı dönemde, İran’da faşist şah rejiminin yıkılmasına neden olan halk ayaklanmasının yarattığı elverişli koşulları değerlendiren Önder Apo’nun perspektifleri doğrultusunda, elverişli koşulları Kürdistan Devrimi’nin kazanımına dönüştürmek için Mehmet Karasungur Yoldaş, Rojhilatê Kurdistan’a çalışma yürütmek amacıyla gitti.
Apocu Hareket’in mücadele tarihindeki örgütlenme çalışmalarında atılan en stratejik adımlardan olan, önce Önder Apo’nun daha sonra da Mehmet Karasungur’un Kürdistan’ın diğer parçalarına gidişi yaşandı. Nasıl ki, Kürdistan Devrimcileri, ideolojik grup olarak oluşum sürecini yaşadıkları Ankara’dan, kaynağa yani Kürdistan’a dönerek partileşmişse, Parti ilanından sonra Rojava ve Rojhilatê Kurdistan’a girişle de PKK’nin Kuruluş Bildirgesi’nde hedefleri arasında yer alan “Bağımsız, Birleşik ve Demokratik Kürdistan” idealine ulaşmak için stratejik adımlardan bir diğerini de hayata geçirdi.
Böylece PKK ideolojik ve siyasal olduğu kadar fiilen de Kürdistan’ın diğer parçalarının örgütlü öncü partisi halini gelmede önemli bir adım atılmış oldu. Önder Apo, Rojavayê Kurdistan’da geliştirdiği ilişki ve bunlara dayalı olarak yarattığı örgütlenme ile Suriyeli sol örgütler ve Filistin hareketleriyle ilişkilendi. Bu ilişkilerle de Ortadoğu sahasına açılım sağladı.
Rojava ve Rojhilatê Kurdistan’a, Ortadoğu alanına yönelik içerisine girilen bu çalışmalar devam ederken, Bakurê Kurdistan’da düşman saldırıları daha da artmıştır. Êlîh’te halkın oyuyla belediye başkanlığına seçilen Edip Solmaz polis ve işbirlikçi-ajan yapılanmalar tarafından katledilmiş, başta Urfa-Hilvan, (Riha-Curnê Reş) Siverek (Sêwereg) olmak üzere Bakurê Kurdistan’da güçlü halk ve kadro örgütlenmelerin olduğu yerleşim merkezlerinde Mazlum Doğan, Mehmet Hayri Durmuş, Ferhat Kurtay ve daha başka öncü kadroların da tutsak alındığı baskınlarda yoğun kitlesel tutuklamalar yaşanmış, daha önce vurulan, ciddi darbelerle hareketsiz kılınan faşist-kontra, ajan-işbirlikçi yapılanmalar canlandırılarak Apocu Hareket’e karşı saldırıya geçirilmiştir.
Böylesi bir süreçte yeni planlamalar geliştirilmiş ve bunları pratikleştirmekle görevli kılınan Kemal Pir ve Mahsum Korkmaz’ın da içinde yer aldığı, Filistin kamplarında gerilla eğitimini tamamlayan gruplar ülkeye dönmeye ve alanlarına ulaşmaya başlamışlardı. Ancak talihsiz bir şekilde Kemal Pir’in tutsak düşmesi ve ardından çok kısa bir süre sonra 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinin gerçekleşmesi yapılan planlamanın o günkü koşullarda pratikleştirilmesini engellemiştir.
Önder Apo, Maraş Katliamı’yla ilan edilen sıkıyönetimle, olası yaşanacaklara dair yapmış olduğu belirlemelerde; saldırıların varacağı boyuta dikkat çekerek uyarılarda bulunmuş ve hazırlıkların yapılmasını istemiştir. Bu öngörüler doğrultusunda içerisine girilen hazırlıklarla da, 12 Eylül faşizmine hazırlıksız yakalanmanın önüne geçilmiştir. Askeri faşist darbenin ardından alınan geri çekilme kararı da böyle bir anlam ifade etmiştir. Alınan bu karar doğrultusunda da görev ve sorumlukları nedeniyle Bakur ve Türkiye’de çok sınırlı sayıda tutulan ve tutsak düşenler dışında kalan kadroların neredeyse tamamına yakın bir kısmı Önder Apo’nun yürüttüğü örgütlenme çalışmaları ve geliştirdiği ilişkilerle yaratılan yeni açılım alanlarına çekilmişlerdir.
Bunlar yapılırken 12 Eylül faşizmine karşı hem ülke ve zindanlarda hem de geri çekilme alanlarında, yurt dışında mücadelenin yükseltmesi için öne çıkan görev ve sorumluklar da söz konusuydu. Zindanlarda Önderliğe, ideolojiye olan inanç ve bağlılıkları dışında ellerinde hiçbir imkan olmayan tutsakların, o zorlu süreçte yaşamlarını adayarak sergiledikleri direnişlere anlam vererek yerine getirilmesi gerekenler de bunlar arasında yerini almaktaydı. Bu çerçevede hem zindanlarda yaşanan direnişlere güç verilmesi hem de 12 Eylül faşizmine karşı birleşik bir direniş cephesinin örgütlendirilmesi ertelenemez görevler haline gelmişti.
Bu şekilde uygulamaya konulan geri çekilme kararı, PKK için yeni bir başlangıç anlamına geliyordu. Bu başlangıcın temel özelliği de; kadronun değişen koşullarda, yürütülecek olan mücadelenin ihtiyaçlarını karşılamaya hazır hale getirilmesi olarak belirlenmişti. Bu yönüyle Rojavayê Kurdistan önemli rol oynadı. Orada kurulan ilişkiler üzerinden Filistin hareketlerinin Lübnan kamplarına geçilerek gerilla savaşı için hazırlıklar yapıldı. Kadroların ideolojik, askeri, siyasi eğitimleri tamamlanmaya çalışılarak, alınan kararlar doğrultusunda ülkede kalan kadroların da geri çekilme çalışmasına hız verildi.
Bu çalışmalar yürütülürken, yeni koşullara göre örgütsel düzenlenme çalışmaları da yapıldı. Tüm bunlar yapılırken bir çok iç sorunla da mücadele edildi. Bunların başında; değişen koşullara ve yapılan hazırlıklara bağlı olarak kadroların yeniden eğitilmelerinde karşılaşılan sorunlar, edinilmiş kişilik özellikleri; tarz, yöntem, aşılması gereken alışkanlıklar gelmekteydi. O zamana kadar geri planda kalmış, biriken sorunların çözümlenmesi gerekmekteydi. İdeolojik grup oluşumundan itibaren yürütülen yoğun mücadele pratiği ve karşılaşılan sorunlar da bunu kaçınılmaz hale getirmekteydi.
Bunlar dışında daha farklı çözümlenmesi ve düzeltmesi gereken anlayış ve yaklaşım soruları da vardı. 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesine karşı “nasıl bir mücadele” konusunda kimi öğelerde yaşanan kafa karışıklıklarının aşılması gerekiyordu. Bunların neden olduğu sorunlar aşılmadan, çözülmeden değişen koşullarda üstlenilen tarihsel rol, devrimci görev ve sorumlukların yerine getirilmesi mümkün değildi.
PKK Birinci Konferansı ve İkinci Kongre’sinde yürütülen tartışmalarda, eleştiri ve özeleştirilerde, alınan kararlarda aşılması gereken bu sorunlar üzerinde durulmuş ve çözümü doğrultusunda bir mücadele içerisine girilmiştir.
CEMAL ŞERİK
YORUM GÖNDER