ÖNDERLİK GERÇEĞİ-42.BÖLÜM
Önderlik diyordu: “Altınızı pisletiyorsunuz, daha sonra altınızı temizlememi ben den talep ediyorsunuz.” Sen pisletiyorsun dediğinde bu sefer kendini yere atıyor. Çamura yatıyor. Bunlar olmaz mı? Kaçınılmaz olarak olur. Diyarbakır’da analar “katil Erdoğan” diye slogan atıyor. Selahattin Demirtaş’ta bizim milletvekilidir. Ne diyor? “Yuh çekmeyin, o bizim de başbakanımızdır” diyor. Senin ulusunun katili -gerçekten de bir katil- diğeri tarafından savunuluyor, sana başbakan diye yutturulmak isteniyor. Siyasal dilde buna otomatik fren diyorlar. Halkın öfkesi, nefreti, eylemliliği bazılarının otomatik freni ile durduruluyor. Şu anda gerçekten de bazıları otomatik fren işlevi görüyor. Neden kitle eylemlilikleri gelişmiyor? Yaptırtmıyorlar. Mesela şunu hep şunu düşünün arkadaşlar: Türkiye’deki legal düzeyde düşman ile zımmi bir uzlaşma içerisindedir. Bu benim iddiamdır. Zımmi bir uzlaşma içerisindedirler. Yani en azından sürece seyircidirler, sonucu bekliyorlar. Kuleye çıkar savaşı izler, kim üstün çıkarsa onunla birlikte hareket eder. Düşman ağır basarsa düşman ile birlikte hareket eder. Legal alandaki kadronun büyük çoğunluğu yarın düşman ağır basarsa düşman ile birlikte hareket eder. Kesinlikle böyledir. Halk yapmaz ama kadro yapar. Kadro dediklerimiz yapar.
Mesela cezaevli çıkışlıdır. Gidip evlenmiştir ya da kendisine iş bulmuştur. Bir de şartlı tahliye olmuştur. Şartlı tahliye olduğu için bir şey yaparsa tekrardan cezaevine girecek. Şartlı tahliye şartlı devrimcilik oluyor. Şartlı nedir? Fazla ileri gitmemek. Kendisinin tutuklanmasına vesile edecek ortamı yaratmamak. Ruh hali kesinlikle budur. Fren görevi görüyor. Kesinlikle kendisin düşünüyor. Cezaevinden çıkanların çoğu Diyarbakır’dadır. Neden Diyarbakır’da eylem oluyor. Diyarbakır çok mu kötüdür? Önderlik Diyarbakır’a o kadar çağrı yapıyor. Diyarbakır demokrasinin kalesidir, dedi. Demokrasinin kalesinde hangi eylem var. Eylem demokrasinin diliydi. Bu demokrasi dilsiz demokrasi mi? Demokrasi konuşan, tartışan ve eylemde bulunan bir sistemdi. Şimdi dilsiz, sağır bir demokrasi ortaya çıkmış. Ortaya çıkan tablo gerçekten de savaş gerektiren bir tablodur arkadaşlar. Önderliğe bağlılık buna öfke duymayı gerektirir. Bu duruma öfke duymayan, bu öfkeyi topluma yaymayan bir hareket asla başarıya ulaşamaz. Kendi ortamındaki olumsuzluklara karşı bir öfke ortaya çıkarmayan bir hareket kesinlikle başarılı olamaz. Artık biz de kanıksadık. Önderliğin resminin üzerine örterler. Yarın üzerine bir çarpı artarlar. Bugün böyle yapan yarın üzerine kırmızı bir çizgi ile çarpı işareti de koyar. Yapmaz demeyin. Buraya kadar gider. Sen istediğin kadar basın konferansı, kültür konferansı yap, istediğin kadar kararlar al, sen istediğin kadar keskin yazılar yaz. Hele benim yazılarım.
Mesela kültür konferansında bir konuşma yapmıştım. Bana dediler ki “o yazıyı düzenle Serxwebun’a gönder.” Ben de düzenledim, daha da keskinleştirerek Serxwebun’a gönderdim. Kim dinler? Sen dağda istediğin gibi şey et. Oraya ulaşabilir misin? Değil. Bu hamle neden başlatıldı? Hamlenin temel şeyi neydi? Dağı teşhis etmekti. Amerika’nın planına bakın: PKK’yi dağda sıkıştırmak. Kentte memnundurlar. Her şeyin kentteki gibi olmasını istiyorlar. Her şeyin Türkiye gibi Avrupa gibi olmasını istiyorlar. MMC’den rahatsız değiller. Türkülerini söylüyorlar, siyasetlerini yapıyorlar. Mesela dağda toparlanma oldu değil mi? Toplantılar, konferanslar, kararlar, yürütme konseyi toplantıları ile belli bir toparlanmayı sağladın ve giderek en keskin kararlara ulaştın. Ben şunu iddia edebilirim. Basın ve kültür komiteleri konferansları biz de birer parti konferansı kadar değerlidir. Sadece basın alanı ile sınırlı değildir. Genelde kadrolara yönelik bir sürü alınan karar var. Hem de keskindir, nettir.
Tam da EDİ BES E hamlesine denk düşüyor. O kararlılığı da ortaya çıkarıyorsun. Düşmana artık yeter, bıçak kemiğe dayandı denildi. Ne oldu? Türkiye’ye gidiş geliş olmayacak, Avrupa’dan gidiş geliş olmayacak. Sen insan eğitiyordun değil mi? Geliyordu buraya inanları eğitiyordun. Kadro eğitiyordun. En azından o bir müdahale olarak oraya göndermiyor. Şu ya da bu biçimde etkili oluyordu. Şimdi onlar olmuyor. Orada kendi başına istediğini uygulayabiliyor. Düşman aslında bunu da boşa çıkardı. Düşmanın birçok imha biçimi var. Esas imha budur. Başlık önemli. Amerika planının başlığı önemli. “PKK’nin silahsızlandırılması, tasfiyesi ve yeniden entegrasyonu.” Tasfiye hiçbir zaman fiziki olmaz. Lenin’i okuyun. Hiçbir yerde tasfiye fiziki tasfiye değildir. Bir hareketin tasfiyesi onun ideolojik, politik çizgisinin bozulmasıdır. Yaşam tarzının bozulmasıdır. Mevcut yaşama alternatif bir yaşam olmaktan çıkarılmasıdır. Tasfiye böyle olur. Tasfiye ideolojik alanda, politik alanda oluyor. Tasfiye çizgide oluyor. Fiziki tasfiye değildir. Bu katletmedir. Bu savaştır. Esas tasfiye böyle oluyor. Bu tasfiye işliyor mu? Önemli oranda işliyor. Bunu hala boşa çıkarabilmiş değiliz. Mesele nedir? Dedim ya düşman kendi cephesinden yaratmış olduğu durumdan memnundur. Türkiye’deki, Kürdistan’daki durumdan rahatsız değildir. Parlamentoda milletvekilleri var. Onları da zorlayarak orta bir çizgiye getirmek istiyorlar.
Yani PKK’ye terörist deyin yeterlidir. Daha ötesini istemez yani. İstediğin kadar güzel güzel milletvekilliğini yap, Kürdüm de diyebilirsin. Zaten Erdoğan benim Kürdüm de var, diyor. Benim kürdüm yetmiş tanedir, senin Kürdün ise yirmi tanedir, ben senden daha fazla Kürdistan halkını temsil ediyorum, diyor. Kürdü ben temsil ediyorum, diyor. Zaten bunu açık bir şekilde söylemiyorlar mı: Kürt sorununda inisiyatif ilk defa hükümetin eline geçti. İnisiyatifi PKK’nin elinden aldılar, değil mi? Tamam, bir abartıdır. Ama hedef budur. Işbirlikçi Kürdü Kürt sorununda işin muhatabı yaptı. Uşak Kürdü, namussuz Kürdü işin muhatabı yapmaktır ve bununla sorunu çözmektir. Nasıl çözecek? En aşağılık bir uşaklığı ortaya çıkaracak. Yeni Osmanlıcılık bu değil midir? Yeni Hamidiye alayları yaratılıyor. Özgür Kürde Kürtçe küfreden bir Kürt tipi ortaya çıkarılıyor ve bunu da Kürdün temsilcisi olarak belirliyor. Özgür Kürdü ise tasfiye etmek istiyor. İki arada bir derede seyreden bir de bir Kürt var. Orta yolcu Kürt. Ahmak Kürt. Ahmaklık politikasına, felsefesine hizmet eden bir Kürt. Kendisine göre daha akıllı tabi. Kendisine göre akıllı hareket ettiğini sanıyor. Bizimkilerde akıllı hareket ettiklerine inanıyor. Önderliği bir yana bırakın. Biz de yoldaşlığa bağlılığın abidevi örnekleri var. Akif Yılmaz örneği var.
Arkadaşlar çok anlatıyorlar. Böyle bir derste Önderliğe bağlılığın anlamını özellikle değerlendirirken örnek vermekte yarar var. Akif arkadaş serhatlı bir arkadaştı. Kendisi Amed’te çalışıyordu. Komite üyemizdir. Mazlum arkadaş yakalandığında Mazlum arkadaşın cezaevinden kaçırılması planlanıyor. Nitekim Mazlum arkadaş cezaevinden çıkarılıyor. Çöp vidonuna giriyor ve askeri araçla çöp vidonu dışarı çıkarılıyor. Eylemin başında Baki var. Şehit Hâkî Karer’in kardeşi. Askerler çöpü döktüklerinde Mazlum arkadaş düşüyor. Mazlum arkadaş saatlerce çöp vidonunda kalıyor. Bu yüzden bedeni uyuşuyor, hareket bile edemiyor. O gurubun içerisinde Akif arkadaş da var. O sırdan oradan araçlar geçiyor. Orası karayolu olduğu için araçlar geçiyor. Araçlar geçtiği için Baki “bizi fark ettiler” diyerek geri çekiliyor. Yani askerlere müdahale etmiyorlar. Yoksa askerlere silahlı müdahalede bulunsalar Mazlum arkadaşı alıp götürebilirler. Askerler durumu fark ettiklerinde Mazlum arkadaşı tekrardan arabaya koyarak götürüyorlar.
Zaten Mazlum arkadaş hareket edemiyordu. Bu durum Akif arkadaş üzerinde çok ağır bir etki yaratıyor. Akif arkadaşın şahadete gitmesinde bunun belirleyici etkisi var. Eylemdeki kararlılığın belirleyici etkisi var. Mazlum arkadaş şehit düşüyor ya, Diyarbakır’da ilk şahadettir, ilk büyük eylemdir. Zaten bu, kararlılığını daha da pekiştiriyor. Bağlılığı da var. Bir de Mazlum arkadaşın daha özgür ortamlarda harekete daha fazla hizmet edebileceğini düşündüğü içindir de kendisini çok büyük bir suçlu hissediyor. Cezaevindedir o dönem. Bir de o dönem teslimiyet dönemdir. İnsanlar kurallara uyuyorlar. Tabi teslimiyetin içersinde ihanette var. Yıldırım Merkit var. Bizim merkez komite üyemizdi. Akif arkadaş ile aynı kovuşta kalıyordu. Daha doğrusu aynı hücrede kalıyor. Hücrelere sık sık baskınlar yapılıyor ve toplu bir şekilde dayak atılıyor. Hücre bir kişilik yer demektir. Ama bir kişilik yere on kişiyi koyuyorlar. Hücreye baskın yaptıklarında Akif arkadaş Yıldırım Merkit’i en arkaya alıyor ve hücre içerisinde tuvalet bölümüne koyuyor. Kendisi de her zaman için en önde kalıyor. Bütün dayağı esasta kendisi yiyor. Bütün sopalar kendi bedenine iniyor. Yıldırım bunu kendince hep yanlış yorumluyor.
Akif arkadaştaki duygu şudur: Merkez demek değerli insan, partiye bağlı insan, partiyi temsil eden insan demektir, dolayısı ile korunması gereken insandır. Onun için Yıldırım’ı en arkalara gönderiyor. Yıldırım ise bunu tersinden anlıyor. Diyor ki: Kişi olarak bana bağlılık gösteriyor. Öyle yorumluyor. Nitekim arkadaşlar Yıldırım mahkemeye gidiyor. Mahkemede pişman olduğunu söyleyerek örgütten kopuyor. Cezaevinde pişman olanları farklı kovuşlara alıyorlar. Tabi Esat Oktay Yıldırım’ın bundan haberi var. Esat’ın kendisi Yıldırım Merkit’i karşılıyor. Buyur gel, diyor. Yalnız geleceğin yerine etkileyebileceğin kimse yok mu, yani başkaları da seninle hareket edemez mi, diyor. Yıldırım’da “ben Akif’i etkileyebilirim” diyor. Daha sonra gidip Akif’i de getiriyorlar. Böyle kendilerine bir masa veriliyor. Orada tartışıyorlar. Yıldırım kendine göre gerekçeler sunuyor. İşte süreç ağırdır, diyor. Çizgi olarak direniş çizgisi ile sonuca gitmek istersek her birimizi tek tek imha ederler, diyor. Yapılması gerekenin sürecin atlatılması olduğunu söylüyor. Onun için böylesi bir süreçte pişmanlık göstermek iyidir.
Bunu teslim olmak, düşmana gitmek olarak tanımlamıyor. Politik bir tutum olarak değerlendiriyor. Fakat Akif arkadaş çok ilginç şeyler söylüyor.
ALİ HAYDAR KAYTAN (HEVAL FUAT)
YORUM GÖNDER