DOĞUŞ GERÇEĞİMİZ (3.BÖLÜM)
Bu, biyolojik yaşamın anlamsızlaştırılması ile ilgili bir olaydır. Maddi yaşamın anlamsızlaştırılması, insanın tanrılar karşısında anlamsızlaştırılması, hatta maddi yaşam gerçeğinin bir günah olarak algılanması, bütün biyolojik etkinliklerin ayıp ve günah kavramları ile ifadelendirilmesi, insanın maddi yaşam içerisinde değersizleştirilmesi, dolayısıyla iradesinin kırılmasının kültürünü yaratma amacıyla gerçekleştirilmiştir.
Önderlik, savunmalarda Sümer mitolojisindeki ilk yaratılış efsanesinde insanın tanrıların pisliğinden yaratıldığı gerçeğinin çözümlemesini yaparken, bunu çok iyi ortaya koymaktadır. Yani insan, tanrılar karşısında aslında kendisini pislik gibi hissetmelidir. Kendisinin varoluş tarzı, doğumu günaha bir doğumdur. Dolayısıyla bunun çok fazla kutlanacak bir şeyi de yoktur.
Bu tarz bir yaklaşım erkek egemenlikli kültürün gelişim süreciyle bağlantılıdır. Bu yaklaşımlar, toplumda bireyin anlamsızlaştırılması ve iradesizleştirilmesi amacıyla yapılan değersizleştirici ideolojik yaklaşımın yaşama, pratiğe yansıyan boyutlarıdır. Eğer birilerinin doğumu kutsanacaksa, bu sadece soylu kişiliklerin, peygambersel kişiliklerin, tanrıya yakın olan, yani iktidara yakın olan kişiliklerin doğum günleri olabilir. Sıradan bireyin, sıradan kulun doğumu ise, günaha doğumdur.
Dolayısıyla bu kul, bütün yaşamını kendini bu günahlardan arındırmak amacıyla tanrıya ve onun yeryüzündeki temsilcileri olan egemenlere hizmetle geçmek zorundadır. Kendisini günahkâr gören, bu duyguyla yaşayan insan ise, sürekli suçluluk psikolojisi ile kendisini affettirmenin yarışı içinde olur. Dolayısıyla onun doğumu onun için bir sevinç vesilesi değil, bir azap ve acı vesilesidir ve bunun da kutlanacak bir şeyi yoktur.
Bu ideolojik bir yaklaşımdır. Bu ideolojik yaklaşım aslında toplumda oturtulup bir kültür haline getirilmiştir. Dolayısıyla insanın doğumunu, doğuşunu yaşamını devam ettirmesini büyük bir sevinçle karşılayan toplumsal ahlak ve gelenek yerine, egemen kültür ile birlikte insanın değersizleştirildiği ve yaşamın anlamsızlaştırıldığı bir kültür ve gelenek yaratılmıştır.
Bu Ortadoğu’da çok köklü bir biçimde oturtulmuş bir kültürdür. Batıda ise, bu kültürün bazı yansımaları olmakla birlikte, bireyin sürekli daha fazla ön planda olması, değer görmesi gerçekliği belirttiğimiz kültürün bu yansımalarına da etkide bulunmuştur. Kaldı ki, sembolik olması açısından, örneğin İsa’nın doğum gününün kutlanması ve bir Milat olarak ele alınması, batı kültürü bir ürünü değil, Ortadoğu’dan gitme bir kültürüdür. Ama Ortadoğu’da toplumsallığın gelişip, bu tür etkinlikleri yok etmesi karşısında, batıda bireyin varlığını devam ettirebilmesinin bir yansıması olarak, bu kültür oralarda canlı tutulmuş ve geliştirilmiştir.
Belki daha sonraki süreçlerde etkileri kırılmıştır. Yine Hıristiyanlık kültüründe her ne kadar insanlar, yine bu kültürün bir yansıması olarak günahkâr doğuyorlar ve vaftiz edildikten sonra yaşama adım atarak bir kutsallık kazanabiliyorlarsa da, bireyin tamamıyla yok edilmemiş olması, bu geleneğin canlı tutulmasını beraberinde getirmiştir.
Bu geleneğin batıda sürekli devam eden bir kültür olduğunu söylemek de çok fazla gerçekçi değildir. Özelikle kapitalizmin belli bir aşamasından sonra, bu kültür yeniden canlandırılmış ve çarpıtılarak topluma mal edilmiştir. Doğum günleri, Kapitalist bireyciliğin körüklenmesi ve bu bireyciliğin bir tüketim kültürüne dönüştürülmesi anlamında canlı tutulan bir gelenektir. Nitekim günümüzde de batıdaki doğum günleri, neredeyse tüketim çılgınlığını sürekli tahrik eden bir işlev görmektedir. Kaldı ki bütün bayram ve kutlamalar gerçek anlamından boşaltılarak, kapitalist sistemin hizmetine sokulmuştur.
Bütün bayramlar, insanların çılgınlık derecesinde tüketime yöneltildiği birer etkinliğe dönüştürülmektedir. Yılbaşı kutlamalarından tutalım, son yıllarda icat edilen birçok bayrama kadar, bunlar kendi özlerine uygun bir tarzda kutlanmak yerine, sistemi üreten, sürdüren birer etkinliğe dönüştürülmüştür. Örneğin İsa’nın doğum günü olan ve Milat olarak kabul edilen yılbaşı günleri, tam birer tüketim çılgınlığına dönüştürülmüştür. Bu yetmiyormuş gibi, icat edilen bayramlar var. Örneğin sevgililer gününden tutalım, analar günü, babalar gününe kadar birçok yapay bayram da icat edilerek, bu günlerin anlamı ve içeriği boşaltılmıştır.
Ortadoğu’da ise bu tür etkinlikler farklı biçimde kutlanmaktadır. En etkili kültür olan İslam kültüründe, Hz. Muhammed’in doğumu ya da miracı, genelde mevlitlerle, tanrı karşısında günahlarını affettirmenin ibadetleri, ritüel ve törenleri ile kutlanıp karşılanmaktadır. Bu anlamda kapitalizmin etkileri bu kültür içerisinde bu noktada kırılmaktadır. Hatta buna karşı tepki bile gelişmektedir. Örneğin İslam kültüründe yılbaşları ya da doğum günleri etkinliklerinin kınanması, ayıpsanması, ya da gelenek dışı görülmesi, belirttiğimiz bu toplumsal gerçeklikle bağlantılıdır.
Açık söylemek gerekirse son yıllarda Önderliğin doğum gününün kutlanmasına ilişkin halkın ve hareketin böyle içeriğine ve anlamına uygun kutlamalar yapmasının yanı sıra, yanlış yaklaşımlar da ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla Önderliği anlamsızlaştıran, içini boşaltan, hele hele sistem tarzında ifadelerle, bu tarz etkinlilerin içeriğini boşaltarak ele alan yaklaşımlar kabul edilemeyecek yaklaşımlardır.
Önderlik militanı olan her kadronun bu tür yaklaşımları devrimci bir tavırla ret ve mahkûm etmesi gerekmektedir. Önderliğin doğum günü kutlamalarını vesile ederek, aslında bir yerde kapitalist tüketim ve eğlence kültürünü içimizde üretme yaklaşımları da giderek gelişmektedir. Son yıllarda bir hastalık biçiminde gelişen bireylerin kendi doğum günleri için “partiler” düzenlemeleri, birbirlerine “hediyeler” verme yaklaşımları da belirttiğimiz bu yozlaşmanın göstergeleridir. Böyle ele alınmak durumundadır. Birçok konuda olduğu gibi bizim kutsal değerlerimiz ve geleneklerimiz kapitalizmin ölçülerinde ele alınıp yozlaştırılmaktadır.
Eğer Önderliğin doğuşu, doğum günü anlamına uygun kutlanacaksa bu, Önderliğe kilitlenme, Önderliği sahiplenme ve onun doğuşuna cevap olabilecek bir duruşla gerçekleştirilebilir. Yoksa Önderliğin kendi doğuşunu “sistem karşısında bir varoluş” olarak anlamlandırmasının içi boşaltılmış olacaktır. Nitekim Önderlik üç doğuşunu da bu biçimde anlamlandırmaktadır. Geleneksel ana ya da aile ilişkilerinin reddi, geleneksel ve resmi toplumun reddi, yine en son olarak da bütün uygarlık sisteminin reddi tarzındaki gelişim aşamalarını doğuş olarak nitelendirmektedir.
Önderliği bu anlamda bir doğuş olarak ele almak gerekiyor. Kendi biyolojik doğumlarını, geleneksel aile ya da uygarlık gerçeği tarzında birer kutlamaya dönüştürmek, bu geleneğin içini boşaltan yaklaşımlardır. Hele hele, Önderliğin, onun karşısında direniş sergilemesini kendi doğuşu olarak adlandırdığı kapitalizmin kalıp ve biçimleri ile kendini ifadelendirerek; çoğu da sonradan icat edilen(çünkü Kürt ana ve babaları çocuklarının doğumlarını gün olarak kaydetmezler bu yüzden de çoğumuzun nüfus cüzdanında doğum tarihi 01/01!’dir) “doğum günlerini” “doğum günü partileri” ile kutlamak ve bunu da, Önderliğin başlatmış olduğu doğum günü geleneği ile meşrulaştırmaya çalışmak saptırıcı bir yaklaşımdır. Bu doğru bir yaklaşım değildir. Doğum günü kavramının ve etkinliğinin içini boşaltmak anlamına gelmektedir.
Dolayısıyla bu tür etkinlikleri ele alırken, bu tür günlerin anlamını tarihsel toplumsal gerçekliği içerisinde ele alıp, anlamlandırmak gerekiyor. Bunun dışındaki herhangi bir yaklaşım, ya bireyin kendi duygularını tatmin etmesinin birer yansıması ya da mevcut kapitalist tüketim ve eğlence kültürünün yeniden üretilmesi anlamına gelecektir.
Önderliğin 4 Nisan doğum gününü de bu anlam içerisinde ele alıp değerlendirmek gerekmektedir. Nitekim Önderlik, kendi doğumunun değerlendirmesini, bütünüyle kendi toplumsal doğuşu ve var oluşuyla bağlantılı bir biçimde ele almaktadır. Doğuşu, basit bir biyolojik doğuş olarak ele almak yerine, kendisinin şahsında gerçekleşen toplumsal büyüme ve yenilenme süreçleri ile bağlantı içerisinde ele almaktadır. Kendisinin anadan doğuşunu çok fazla değerli bulmadığını söylemektedir. Zaten kendisi ile anası arasında olan çelişkileri de, bu noktada çözümlemektedir.
Biyolojik doğuma çok fazla değer vermediğini kendi hayat hikâyesini anlatırken, çok çarpıcı örneklerle ifade etmektedir. Örneğin anasının kendisi üzerinde hak iddia etmesi karşısında “tavuklar da civciv yapıyorlar” diyerek, bu anlamda ananın kendisi üzerinde biyolojik doğumdan kaynaklı hak iddia etme yaklaşımlarını reddettiğini söylemektedir. Kendisinin gerçek doğuşunu ise bu biyolojik doğuşu gerçekleştiren anaya karşı vermiş olduğu mücadelede ifade etmektedir. Nitekim ilk isyanını anaya karşı giriştiği kavgada dile getirmektedir.
Daha sonraki süreçlerde, kendisinin gerçek doğuşunu devrimci doğuşla birlikte tanımlamaktadır. Özellikle PKK’nin kurulması ve örgütlendirilmesini kendi doğuşu olarak adlandırmaktadır. Daha sonraki süreçler için de benzer tanımlamalar yapmaktadır. Örneğin komplo sürecinde imha ile karşı karşıya geldikten sonra, kendisini paradigmal olarak yenileme ve toplumsal mücadelede yeni bir sürece girmesini de üçüncü doğuş olarak değerlendirmektedir. Önderliğin kendisinin doğuşunu anlamlandırması, bu anlamda tamamıyla toplumsal-sosyolojik bir kavramlaştırma ve anlamlandırmadır. Bu anlamlandırma hareketimiz içerisinde de anlamına uygun bir biçimde karşılanmaktadır. Örgütsel olarak büyük atılımlarımızı, büyük hamlelerimizi önderliğin doğum gününe denk getirmemiz bu gerçeklikle bağlantılıdır
İlk dönüşüm hamlemiz olan PKK’nin VIII. Kongre sürecini, 4 Nisan’a denk getirmiştik. Yine birçok konferans ve kongremiz de 4 Nisan’a denk getirilmiştir. En son da PKK’nin yeniden inşa kongresinin 4 Nisan gününe getirerek Önderliğin doğum gününe anlam biçmeye çalışmıştık. Yine Önderlik kendi doğum gününün hangi etkinliklerle kutlanabileceğine ilişkin de, insanların birbiriyle buluşması, ağaç ekilmesi, özellikle de mücadelenin geliştirilmesi tarzında ele alınmasını istemektedir.
En son doğum gününü analara ve kadınlara hediye ettiğini ifade etmişti. Bunun da ideolojik bir yaklaşım olduğunu görmek gerekiyor. Bugün özgürlük mücadelesinde anaların ve kadınların öncü bir rolü var ve mücadelenin pratik boyutunda da en ön saflarda yürüyen toplumsal kesimi ifade etmektedir. Dolayısıyla doğum günü, kendi toplumsallığını en çok temsil eden ve bunu da en çok Önderliği sahiplenerek yapanlara armağan edilmiştir.
Belirttiğimiz gibi, halklar bu tür günleri kendi gelenekleri içerisinde üretebilme noktasında köklü bir bilince ve kültüre sahiptirler. Bu konuda doğru refleksi gösteren halklardan bir tanesi de, Kürt halk gerçekliğidir. Bunu çok farklı boyutları ile açmak yerine, sadece en son gerçekleşen Newroz ve 4 Nisan kutlamaları sürecinde görebiliriz.
Kürt halkı imha ile karşı karşıya bırakılan, tecrit çemberi içerisinde imha tehdidi ile karşı karşıya olan Önderliğini büyük bir ayaklanma ve isyanla karşılamıştır. Newroz alanlarından tutalım, bütün direniş alanlarına, atılan tek sloganın “Biji Serok Apo” sloganı olması, aslında bunu göstermektedir.
Yine kendisini 4 Nisan’da yeniden inşa eden PKK’nin, kendisinin varlık nedeni ve yaşam gerekçesi olarak Önderliği görmesi, bütün her şeyi ile önderlik çizgisini yeniden üretme arzında örgütlendirilmesi bu yaklaşımın ideolojik alana yansımasıdır. Eğer Önder APO’nun 4 Nisan doğum günü bir etkinlik tarzında kutlanacak ve anlam verilecekse doğru yaklaşım halkın ortaya koyduğu bu tavır olarak görülmelidir. Bunun dışındaki basitleştirici yaklaşımlar, asla Önderlik gerçeğini ifade etmemektedir.
Özellikle Önderliğin doğum gününü, kapitalizmin basit tüketim kültürü ya da eğlence tarzında ele almak, böyle bir günün anlamını ve içeriğini boşaltmak anlamına gelecektir. 4 Nisan eğer gerçekten anlamına uygun kutlanacaksa, Önderliği anlamanın, yaşamsallaştırmanın ve bunun mücadelesini yükseltmenin günü olarak ele alınıp değerlendirilmek durumundadır.
Dolayısıyla 4 Nisanlar Önderliğin doğuşunun mutluluğu ve sevinci kadar, bunun karşısında kadro ve militan olarak duruşumuzun muhasebesini yaptığımız günler olarak da ele alınmak durumundadır.
Önderlik, her adımını, toplum ve halk adına bir doğuşa dönüştürerek kendisini var etmektedir. Bizler de Önderliğin doğum günü vesilesiyle Önderlik karşısında, halk karşısında, şehitler karşısında görevlerimizi ne kadar yerine getirebildik, ne kadar onlara layık olabildik ve ona layık olabilmek için önümüzde duran görevler nelerdir muhasebesiyle, 4 Nisan’ı karşılayarak anlam verebiliriz.
Böyle günlerde bu muhasebe çok daha güçlü yapılabilir. Zira her 4 Nisan, büyük doğuşların gerçekleştirilebileceğinin umudunu da içerisinde barındırmaktadır. Muhasebe yapıp, zorluklarımızı gördüğümüzde böyle günlerde yeni doğuşlar ve büyük çıkışlar yapabileceğimizi Önderlik gerçeğinde görerek, umudu, iradeyi ve çabayı büyüten bir ruhla karşılanırsa, bu Önderliğe, onun doğum gününe doğru cevap verme anlamına gelecektir.
GERİLLANIN KALEMİNDEN
YORUM GÖNDER