BAŞKA DİLDE ANNE OLMAK (3.BÖLÜM)
SÖZLÜ TARİH YÖNTEMİ VE ANNALES EKOLÜ
İnsanın yaşadığı değildir hayat, aslolan hatırladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır. (Gabriel Garcia Marquez-anlatmak için yaşamak ) Annales Ekolü; adını tarih bilimine, toplum bilimleri yöntemini uygulaması ile duyurmuştur. Marc Bloch, Lucien Febre tarafında sosyoloji, ekonomi, sosyal psikoloji ve antropoloji gibi çeşitli bilimlerle işbirliği yaparak 1929 yılında Starbourg Üniversitesi’nde ders verdikleri dönemde kuruldu. Annales Ekolü’nün, en büyük eleştirisi 19 ve 20 yüzyılda etkili olan pozitivizme yönelikti.
Çünkü pozitivizme göre sosyal olgular, kategorik olarak somut olgulara dayanır. Pozitivizme göre tarih biliminin malzemesi, arşiv ve resmi tarih anlayışına göre yazılmalıydı. Annales Ekolü, 20. Yüzyılın başlarında sosyal bilimlerde yeni bir çığır açtı. Yeni ve alternatif tarih yazımları meydana getirdi. Yirminci yüzyılın başlarında, Fransız Annales Ekolü’ne kadar tarih, büyük siyasi liderlerin belgelerini bıraktıkları önemli siyasi olayların, pozitif bilimin ilkelerine dayandırılarak açıklanması demekti. Bu tercihin doğal sonucu, tarih dışı olarak kavrananların -yoksullar, kadınlar, azınlıklar vb...
Tarih yazımından dışlanması tarihin güçlü olanın eylemlerini meşrulaştırıcı işlevini sürdürmesi anlamına geliyordu. Tarih biliminin var olan baskı ve sömürü sistemlerinin meşrulaştırıcı aracı haline gelmesi sosyal bilimlerin 20.yüzyılda tıkanıklıklar yaşamasına neden oldu. Özellikle 19 ve 20. yüzyıl sosyal bilimcileri genel anlamda pozitivist bakış açısıyla sosyal olguları değerlendirmişler; yani özne - nesne ayrımını keskin bir biçimde ayrıştırarak tarih yazımını yorumlayıp yazmışlar. Pozitivist bakış açısı Avrupa merkezci ve kendi içinde belli bir sorunsallığı barındırıyordu. Bu bakış açısına göre tarih; ben, öteki, özne, nesne, medeni, barbar, kadın, erkek, ezen, ezilen, üstün ırk, alt ırk, beyaz ırk, siyah ırk, vb. kategorilere ayırarak tarihin yorumlanması yapıldığı için tarihin bir yönünü öğrenebiliyoruz.
Bu bakış açısını ancak öteki diye tabir edilen kesimleri, tarihin bire bir öznesi haline getirerek aşabiliriz. Bu anlamda Annales Ekolü, başta Avrupa merkeziyetçi bakış açısı olan pozitivizmi sorgulayarak tarihin ötekileri olarak kabul edilen (kadın işçi, köylü, azınlıklar, ezilen) bütün kesimleri tarihin birer faili haline getirmeye çalışmıştır. Sosyal bilimlerde epistemolojik ve metodolojik krizin bu yüzyılın başlarında içinde çıkılamaz bir hale gelmesi, özellikle bir bilim dalı olma iddiası günden güne zayıflayan günümüz tarih anlayışı metodolojisini yeniden gözden geçirme zorunluluğunu doğurdu.
Annalesin teorik ve metodolojik önermeleri, tarihsel bilginin pozitivist yöntemlerle oluşturulmasının sonucu olan, lineer (doğrusal çizgi), ilerlemeci ve yöntemsel olarak arşiv ve belge odaklı tarih bilgisi anlayışına karşı, döngüsel bir zaman algısını öne çıkaran, yöntem olarak ise sözlü tarih vb. İnsan odaklı yöntemleri benimseyen bir tarih yazımı anlayışı olarak öne çıkmasını sağladı. Bu durum ise tarih - hafıza kavramalarının ikililiği ve önemi konusunu gündeme getirdi. Buna göre sözlü tarih çalışmaları, tarihin bastırmaya çalıştığı kitleleri ‘tarih sahnesinde’ hak ettiği yeri nihayet almasının yöntem olarak görüldü.
Özellikle sözlü tarih yönteminin tarih yazımındaki etkisinin günden güne artışı, resmi söylemden bağımsız, onun büyük ve sorgulanamaz anlatısına karşı, yaşayan,’aşağıdan’ ve mikro meselelerden şekillenen bir tarih yazımı biçiminin ikame olmasını sağladı. Geçmişin yüceltilmesi, kimliğin köksüzlüğüne bir çare aracı olarak kullanılsa da sözlü anlatıların resmi tarihe neredeyse tek alternatif olarak varlık gösterdiği gerçeği yadsınamaz. Özellikle geçmiş ile ilişkisi travmalarla dolu olan ve baskın bir tarih yazımının diğer tüm anlatıları soğurduğu bizim gibi toplumlarda sözlü tarih anlatıları bizi gerçeğe götüren tek kaynak halini aldı.
Örneğin Dersim Katliamıyla ilgili sözlü tarih yöntemine dayanan kitap ve belgeseller, sözlü tarih çalışmalarının alternatif bir tarih yazımı kaynağı olarak önemini gösterdi. Devletin rakamda ibaret gördüğü insanların gerçek hikayeleri, tarihin boşluklarla örülü anlatısına hem alternatif hem de tanımlayıcı bilgiler sağladı. Hatırlamak ve anlatmak kolektif hafızamızı travmatik olayları bugüne taşıyıp, yüzleşmemizi sağlasa da, bu ortaklaşma ‘cemaat’ yapılarını güçlendirip, birbiri üstüne kapanan ve ötekini dışlayan bireyler yarattıkça, geçmişle yüzleşme eylemi amacına ulaşamaz.
Ancak bununla birlikte yaşamın yeniden tesisi, hatırlayanı ve anlattıklarını kutsamadan geçmişin acısını anlamayı gerektirir. Tarih sadece geçmişten ders çıkartılacak bir bilim değil, tarihin ötekileri diye adlandırılan kesimleri birer özne haline getirme sanatıdır.
MÜRSEL YILDIZ/ İBRAHİM ALP
YORUM GÖNDER