SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT-I (30.BÖLÜM)
H- KÖLECI UYGARLIKTA DORUK
Uygarlığa ilişkin çözümlemelerimi geliştirirken, konular arasındaki bağıntıların varlığına dikkat etmeye çalıştım. Bu yaklaşımın altında yatan, günümüzde tam bir felaket halini almış olan, bilim ve ahlak arasında kopmuş bulunan bağlantının yeniden ve güçlü bir biçimde kurulmasına ilişkin umut ve niyetlerimdir. Sığlık ve tekrar, bu kaygımdan dolayıdır. Daha sıkça tekrar ve vurgu kaçınılmazdır. Köleci uygarlığı çözümlemekle şu amacımı hiç göz ardı etmiyrum: Kapitalizmi kendi başına çözmek, o sistemin lehinde veya aleyhinde sonuçlar çıkarmak, yöntem olarak büyük bir yetmezliği içermektedir. Kapitalizmde, hatta gerçekleştiği oranda reel sosyalizmde yaşanan ve içerilmiş bulunan, özünde köleci toplumsal yapının hem alt hem de üstyapıda gerçekleştirdiği yaratımların, “uygarlık özelliklerinin” daha da genelleştirilmiş ve açımlandırılmış biçimleridir, onun altındaki özleridir. Belki ölçüler ve biçimlerde artma ve yetkinlik temelinde gelişme çarpıcıdır. Hatta kıyaslama tanımaz düzeydedir de denilebilir. Ama yine de uygarlığın ilk biçimlenmesi ve bunun altındaki öz esasta belirleyicidir. Bilimin sıkça uyguladığı bir yöntemi toplumbilimin de uygulayamaması, ancak çok güçlü sınıf hakimiyeti kavramıyla izah edilebilir. Çokça tekrarlanan objektiflik, belirleyicilik kavramları, toplumbilime bir türlü uygulanamıyor.
Bunun temel nedeni, özellikle objektif ve sübjektif anlamda kaskatı kılınmak kadar, çok şaşırtıcı reklamsal ideolojik görüntülerle ortama mutlak egemen olma iradesidir. Bahsetmek istediğim, bilimdeki “ belirleyicilik ” , yani genel kurala, yasaya ulaşma anlarının gözden yitimi; aşırı ve kopuk niceliksellik, hiç bir şeyin anlatılamaması, hatta anlamını yitirtme yöntemine dönüştürülmesidir. Avrupa’nın, özellikle ABD’nin toplumsal bilimler anlayışında bu büyük çarpıtmanın gerçekleştirilmesi, sınıfsal hakimiyet ve onun dünya çapında daha da aşırılık kazanan emperyalist tahakküm ihtiyacıyla yakından bağlantılıdır. Niyetim, eğer “bilimsel sosyalizm” adı altında kavranmak istenen bir öz varsa, hiç olmazsa bunun doğru yöntemine ulaşmadır. Belki bazı keskin “solcular ” bunu fazla anlamlı bulamayacaklar. Ama iddia ediyorum ki, eğer eleştirisi doğru yapılıp düzeltilemezse, marksizm Sümer rahip ideolojisinin bile ahlaken daha gerisinde ve kapitalizmin en masrafsız bir oyuncak aletinden başka bir sonuçla karşılaşamayacağı gibi, “ proleter diktatörlük” teori ve uygulaması da Sümer’in bir kaba Sargon emperyalizmi, tahakkümü modelinden, kapitalizmce kullanılan bir başka aletten öteye gidemeyecektir. Reel sosyalizmin hiçbir teorik modelle izah edilemeyen bu çöküşünün altında bu vahim gerçeklik yatmakta ve ne demek istediğime ilişkin bir örnek olmaktadır. “Hata, yanlışlık ve ihanet nerede? Ne zaman, kimler tarafından ve nasıl yapıldı?” sorusu kadar; “doğrusunun nerede , ne zaman, kimler tarafından ve nasıl gerçekleştirilmesi gerektiği” de bu sorunun çözümlenmesiyle bağlantılıdır. Yeri geldikçe bu hususları açımlamanın, savunmamın özellikle “20. yüzyıl ikiyüzlülüğü”ne karşı en önemli yanını teşkil edeceğini belirtmekle yetiniyorum.
1- Grek uygarligi Köleci uygarlığın Greko-Romen biçimlenmesinin doğru tanım_lanması, tarih biliminin en önemli sorunudur. Bunun doğru ortaya konulamaması, tarihe ve toplum bilimine ilişkin yapılan hataların, yanlışlık ve çarpıtmaların temelini teşkil etmektedir. En temel çarpıtma da, oldukça abartarak, uygarlıksal çıkışın temeli olarak öne sürülmesidir. Bu husus daha çok Avrupa merkezli anlayışların ana özelliği olarak karşımıza çıkarılmakta ve dayatılmaktadır. Bunun zıddı diğer temel anlayış ise, Doğucu, özellikle İslamcı bakış açısına dayalı küçümseyici, küfür niteliğinde değerlendirici ve fazla bilimsel değeri olmayan propaganda ağırlıklı yaklaşımdır. Her iki anlayışın temelinde de bir yandan Grek mitolojik ve felsefi düşünce tarzıyla, diğer yandan Ortadoğucu dinsel düşüncenin fanatizme varan dışlayıcı, benmerkezci doğal yaklaşımcılığı yatmaktadır. Mevcut bilimsel verilerin ışığında değerlendirildiğinde, GrekoRomen uygarlığının iki ana kaynaktan ve tarihi dönemden beslendiği rahatlıkla gözlemlenebilecektir:
A-Neolitik çağla Beslenme:
Altın (Verimli) Hilal kaynaklı neolitik tarımsal devrim dalgasının M.Ö 5000 yıllarında Balkanlar ve Güney Rusya stepleri üzerinden Avrupa’ya ulaştığı kanıtlanabilmektedir. M.Ö 4000 yıllarından itibaren de tüm Avrupa’nın tarım devrimiyle tanıştığı görülmektedir. Tarihte buna Aryen kaynaklı Hint-Avrupa dalgası denilmektedir. Bir yanlış anlamayı şimdiden önlemek açısından “Aryen” kelimesini açıklığa kavuşturmak önem kazanmaktadır. Diğer birçok Ortadoğu kökenli kavramın adlandırılmasında Sümerlerin oynadığı rol, bu kavramda da esas olmaktadır. “Ar” ve “Ard” , Sümerce saban ve sürülen yer, tarla anlamına gelmektedir. Zagros-Toros etekleri tarım devriminin doğuş kaynakları olduğundan, ilk tarla haline gelen toprağa Sümerliler “Ard” yer demektedirler. Onlar da bu kelimeyi büyük ihtimalle toprak sahibi olan ve genelde Horrit denilen bu alandaki kabile topluluklarından almış olabilirler. Horrit kelimesinin de “yüksek memleketliler” anlamında Sümerlerce kullanıldığı tarihçe bilinmektedir. “Ar” kelimesinin ise, “Ard” la yakın bağlantılı olarak saban anlamını vermesi terminolojinin gereğidir. Daha sonra Araplar “Arz” olarak kullanırken, bugünkü Kürtçe’de de “ard”, yer, tarla olarak kullanılmaktadır. Bu durumda “Aryen” kelimesi yeri, toprağı, tarlayı süren halk, topluluk anlamına gelmektedir.
Dolayısıyla tarım, tarla devriminden geçen tüm halk topluluklarına “Aryen” denilmesi anlaşılır olmaktadır. Daha sonraki Ari=yüce, Ar=ateş yaklaşımları biraz zoraki yakıştırmalar olup fazla gerçekçi gözükmemektedir. Ama yine de dönemine göre en ilerde olan topluluklar olarak yücelikle, Arilikle değerlendirilmesinden ırkçı sonuçlar çıkarmak doğru değildir. Alman faşizminin bu kavram çarpıtması bilimsel değil, ideolojik ve propaganda amaçlıdır. Bundan sonra bu kavramı kullandığımızda, bu içerikle anlaşılması gereğini önemle belirtme gereğini duyuyorum. Avrupa’nın tarım devrimiyle beslenmesi süresince hep Ortadoğu kaynaklı yaratımlardan, araç ve kavramlarından yararlandığı, tarihin çok iyi tespit ettiği bir husustur. Gordon Childe ’ın yaklaşımları bilimsel kanıtlı ve yol gösterici niteliktedir. Bu dönemde özü tarım devriminin yayılmasına dayanan, onun kültürünü esas alan, fiziki ve güç olgusuyla bire bir yakınlığı olmayan genel bir halklaşma ve kavimleşmeye doğru gelişmenin yaşandığı görülmektedir.
Ortadoğu topluluklarında da daha M.Ö 6. binlerde yaşanmaya başlanan bu özgünleşmeye dayalı etnik grupların oluşması, bin-iki bin yıllık gecikmeyle Avrupa’da bir nevi tekrarlanmakta veya uyarlanmaktadır. Benzer gelişmeyi Kuzey Afrika, Hindistan ve Çin de aynı tarihlere yakın dönemlerde yaşamışlardır. Tarihin her döneminde karşımıza çıkan ana kaynak kültürden dalgalar halinde beslenme olayının en temel olanıyla karşı karşıya bulunuyoruz. Hint-Avrupa yayılmasının bu içerikle anlaşılması, tarihin doğru anlaşılmasına katkıda bulunacaktır. M.Ö 1000’li yıllara doğru geldiğimizde, demirle de beslenen bu halk veya etnik gruplaşmalar temel bazı adlandırmalar kazanmışlardır. Bugünkü Rusya ve bitişiklerinde Slaw, en Kuzey Avrupa’da Norman , Töton, Almanya’ya doğru Germen, Got, daha güneye doğru Kelt ve Latinler olarak ad kazanmışlardır. İkinci merhalede bu etnik gruplaşmalardan daha dar bir coğrafyada ve özgünleşmiş halk grupları, kavimler veya milliyetler dediğimiz oluşumlar ortaya çıkacak ve şekilleneceklerdir. Grek yarımadasında Helen , İtalya’da ise Latin halklaşma süreci bu dönemin bir ürünüdür. Neolitik çağın sonlarında bu genel adlar altında yoğunlaştıkları görülmektedir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER