DİSTOPYALARI YIKAN KADINLAR
İki dünya savaşı ve totaliter rejimlerin, ulus-devletlerin tekçi faşizan yönetimlerinin uygulamaları sanat ve edebiyatta dünyanın kötüye gittiği, insanlığın sonunun geldiğine vurgu yapan distopik yaklaşıma ivme kazandırmıştır. Ütopyanın karşısında kimi zaman uyarı ve mücadeleyi tetiklemek, kimi zaman da karamsarlığı derinleştiren tarzda anti-ütopya ve distopyalar türetilmiştir.
Romanlarda ve filmlerde işlenen bu senaryolar her geçen gün yeni biçimlerde gerçeğe dönüştüğünden artık birçok kesim modern toplumu distopik toplum biçiminde tanımlıyor. Corona salgını, gözetleme-dinleme sistemleri, yapay zekanın topluma karşı kullanılma biçimi ve savaşlarda oynadığı rol, kimyasal ve nükleer silahlar da bu tanımı doğrular karakterde. İyi ve güzel yaşam hayalinde kadınların özgürlüğü, distopik kurgularda ise kadınlar üzerinde derinleşmiş kölelik işlenmiştir. Swastika Geceleri ve Damızlık Kızın Öyküsü bunun örneklerinden. Biri 80 yıl diğeri 40 yıl önce yazılmış iki roman erkek egemenliğinin, faşizmin, dinciliğin kadınlar açısından yaratacağı cehenneme dikkat çekmeyi amaçlamışlardır. Bu yazarlardan biri olan Margret Atwood 2015 yılındaki bir röportajında şu uyarıda bulunuyor; ‘80’lerin ortasında insanlar bunların burada asla olamayacağını söylüyorlardı. Ama ben buna inanmıyorum. Çünkü tarihin dönüm noktalarına bakarsanız olmayacağına inanılan şeylerin tam da ‘burada bu asla olmaz’ diyen insanların başına geldiğini görürüsünüz’.
Kuzey ve doğu Suriye topraklarında ve Şengal’de yaşayan kadınlar DAİŞ hakimiyetinde, Afganistan’da El-Kaide hakimiyetinde bu çağda asla olmaz denilenler yaşatıldı. Recm, kırbaç, kölelik, cariyelik, çocuk yaşta evlilik, çocuk doğurma makinesi olarak kullanılma, okula gönderilmeme, mülk edinememe, müzik dinlememe, televizyon izlememe, renkli herhangi bir kıyafet giyememe, yüz ve eller dahil vücudun hiçbir yerinin görünmemesi ve bir erkek olmadan dışarı çıkamama gibi distopik bir romanda olabilecek her şey belki de fazlasının bu çağda da yaşanabileceği görüldü.
İki gün önce gerçekleşen ‘Şoreşa Jin Forumu’ Kuzey ve Doğu Suriye Devrimi’nin onuncu yıl dönümü vesilesiyle o kabus günlerinden özgürlük günlerine nasıl gelindiğini, bu değerlerin hangi bedellerle yaratıldığını, nasıl korunup savunulacağını tartıştı. Kuzey ve Doğu Suriyeli kadınların yanı sıra Halep, İdlip, Şam, Hama ve Hums gibi kentlerden de çok sayıda katılımcı gelmişti.
Ortadoğu’nun bir çok ülkesinden de kadınlar online yoluyla katıldı. Forumda konuşan İdlip’li bir kadının sözleri oldukça dikkat çekiciydi: ‘Siz cehennemden kurtuldunuz ama bizim geldiğimiz yerlerde, işgal altındaki bölgelerde hala kadınlar çok ağır koşullarda yaşıyorlar. Direnmek, kendilerini savunmak istiyorlar. Lütfen bize de kendimizi nasıl savunacağımız, nasıl örgütleneceğimizi öğretin’. Bu sözler devrimin yarattığı değerleri ve onların nasıl yaratıldığını, onları neden canımız pahasına korumamız gerektiğini bir kez daha bilinçlerimize kazıdı. Forum’da YPJ adına sunum yapan Jiyan Tolhildan’ın duygu dolu konuşması, güçlü duruşu ve iddiası ise devrimin yarattığı özgür kadın kimliğinin temsiliydi. DAİŞ’e karşı yapılan hamlelerde komutanlık yapmış, mücadelenin en çetin alanlarında sınanmış bir yaşam tecrübesinin dile dökülmesiydi. Muhtemelen türk devletinin aynı gün özel bir operasyonla onu hedef almasında bu güçlü iradeden duyduğu kaygı rol sahibiydi.
Kadın devrimi toplumsal dönüşümün kritik eşiğinde özgürlük seçeneğini hakim kılabilme, yani distopyayı, ütopyaya çevirebilme gücünü gösterebilmekti. Bunu son mermisine kadar direnen, bedenlerinden parçalar verme pahasına fiziksel-düşünsel emek harcayan devrimci kadınlara borçlu tüm dünya. Türk devletinin özel hedef aldığı, uluslararası güçlerin göz yumduğu SİHA saldırılarından birinde şehit düşürülen Jiyan, Roj ve Barin gibi savaşçılara borçlu. Duygularını politikleştirerek şehit düşen çocuklarını kına yakara, tilili çekerek, acısını intikam yeminine, mücadele kararlılığına dönüştüren şehit annelerine borçlu.
Devrimcilerin isimlerini alıp onların ardılı olan çocuklara borçlu. Onlar özgür yaşam seçeneğini mümkün kılanlardır.
Rojava kadın devrimi tüm kadınlar için ütopyaları gerçekleşebilir bir yaşam projesine dönüştürmeyi bu bedeller pahasına sağlıyor.
Bu sadece bir parçadaki, bölgedeki, bir halkın kadınlarının özgürlük davası değildir. Ortadoğu başta olmak üzere, tüm dünyada kadınların içinde tutuldukları sisteme karşı kendi kökleri üzerinden mücadele etme iradesi, yöntemi, bilgisi, ittifaklarına kavuşma davasıdır. Bu nedenle tüm kadınların ve ezilenlerin davası olarak görülüp savunulmalıdır.
ZOZAN SİMA
YORUM GÖNDER