APOCU MİLİTAN KİŞİLİK (6.BÖLÜM)
PKK ÖZGÜRLÜĞE UZANAN BİR KÖPRÜDÜR : Yürüyüşümüz Ucunda Başarının Olduğu Bir Yol Alıştır; İki büyük dağ arasında büyük bir uçurum, bir insan bacağının kapatamayacağı bir uçurum olsa, dağın bir tarafında cehennemi yaşarsın, ama dağın öte tarafında cennet olursa, ne yapacaksın? Bir köprü kuracaksın! Ancak o köprü seni cehennemden kurtarıp o cennet dağa götürür. PKK olayı böyledir; yirmi yıldır aralarında büyük uçurum olan iki dağ arasındaki köprü! Dağın bir tarafı karanlık, orada işkence ve cehennem var. Kendiniz bunu yaşadınız. Diğer tarafında vaat edilmiş bir cennet var. Bu, bizim dağlarımızdır; özgürlük dağları, yeni topluluğun buluştuğu dağlar! En eşitlikçi, en adaletli dağlar! Özgürlük üssü kurulabilecek dağlar! Şimdi halk onu tercih ediyor, "ben bu cehennem dağının eteğinde değil, cennet dağının eteklerinde yaşayacağım" diyor. Karar vermiş ve dağlarda yürüyor. Geçtiği yer de o köprüdür; PKK köprüsüdür! Bu köprü olmadan, bu dağlara ulaşamaz. Hatta cehennemde yaşadığının farkında bile olamaz. Bazıları bu köprüyü inkar ederek, cennete gidebileceklerini sanıyorlar. Henüz Araf'tayız*, köprüden geçiyoruz, bunu da unutmayın! Köprüden geçiş bitmemiştir. Büyük bir kısmı halen köprünün öbür ucundadır. Ucu belirmiştir cennetin, ilk kafileler Araf'tan geçiyor. Henüz bayram değil, bayramın arifesindeyiz. Bu tarih, bu anlamda anlaşılmalıdır!.. Eğer bugün sosyalizmin başına bela gelmişse, bunun nedeni sorumsuz neslin yetmiş yılda olup bitenin hikayesini öğrenme gereği duymamasındandır. Bunu da yeterli görmez, büyük bir hayırsız, bir hain, inkarcı olarak bu değerler üzerine kurulur ve her şeyi peşkeş çekebilir. Ailelerimiz buna "hayırsız evlat" der ve tarih hiçbir zaman bu tiplere hayırlı bakmamıştır, hep lanetlemiştir. Katılımımız lanetli bir değerlendirmeye konu olmasın! Bu tarihi süreç içerisinde yetmez kişilik, gafil kişilik göz ardı edilemez. Bu kişilik öldürülmüştür. İkinci büyük husus da budur. PKK, tarihi bir köprüdür, cennetin ucunu yakalamıştır. Üzerinden en kalabalık halk toplulukları geçebilecek kadar sağlamdır. Yürüyüşçülerin artık gafil olmasına ne gerek var? Çarpık olmanın, her türlü küfrün, rezilliğin, sefaletin etkisini taşımanın ne gereği var? Cennete, özgürlüğe gidiyoruz ve onun gerektirdiği kişilik bellidir. Biz büyük sabrı ve büyük güçlendirmeyi onun için yaptık. Düşmanın her türlü dayatması altında oluşan kişiliği, hiçleşen kişiliği, bir kader olarak görmüyorum. Ona saygı göstermem doğru olmadığı gibi, ona yoldaş olmam da doğru değildir. O kişiliği kabul etmek zorunda değilim. Siz bize böyle gelemezsiniz, siz bize böyle yol arkadaşlığı yapamazsınız. Bunlar bize yaraşmaz, ama ölmek de bize yaraşmaz. Böyle inanılmaz bir süreçte, böyle bir yürüyüşü buraya kadar başaracağız da, siz halen bu aşamada sağlam yürümeyeceksiniz; bu kabul edilemez! Bu halk, bu cesaret, ordulaşma kararlılığı bu kadar açığa çıkarılacak, bu kadar hazırlık düzeyi sağlanmış olacak ve siz halen sağlam savaşmayacaksınız, bu asla kabul edilemez! Görev, yetki ve sorumlulukları karmakarışık hale getirmek affedilemez! Bu, içine girilebilecek en affedilmez, en lanetli tutumlardan birisidir. Hepiniz kendinizi yeniden yaratacaksınız. Yiyorsunuz, içiyorsunuz, sigaranızdan bir saniye taviz vermiyorsunuz. Madem öyle, kutsal işe de kendinizi vereceksiniz. Namusluysanız böyle yapacaksınız. Ben namussuzluğu bir kader olarak görmüyorum; çarpık bacaklılığı normal görmüyorum. En aşağıda da kendimi görüyorum, en zorda kendimi görüyorum. En zor nefes alan kişi olarak kendimi değerlendiriyorum. Bunlar bir gerçek! Ben yürüyüş pozisyonumu bırakmadıktan sonra, hiçbiriniz bırakamazsınız. Buna ne hakkınız var, ne de bunun gereği var. Anlaşılması gereken şudur: Komuta görevi de olsa, sıradan bir savaşçı görevi de olsa, görevlerin üzerine mükemmel yürünebilecek bir dönem yakalanmıştır. Hiçbir gerekçeyle başarısız yürüyüşün ve ucuz kaybedişin hesabının verilemeyeceği dönem yakalanmıştır. Eğer bunlara itiraz yoksa, bu kesin böyleyse, size attırılan bazı tarihi adımları gafletle, vurdumduymazlıkla, sorumsuzlukla bir kez daha bize yaşatırsanız, size bu halkın, tarihin ve her şeyin hesabını sorma hakkım vardır. Öncü olmak isteyen sizlersiniz. Bu halk adına önderler gerekiyor. Ona talip olanlar, ona hakkını vererek çok mütevazı bir tarzla, bir görev adamının içine girmesi gereken yolla bunu yapmalıdır. Bunu iyi değerlendirin. Sizin karşı karşıya olduğunuz görevlerin gerektirdiği tutum budur. Sorumsuzluğu ve zavallılığı bir tarafa bırakın. Her türlü yanlış kavrayışta kendi kendimize yakıştırdığımız bir yığın sahteliği bir tarafa bırakalım. Ben ahım şahım bir önderim de demiyorum. Mütevazıca, namusluca yaşanabilir. Ben bunu kanıtladım. Bana hiç kimse başarısıza, yetersize, namussuza başarılı veya yeterli dedirtemez. Bana bunu dedirtemezsiniz. Bana neden başarısız, yetmez kişilikler olduğunuzu, tıkanıklığınızı kanıtlayamazsınız. Her gün raporlarda okuyoruz. En değme namussuzların bile içine giremeyeceği durumlar var. Bundan sonra öyle durumların içine neden girildiğini de bana izah edemezsiniz. Bizzat öyle olma anlamında değil, birimlerle, birliklerle, bütün yürüyüş kollarıyla, sıradan bir askerin ve en üst düzeydekilerin içine girebileceklerini, rahatlıkla da böyle yaşayabileceklerini belirtiyorum. Bütün bunların anlamı şudur: Bundan sonraki dönem farklıdır, yürüyüşte başarı gerektirir. Büyük ve kahramanca hamleler beklemiyoruz. Yapılması gereken görevlere sınırlı yaklaşımla, biraz sağ duyuyla, hızlı bir tempoyla rahatlıkla başarılabilecek bir dönemdir. Bu ispatlanmıştır. Buna hiç kimsenin, hiçbirinizin itirazı yok. O halde, görev almak istiyorsanız ve her türlü göreve layığım diyorsanız, bizim görevlere bakışımız budur. Zorla söz verin, bizden görev talep edin diye dayatmıyorum. Fakat görev almanın tarzı budur. Görevi bu temelde talep edin. Yani başarıya ulaşmayan hiçbir şeyin, ne kabul göreceği, ne de beklenebileceği bir koşulda bu yakın geçmişin tüm tarihi adımlarının başına getirilenlere benzer duruma getirirseniz, kendinizi ne yapacaksınız? Bir yüzsüz gibi, bir utanmaz gibi özeleştiri vermeye mi geleceksiniz? Gelmenize gerek yok. Bunu özünüz, kişiliğiniz kavrıyor mu? Kendinizi kandırıyorsanız, bu dönemin içine bir sahtekar olarak giriyorsunuz demektir. Böyle bir girişten vazgeçin. Bu temelde görev istemeyeceksiniz. Ben sıradan herhangi biri değilim. Yaşamımı da bugüne kadar öyle getirmedim, herhangi bir şeye de önderlik etmiyorum. Bu kadar sabrettim, kendime tanımadığım yaşam fırsatını hepinize tanıdım. Bu kadar şehidi de kendi sorumluluğumda, üzerinde yükselebileceğiniz bir basamak olarak döşedim. Onlara ne kadar layık olacaksınız? Olmasanız nasıl hesap vereceksiniz, onu soruyorum. Eğitimi, görev sahasını değerlendirememişseniz, adama buralarda ne geziyorsun demezler mi? “Kafam çalışmadı, göremedim, ulaşamadım, irtibatım yoktu, istihbaratım yoktu” diyorsan, burada ne geziyorsun demezler mi? Ordu böyle mi kurulur, ordu komutanlığı, asker böyle mi olur? Herhangi birini buraya getirsem, iki ay eğitsem süper devrimci olur. Ama bizimki "göreve yürüyemiyorum, savaşa yürüyemiyorum, tökezliyorum" diyor. Komutan yürüyüşü böyle midir? Namuslu olmayı bileceksiniz. Ben bunu bir kader olarak görmüyorum. Bu topraklarda ölü gibi yaşanabileceğine inanmıyorum. Bu kadar açlığa, bu kadar işkenceye, bu kadar zulme, bu kadar bitirilmişliğe rağmen siz, insana yakışmayan böyle bir tarzda yaşamayı kabul edemezsiniz. Hiç kimse bu kadar işkenceyi yaşayamaz, bu işkenceye karşı insanda müthiş bir tepki oluşur. Gururlu olacaksınız, bunun başka çaresi yok. Her şeye hazır olan kadrolar, savaşçılar yanınıza geliyor. Her türlü silah var, halen “eğitemedim, takımımı yetiştiremedim, örgütleyemedim, yarısı kaçtı” demek ne anlama gelir? Bunu kime anlatıyorsunuz? Bütün bunlar bu Önderliğe anlatılamaz. “Yetişemedim, haberim olmadı, tedbir alamadım” diyemezsiniz. Sen bunu kime anlatıyorsun? Bu partiye anlatılamaz. Çok ilginç bir yaşam tarzınız var. Sigaranızdan, çayınızdan vazgeçmiyorsunuz, ama ölümcül tehlikelere karşı da tedbir almıyorsunuz. Buna hafif bir bakış bile atmıyorsunuz. Böyle kurtarma mı olurmuş! “Düşman dört bir taraftan etrafımızı sararken, biz çayımızı bile bırakmamıştık” tarzında, böylesine bir aymazlık yaşanır mı? Siz ne biçim insansınız? Bu saflarda, hem de gerilla saflarında eski namussuzluklar nasıl yaşatılabilir? Öyle beslenmiş, kendinizi öyle alıştırmışsanız; kazandığınız ülkeye, kazandığınız halka, kazandığınız kendinize bakın, elde kazanç var mı? Beni çalıştıracaksınız, hem de korkunç bir biçimde çalıştıracaksınız, diğer taraftan “biraz da PKK ile oynarım" biçiminde yaşayacaksınız. Bu size yakışır mı? Bunu hangi yürekle kendinize yakıştırabilirsiniz? Ben hiç de üstün başarılarla dolu bir ordu, bir parti, bir cephe kuramadım, ama biraz namuslu olabilmek için, onuru kurtarmak için, adına bugün özgürlük savaşı dediğimiz bir yaşama anlam biçmek için önemli şeyler sundum. Bunların hiçbir değeri yoksa, cephede göğsünüzü gere gere bize karşı savaşın, ama bizimle oynayarak yapmayın. Bizim saflarda bunlar nasıl oluyor? Bunlar kiminle savaşıyor? Artık değerlendirme yapamıyorum. Bunun anlam ve önemi açık. Yürüyüşün tarzı açık. Bunlar halen neyi yaşıyorlar, neyle savaşıyorlar? Burada ben suçu yine kendimde bulacağım. Madem ki öndersin, bunlar senin sahanda nasıl ortaya çıkıyor diyeceğim. Madem bu işe bu kadar meyil verilmiş, her şeyi kendine kabul ettirme pahasına da olsa böyle bir amaca yönelinmiş, peki bu sahada nedir bunlar? Gerçekten buna ben mi sebebim? Sizler, hiç kimsenin layık olamayacağı koşullarda düşkünce yaşamayı kabul edenler buna sebeptir, ben değil. Ben bir insanda açığa çıkartılacak ne varsa bunun çabasını sergilediğime inanıyorum. Ama başkaları sizler yüzünden bizi farklı değerlendiriyor. Onun için şunu size söyledim; dakikanızı bile sağlam değerlendirmek zorundasınız. Size göre namus, bir karınız oldu mu elde edilmiştir; ben buna büyük namussuzluk diyorum. Siz bu felsefeyle büyüdünüz, yetiştiniz, ama bunlar bende sıfırdır. Bize göre yaşam, bize göre kişilik çok farklı bir anlamdadır. Çıkan sonuç şudur: Bundan sonraki yürüyüşler; ülkesine, halkına, yoldaşlarına karşı yararlı olmalı, öyle anlaşılmalıdır. Burada ölüm yok, size hiç kimse gidin fedailik yapın da demiyor. Benden daha fazla, hatta düşmandan daha fazla yaşama şansınız var. Bunlar kanıtlanmıştır, tarih bunun kanıtlılığıyla önünüzdedir. İlk yılları kahramanca şahadetlerle geçirdik ve bugüne kadar geldik. Eğer bu büyük şehitlerin en büyük değerlerinden bahsedilecekse, sizin en büyük fedailikle karşılamanız gereken adımların sahibi olabilmişlerdir. Bütün bu yıllar, bu yılların bütün günleri her birisine bir şehit sığdıracak kadar, kendini feda edercesine size ‟92'nin yaşam şansını sunmuştur. Kimse sizden bu anlamda bir önderlik istemiyor. Sizden daha çok, rahatlıkla sağlanacak özgür bir yaşam şansının değerlendirilmesini istiyoruz. Ama bunu değerlendiremiyorsunuz ve bu PKK'nin yarattığı değerlerin üstüne işbirlikçilerin doluşmasına neden oluyor. Bu kadar kabarış, özgür bir yaşam şansını değerlendirmek içindir. Bu, benim açımdan ilk günden beri böyledir ve böyle yürümesi gereklidir. Ben iki sözcükle işe başladığımda hazır ol durumundaydım. Aval aval yüzüme bakanlara karşı, ben iyiyim, siz kendinize bakın dercesine bir peygamber gibi huşu içinde bir tavır takındım. Bir gün, bir saniye bile saygıda kusur etmedim. Bu halka, onun her türlü değerlerine ve sizlere de büyük sevgi, büyük saygı, büyük hoşnutluk her zaman gösterilen tavırdır. Peki sizler neden bu kadar zıt oluyor, neden böyle bir tavır içinde olamıyorsunuz? Ben Kürdistan ülkesini tanıyorum. Halkınızın özelliklerini benim kadar tanıyacaksınız. Tüm dünyaya ilk defa bu gerçeklikleri ortaya çıkardığımızı belirtiyoruz. Bu da bana, neden sizin gibi yaşamamanın gerekliliğini ispatlıyor. Benim büyük saygım, büyük ihtirasım, neden böyle yaşanılmayacak, neden böyle savaş adına savaşla oynanılmayacak sonucuna ulaştığım içindir. Doğru yolda çok rahatça savaşılabilir. Tarihte ordular kurulur, komutanlıklar tahsis edilir. Bizde durumlar farklı. Bizde özgür bir asker olmanın on yıldan fazla emekle yalın ayak çalışarak, yani efendisine her şeyini sergileyerek kanıtladıktan sonra, özgür savaş hakkını elde etmiş bir köleden bir komutan olmak için, birkaç meydan savaşını başarıyla kazanması gibi bir şartı var. Siz, bir kölenin çok gerisinde, onun yaptığından bin kat yetersiz bir şekilde hiçbir şey katmadan, kazandırmadan özgür savaşma hakkını elde ediyorsunuz. Biz köle bir halkız, sizler de köle bir halkın içinde birer köle olduğunuzu inkar etmeyin. Bizim için demokrasi yok, özgürlük yok. Bu kelimelerin altında bizim için ölüm vardır. Öyleyse kendi halkını değiştir. Ortaçağdaki, İlkçağdaki kölelerden daha fazla düşürülmüş bir köleliğimiz var. Bundan emin olmalısınız. Kölelerin tarihini inceleyin, bir köle özgür bir savaşçı haline gelmek için yıllarını efendisi için hem de savaşarak harcar. Daha sonra bir, iki rütbe almak için büyük bir zekayla savaş kazanırlar? Osmanlılara bakın; hepsi devşirmedir. İlk paşaları, birçok vezirleri böyledir. Her birisi birkaç meydan savaşı kazandırmıştır. Özgür savaşçı olmanın anlamını artık kavradınız ve komutan olmak istiyorsunuz. Hiç olmazsa birkaç tane başarılı eylem yapın. Bunun gereği açık değil mi? Siyasi olmak istiyorsanız, hiç olmazsa savaşçı eğitip işleyin, moral kazandırın. Bu, savaşa hazır hale getirmek değil midir? Varolanı doğru dürüst işletmek ve eğitmek gerekir. Birimleri çok kısa bir sürede yarı yarıya azaltıyor, kaybediyorsunuz; bunun tarihle ve günümüzdeki komutanlıkla bir alakası yoktur. Bir Türk teğmeninin bile, bir, iki askerini kaybetmesi halinde rütbesi sökülür. Birimin ise, en haksız amaçlar temelinde olsa bile, en azından bir uyarı yapması gerekir. Düşmanın generali şunu söyler: "Bir askerimizin düğmesi olmasa, ben sabaha kadar uyuyamam!” Karşınızdaki düşman günlük olarak böyle söylüyor, böyle işliyor. Tarihte böyle olmuştur. Siz halen ordulaşmaya, askerileşmeye gelemiyorsunuz. Demirel, yetmiş yaşında olmasına rağmen bize karşı mevzi kazanmak için yoğun bir çaba içindedir. Sizler daha gençsiniz, normal bir siyasi yönelimi bile gerçekleştiremiyorsunuz. Kırk kat tembelliği, boş, avare yaşamı kendinize layık görüyorsunuz. Bunların ne kitaplarda, ne tarihte, ne de günümüzde yeri vardır. Bütün bunları neden tekrarlıyorum? Gençsiniz, yıpranmış bir haliniz de yok; taşı sıksanız suyunu çıkarırsınız. Buna rağmen, o kadar laçkalık, tembellik askerliğin a'sıyla alakası olmayan, komutanlığın k'siyle alakası olmayan tutumları yaşayamazsınız. Hiçbir şey size sorumsuz, haylaz davranma hakkını vermez. Bir şeyi daha belirteyim; belki öyle yetiştirilmişsiniz, ama bu andan sonra böyle hareket edemezsiniz. PKK tarihine, PKK şehitlerine saygıyla söz verin. Bu saygıyı lafta göstermeye kalkarsanız, sizde insanlık diye bir şey kalır mı? Böyle yaparsak, insanlığımızdan asla eser kalmaz. Bundan sonraki gidişatı, yönelişi, yürüyüşü tarihi dönemlerin her bakımdan başarısız kişiliğinden intikam alırcasına başarılı kılmak doğru değil midir? Elbette ki doğrudur. Burada şuna açıklık getirmek istiyorum: Asker nasıl alınır, nasıl eğitilir, nasıl örgütlendirilir; yine komutan kimdir, nasıl davranır? Madem ki önümüzde mutlak kazanılması gereken bir yaşam var, o zaman nasıl asker, nasıl komutan, nasıl örgüt komitesi olunabileceğini izah edilebilir misiniz? Bu lal dili, bu şaşı gözü ve bu sağır kulağı bırakın! Sizin suç ortağınız olmak istemiyorum. Geçmişte olmadım, bugün olmuyorum ve yarın da olmayacağım. Yine düşürülmüşlerin yol arkadaşı olmak istemem. Beni zorla kendinize suç arkadaşı yapamazsınız. Düşman bu kadar acımasızken, görevler bu kadar yakıcıyken, bu olanaklarla rahatlıkla başarılabilecekken, halen neden sağlam görev adamı olamayacaksınız, neden görevlerle oynayıp, "muğlakız, net değiliz" diyeceksiniz? Günlük olarak gafleti yaşıyorlar, gafleti yazıyorlar. Tarihin mutlak ve rahatlıkla başarılabilecek görevinin, nasıl başarısızlığa uğratıldığını bize yazıyorlar. Hem de bu kendi elleriyle, kendi sorumluluğu altında oluyor. Sen bunu nasıl yaptın, bu nasıl bir yürektir diye sana sormazlar mı? Ben bin defa öleceğimi bilsem, yine de bunlarla yaşayamam. Bunlara sürekli öfkeleneceğiz. Siz yaşamı böyle ele almakla, en kabul edilmez olanı yapıyorsunuz. Sizinle kimse yaşayamaz. Belki şimdi hesap sormayabilirim. Şu anda istediğim gibi hesap sormuyorum, belki bu mahşere de kalır, fakat şunu her zaman söyleyeceğim; sen alçaksın, sen şerefsizsin, sen görevlerle oynayan, kaybedilmeyecek yerde kaybedensin ve hep sürüneceksin. Sergilediğiniz bu tür pratikler bize vurulan en büyük darbedir. Böyle olmaya gerek var mı? Böyle olmayı çok mu istiyorsunuz? Ölmek de kâr etmiyor, buna anlam da veremedim. "Ben gider kendimi patlatırım" diye doğru bir sonuç da çıkmıyor. Geriye, işin doğru ele alış, doğru savaş, doğru vuruş tarzı kalıyor. Bükemezsiniz, kıvırtamazsınız, oynayamazsınız. Bu halk için, tarihin bu dönemi için, bundan sonrası için bu gerekir. Bunun dışında bir yürüyüş, bir vuruş tarzının ne imkanını görürüm, ne de gereğini kabul ederim. Dünya halklarıyla eşit ve özgür temelde kucaklaşmanın, her şeyden önce kendi halkıyla kucaklaşmanın, yine kendi ülkesiyle kucaklaşmanın dışında imkan ve olanak göremiyorum; bunun dışında başka bir emek, ruh göremiyorum; özgürlük, bağımsızlık göremiyorum. Eğer geçmiş mücadelemizin bir hatırası olacaksa, bu halka sıradan bir saygınız olacaksa; diğer halklarla karşılaşıyorsunuz, onların her şeyini paylaşmaya ve yaşamaya çalışıyorsunuz, eğer onlara da bir saygınız olacaksa bu, ancak doğru yürüyüşlerle olur. Sağınızla, solunuzla konuşuyorsunuz, yoldaş olmak istiyorsunuz, bu ancak böyle bir yürüyüşle mümkündür. Gafletin çocukları, tarihi adımların yetmez kişilikleri ve başına en büyük belayı getirmekten sakınmayan, aymazlığın kişilikleri; bundan sonra görev, bundan sonra komuta, asker yürüyüşünün sahibi olmayı anladınız mı? Bundan sonra doğru yolda yaşamayı becerebilecek misiniz? Hiçbir şeyi başaramayacaksanız bile, engel olmaktan kendinizi çıkarabilecek misiniz? Kötü ölmeyelim, kötü söyleyemeyelim. Engel olmayı engelleyebilecek misiniz? Kendi halkınıza bir saygınız olacaksa, bir vefa borcunuz olacaksa, hiç olmazsa bunu biraz ödeyebilecek misiniz? Her türlü andı içerek bağlı olduğunuzu söylediğiniz bu şehitlerin anısına verebileceğiniz bir karşılık olacak mı? Bırakalım bize bağlılığı, benimle amansız çatışmayı, çekişmeyi bir tarafa bırakarak, sunduğumuz destekle biraz yürümeyi bilecek misiniz? Bütün bunları yaparak, bu önemli tarihi adımların affedilmez kişiliklerini az da olsa kendinizde mahkum edebilecek misiniz? Bu büyük tarihi adımın, bu kutsal çalışma alanının son sözü olmaya, ama mutlak başarılması gereken, tarihe başarıdan başka hiç bir biçimde yazılmayacak andımızın sahibi olmayı bilecek misiniz? Çalışmaktan bıkan yok! 1982'de buradaki çalışma bitti, ülkeye tarihi bir yöneliş başladı. Ama daha sonra her yılı daha kapsamlı bir geri dönüş yılı haline getirdiler. Böylece ‟92 yılına kadar geldik. Bir on yılı daha böyle sürdürmenin lanetini, gafletini, yetmezliğini yaşatmaya mı çalışacaksınız? Eğer şimdiye kadar olduğu gibi yaşarsanız, o zaman niyetinizin bir on yılı daha böyle geçirmek olduğu açığa çıkacaktır. Hiç hak etmediğimiz, hiç beklemediğimiz bir biçimde buna fırsat tanıyacak mısınız? Bir emrivaki gibi, misafirliği de zorlarcasına, çok gereksiz bir on yılı burada yaşadık. Ülkemizde de benzer bir durumu yaşadık. Şimdi bir üçüncü dönemi aynı şekilde yaşatmak mı istiyorsunuz? Ummuyoruz diyeceğim, ama bunu bununla bırakmayacağız, kuşkusuz tedbirlerini de alacağız. Aslında tedbirini halkımız almıştır, tedbiri tecrübemiz almıştır, her tarafa yetişecek yedeklerimiz almıştır. Yine tarihi yıllarla, tarihi adımlarla oyun oynanılmaması, gafil, yetmez ve başarısız yaklaşılmaması için her taraftan kuşatmaya alınmıştır. Savaşçısı da, komutanı da, her türlü örgüt adamı da gaflet ne kadar köklü de olsa, gevşeklik, başı boş kişilik ne kadar kolaçan da etse, hiç olmazsa bundan sonra bu tedbirler karşısında kendini toparlayacaktır. Bu imkan ve olanaklar karşısında, bu dönemin her şeyi gerçek kılan değerleri karşısında ve biraz da kendinize duyacağınız saygı karşısında geçmiş yıllar gibi olmayacak, komutayı ve savaşçılığı kavrayıp uygulayabileceksiniz. Buna biraz daha inanıyorum, inanmaktan da öteye, bunun için fazlasıyla tedbir geliştirmişiz. Tecrübe güç kazandırmıştır. Dolayısıyla iktidar yürüyüşü hayalden de öteye, adım adım gerçekleşebilecek, savaşılarak onun her türlü örgütsel ve siyasal tedbiri, çalışması yapılarak kazanılacak bir yürüyüş haline dönüştürülmüştür. Buna bu yıl, ‟92 yılı Newroz'uyla başlandı diyebiliriz. Newroz yürüyüşünün, onun şehitlerinin iktidar ve özgürlük amaçlı, onun hayaliyle başlayan yürüyüşlerinin bir gerçek olacağını, bunun da gerçek bir iktidar yürüyüşü olacağını, öncünün, komuta ve ordu yürüyüşünün de iktidarı yakalayan bir yürüyüşü kesinleştireceğine eminiz. Tüm bunları belirtirken, bu kadar gerçekçi ve eleştireliz. Belki tam bağımsızlık, özgürlük istenildiği gibi elde edilmeyecektir, ama bir parça kurtarılmış vatana ve çok özgürleşmiş bir halka ulaşılacaktır. Mevcut yürüyüşün buna ulaşma şansı, şanstan da öteye hazırlığı, donanımı, önderliği, her düzeyde savaşı ve savaşçılığı buna el veriyor. Bu anlamda cennetin ucu da yakalanmış, uçurum da aşılmıştır. Kervanın çoğunluğu daha geride de olsa, uç yakalanmıştır diyoruz. Araf'tan bayrama ulaşılıyor diyoruz. Devrilecek olanlar varsın devrilsinler. Uçurumdan alaşağı gidip dereyi boylayacak olanlar varsın boylasınlar. Ama böyle bir yürüyüşün sonunda bir parça bağımsız vatan kadar, oldukça özgürleşmiş bir halkı da kazanacağımız kesindir. Çok zorunlu olmadıkça, gereksiz kayıplar vermeden zaferi birlikte kazanalım istiyoruz. Sizler bu büyük bağımsızlık ve özgürlük yürüyüşünün bu önemli sürecinde en önde yürüyen bir kolu; hem de başarıyı sadece kendisi için değil, ardından gelenler ve insanlık için sağlamak amacıyla yola çıkanlarısınız. Tarih, insanı her zaman böyle şanlı yürüyüşlerin sahibi kılmaz. Bu an, bir defaya mahsus olmak üzere çok büyük acılardan, umutsuzluklardan, büyük güçsüzlük dönemlerinden, alacakaranlıklardan ve korkulardan sonra oldukça planlı, güç getirebilir ve başarabilir bir tarzı yakaladığınız bir andır. Bu yürüyüş için denilebilir ki, tarihimizin en şanlı olduğu kadar, en planlı dönüşlerinden birisini elde etmenin ve ona öncülük etmenin onurudur. Ucunda mutlaka kazanmanın olduğu, kaybetmenin ise asla affedilemeyeceği bir yol alıştır. Bu, tarihte kaybedilen her şeyin kazanıldığı, sadece kendi ulusal gerçekliği ve kurtuluşu için değil, başta komşu halklar olmak üzere, tüm insanlığa en soylu adımlarla kazandırmayı mümkün kılan savaşımın yol alışıdır. Bizi bugüne kadar getiren böyle bir savaşımın, yürüyüşün rüyasıdır. Sadece rüyasıyla buraya kadar geldik; peki bunun gerçekleşmesiyle neler yaşanılır, neler gerçekleştirilir? Bunu düşünelim ve gereklerini sonuna kadar yerine getirelim. Savaşalım, başaralım ve yaşayalım. Bu temelde, buradaki çalışmamıza büyük bir anlam biçerken, şahsınızda bunun şeref ve onurunu taşıyıp her tarafa en başarılı sonuçları sağlatmayı esas alarak, bundan sonrasını mutlaka bu biçimde getirmenin adını ve sözünü şehitler adına, direniş değerleri adına, insanlık adına vurgularken; tüm partililere, onun önde gelen militan komutanlarına, savaşçılarına sürekli ve kesintisiz başarılar süreci diliyoruz. Yine halkımızın, bu şanlı yürüyüşe başarı temelinde katılmasını, bu temelde partisine sonuna kadar güvenmesini, serhildanları ucunda zafer olan bağımsızlığa kadar götürmede bunu her tarafa yayarak, ama zaferi de bir yerinden mutlaka yakalayarak götürmesi için her şeyini ortaya koyup başarılı olmasını dileyeceğiz. Dostlarımıza, dost olması gereken insanlığa, her zamankinden daha fazla bizi doğru kavramalarını, bizi desteklemelerini, bunun kendi kazanımları, kendi destekleri olduğunu bilerek daha fazla birlikte yol almaya, dayanışma içinde olmaya özen göstermelerini dileyeceğiz. Bu çalışmaları buraya kadar getirmenin tüm sorumluluklarını üstlenmiş, başarıları kadar daha çok başarısızlıklarının acısını, endişesini, öfkesini, kabul edilmezliğini yaşayan bir kişi olarak; ucuz söz verişi, çok konuşmayı az yapmayı çok yetersiz gören biri olarak; tüm bunların bir başlangıç olduğunu, gecikmiş bir yaşta da olsa büyük, yeni ve geniş başlamanın hamlesi içinde olacağımı belirtiyorum. Bunun dışında, kendimde ve kendi şahsımdaki tüm çalışmalarda, bir insanda en başarılamazın başarıldığını çok iyi görerek, bunu yaşayarak, verdiğim güçle bundan sonrasını daha fazla başarılı kılmanın amansız gören gözü, duyan kulağı, yapan iradesi olacağım. Vatana bağlılığa daha fazla değerle karşılık vererek, bunun da ancak her geçen gün daha fazla başarılarla mümkün olacağı bilinciyle tüm eleştirilere rağmen sizler, halkımız ve dostlarımızla birlikte yürüyerek, başarıyla iktidar yürüyüşünün bir ucundan tutmaya olan inancı, iradeyi ve çalışmayı bir soluk nefessiz, iradesiz bırakmamak kaydıyla bu çalışmaların başında olacağıma ve başarıya ulaştıracağıma inanıyorum. HALKLAR ÖNDERİ(6.BÖLÜM)
|
YORUM GÖNDER