APOCU MİLİTAN KİŞİLİK CİLT II (23.BÖLÜM)
DEVRİM BÜYÜK BİR GÖNÜLLÜLÜK VE BİRBİRİNE BÜYÜK GÜÇ VERME OLAYIDIR
En büyük devrim, yüzyıllardır bizi geri bırakan ve her tür düşmanlık karşısında sürekli yenilgiye götüren gerçekliklerimize karşı yürüttüğümüz savaşımdır. Çağla bağlantılı olarak en temel yanılgılı yaklaşımlarınızdan bir tanesi, devrimimizi diğer çağdaş devrimler gibi yapabileceğimize dair gerek teorik ve gerekse benzer bir pratik çabaya kendinizi kaptırmanız, sonuç vermeyince de umutsuzlukla birlikte yozlaşıp kendinizi yenilgiye mahkum etmenizdir. Biz bu kadarını bile fazla iddialı geliştirememiştik. Çünkü farkımız, size hiçbir zaman diğer ülke devrimleri gibi, halk devrimleri gibi olacağımıza dair en ufacık bir umut vermiyordu. Dolayısıyla mücadeleye cesaret bile edemeden kendi gerçeğimizden kaçmanın sonucu olarak, bunun şekillendirdiği ipe sapa gelmez, dünyada belki de en kandırılmış, kendini yalana yatırmış, kitaplarda bile tarifi olmayan bir ulusal, toplumsal ve bireysel gerçeklik haline geldik. Şu çok kesin; Kürt olayı ve gerçeğinde artık ciddi olmak, kendimizi bu işe adamakıllı vermek -tabii bu, PKK'nin en hayati iddialarından bir tanesidir- temeldir. PKK‟nin özgünlüğü buradadır. Çok az kimsenin, belki de hiç kimsenin cesaret etmediği bir savaş tarzına yüklenmenin ve bunun önderlik savaşımının adıyız. Yenilgi, askeri-siyasi boyutun çok ötesinde, özellikle toplumsal gerçekliğin neredeyse düşmanı için en uygun zemini teşkil etmesi, en rahat bir sömürgeciliğin yürütülüş çerçevesini oluşturması, bizi şimdi bu zemini yakalamaya ve çözmeye götürüyor. Askeri, siyasi başarılardan bahsetmek için bizi her kötülüğe, olumsuzluğa ve kaybedişe götüren sosyal zeminle hesaplaşmak gerekiyor.
Zaten Önderlik çabalarımızın son yıllardaki yönelişi de buraya doğrudur. Dış cephelerle uğraşmayı ikinci plana bıraktık, daha doğrusu bu iç çözümlenme düzeyini aşarak, dış cepheyi geliştirebileceğimizi ortaya koyduk. Tabii ki bizde, sosyal olgunun değil çözümlenmesi, kavranılması bile büyük yetenek ister. Başka uluslar belki de yüzyıllarca süren çabalarla bu sosyal gerçekliğini anlamış, kavramış, yasallaştırmış ve siyasallaştırmıştır. Bu devletler kendi savunmasından sonra, emperyalist yayılmaya da gidebilmişlerdir. Bizde yaşanan da, sosyal gerçekliğini tanımaya, kavramaya bile kimsenin yaklaşmamasıdır. Nesin, kimsin, kimden geliyorsun? Neyi temsil ediyorsun? Bunların farkında olmak şurada kalsın, bunlardan hep kaçılıyor. Kaç kurtul mantığı vardır. Tabii bunda düşman rolü belirleyicidir, ama bu yaklaşım iliklerinize kadar da işlemiştir. Ne kadar kendinden kaçarsan o kadar kurtulursun! Halen hatırımdadır, kendimi tanıyıp, köyden öyle çıkmaya hazırlandığımda ve gittiğim okulla birlikte geleneksel yaşamdan kopup, pek kestirmediğim yeni yaşama başladığımda bu sosyal engeli gördüm. Bu bana hep bir ayak bağı gibi gelirdi. Ah, ailem şöyle olmasaydı. Babam ve annem diğerlerinin anne ve babaları gibi olsaydı veya bu köylü olmasaydım, şu yerden olsaydım derdim. Bunları engel gibi görüyordum.
Burada önemli olan, o yaşta bile bu toplumsal zeminin ne kadar büyük bir engel teşkil ettiğinin görülmesidir. Devrimciliği, bu toplumsal engeli aşmaya bağlamamız anlamlıdır. Kendi toplumsal zeminini aşamayanların ciddi bir askeri, siyasi sıçrama yapacağı kuşkuludur. Bu sosyal zeminin insanı olsa olsa düşmanın iyi bir askeri, patronun iyi bir işçisi, ağanın iyi bir ırgatı veya en tortu işlerdeki çalışanlardan ibaret olurdu. Nitekim bu sosyal zemin başka bir şey doğurmuyor. En benim diyen bile aşağılık bir işbirlikçidir. En haini, sözümona en beceriklisi oluyor. Bu ülke başka insan yetiştiremedi. Bu halkın bağrından başka tür yaman adam çıkmadı. En “yiğidim” diyen, karının iyi bir kocası veya kocanın iyi bir karısıdır. Bunun dışında bir sosyalliğe ve onun ahlakına henüz tanık olamadık. Sorun ne sizin moralinizi bozmaktır, ne de sizin bir bostan bekçisi gibi olan bu halinize onay vermektir. Sorun gerçeklere yüreklice yaklaşmaktır. Yaşayacaksak da bu temelde buna yeni bir başlangıç yaptırmaktır. Benim kendi tecrübemden çıkardığım bilinçle baktığımda, işler böyle olmuyor. Sizinle yaşam olmayacak, gelişmiyor.
Bu anlamda bir devrimle karşı karşıyasınız. Ya bu içsel devrimi hakkıyla yaparak “ben varım” diyeceksiniz ya da bu sallapati yürüyüşünüze bir son vereceğiz. Bu da bir abartma değildir. En benim diyenlerinize verilen hiçbir görev anlamını bulmamış, başarıya gitmemiştir. Tam tersine başarısızlık için zemin olunmuştur. Bunu görmezlikten gelemeyiz. Bir görevi alırken yüksek başarı şansımız yoksa, o zaman kendimizi neden aldatalım? Niçin ateşten bir gömlek olan devrimci sürece girelim? Yazık değil mi? En azından bir vicdan muhasebesi yapın, bu ateşe niye giriyorsunuz? Devrimde mecburiyet olmaz. Devrim büyük bir gönüllülük olayıdır, birbirine büyük güç verme olayıdır. Bütün pratiklerinize bakın, bunun tersi bir durum söz konusudur. Güç verme olayı, gönül verme olayı neredeyse yitirilmiş veya gelişkin bir biçimde kullanılmamıştır. İyi niyetlerinizden ve bayağı çaba harcamanızdan kuşku duyulamaz, ama bir şey var ki, siz bu işte rahat değilsiniz. Bu işe büyük sarılmamışsınız. Bu işi büyük bir kararlılıkla yürütemiyorsunuz. Ama ben de diyorum ki, böyle devrimcilik, particilik ve orduculuk olmaz. Büyük bir feodal değer yargısı içinde veya çaresizlikten dolayı bir yere kadar “varım” diyorsunuz. Bu yanlıştır, böyle var olunmaz. En basit askeri konularda, yıllardır bu kararlı savaşıma rağmen başarılı bir taktik geliştirememiş ve rahatlıkla yürütülebilecek bir örgüt çalışmasına doğru bir toplantıyla bile cevap vermemişsiniz.
Durum böyleyken sizi ciddiye alamayız. Sizi gerçek bir adam, militan yerine koyamayız. Çünkü bu durumda ne derseniz deyin, her şey bir aldatıcılıktan ibaret olacaktır. “Ben bu işe ölümüne girmedim mi” demeniz daha kötüdür. Bu halinizle sizin bu işe ölümüne girmeniz diriliğinizden daha beterdir. Sizin ölümünüzü istemiyoruz. Ucuz savaşıp çok boş bir nedenle ölmek, bizde en az sahte yaşamak kadar suç teşkil ediyor. Ölümünüzle sadece üzüntülerimizi artırıyorsunuz. Nasıl ki yaşamınızla bizi zorluyorsanız, ölümünüzle daha fazla zorluyorsunuz. Kendinizi kolay ölüme yatırmışsınız. Bana kolay ölmeyen yoldaş gerekiyor. Zaten bizde her gün herkes ucuzcasına ölüyor. Kolay ölmemenin, aynı zamanda kolay yaşayamamanın da adı olacaksınız. Bunları çözmeye çalışıyoruz. Ben çokça yapa geldiğiniz gibi, kendimi kolay ikna etmek istemiyorum. Şimdi daha derli toplu ve sonuç alıcı olmak istiyorum, ama bildiğiniz gibi değil. İçinde bulunduğunuz durumlara çok öfkeliyim. Sorun, kendimi idare etmek değil.
Benim en büyük sorunum şu anda fazla başarılı olmayan yaşam ve fazla gelişkin olmayan savaş konusunda kendimi aldatmamaktır. Tüm sorunum, bizzat günlük pratik konusunda kendimi aldatmadan mümkünse bazı gerçekçi adımlar atabilmektir. Bu benim için her şeydir. Ama siz bir önyargıyla yıllarınızı kaybediyorsunuz ve kaybettiriyorsunuz. Sırf doğru olup olmadığına bakmadan bir iddiacılığınız veya bir kuruntunuz var, onun uğruna partiyi kurban ediyorsunuz. Yaşamınızın belki de çok ağırlıklı bir bölümü hatalarla, yanlışlıklarla, dolayısıyla başarısızlıklarla dolu. Başarısızlıklarınızı büyük bir inatçı gibi dayatırsanız, acaba bunun sonuçlarını hesaplayabiliyor musunuz? Daha da kötüsü yaşama göz dikmiyorsunuz.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER