SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT-I (37.BÖLÜM)
Urartular aynı coğrafi ve etnik kültürel yapılara dayanmakla birlikte, uzun bir direniş döneminin mirasına da sahiptirler. Sümer uygarlaşmasını Asurlular şahsında oldukça özümsedikleri ve üst tabaka dili olarak yazılı iletişimde Asur dilini kullandıkları; halk gruplarının ise iletişimde kendi dil ve kültürleriyle daha farklı bir yaşam içinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Günümüzde de bu gerçekliğin birçok örneği vardır. Hint yönetim sınıfları İngilizce’yi kullanırken, halk grupları kendi dillerini kullanmakta ve yeni yeni ulusal dil seviyesine yükseltebilmektedirler. Cezayir’in yönetim dili sömürgeci Fransa’nın dili iken, halkın kültür dili Arapça, Berberice ve çeşitli lehçelerdir. Osmanlıca karma bir dil iken, tabiyetindeki halklar kendi etnik lehçelerini kullanmakta ve giderek ulusal dil mertebesine yükseltmektedirler. Aynı sürecin ilk ve ortaçağlarda da yaşandığına ilişkin çok sayıda kanıt bulunmaktadır. Urartu, kelime olarak da bir etnik grubu açıklamamakta, Sümerce “yüksek yer” anlamında coğrafi bir tanımlama yapmaktadır. Hurri ve Mittani dönemlerinden sonra farklı olan gelişme, aşiret konfederasyonlaşmasının aşılarak merkezi köleci bir sınıf haline gelinebilmesidir. At yetiştirmeleri, kereste ve maden yataklarına sahip olmaları, Hitit, Sümer-Akad, Babil ve Asurların temel hedefi haline gelmelerine yol açmaktadır. Urartu şahsında yaşanan, aynı uygarlık aracıyla, yani merkezi devlet gücüyle direnmeye süreklilik kazandırmak ve mümkünse bir uzlaşı dengesinde eşitçe yaşayabilmektir. Asurluların, ileri düzeyde talan, işgal ve soykırımdan arta kalanların göç ettirilmesine dayanan politikaları buna fırsat vermemektedir. Roma’nın yaptığı gibi, egemenliğine aldığı halklara yaşam şansı bırakarak imparatorluk sürdürülmüyor. Yasası olmayan, sınırsız ve keyfi bir otorite uygulaması esastır. Zaten beklenmedik biçimde son bulması bu politikasıyla bağlantılıdır. Salt zora dayanan tüm politik sistemlerin sonu benzer olmaktadır.
Bu emperyalist politikanın Sargon’dan miras alınıp Babilli Hammurabi’yle yetkinleşmesi ve en acımasız uygulamasının Asurlularca yürütülmesi, tüm Ortadoğu halkları ve köleci beylik düzenleri için bir cehennem anlamına gelmektedir. Ortadoğu halkları ve kültürünün, hiçbir döneminde tanık olmadığı bir baskı ve yerinden koparılma politikasına maruz bırakılması, derin bir bunalıma yol açması kadar, insanlığın ruh ve zihniyet yapısında da derin izler bırakmıştır. Asur egemenliğinin sonlarına doğru, kurtuluş özlemi ve sistem arayışlarının genel bir ruh hali biçimini aldığı gözlenmektedir. Bu yönlü çabalar, bir yandan tek tanrılı şefaat ve kurtuluş vaat eden dinlere ve mistik guruplara yol açarken, diğer yandan uygarlık yaklaşımlarında Doğu-Batı ayrımına götürmektedir. Büyük ihtimalle Urartu mirası temelinde güç kazanan ve Asurluların güç getirmekte en çok zorlandıkları Medya diyarında, bu cehennemden kurtulma yol ve yöntemleri geliştirilmektedir. Bu anlamda Med gruplarını Hazar ötesi-Kuzeydoğu İran’dan gelen bir kavim olarak değerlendirmek büyük yanlışlıklar içermektedir. Tersine Medler, Verimli Hilal’in çekirdek kültürüne sahip Aryen gruplardan olup, Asur döneminde hem yeni bir ad, hem de uzun süreli direnişin getirdiği daha iradeli bir ideolojik öz kazanarak, tarih sahnesine çıkmışlardır. Asur zulmüne yanıt temelinde yeniden doğuş M.Ö 1000’lerden itibaren yaygınlık kazanmaktadır. İbrani kabileleri ilk defa birleşerek Saul-Davut-Süleyman dönemlerinde bir krallığa Sümer Rahip Devletinden ulaşmış bulunmaktadır. Helenler Troya’yı yenip Athena şehir devleti biçiminde yeni bir uygarlığın temelini atmaktadır. Etnik beylikler temelindeki direnişlerin acımasız ezilmeleri, başıboş kalan insanların etnik özellikler dışında gizli inanç ve adetler geliştirmeleriyle, esasta bir tarikatlaşma sürecine girilmektedir.
Herkeste ve her gurupta başının çaresine bakma anlayışı, bu tip mistik eğilimlerin sosyal dokusunu oluşturmaktadır. Medya’da Mag adı verilen rahiplerin arayışıda, bu genel eğilimin bir parçasıdır. Mag rahipleri bir kurtuluş ideolojisi ve gruplaşmasını temsil etmektedirler. Magların yeni olan yanları, Aryenlerin dinsel anlayışlarıyla Sümer mitolojisini sentezleyip, daha kurtuluşçu ve insana yakın bir tutuma yaklaşmış olmalarıdır. Mitolojik doğuş her ciddi uygarlık gelişmesi için çok gerekli ve önceldir. Sistemin hakim mitolojisi ve dini anlayışı aşılmadan, yeni uygarlıksal çıkış olanak dahiline girmez. Uzun süreli ve mitolojik yanı ağır basan bir kuluçka döneminden sonra, yeni siyasal ve toplumsal hareket gelişecektir. Adeta gerekli benzin ve yağ rolünü oynamaktadır. Medya’nın büyüleyici coğrafyası ve uzun süreli direniş kültürü, muhtemelen Mag rahiplerinin ideolojik esin kaynağıdır. Sümer’den ve Aryenlerin doğal din anlayışlarından etkilenmekle birlikte, ciddi bir özümsemeyle bunlara yanıt vererek, yeniyi yerele uyarlamayı sağladıkları gözlemlenmektedir. Demirci Kawa direnişini de, bu eğilimin daha çok destansı pratik yanı olarak değerlendirmek mümkündür. Tıpkı aynı tarihi süreçte Demirci Davut’un İbranilerde ve Akhilleus’un Helenlerde oynadığı kahramanlık rolü gibi. Son derece çarpıcı bir benzerlik söz konusudur. Ama bu dönemde daha güçlü olan kesim ideolojik cephe olup, bunu da rahipler temsil etmektedir. Yine aynı dönemde Hindistan’da bu eğilimi çok güçlü bir biçimde Brahman rahipleri temsil etmektedir.
Medyalı Mag rahipleri M.Ö 1000’lerden itibaren, en stratejik alanda bu tarihi eğilimin temsilini yapmaktadır. Etnik yapıda Kavi-Mir denilen prenslik düzeyine yakın bir otorite gücüne ulaşılmakla birlikte, sınıflı toplum ve devlet oluşumu gözlenememekte, aşiretler varlıklarını koruduğu müddetçe beylik tarzını aşacak bir siyasallaşma mümkün görünmemektedir. En çok aşiretler arası konfederasyonlara gidilebilmektedir. Gerek Medya’da Med, gerek Orta ve Güneybatı İran’da Pers kabilelerinin M.Ö 1000’lerde içinde bulundukları siyasi ve sosyal konumları, ağırlıklı olarak birçok benzerleri gibi böyledir. Mitolojik ve dini yapılarında, en üstte üçlü bir tanrı sistemi gözlenmektedir. Genelde bu üçlü sistemler baba, anne ve en güçlü evlat kültürünün bir ataerkil dini olarak yüceltilmesine dayanmaktadır. Temsil ve sembolleri ne kadar farklı da olsa, bu dönemin uygarlığa dahil olan yakın alanlardaki topluluklarında, aynı yönde bir dinsel gelişme görülmektedir. M.Ö 1500’lerde henüz ayrışmamış olan Hint-Aryen gruplarda bu üçlü sistem, İndra-Mitra-Varuna olarak adlandırılmaktadır. Mitanni ve Hitit devletlerinin imzaladıkları tabletlerde bu tanrılar adına ant içilmektedir. Ortak kültür yerel alanlarda dönüşüme uğradıkça mitolojik farklılık da artmakta ve bu husus kendini en çok tanrı adlandırmalarında göstermektedir. Medya’da bu ideolojik reform işinde en büyük katkıyı Zerdüşt yapacaktır. Büyük ihtimalle M.Ö 600 yıllarında yaşayan bir kişilik olan Zerdüşt’ün en büyük önemi; Çin’de Konfüçyüs, Hint’te Budha ve Greklerde Sokrat’ın oynadığı büyük ahlaki reformculuğu, hepsinden önce ve çok güçlü bir biçimde gerçekleştirmiş olmasıdır.
Sümer ve Mısır mitolojisinde ve onlara dayalı dini anlayışlarında temsil ettikleri mutlak kul, köle anlayışı nedeniyle, her şeye hükmeden tanrı karşısında, çaresiz ve iradesiz, kul insan esastır. İnsanların kendine has gölgeleri bile olamaz, her şey tanrıdan gelir. Yani yükselen efendi sınıfın iradesi mutlak ve kutsaldır. İzinsiz gölgeye bile sahip olunamaz. Dönemin ruh ve zihniyet yapısına bu ideoloji egemendir. Bunun siyasal sonucu, tanrı-krallar ve sınırsız emir düzenidir. Kralın her sözcüğü yasa değerindedir. İşte Zerdüşt’ün bütün reformculardan en önce çatlattığı, bu egemen ideolojik kalıplardır. Zerdüşt “Gatha” larında (Zerdüşt’ün sözleri; ‘Gotin’ Kürtçe’de ‘söz’ demektir) tanrıyı adeta sorgulayan bir yakarış üslubu hakimdir. Aslında dönem ideolojisini sorgulamaktadır. Bunu isyankar bir iradeyle, açıkça ve hiç örneği görülmemiş bir cesaretle yapmaktadır. Tek yanlı tanrı buyrukları yoktur. Sorgulayan ve cevap almadan bırakmayan iradeli bir karakterle karşı karşıyayız. O döneme kadar, krallar da dahil hiçbir insanoğlu tanrıyı sorgulayamamıştır. Zerdüşt’ün gerçekleştirdiği “ilk” budur. Aslında bu “ilk”i hem ilkel doğa dinine, hem mutlak hakim tanrılı Sümer din geleneğine karşı gerçekleştirmektedir. Büyük Alman filozofu Nietszche bu tarihi çıkışın anlamını en derinden kavrayan kişi olup ünlü eserine boşuna “Böyle Buyurdu Zerdüşt ” demiyor. Uygarlık akışında egemen olan ve sistemi tümüyle saran ideolojiyi delerek yükselen insan iradesine yol açmak, en büyük ideolojik devrimlerden biridir. O döneme kadar gölgesine bile sahip çıkamayan insanlığın zihniyet ve iradesinde, böyle “ben varım, sana söylüyorum ve cevap ver” diyerek tanrıya çıkışmak, büyük yol ayrımına adım atmaktır. Siyasal ve sosyal sistemde birey özgürlüğünü ilk defa seslendirmektir. Mutlak egemen tanrılar çağını ve temsil ettikleri sınırlandırılmamış köle düzenini sarsmak ve reformasyondan geçmeye zorlamaktır. Zerdüşt’ün yaşadığı ülke Medya’da uygarlık iki kola ayrılmaktadır.
Hint’te, Çin’de, Mısır’da ve pek çok devletçikte kendini tanrılaştıran, tanrıları kendileştiren mutlak otorite düzeniyle birlikte, GrekoRomen sistemde, cumhuriyet ve akılla kısmen sınırlandırılan bir tanrılar ve siyasal düzen ayrımı gelişmektedir. İşte uygarlığın büyük çatallaşması veya Doğu-Batı ayrımı dediğimiz bu gelişmenin altında, ilk defa en büyük rolü Zerdüşt’ün oynadığı reformcu çıkış yatmaktadır. En az uygarlığı doğurmak kadar, onu çatallı bir değişime zorlamak da, Medya ülkesinde gerçekleşen ikinci büyük tarihi adım oluyor. Tam bu noktada Zerdüşt, ideolojisindeki aydınlık-karanlık, iyilik-kötülük, cennet-cehennem, güzellik-çirkinlik, doğruluk-yanlışlık gibi temel kavramların anlamını yerli yerine oturtuyor. Her şeyden önce temel bir felsefi ilke yakalanmıştır: Gelişmenin ancak zıtların varlığıyla mümkün olduğu ilkesi. Günümüzde bilimin de tamamen doğruladığı bu ilke, doğada ve toplumda tüm gelişmeleri harekete geçiren yasayı ifade etmektedir. Değişim dediğimiz olay da budur. Bu değişimi, tekli, yaratamayan, hareket edemeyen, mutlakiyetçi zihniyete sahip, her zaman tek taraflı davranan tanrılar dünyasının etkisindeki bir toplumdan çıkarmak kolay değildir. Neolitik dönemin sürüngenlere has doğa yasalarıyla, köleci uygarlığın insanına kendi gölgesine bile sahip çıkamayacağı tarzda dayatılan tanrı yasalarına dayalı geçen üç bin yıllık zihniyete sahip ruh yapılarına, “ayağa kalk, iradene ve zihnine sahip çık ve saygılı ol” demek, çok zor bir ahlak ve zihniyet devrimidir. İşte Zerdüşt’te en çok gerçekleşen ve gittikçe önemi daha iyi anlaşılan uygarlık katkısı budur. Zerdüşt inancındaki iyi tanrı Ahura Mazda ve kötü tanrı Ehriman kavramları da bu gerçekliğin dini ifadeye kavuşturulması anlamına gelir. Ancak bunlar işin esas önemli noktası değildir.
Dönemin ideolojik söylemi böylesi kalıplar gerektirdiği için Zerdüşt aynı terminlojiyi kullanmaktadır. Özde gerçekleştirdiği bir felsefi devrimdir. Toplumda da gerçekleşen büyük bir ahlak devrimidir. Bunun pratik bazı sonuçlarını biliyoruz. İlkel doğa dininden kalma yoğun kurban sunmaya son vermek istiyor. Büyük bir hayvan sevgisi var. Yaşamda bize bu kadar faydası dokunan bu varlıkları kurban etmeyelim, diyor. O aynı zamanda tarımın peygamberidir. Çiftçiliğe çok önem veriyor. Bir ziraat tutkunudur. Mükemmel bir eşle birlikte yaşamın en güçlü ahlaki ifadesine sahiptir. Eşit ölçülerde özgür iradeli bir eşle ortak yaşamayı en önemli mutluluk saymaktadır. Hiçbir düzende böylesine değerli bir eş anlayışına rastlanmamaktadır. Emekle bağı sağlamdır. Belki de alınterine dayalı mutluluk anlayışının en güçlü temsilcisidir. Aydınlığa, ışığa tutkuludur. Kadın güzelliğinin farkındadır. Karanlığa ve soğukluğa karşı olmayı felsefesinin temel özelliği haline getirmiştir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER