PARTİ TARİHİ 4.BÖLÜM
Bu dönemde yürütülen çalışmaların diğer bir yanı da, hareketin kadrolarını ideolojik ve politik yönden geliştirip, yetkinleştirmektir. Bu amaçla Önderlik 'Manifestoyu geliştirdi. 'Kürdistan Devriminin Yolu' hareketin teorik tespitlerinin en kapsamlı, derli toplu yazıldığı belgedir. Manifesto, Kürdistanda sömürgecilik tarihinin açımlanmasıdır, aynı zamanda parti programının açıklanmasıdır. Sonra daha geniş açımlanacaktır. Program Anayasasına benzetebiliriz. Buna dayanılarak kanunlar çıkarılır. Kanunlara dayanılarak yönetmenlikler çıkarılır. Program, Manifestoyla biraz daha açımlanarak, geliştirilir. 'Kürdistan'da zorun rolü', Kişilik problemi ve Militanın özellikleri', 'Örgütlenme Üzerine', bunların hepsi 'Manifestonun açımlanmasıdır. 'Manifesto' o günkü koşullarda ülkede çıkarıldı. Redaktesini Mazlum Arkadaş sorumluluğunda bir grup arkadaş yapmıştı. O günkü koşullarda teksirle basılıp tüm ülke geneline dağıtılmıştı. Programın, partileşmenin, kadrolaşmanın kavranmasına yönelik eğitim olarak da verildi. Böylece biraz daha sonuç alınmasında işlev gördü. 78'lere kadar ki dönemi kısaca böyle özetlemek mümkün.
1978'lere geldiğimizde, saldırılar gelişiyor. Diyarbakır'da DDKD ve ÖY'nun saldırıları var. Eğitim Enstitüsünde forum düzenlemek istediğimizde Aydın Gül ve Haki Karer Arkadaşın afişleri asılınca engellediler. Arkadaşlar dövüldü, yaralandı, yine bu arkadaşlar anısına dağıtılan bildiriler yırtıldı. Ve 'Bunlar tehlikelidir. Devletten gizli iş yapıyorlar, katliam yapacaklar.' dediler ve dayandıkları yer şuydu, 'Okullara, yurtlara bildirileri izinsiz sokuyorlar. Devlet bunları gerekçe yapıp okulları ve yurtları kapatacak. Afişlerin üzerine Kürdistan yazmaları tehlikelidir. Bu katliamlara götürür.' gerekçeleri buydu. Buna dayanarak engelleme ve saldırı faaliyetlerine girdiler. Bizi Diyarbakır'dan çıkarıp, bir daha sokmamak için bunu yapıyorlar. Böyle olunca biz Diyarbakır'da bunlara bir saldırı başlattık. Kararımız DDKD'yi eğer Özgürlük Yolu'da yardım ederse- Diyarbakır'dan söküp atmaktı. Ya Diyarbakır'da biz kalacaktık ya da onlar. Ki zaten onlarında söylediği şey buydu. Diyarbakır onların merkeziydi. Biz orada bir avuçtur. Öyle silahımız falan da yoktu. Ona rağmen DDKD'yi daralttık. Ve tam derneklerin kapılarına kilit vurarak kaçmak zorunda kaldılar hep birlikte. Bu işi bitirmek üzereydik haber geldi Hilvan'da Halil Çavgun arkadaş katledilmiş. Tabi Halil arkadaşın Süleyman ve çetesi eliyle katledilmesi, yepyeni bir olayla karşı karşıya olduğumuzu çok net ortaya koyuyordu. Ve DDKD'yi bırakarak Hilvanda olup bitenleri öğrenmek, görmek üzere Hilvan'a gidildi. Artık Süleymanlara karşı mücadeleyi başlatmak gerekiyordu. Bu önemliydi, öne alınacaktı. Kemal Arkadaş ben Hilvan'a gittik. Orada durum gerçekten oldukça kötüydü. Süleymanlar, MHP örgütlenmesiyle iç içe, Urfa yöresindeki MHP teşkilatının ellerinde olduğu bir aşiret. Feodal çete, ve tam egemenliğini kurduğu bir güçtü orada. Halil arkadaş değerli arkadaştı.Bizzat Parti Önderliği'nin kendisiyle konuşup, tartıştığı, hazırladığı bir arkadaştı. Ve Hilvan'da o arkadaş kısa sürede ve belli bir gelişmeyi yarattı. Tabi Süleymanlar -ki devlettir- devletin kendisi doğrudan yönelmediklerinden Süleymanları öne sürdü. Zaten devletin bir parçasıdır. Bu gelişmeleri Süleymanlarda görüyorlardı ve onlar için tehlikeliydi. Önü alınmazsa giderek onların oradaki otoritesinin biteceği açıktı. Bunu az çok bilebilirlerdi. Tehlike görülünce, devletinde desteğiyle yönelerek Halil arkadaşı katlettiler. Hilvan'a gittiğimizde Halil arkadaşın ve başka bir arkadaşın ailesi dışında kimse korkudan bizi eve alamıyorlardı. Çünkü Süleymanlar bilse evlerini başlarına yıkacak. Korkunç bir korku yaratmışlar, terör estirmişler. Bize söylenen şuydu, 'Halil şehit düştü gitti. Bu işi fazla sürdürmeyin, sürdürmek isterseniz size de yazık olur. Sizi de götürürler. Bunlar Süleymanlardır bilmiyorsunuz. Halil gitti biz ona da razıyız. Başka arkadaşlar gitmesin bunlarla baş edilmez. Hem sizi öldürürler hem bizi. En iyisi bunu kabullenmek diyorlardı. Kendileriyle konuşarak korkuyu yenmek istedik. Ki Kemal Arkadaş'ın en belirgin özelliği ajitatör olmasıydı. Kürtçe bilmemesine rağmen gittiği her yerde insanların üzerinde büyük bir etki bırakabiliyordu. Bazıları dilinden anlamadığı halde tarzından, hitabından etkileniyordu. O zamana kadar bizim tek bir kleşimiz vardı. Onu da ülkedeki ve metropoldeki arkadaşların biriktirdikleri paralarla almıştık. Kemal Arkadaş Suruç'tan alıp gelmişti. Tanıdık bir kaçakçıydı, paramız bin lira eksik çıktığından daha sonra çalışıp ödemiştik. Arkadaş'a 'alırken öğren, daha sonra bize öğretirsin' demiştik. Arkadaş silahı getirdi, göstermek için açtı ama kapatamadı. Böyle olunca kimsede moral kalmadı, çünkü bütün arkadaşların emeği vardı, emeğin boşa gidişi vardı. Sonra arkadaş uğraşıp taktı. Bir daha açmak istediğinde kabul etmedik fakat arkadaş 'bunu kullanmak için açıp temizlememiz gerekiyor.' O da haklıydı. Tekrar açtı ve kapattı. Böylece silah açıp kapatmayı öğrendik.O silahı aldığımızda sanki çok büyük bir şeye kavuşmuştuk. Bizim açımızdan o silahın değeri hala da çok büyüktür. Tüm arkadaşların söylediği şuydu; 'Bir kleşe sahip olduk ya artık her şeyi yapabiliriz, başarabiliriz.' Burada önemli olan bu silaha yaklaşımdır, ruhtur. Şunun için belirtiyoruz; Şimdi binlerce silah var, hiçbir anlamı yok, arkadaşlar silah beğenmiyor. Tek bir silah kazanmamış, silah beğenmiyor veya geldiği gün hemen silah alıyor, başkasını istiyor. Birçoğu parçasını kırıyor, bir yerini kırıyor, bana silah verin diyor. Çünkü silahın nasıl kazanıldığını bilmiyorlar. Eğer bilselerdi, ona anlam verirlerdi. İlahi bizim gibi mi silaha kavuşması gerekiyor? Aslında hayır. Fakat Kürt insanı görmeden, yaşamadan kavramıyor. Bu da halkımız insanının bir özelliği. Birçok şey söylersin, 'evet' der ama yanından ayrıldığında bakarsın unutmuş veya bırakmış. Bu gerçeği bilmeyen çalışmaların da başarılı olamaz veya kendisini kandırır. Bu da önemlidir. O silahımız, Urfa, Diyarbakır, Bingöl, Elazığ, Dersim, Antep'i dolaşıyordu. Ve bu silahla eylem yapılıyordu. Ve içimizden, dışımızdan herkes bizim pekçok keleşimizin olduğunu sanıyordu. Elazığ'da silahsız olduğumuzu göstermemek için, odunlara çaput sarıp, omuzumuza atmıştık Türk solu fark etmesin diye. Zayıflığımızı asla kimseye sezdirmedik. Ve o silah o kadar dolaşmasına rağmen bir tek çizgi ve pas değmedi o silaha. Bir kış günü bir arkadaş, kazağını çıkarıp silaha sarmıştı. Ona üşür, hasta olursun dediğimizde, 'Ben ölsem de bir şey olmaz. Bu, tek silahımızdır. O kadar arkadaşın emeğiyle alındı, pas tutarsa, yenisini alamayız. Ama ben ölsem de ikinci bir arkadaş çıkabilir. Yani, canından çok değer veriyordu, çünkü orada emeğe dayalı bir değer vardı. Hilvan da sadece o silahla mücadele edecektik. Karşımızdaki Süleymanlar da son derece örgütlü, silahlı, arkasında MHP ve resmi devlet var. Halkı da sindirmiş yani nereden bakılırsa bakılsın, bizden üstünler. Feodallerle zamansız ve örgütsüz karşı karşıya gelmiştik. Böyle bir güce karşı mücadele başlatmak için en azından askeri yönden örgütlü olmak gerekir, tekniğe sahip olmak gerekir.Oysa doğru dürüst kleş kullanmayı bile bilen bir arkadaş yok. Yine de eğer boyun eğersek, Kürdistan’daki gericiliğe, sömürgeciliğe teslim olacaktık çünkü bunlar sömürgeciliğin Kürdistan’daki bacakları, dayanaklarıdır. Bu bizim bitişimiz olurdu ve kabul edilemezdi. Geriye bunlarla mücadele kalıyordu. Ancak ne askeri kadromuz, ne askeri örgütlenmemiz yoktu. Buna rağmen Önderlik, bu güruha karşı silahlı mücadelenin başlatılmasını söyledi. Kemal ve M. Karasungur Arkadaşlar görevlendirildi. Esas olarak Kemal Arkadaş görevliydi. Kemal Arkadaş'la suruça gidip birkaç silah daha almaya karar vermiştik, giderken yolda Süleymanlar peşimize düştü. Onları atlattık fakat taksiyi kullanan şoföre, bunu Hilvan'da anlatmamasını söylediğimiz halde anlatmış ve böylece az da olsa yarattığımız etki silinip gitmişti. Suruç'a gittik, zar zor silahları bulduk ve Hilvan'a ulaştırdık. Bu işte Kemal ve Karasungur Arkadaşlar oraya gittiklerinde çok zorlandılar. Çünkü kalacakları, uğrayacakları yer yoktu. Son derece gizli kalmak zorundalardı. Hatta günlerce ekmek bile bulamadılar, otla beslendiler. Eylemleri olumsuz koşullarda hazırladıkları, örgütledikleri için biraz gecikti. Gecikince, Önderlik Urfa'ya geldi, arkadaşları çağırdı ve eleştirdi. Eylemin zamanında yapılması gerekiyordu ve bunun üzerine tartışıldı. O zaman Sıtkı Paydaş da arkadaşlarla gelmişti. Değerli bir insandı ve bunu suistimal etmedi. Daha sonra 'Paydaşlar PKK'yi kullanıyor' gibi şeyler söylendi. Bu doğru değildi. S.Paydaş, PKK'ye gönül veren bir insandır. Paydaşlarla Süleymanlar arasında çelişkiler vardı fakat S.Paydaş, yurtsever bir insandı. Zaten daha sonra bu yüzden MİT onu katletti. O arkadaş komployla katledildi. O toplantıda Önderlik eleştirdi. Kemal Arkadaş çıkarken dönüp 'Parti Önderliği bir daha çağırırsa gelmeyeceğim.' Ben ona inanmadığımı, Önderlik çağırdıktan sonra nerede olursa olsun geleceğini bildiğimi söyleyince, güldü. Kemal Arkadaş şunu söylemek istiyordu, 'Ben görevimi yapmadım. Bundan dolayı Önderlik çağırdı ve eleştirdi.Fazla bir cevap da veremedim. Ben görevimi yapmadan Önderliğin huzuruna gelemem.' Kemal Arkadaşta örgüt, görev bilinci yüksekti. Görevi kutsal sayardı ve bu tavrı Önderliğe yaklaşımını gösteriyor, çizgiye yaklaşımını gösteriyor. Görevlere, Partiye yaklaşımı gösteriyor. Görevini yerine getirmediği zaman kendisini rahat hissetmiyor. Yalnız Önderliğin değil, arkadaşların da yanına gidemiyor. Okuldayken, faşistlere karşı bir eylem yapmaya gitmişler, yapamadan dönmüşlerdi. Bir tek Kemal Arkadaş aralarında yoktu. Neden gelmediğini arkadaşlara sorduğumuzda, bilmediklerini söylediler. Daha sonra kendisine sorduğumuzda, 'Hangi yüzle gelecektim?' diye cevap verdi. Bu özellik bir örgüt adamında mutlaka bulunması gereken bir özelliktir. Görevini tam ve zamanında yapan adan bağlıdır, sözünün sahibidir, örgüt adamıdır. Eğer yerine getirmemişse, özde bir bağlılığından bahsedilemez. Onun örgüt adamlığından da bahsedilemez. Bu da önemlidir. Hemen hepimiz belki kırk sefer söz vermişiz ama verdiğimiz sözlerin hangisini yerine getirdiğimiz tartışmalıdır. Bu anlamda örgüte bağlılığımız da tartışmalı hale geliyor. Örgütün ne olduğunu biraz anlamak gerekiyor. Eğer yerine getireceksek söz vermemiz gerekiyor. Kemal Arkadaşta bu üst düzeyde yaşanıyordu ve gerçekten o toplantıdan sonra gidip eylemi hemen gerçekleştirdiler. Başarılı bir eylemdi ve öyle olması da gerekiyordu. Eğer ilk eylemi başaramasaydık, bir daha Hilvana ayak basamazdık. Ve Süleymanlar ortalığı kan gölüne çevirdiler. Hilvanı o durumdan çıkarmak, halkın korkusunu yenmek, beyinlerine vurmak (Süleymanların) için, ilk eylemin başarılı olması şarttı. Eylem biraz da, bu amaçladığı için gecikmişti. Süleymanların beyin takımı vuruldu, bir kesimi öldü, bir kesimi yaralandı, Antep'e hastaneye kaldırıldı. Bunlar, hastane kapısında öldü. Biri Mersin'e kaçtı. Mersin'de arabadan iner inmez vuruldu. O zaman Süleymanlar ilk eylemin arkasından terör estirmek istediler. Taraftar bir arkadaşı vurdular.Bunun üzerine eylemler peş peşe devam edince, arkadaşlar hilvan'da biraz tedbir geliştirince, Süleymanlar neye uğradıklarını şaşırdılar. halk, peş peşe darbelerin vurulduğunu görünce ayağa kalktı. Süleymanlar öyle bir hale geldiler ki artık Hilvan merkezinde barınamaz hale geldiler, terk etmek zorunda kaldılar. Böylelikle Hilvan, merkezi, Süleymanlardan kurtuldu. Ayrıca o arkadaş vurulduktan sonra bir cenaze yürüyüşü yapıldı. Kürdistan'da ilk silahlı yürüyüş hareketidir. Halkın tümünün katıldığı yürüyüş kendi silahlarımızın gölgesinde, güvenliğinde gerçekleştirildi. Salih Kandal Arkadaş, yüksek ajite yeteneğiyle, o yürüyüş sırasında halkı ayağa kaldıran bir konuşma yaptı. Ondan sonra Hilvan merkez tümüyle denetimimize geçti. Bu önemliydi ve sürdürmek gerekiyordu. O dönemde Cuma Tak Arkadaş oradaydı, Mazlum Arkadaş zaman zaman geliyordu. Hilvan mücadelesinde emeği geçen arkadaşları bilmek gerekiyor; Kemal Arkadaş, M.Karasungur Arkadaş, Hayri Arkadaş, Mazlum Arkadaş. İkinci derecede, kadro düzeyinde yer alan arkadaşlar; Salih Kandal arkadaş, Cuma Tak Arkadaşlar. Hilvan'daki direnişi bu arkadaşlar yaratmışlardır. Süleymanlardan olan belediye başkanı çıkarılıp, konuşturuldu ve hainliklerini koydu ortaya. Hilvan kırsalını da etkileyen bir konuşmayla bir daha hainlik yapmayacaklarını söyledi. Yani hareketin otoritesi görüldü, gücü görüldü. Belediye bu gericilerin elinden alınarak her kesimden halkın bulunduğu bir yönetim oluşturuldu. Bu yönetimle hem belediye, hem de Hilvan yönetilmeye başlandı. Bu bir cephe, halk iktidarıydı. Her sınıftan ve kesimden insanların yer aldığı ve hepsinin ortak çıkarlarını temsil edildiği bir yönetim. Hilvan'ın güvenliğini arkadaşlarla birlikte halk sağlıyordu. Süleymanlar giderek kırsal kesimde de daraltıldılar. Öyle ki birkaç köy dışına çıkamaz oldular. MHP il başkanları, ilçe başkanları, yönetimleri, ülkü ocakları başkanları, kısaca hem faşist örgütlenme, hem de Süleymanların Hilvan üzerindeki otoritesi bitirildi. Hilvan, kırsalıyla birlikte devrimci gelişmeye açıldı. Hilvan Direnişi en olumsuz koşulda başlatılan ama sonuç alınan bir mücadeledir. Hilvan'la, PKK'nin ideolojisi, taktiği doğrulanmıştır. Mücadele tarihimizde önemli bir kazanımdır.
Kürdistan tarihinde ilk kez Kürt halkının, köylüsünün feodallere rağmen, feodallere karşı bir mücadelesi, ve bu mücadelede sonuç alması söz konusudur. Daha önce Kürt köylüsü hep feodallerin çıkarlarına alet olmuş, kullanılmıştı. Hilvan mücadelesi, feodallerinde yenilebileceklerini ortaya çıkarmıştır. Bu düşünce halk içinde de gelişti. Mücadelenin diğer bir önemi de, Kürdistan tarihinde ilk kez küçük bir alanda da olsa, halkın birliğinin sağlandığı, bir cephe iktidarının ortaya çıktığı deneyim oluyor. Denilebilir ki ulusal birliğin ilk maketi orada sağlanmıştır. Yine, Kürdistan'da ilk kez Kürt Halkının kendi kendini yönetmesi gerçekleşmiştir. İlk kez kendi kaderini tayin ediyor. Hilvan mücadelesinin hem Hilvan'da, hem Urfa'da, hem de genelde ülkede yarattığı sonuçlar vardır. Hilvan, hareketin gücünü ve otoritesini ortaya çıkarınca, Urfa'daki hemen tüm karşı-devrimci kesimler teslim olmuştur. Bucaklar dışında-. Yine buna dayanarak, bazı sendikalar, belediyeler ele geçirilmiştir. Örneğin Ceylanpınar belediye başkanına halka konuşma yaptırılarak istifa ettirilmiş daha sonra tekrar arkadaşlar tarafından göreve getirilmiştir. Kendisi, 'Devrimciler tarafından göreve yeniden getiriliyorum.' deyince, bu olay bütünüyle hareketin otoritesini arttırmıştır. Artık Urfa yöresinde tek bir sorun devlete gitmez, tam sorunlar harekete getirilir. Örnek olarak, Hilvan'a malzeme almaya gittiğim bir gün yaşlı bir kadın devrimci olup olmadığımı sorduktan sonra, 'Köyümüzün suyu yok, su getirebilir misiniz?' diye soruyor. Tabi kadına durumu anlatarak ikna ettik. Türk solundan dahi sorun geliyordu. Bu tabi ki olumlu bir durumdu ve hareketin ne kadar otorite sahibi olduğunu gösterir, halkın ne kadar kazanıldığını, öncünün ne kadar yön verdiğini gösterir. Bunun değerlendirilememesi ayrı bir meselidir. Hilvan güçlü bir mevzidir ve PKK biraz Hilvan-Siverek'le tanınır. Tabi ki düşman da PKK bununla gündemleşti, burada bitirmek gerekir diyerek Siverek'te taktikler geliştirir, daha sonra cezaevinde geliştirir. Şener'in geliştirdiği taktiğin de özünde bu vardır. Cezaevinde Hilvan-Siverek meselesini çıkarmak, yapıyı birbirine düşürmek ve bölmek, taktik budur.Hatta Cahide Şener'in Süleyman'la nişanlıyken koparılarak, Hilvan'lı bir arkadaşla duygusal ilişkiye geçirilmesinin altında yatan neden de budur. Bunlar M.Şener'in ve onu yöneten ekibin geliştirdiği projelerdir, Parti, Hilvan'da böylesine uğraşırken, karşı-devrim de boş durmuyordu tabii. Tüm dikkatlerin Hilvan'da olduğu bir dönemde Antep'in boş bırakılmasıyla, bildiğimiz Tekoşin darbesinin örgütlenmesine geçildi. TC'nin Hilvan'a verdiği karşılık Tekoşin olayı oldu. Tekoşin Antep'te darbe yapmış, hemen hemen tüm malzemelerimize el koymuştu. Büyük bir kesimi etkilemişti, bir kısım onların etkisine girmiş, bir kısım ikircikli tutuma girmişti. Durum oldukça olumsuzdu. O dönemde orada olan Süleyman (Baki)'nin tutumu, yaklaşımları son derece olumsuzdu. Düşmanın yapmak istediğini kavramadığından, onun taktiğine hizmet ediyordu. Ona göre bunların hepsi suçluydu ve vurulmaları gerekiyordu. Fuat Arkadaş da vardı. Kemal Arkadaşla Antep'e gittiğimizde Tekoşin'e bulaşmış olan arkadaşlar bizi vurmak istediler. Bunu, bizi MİT ajanlığıyla suçlayarak yapmaya çalışıyorlar. Ancak bunu fark ettiğimiz için bir girişimlerini de boşa çıkardık. Uygun bir yaklaşım esas alınarak bunların içinden 5-6 kişi hariç tekrar kazanıldılar. Bu çalışmalardan sonra Parti Önderliği gelip bir toplantı yaptı ve sorun önemli ölçüde çözümlendi. O zaman Fuat Arkadaş aynı şeyin Dersim'de de olabileceği konusunda uyarıldı. Arkadaş ihtimal vermediği halde gider gitmez böyle bir durumla karşılaşıyor fakat hem Antep'te edindiği tecrübe, hem de uyarılmış olması bu durumun daha fazla genişlemesini engelliyor. Elazığ'da da Antep benzeri bir durum vardı fakat aynı ölçüde tahribat yaratmadı.
Tekoşin denen olay aslında Sterka Sor'un bir devamıydı. Haki Arkadaş'ın katledilmesiyle Sterka Sor'un gerçek yüzü açığa çıktığından, devlet Tekoşin türü bir örgütlenmeye girişti. Tekoşin'i oluşturanlar; Türkiye’deki 'kurtuluş' örgütünden ayrılan Seyfi Cengiz, Dersim'li biri-daha önce Siirt grubundayken gruptan uzaklaştırılan Abdurrahman, yine Kamer Özkan'dı. Kurtuluştan arkadaşlar, Seyfi ayrılırken ona, 'Madem ayrılıyorsun, gerekçelerin var, o zaman git PKK'ye katıl, söylediklerin bu harekete yakın şeyler.' diyorlar. Verdiği cevap şu oluyor. 'PKK'ye katılmayacağım fakat tabanını ele geçireceğim.' PKK'nin tabanını ancak yönelimle ele geçirebilir, yapılan da bu oluyor aslında. Tekoşin'in yapmak istediği önce önder kadroları vurmak, hareketi önderliksiz bırakmak ve tabanı ele geçirmek. Böylece, bu hareketin bütün değerlerini, Tekoşin kanalıyla TC'ye akıtmak. Bunu yaparken, Önderliğe karşı 'Haki-APO meselesini' gündemleştirmek istiyorlar. Hakiciler-Apocular tarzında güya Haki Arkadaş'a sahip çıkıyorlar. İşin içinde bizzat Haki arkadaşın katliamında yer alanlar da bulunuyor. Böylelikle hem Haki Arkadaşın devrimciliği tüketilmek isteniyor, hem de hareket tasfiye edilmek isteniyor. Mücadele tarihimizdeki ilk kapsamlı tasfiye olayı, Tekoşin olayıdır....Düşmanın tutumu bu işe kim bulaşmışsa intikam almaktı, tasfiye etmekti. Zaten Süleyman, Haki Arkadaş'ın katledilmesinden sonra ailesi vasıtası ile koşullandırılmıştı. Kendisi için fırsat olan bu olayı iyi değerlendirmek istiyordu. Tahribatlarının önüne ancak onu vurmakla tehdit ederek geçtik. Orada bizim izlediğimiz tutum neydi? Bu arkadaşları kazanmak için çalıştık. Buna mecburduk da. Çünkü bu insanları devrime çeken bizdik. Tepkisel yaklaşamazdık, bu MİT'e fırsat sunmak, yardımcı olmak anlamına gelirdi. Bu insanları devrime çektikten sonra iyi yetiştiremediğimiz, devrimcileştiremediğimiz için. MİT onlara yaklaştı ve onları tekrar kazanarak yetiştirmek zorundaydık. Yani, biz bunları devrimcileştirdik, onlar bize ihanet etti demedik, hatta bizi ajan diye vurmaya da kalktılar demedik. Biz bunlara nasıl güveneceğiz, canlarına okuyalım da demedik.Çünkü bu tam MİT'in istediği sonuca götürürdü. Buradan da kaybeden Hareketimiz olurdu. Yaklaşım böyle oldu mu kazanır insan. Tabi ki içine girdikleri durumun ezikliğini duydular. Bu ezikliği duymamaları için de oldukça çaba harcandı, gerekiyordu da. Bunların kazanılması hareketin çıkarınaysa, kişi olarak bizim de çıkarımızadır. Yok, hareket kaybetmişse, kişi olarak biz de kaybetmişiz. Devrimcilerin yaklaşımı böyle olmalıdır. Ancak birçok arkadaş, en ufak bir meseleyi tüm siyasal, örgütsel boyutlarından soyutlayarak kişisel bir mesele haline dönüştürüyor. 'Kişiliğime yöneliktir' diyor. Bu yaklaşım bir örgüt adamı yaklaşımı olamaz. Bir örgüt adamı soruna kendisi açısından bakmaz. Bir devrimcinin kişisel onuru diye bir şey yoktur. Bir devrimcinin onuru adına hareket ettiği sınıfın onurudur, halkın onurudur, insanlığın onurudur. Bir devrimci, bu onuru kurtardığı oranda kendi onurunu kurtarmıştır. Bir halkın onurunu kurtarmayacaksın, görmeyeceksin veya adına hareket ettiğin sınıfın veya insanlığın, ondan sonra da 'benim onurum' diyeceksin. İstediğin kadar bu tarzda yaklaş, kurtarmaya çalış, kurtaramazsın. İkincisi de, bazı arkadaşlar arkadaşları tarafından eleştiriliyor-doğru veya yanlış veya eksik-, öfke duyuyor, kin duyuyor hatta mesele yapıyor. Hatta intikam almak için zaman kolluyor. Bunun partililikle, devrimcilikle hatta insanlıkla hiç alakası yoktur. Tekoşin meselesini biraz bu açıdan ele almak lazım. Arkadaşlara karşı içine girdiğimiz tutum örgüte kazandırdı. Mesela Ali Erek Arkadaş-12 Eylül döneminde Diyarbakır Zindanlarında şehit düştü- o arkadaşlardan birisiydi. Bu arkadaşın durumu şehit düştükten sonra Şener tarafından kullanılacaktır, cezaevinde 'Şehit midir, değil midir?' tartışması açacaktır. Bu tartışmayı, Tekoşin meselesindeki zayıflığı esas alarak açıyor ve böylece cezaevindeki arkadaşları bölmeye çalışıyor. Örgüt terbiyesi olan sorumluluk duygusu olan kişi sorumlu davranır ve kişi olarak kaybedeceği bir şey olmadığını bilir. Bir örgüt adamı sorumlara siyasal ve örgütsel boyutlarıyla yaklaşır. Eğer bir sorunu siyasal ve örgütsel boyutlarından soyutlarsan, o sorunu asla çözemezsin, kişiselleştirirsin. Kişisel bir sorun da çözümlenemez.
Çoğu arkadaşın yaklaşımında şu var; -olayı ele alarak açıklarsak 'Biz bunları devrimcileştirdik, bu kadar emek verdik kalkmışlar bizi hem de MİT ajanlığıyla itham ederek suçluyorlar, vurmak istiyorlar. O zaman bunların üzerine gidelim. 'Bu, işin bir boyutu. Eğer ben o insana gerçekten güven verseydim, benim devrimciliğime, yoldaşlığıma gerçekten inanç duyabilseydi MİT onu benim ajan olduğuma dair ikna edemezdi. Bu tutuma yol açan sonuçta ben oluyorum. Eğer bunu göremezsek, kendi devrimciliğimizi göremeyiz. Devrimciliğimizin eksik yanlarını göremeyiz ve yarın başka bir yerde yaşar, yaşatırız. Olaylara bu tarzda yaklaşmak zorundayız. Hele hele sorumluysan, sorumluluğun altında ortaya çıkan her şeyden kendini sorumlu tutmak zorundasın, ister olumlu olsun, ister olumsuz olsun. Fakat bir insan olarak alışkanlığımızdır, genellikle yalnızca olumlu şeylerden pay çıkarırız, olumsuz şeyler için de 'falan yapmış, filan yapmış'deriz. Bir örgüt adamının tutumu bu değildir. Sorumluluk sahasında ortaya çıkmış her şeyden kendisini sorumlu tutmak zorundadır. İster senden kaynaklansın, ister kaynaklanmasın, bir olumsuzluk örgüte zarar veriyorsa, sana da veriyor demektir. Bunu görmek ve bu tarzda yaklaşmak gerekir. Bu tarzda yaklaşılırsa, çözümlenmeyecek hiçbir sorun olmaz. Hiçbir didişmeye, endişeye, sürtüşmeye, dirençsizliğe yol açmaz yoldaşlığı zayıflatmaz. Tekoşin olayının sonuçsuz bırakılmasında Kemal Arkadaşın rolü büyüktür. Ben bir yandan Süleyman'la uğraşıyor, diğer yandan Fuat Arkadaşla tartışırken bir de olayla ilgilenmek zorundaydı. Kemal Arkadaş da gidip, olay daraltıldıktan sonra Önderlik de toplantı yapınca olay kapanmış oldu. Olay bu biçimiyle sonuçlandırılınca, olayın gerçek sahipleri sağa-sola kaçmaya başladı. Bunların peşine düşülerek tek tek cezalandırıldılar. Kemal Arkadaş kalan bir, ikisinin peşinden giderken Pazarcık'ta talihsiz bir şekilde tutuklandı. Yakalanmasının nedeni yine bunlar oldu. Hilvanda sorumlu olarak kalan Karasungur Arkadaşın yanına Hayri Arkadaş gitti. Hayri Arkadaşın siyasal önderliğinde Hilvan Mücadelesi sonuca götürüldü.
Bu dönemde Hayri Arkadaş'ın kaleme aldığı 'Doğru Yolu Kavrayalım' isimli yazı broşür olarak çıktı. Hilvan ve Urfa'daki mücadeleyi anlatan bir broşürdür. Bunu yazmasının nedeni; Mücadeleyi arkadaşlara, kadroya kavratmak ve Hilvan mücadelesinden dolayı örgüte yapılan saldırıları cevaplamaktı. Yani, Kürdistanda hangi yol doğru yoldur bunu kavratmayı amaçlıyordu. Hangi yol gelişmeye yol açıyor? Bunu koyuyordu. Hilvan Mücadelesi başarıyla sonuçlandırıldı. Süleymanların silahsızlandırılmasıyla, bir çok silah ve malzeme ele geçti. Her ne kadar sonuç almış olsa da Hilvan'ın güvencede olmadığı çok açıktı. Kazanılmış bir mevziydi fakat güvenceye alınmazsa tehlikeye girecekti. Hilvan'ı tehdit eden, Siverek'te M.Celal Bucak güruhu. Urfa'daki tüm feodal kesimler sinmesine rağmen, bu, giderek Partiye yönelen bir faaliyetin içindeydi. Bu görülüyordu ve Siverek’e yönelmek gerekiyordu, Bucak’a yönelmek gerekiyordu. Hem bu mevziyi korumak, hem yeni mevziler yaratmak, hem de C. Bucak'ın şahsında feodallere darbe vurmaktı ki büyük bir güçtü. Buna darbe vurmak hem diğer kesimleri sindirebilirdi, hem de hareketin anti-feodal demokratik yönünü daha da güçlendirebilirdi. Yine, parti kuruluş çalışmalarını bu dönemde gerçekleştirmek, Kongreyi giderek Partiyi örgütlemek, Partinin ilanına gitmek, bunlarla birlikte silahlı, askeri örgütlenmeyi gerçekleştirmek ve bunları Siverek eylemiyle duyurmak amaçlanıyordu. Çünkü Hilvan mücadelesiyle daha önce de bahsettim-zamansız feodallerle karşı karşıya gelmemiz söz konusu olmuştu. Hem teknik anlamda araçtan yoksunduk, hem de askeri anlamda bir örgütlenmemiz yoktu. Giderek mücadele zaten silahlı aşamaya doğru gelişiyordu. Mücadelenin bundan sonraki gelişiminin de güvence altına alınabilmesi için böyle bir örgütlenmeye zorunluluğu da ortaya çıkmıştı. Giderek mücadele kızışacaktı, saldırılar artıyordu. Bu saldırıları göğüslemek, hareketin geleceği, gelişimini sağlama almak için onun silahlı kolunu mutlaka yaratmak gerekiyordu. Siverek'te bu yaratıla bilinirdi. Siverek'te silahlı propaganda taktiği uygulanacak, sonuç alınırsa gerillaya geçilecek ve gerillada Botan'a oturtulacak. Gerillayı Botan'a oturtmak 79-80'ler döneminde parti Önderliği tarafından değerlendiriliyordu. Ve amaç buydu.
Dikkat edilirse belirtilen planın geliştirilmesi Halil arkadaşın şehadetiyle gündeme gelmişse de, bu mücadele yine planlı geliştirilmek isteniyor. Siverek mücadelesi daha da planlıdır. Saydığım nedenler vardır. Yine burada dikkat edilirse 80'lerde gerillayı Botan'a oturtma mücadelesi vardır. Ki daha sonra bahsedeceğiz. Siverek'te istenen sonuçlar alınmadığı için, taktik uygulanamadığı için, buna ulaşılmadı, fakat bundan da vazgeçilmedi. Daha sonra biliyorsunuz Botan'a girilecektir. Gerilla oturtulacaktır ve adım adım ülkenin diğer alanlarına gerilla taşınmak istenmiştir. Yani 80'de olmadı diye parti bundan vazgeçmedi. İşte Siverek bunun için seçilmişti. Bu mücadelenin örgütlendirilmesi için M. Karasungur Arkadaş görevlendirilmişti. Çünkü bu arkadaşın hem emeği var, hem de Hilvan'da epey deney, tecrübe kazanmıştı. Onun için bu arkadaş görevlendirildi. Zaten kendiside önermişti. Siverek'te mücadele başlatıldığında, orda gücümüz çok azdı. 10-12 arkadaşı geçmiyordu. Siverek'te egemen olan DDKD, KAWA, TİKKO, ALA-RIZGARİ vb. örgütlerdi. Bu örgütlerinde Celal Bucak'a karşı bırakalım eylemsel planda, lafta bile en ufak bir laf söyleme durumları yoktu. Bucak'ın önünde de elpençe duruyorlardı. Siverek'in kırsalında da merkezinde de tek hakim güç bucaktı. Bucak'ın kendisi oldukça politik biriydi. Gelişmeleri çok iyi görüyordu Hilvan'dan sonra sıranın kendisine geldiğini çok iyi biliyordu. Ve bizden daha erken tedbirini almaya başlamıştı. Arkadaşlar Siverek'te çalışmaya başladıklarında ilk önce bu örgütlere şu öneri götürüldü, 'Kendinize devrimci diyorsunuz M. Celal Bucak halka bu kadar baskı uyguluyor. Gelin buna karşı bir mücadele Siverek'te birlikte geliştirelim. İstiyorsanız, hanginiz istiyorsa mücadeleye öncülük etsin biz destekleyelim.' denildi bu kabul edilmedi. 'Mücadeleye biz öncülük edelim, siz destekleyin' buda kabul edilmedi. Hiç biri yanaşmadı. Yanaşmayınca tabii biz başladık. Bizim esas düşüncemiz bunların hepsini mücadeleye katmaktı. Fakat bunlar yanaşmadı. O zaman M. Celal Bucak'a karşı çıkma cesaretini kimse gösteremiyordu. Ne bu örgütler, nede sıradan halktan insanlar. Oldukça sindirilmişlerdi.
Mesela Karasungur Arkadaş bir taraftarın evinde, taraftarla bu meseleyi konuşuyorlar. O taraftar şunu söylüyor -hemen kalkıyor kapıya çıkmak istiyor- 'Ya ben gideceğim bu evden, ya da siz gidin' diyor. Karasungur Arkadaş kolundan tutup oturtuyor. 'Çünkü' diyor 'Bucak duyarsa, sizin benim evime geldiğinizi benim evimi de yakar. Çocuklarımı da yakar. İstiyorsanız diyor Diyarbakır'da Kolordunun üzerine birlikte gidip yakalayalım, saldıralım. Buna varım. Ama Bucak’a karşı ben yokum. Yukarda Allah, aşağıda Bucak. Bir Allah’tan korkarım bir Bucak'tan bunun dışında koktuğum herhangi bir güç yok.' Düşünün ki 7. Kolorduya saldırıyı göze alıyor ama Bucak'a karşı çıkmayı göze almıyor. Bu, oradaki halkın hangi düzeyde sindirildiğini gösteriyor. Durumu anlamanız açısından belirtiyorum. Bucak öyle bir yöntem oturtmuş ki, gerçekten tüm halkı iliklerine kadar sömürmektedir. İstediğini şehire bırakıyor, istediğini bırakmıyor. İsteyene ev yaptırıyor, isteyene yaptırmıyor. İsteyen köyünde kalabiliyor, isteyen kalamıyor. İstediğinden istediği kadar herkesi haraca bağlamış. Bu kadar keyfi ve despot bir yönetim oturtmuş. Halkın buna karşı çıkması düşünülemez Ancak örgütlü güç karşı çıkarsa, bazı gelişmeler ortaya çıkar ve halk sindirilmişlikten kurtulabilir. Güç, enerji bulabilir, karşı koyabilir. Yani Hilvan'a benzerdi. Hilvan'da da halk başlangıçta destek vermedi, ayağa kalkmadı. Ama ne zamanki Süleymanlar darbe yemeye başladılar o zaman halk ayağa kalktı. Bu çalışmalar bu tarzda başlatılırken, diğer taraftan Kuruluş Kongresi'nin hazırlıkları var. Önderliği anlayan, hattını kavrayan Mazlum ve Hayri Durmuş arkadaşlardı ve kısmen Karasungur arkadaştı. Diğer arkadaşlar önderlik hattına gelmekten hala uzaktı. Hala grup döneminin o amatör özelliklerini yaşamaktaydı. Hareket hızla ideolojik gruptan politikleşmeye doğru gitmesine hızla kitleselleşmesine rağmen partileşmeye doğru adımlar gelişmesine rağmen, belirtilen arkadaşların dışındaki kadro yapısı hala amatör devrimciliği yaşamaktadır. Bu önemli bir sorundur. Daha sonraki parti örgütlenmesinde krize yol açan nedendir.
Kuruluş Kongresi Siverek'teki çalışmalar başlatıldıktan sonra gerçekleşti. Kuruluş Kongresi 26-27 Kasımda Diyarbakır'ın Lice ilçesinin Fis köyünde Seyfettin Doğulu arkadaşın evinde gerçekleşmişti. Burayı hazırlayan Başkan, Mazlum ve Seyfettin Arkadaşlardı. Orada toplanmak her bakımdan uygundu. Zaten biraz dikkat edildiğinden fazla sorunda çıkmadı, Kongreye hemen her alandan ileri düzeyde arkadaşlar delege olarak katılmışlardı. Kongre başladığından hemen bitinceye kadar- Parti Önderliği konuştu. Arkadaşların konuşmaları fazla değildi. Çok az belli arkadaşlar konuştular. Kongre konuşmalarının yüzde doksan beşi parti Önderliği'nin konuşmalarıdır. Kongrede yaşanan durum neydi? Parti Önderliği'ni anlayan, kavrayan Hayri ve Mazlum arkadaşlar idi. Yani atılan bu adımların ne anlama geldiğini bilen arkadaşlardı, yaşıyorlardı. Onun içinde parti Önderliği'nin yanında yer alıyorlardı. Büyük kesimi Parti Önderliğiyle birlikte olmasına rağmen işin ciddiyetini kavramaktan uzaktı. Yani, bir Kuruluş Kongresi, partileşme, merkezileşme nedir? Bizi bekleyen sorunlar nelerdir? Bir partili olmak için ne yapmak gerekiyor? Nasıl bir sürece giriliyor? Bunu kavramaktan uzak. Parti olmanın yarattığı coşku vardı. Yetmez devrimcilik dediğimiz devrimcilik, Kuruluş Kongresinde ağırlıktadır. Bunu aşan parti, çizgi hattına giren çok azdı. Diğer taraftan, Şahin Dönmez, Cafer, Ali Çetiner var. Bunlar, toplantılar döneminden itibaren partileşmeye özde karşı olan ama daha sonra sanki partileşmeden yanaymış gibi tavır gösterenlerdir. Fakat bu ikiyüzlü tutumu sergileyenler de birkaç kişiyi geçmiyordu. Kuruluş Kongresinde de açıkça düşüncelerini ortaya koyma cesareti gösteremiyorlardı. Bunlara rağmen partileşmenin kongresini yaptığımız için moral ve coşku yüksek. Kongre bitip, merkez seçimine geçilince, Önderlik, şu hususlara değindi, 'Bu hareketi bu güne kadar getirdim. Fakat yeni bir sürece giriyoruz. Bundan sonraki süreç farklı bir süreç, farklı bir devrimcilik. Eğer bundan sonrasını daha iyi götürmek isteyen varsa, ben hizmet edebilirim.' Burada bir takım gerçeklere dikkat çekiyordu.Tabii ki hiçbir arkadaşın konumu bu değildi, yine Parti Önderliği'ne bırakıldı. Ve Önderlik şunu söyledi; 'Ben yine götürürüm, yaparım. Fakat her arkadaş şunu bilmelidir ki önümüzdeki süreç farklıdır ve artık gönül işi bitiyor. Artık biraz da bizim istediğimiz tarzda yürünmek zorundadır. Şunu belirtmek istiyordu, artık partileşiyoruz ve buna göre davranmak gerekiyor. Ki partinin de biçimlendirilmesi gerekiyor. Devrimde de, karşı devrimde de Önderlik, Önderlik ettiği harekete damgasını vurur. Ki bu konuda suçlamalar da yapılmıştır. Örneğin Bolşevik Partisinin Lenin'in özelliklerini taşıyan bir parti olduğu söylenir. Elbette ki Martov'un özelliklerini taşıması beklenemezdi. Dikkat edilirse bu konuda PKK'ye de suçlamalar yapılmıştır. 'APO'nun damgasını taşıyor. APO her şeyiyle PKK'yi biçimlendiriyor.' Elbette ki Apo'nun damgasını taşıyacaktır. PKK'yi yaratan APO'dur da ondan. Herhalde bir Kemal Burkay'ın özelliklerini taşıyacak değildir. Önderliğin oradaki konuşmaları daha çok sorumluluğu yaratmaya yöneliktir, birçok arkadaşı uyarmaktır. Profesyonel devrimciliğe davet etmektir, partileşmeye davet etmektir. Konuşmaların özü budur. Varolan devrimcilikle işlerin yürüyemeyeceğini çok net koyuyordu. Önderlik seçimler üzerine yaptığı konuşmada herkesin kendisini de başkasını da önerebileceğini söyleyince, Şahin Dönmez kalkıp 'ben merkezde yer almak istiyorum, yer alabilirim.' dedi. Önderlik 'Sen yapabilir misin? Kendine güveniyor musun?' diye sorunca, yapabileceğini söyledi. Önderlik, o zaman 'olabilir' dedi. Bunun dışında kimse de kendisini önermedi. Şahin'in hafif kişiliği aslında orada da ortaya çıkmıştı. Ondan daha güçlü, daha deneyimli, daha kapsamlı arkadaşlar vardı. Hiçbir arkadaş kalkıp da kendisini önermedi. Fakat bütün arkadaşlar Şahin'in durumunu bildiği halde, kimse kalkıp, 'Sen her ne kadar kendini önersen de yapabilecek durumda değilsin' demedi. İşte söylenmediği için de Şahin daha sonra bu örgütün başına bela oldu. Bu yüzden bela edenler biraz da bizleriz, bizim tutumumuzdur. Şahin'i bu işin adamı olmadığını bile bile biz yol verdik. Kabul etmekle Şahin'i bela haline getirdik. Daha seçimler yapılırken 7 kişilik bir merkez oluşturuldu ve bunun içinden 3 kişilik bir yürütme oluştu, Önderlik, Karasungur Arkadaş ve Şahin. Karasungur arkadaş Siverek'teki çalışmalardan ötürü Kongreye katılmamıştı.Bu çalışmaların bir an önce örgütlenmesi gerekiyordu. Kemal Arkadaş, cezaevinde olduğu için katılamamıştı, diğer arkadaşların hepsi katılmıştı. Daha sonra durum Karasungur Arkadaş'a bildirildiğinde kabul etmedi ve 'Benden daha güçlü arkadaşlar var, o arkadaşların yürütmede yer alması gerekir. Bunu kendi açımdan doğru bulmuyorum.' dedi. Bu bir devrimci tutumdur. Eğer bir devrimci, kendisinden daha güçlü, deneyimli, o görevin hakkını daha iyi verecek birileri varsa, o görevi üslenmez. Eğer görevi kendisinden daha iyi yürütecek arkadaş yoksa ve kendisi de tam olarak yerine getiremeyecekse, şartlı üstlenir. Çünkü görev ortada bırakılmaz. Şart derken, bu görevi daha iyi yürütebilecek bir arkadaş çıktığında görevin teslim edileceği belirtilir. Devrimci tutum, örgüt adamı tutumu budur. Oysa birçoğumuz yetki ve mevkiye göz dikmişiz. 'Yetki ve mevkiye sahip olalım, gerisi hiç sorun değil.' gerçeğini yaşıyoruz. Yetki ve mevkiye, hizmet etmek için göz dikilir. Dava adamı bu anlamda göz diker. Bizde sorumlu devrimcilik değil, yetki devrimciliği esas alınıyor. 'Yetki sahibiysen her şeysin, değilsen hiçbir şeysin' tarzında yaklaşıldığı için, sorun çıktığında, 'Bana ne, sorumlu var, o yapsın ' deniliyor. Yetki sahibi de kendisini, örgüt, kural olarak gördüğü için, anlayışı, her şey olarak gördüğü için kısaca her şeyin merkezi olduğunu sanıyor. Saflarımızda yaygın olarak ağalık-kölelik konumunun yaşanması, bu anlayıştan kaynaklanıyor. Devrimcilik; tarihe, insanlığa, halka, sınıfa, örgüte, mücadeleye, arkadaşlarına karşı sorumluluk duymak demektir. Eğer böyle anlaşılırsa, yetki de doğru anlaşılır. Eğer partiyi doğru anlarsa partili devrimciliği esas alırsa partinin bir silahı olan yetkiyi de doğru anlarsın. Parti, partililik nedir anlamayan, yetkiyi de, yetkisini de doğru kavrayamaz. Ve o yetkiyi karşı devrim için kullanır. Yetki, her kapıyı açan anahtar değildir. Her kapıyı ancak, partinin ideolojisiyle, politikasıyla, kurallarıyla, ölçüleriyle, taktiğiyle açarsın, sorunları çözersin. En zayıf, en geri devrimciler olur olmaz yerde yetkiyi işletirler. Partili bir devrimci, -genelde- yetkiyi en son kullanan devrimcidir. En büyük yetki Parti Önderliğinde olduğu halde fazla kullanmıyor. Parti anlayışını izah ve iknayı esas alır.Örnek olarak Şehit Emin Arkadaş'ın, '91 sürecinde Gabar'da yaşanan olumsuz pratiğe müdahale etmeyişi, hatta bizim yaptığımız eleştiriye, 'Elimde yetki yoktu, eğer olsaydı ben onlara gösterirdim.' şeklindeki yaklaşımı verilebilir. Biz ise bu tutumuna karşılık, 'iyi ki sana yetki vermemişiz' demiştik. Çünkü yetkiye nasıl yaklaştığı, devrimciliğe nasıl yaklaştığı, partiye nasıl yaklaştığı hemen orada ortaya çıkıyor. Demek ki orada yetki verilmiş olsaydı, o yetkisine dayanarak diğerlerinden daha kötüsünü yaşatacaktı. Devrimciliği yetkiye sahip olup olmama anlamında anlamış. Yetki sahibi olsa ağalık yapacak, yetki sahibi olmadığı içinde hiçbir şeye ses çıkartmıyor. Hatta yetkiye sahip olmayı diğerinin başarısızlığında görüyor. Onun içinde diğeri başarısız kalsın, düşsün ki kendisi yetki sahibi olsun. Bu çok genel bir anlayış ve yaygındır. Birçok arkadaşın yaşadığı bir durumdur. Birinin başarısızlığından kendi başarısını arıyor. Veya birinin başarısızlığında yetki sahibi olmayı önüne koyuyor. Yani bekliyor ki diğeri başarısız olsun görevden alınsın ve o yetki sahibi olsun. Bunlar korkunç şeyler tabii ki. Bunun bırakalım yoldaşlıkla insanlıkla bile bağdaşır yanı yok. Demek ki partileşmeyi doğru kavramak gerekir. Yetki, otorite meselesini doğru kavramak gerekiyor. Yetkiyle otorite olmaz. Neyle otorite olunur? Doğru tutumun sahibi olmakla, sorunları çözme gücüyle, çekim merkezi olmakla, saygıyla, sevgiyle, yüceltmekle, cesaretle, fedakarlıkla insan otorite olur. İzah, ikna ile güven yaratılarak otorite olunur. Yani sorumluluğunu, senin önderliğini, senin kadroluğunu, senin yoldaşlığını yanındaki insanlar kabul ederlerse otorite olursun. Birçoğu kendi otoritesini uyguluyor ve örgütün otoritesini uyguladığını söylüyor. Sonra biri karşı çıktımı da, 'Sen örgüte karşı çıkıyorsun.'diyor. 'Ajandır, tehlikelidir' diyor.Bir devrimci, üstlenemeyeceği görevi almaz ya da aldı mı, daha iyi yapacak birisi olduğu zaman, 'Benden daha iyi yapacaklar var. Onlar yapmalı, ben de onların emrinde olmalıyım.' diyer. Karasungur Arkadaş'ın yaptığı doğru olan tutumdu, doğru olduğu için de yerine başka bir arkadaş yürütmeye alındı. Kongre de belirtilen hususlardan biri de partinin ilanına, belirli bir örgütlülük düzeyinden sonra gidileceğiydi......................Hazırlıklar asgari düzeyde tamamlandıktan sonra Bucak eylemiyle partinin ilanına gidilecekti. Kongre bu tarzda tamamlandıktan sonra, bazı görevlendirmeler yapıldı. Mazlum Arkadaşın sorumluluğunda bir yazı kurulu oluşturuldu. Bu yazı kurulunda, Abbas Arkadaş ve Fatma da vardı. Bu birim partinin ideoloji ve politikasını geliştirmekle görevli bir birimdi, sıradan kişilerin yer alabileceği bir birim değildi. Bu nedenle Mazlum Arkadaş bu birimin başına getirildi. Parti ideolojisini bilen, ideolojiyi doğru yansıtabilecek kişiler gerekiyordu. Mazlum Arkadaş, partiyi en iyi özümseyen arkadaşlardan biriydi. En büyük özelliği de inceleme ve araştırma yönünün çok gelişkin olmasıydı. Hatta bizim ortamımızda en çok inceleme araştırma yapan arkadaştı ve günde yaklaşık 500 sayfa okuyordu. Oldukça verimli çalıştığı için bu çalışmanın başına getirilmişti. Diğer silahlı mücadeleyi örgütlemekle görevli bir birim oluşturuldu. Bu birimin başında M. Karasungur Arkadaş vardı. Önderlik, silahlı propaganda birliklerinin örgütlendirilmesini bu arkadaşın önüne koydu. Geliştirilmek istenen askeri çizgi neye dayandırılacak, bu çizgiyi harekete geçirecek örgütü nasıl oluşturmak gerekiyor gibi konularda oldukça perspektif sunduktan sonra arkadaşı Sivereke gönderdi. O zaman silahlı faaliyeti örgütleyecek bir komite de oluşturuldu. Bu askeri komite, M.Celal Bucak'a karşı faaliyeti örgütlemekle görevliydiler. Ayrıca örgütleme faaliyeti, partinin inşa çalışmalarını yürütecek bir komite oluşturuldu. Bu komitenin görevi de partiyi örgütlemekti. Parti Önderliği partinin ilanı için bir Kuruluş Bildirisi hazırladı. Bu bildirgeyi hazırladıktan sonra, Mazlum Arkadaş bunun redaktesini yaptı. Hazır hale getirildikten sonra basıldı.Diğer yandan kuruluş çalışmalarına denk gelen Maraş Katliamı yaşandı. Maraş katliamı önemli bir olaydır. Nasıl ki Haki Arkadaş'ın katledilmesiyle gruba bir mesaj verilmek istendiyse, bu katliamla da verilmek istendi. Mesaj; Bu hareketi desteklemekten vazgeçmelisiniz. vazgeçmezseniz sonunuz katliamdır. Tarihinizi, geçmişinizi hatırlayın. Nasıl geçmişte ve Maraşta katledildiyseniz, vazgeçmezseniz yine sonunuz bu olacaktır. Buydu verilmek istenen. PKK'nin kuruluşuna karşı hamleydi. Tabi ki Maraş Katliamıyla, ordunun Türkiye'de adım iktidara çıktığı da açığa çıkıyordu. Bu Türkiye'de kimse tarafından değerlendirilmemişti. İlk kez-Maraş Katliamıyla değerlendiren yine PKK oldu. Maraş Katliamından hemen sonra yapılan bir değerlendirme, 12 Eylül'ün nasıl tırmandığını ortaya koyar. O Broşürün geliştirilmesinin nedeni, karşı-devrimin örgütlenme faaliyetinin nasıl geliştiği, neyle tamamlanmak istediği, buna karşı yapılması gerekenin ne olduğu, hangi tedbirleri almak gerektiğini kadroya kavratmak, kadroyu donatmaktı. Fakat o değerlendirmeleri dışımızdakiler zaten ciddiye almadı, fakat kendimiz de yeterince kavrayamadık. Parti Önderliği'nin bu değerlendirmeyle ne yapmak istediğini üzerinde durmadığımız için anlayamadır ve gerekli tedbirleri zamanında geliştiremedik. En önemlisi de yine bu dönem çıkan 'İdeoloji ve Politika' adlı broşür vardı. Burada ideoloji ve politikanın sorunları işleniyordu. Kadroyu donatmak açısından çıkarılan broşürler; Kürdistan Devriminin Yolu, Manifestodan başlayarak, Maraş Katliamı, İdeoloji ve Politika nedir? ile devam eden değerlendirmelerdir ve bir dönemin ihtiyaçlarını karşılamak, kadroyu donatmak, eğitmek amacıyla çıkarılmışlardır. En önemlisi belirttiğimiz gibi, parti kurulmuştu ve örgütlendirilmesi gerekiyordu. Örgütlenme görevini üstlenen büroyu oluşturan kişiler-hala grup aşamasının izlerinin taşıyorlar-profesyonel devrimcilik düzeyine ulaşmamışlardı. Önümüze komple bir devrimciliği koymamıştık. Partiyi grup döneminin devrimciliğiyle örgütlemeye kalktık. Tabii ki böyle bir devrimciliğin partiyi fazla örgütleyemeyeceği başından bellidir. Ancak partileşmiş bir devrimci partiyi örgütleyebilir. Partileşmemiş, geri, ilkel, amatör, grup döneminin izlerini taşıyan bir devrimcilik örgütleyemez. Bir bu. İkincisi, örgüt inşa etmek konusunda, parti örgütü inşa etmek konusunda hiçbir tecrübe ve yeterliliğimiz yok.
Aslında Parti Önderliği kuruluş çalışmaları sırasında bunu gidermek için oldukça çaba sarf etmişti fakat bizim bunu görmeme durumumuz vardı. Yaşananlar genel anlamda kavransa da esas anlamda kavramama durumu var. Parti nedir, nasıl örgütlenir, kimlere dayanır, komiteler kimlerden oluşur, nasıl oluşur, parti temsilcilikleri kimlerden oluşur? Bunları göremiyorduk. Yalnızca biraz teorik bilgilenmeyle işe girdiğimizden kendimize göre bir örgüt anlayışı geliştirdik. Oluşturduğumuz örgütler, parti örgütü değil, derme-çatma örgütler oldu. Üstten alta doğru bir örgüt oturtmaya çalıştık fakat parti örgütü değildi. Böyle olmadığı daha sonra ortaya çıktı. Birçok yerde komiteler, temsilcilikler, hücreler oluşturduk. Ama bunlar fazla işleyemezdi. Bir kısmı düşmanın yönetmesiyle hemen çöktü, işlevsiz kaldı. Bir kısmı çökmedi fakat işlev de görmedi. Örgüt bir ihtiyacı gidermek için, göreve göre inşa edilir. Örgütün o görevi yerine getirecek kişilere dayandırılması gerekiyor. Örgüt böyle olursa işler, görev yerine getirilir. Örgüt çalışmasının nasıl yapıldığını bilmediğimiz için grup aşamasının propagandacılığını sürdürüyorduk. Propaganda devrimciliği yaparken, örgütsel faaliyet yürüttüğümüzü sanıyorduk. Bugün de bu tip yanılgılı anlayışlar var. Propaganda faaliyeti ile örgüt oluşturmaya çalışıyor, oluşmayınca, neden oluşmadı diyor. Örgüt oluşturabilmek için, insan tanıma esastır, seçme, eğitme, doğru görevlendirme ve bu görevlerin üzerinde denetleme esastır. Örgüt çalışmasının özü budur,örgütün sağlamlaşması denen olay budur. Birçok çalışma, insan tanınmadan, hangi tür görevi ona yaptıracağın konulmadan rast gele bir araya getiriliyor ve buna komite denilerek örgüt oluşturulduğu sanılıyor. Parti örgütü hiçbir zaman böyle kurulmaz. Önce insan, pratikte insanları yürüyecek hale getirir, ondan sonra görevlendirirsin. Bu görevlendirme biçimi pratikte işleyebilir. Yoksa önce adam seçip sonra görevlendirmek doğru değildir ki şuna benzer; önce elbise dikip sonra içine adam sokmaya. Bizim kuruluş çalışmaları döneminde yaptığınız buydu. Ve sakat bir çalışmaydı. Birçok örgüt iş yapamıyorsa, nedeni budur. Burada eğitim denen olay çok önem kazanıyor. En temel görev olarak ortaya çıkıyor. Parti Önderliği bile ömrünün belki de yarısından fazlasını, genelde olsun, günlük olsun, eğitime ayırıyor. Çünkü her şey eğitime bağlıdır. Çok doğru olan bir halk sözü vardır, 'Ne ekersen onu biçersin.'
Gerçekten de insanı nasıl eğitirsen öyle sonuç alırsın. Yeterince eğitmezsen, zayıf kalırsa, hatalı olursa o insanla hiçbir şey başaramazsın. Demek ki örgütte, taktikte, her şey insanla yürütülüyor. İnsanın da başarılı olabilmesi için eğitilmesi gerekiyor. Eğitim en temel görevdir ve bu görevi yerine getirmeyen, başka hiçbir görevi yerine getiremez. Çünkü diğer tüm görevlerin yerine getirilmesi buna bağlıdır. Kendisini eğitmeyen insan kendisini yaratmayan, üretmeyen insandır. Dolayısıyla tüketici bir insandır ve örgüt geliştiremez, partiyi geliştiremez. Kendisini eğitmeyen insan başkasını da eğitemez. Eğitimin önemini kavrayan insan başkasına da kavratabilir. Ama çoğumuz eğitimi en sıradan insanlara bırakıyoruz ya da önemsemiyoruz. Eğitime böyle yaklaşım, sonucu da belirler. Bu açıdan Parti Önderliği PKK için şöyle bir tanımlama yapar, 'PKK'de işlerin %90'ı eğitimdir.' Başarı da başarısızlık da eğitime bağlıdır. Hele örgüt çalışması tamamen buna bağlıdır. Biz, bütün bunları kavramadan partiyi örgütlemeye çalıştık. Bu nedenle oluşturduğumuz örgütler zayıf oldu, işlemedi. Örgüttü kime dayandıracağımızı bilemediğimizden, grup döneminden tanıdığımız arkadaşlara dayandırdık. Grup döneminde belki başarılı olabilmiş arkadaşlardı fakat bu parti devrimciliğini de başaracakları anlamını taşımıyordu. Bu, bizim yüzeysel dar yaklaşımlarımızdan kaynaklanıyordu. Çünkü grup döneminin ölçüleri bireysel ölçülerdir, örgüt ölçülerini fazla taşımaz. Kendi ölçülerimizle yaklaştığımız için, örgütleri de kendimize göre örgütledik, biçimlendirdik.
Dolayısıyla da bu örgütler fazla ayakta kalamadılar. Tam da bu çalışmalar içindeyken, Elazığ'da tutuklamalar yaşandı. Elazığ tutuklamalarının mücadele tarihimizde önemli bir yeri vardır. Yalnız bu tutuklamalar öncesinde Önderlik Maraş Katliamı ile ilgili olarak Türk solunu bilgilendirmek, Türkiye Halkına karşı görevini yerine getirmek amacıyla beni Ankara'ya gönderdi. Türkiye'de ordu adım adım iktidara geliyordu ve böylesi bir durumda, bunu engelleyebilecek devrimci güçler yoktur, zayıftır, örgütsüzdür. Zaten kendi aralarında birçok problemi yaşamaktadırlar. Buna karşı ise ittifak ve güç birliği yapılmalıydı. Eğer bu yapıla bilinirse, belki devrim olmaz ama çok ciddi kayıplar da yaşanmayabilirdi. En azından durum kurtarılabilirdi. '71'de ordu darbesiyle tüm Türk örgütlerinin ve önderliklerinin tasfiye edildiği biliniyor. O örgütler bir daha toparlanıp, kendine gelemedi. Yine..................Türk solunun tüm olumsuz çabalarına rağmen, görevlerini yerine getiren bir önderlik. Ben Ankara'ya gittiğimde bu meseleleri bazılarıyla görüştüm ama bunların tutumları olumsuz oldu. Birçoğu faşist bir darbenin gerçekleşeceğine ihtimal vermiyor, hatta ciddiye bile almıyorlardı. Merkezlerinden bazı kişilerin çıkarılmasına zaten hiç yanaşmıyorlardı. Hatta bir örgütün üst düzey bir elemanı şunu belirtmişti; 'Ne cuntası? Nereden çıkarıyorsunuz? Gelirse de şöyle güçlüyüz, tek başımıza da olsa karşı koyarız, ezeriz.' Tüm tartışmalara rağmen sonuç alınamayınca, geri dönmek zorunda kaldım.
CEMİL BAYIK (CUMA ARK.)
4.BÖLÜM
YORUM GÖNDER