PANAVA NOKTASINDA MEVZİLENME
Diyar arkadaş gülerek yok canım bize gül vermeye geldiler. Zor kurtardık halen imha etmek için geldiler diyorsunuz dedi. Çizgi halinde ilerleyen askerlerin geçişi bir saati buldu en son askerlerden uzaklaşınca aşağılardan bir kaç el kurşun sesi geldi. Artık gittiklerine göre bizde çobanın yanına gidip bir kuzu alabiliriz dedi arkadaşlar nede olsa onlardandırlar. İyi bir ziyafet çekmeyi hak ettik. yanında sıcak ekmek iyi gider dedi arkadaşlar. Gittiklerine sevinmiş bir halde yine tedbiri elden bırakmadan sürüye doğru ilerledik, yanlarına vardığımızda korkup kaçmak istediler ama sürüyü de bırakıp gidemezlerdi. Tir tir titriyorlardı, askerler askerler yeni gittiler dedi çoban.
Diyar arkadaş biliyoruz dedi.
Peki, size bir şey sordular mı?
Evet, sizi sordular, bizde sizi görmediğimizi söyledik. Bunun üzerine iki üç Tokat atıp gittiler, aşağıya doğru gidiyorlardı sanırım ovaya inecekler sayıları elliyi buluyordu.
Nerelisin?
Biz mi Tına teliyiz.
Baban korucumu.
Hayır değil ama amcalarım korucu. Babam yurtseverdir dedi. Genç her halinden korktuğu, Belli oluyordu. Yüzü al al olmuş, gözleri fal taşı gibi açılmış, ellerini önünde toplamış mahrum mahrum bakıyordu. Peki, buralara kadar nasıl geldiniz köy uzakta kalmıyor mu? Evet, köy uzakta kalıyor hayvanları tek sulaya bileceğimiz bu çeşme var. Onun için geldik, eğer istemezseniz bir daha gelmeyiz.
Hayır, hayır sorun değil, şimdi bize bir kuzu vereceksiniz ve bundan kimseye bahsetmeyeceksiniz. Babanıza dahi. Koyunu verirsek babam ne olduğunu sorar. Kurt kaptı dersiniz ya da kaybolmuş dersiniz.
Tamam diyerek sürüden bir kuzu alıp getirdi. Kuzuyu hemen orada kesip ekmek yapmak için hamuru yoğurup büyük bir ateş yaktık. Bir yandan eti şişlerde kızartırken diğer yandan ekmek yapmak selin altına ateşi gürleştiriyorduk, pişen etin buram buram kokuyordu.
Taze yufka ekmeyin içine konulan etin tadına doyum olmuyordu. Açlığımızı giderdiğimizde közlerin üstüne konulan tenekede çayımız kaynıyordu. Çaydanlıklarımızı kurşunla delen askerler yerine sağlam tenekeyi unutmuş olmalıydılar. Yoksa tabağa kurşun sıkan askerin tenekeye kin beslememesi düşünülmezdi, çayımız fokur fokur kaynıyordu. Aşırı çay tiryakisi olan arkadaşların bu güzel yemekten sonra çay içmeleri gerekirdi. Çaydanlık yoksa teneke tanrı vergisiydi, önemli olan çayı içmekti. Askerlerin sağa sola attıkları pet şişelerini toplayıp bardak mahiyetinde kullanıp. Gece karanlığında meşe ağacının korları etrafında taze çayın tadını çıkartırken, aç geçirdiğimiz iki günü çoktan unutup bir kenara atmıştık.
Gece tenhaydı yıldızlar birer birer inci gibi parlıyordu, ay yükselmiş taze gelini anımsatıyordu. Çeşmenin içinde kurbağa sesleri yürekleri parçalıyordu, yaşamın her şeye rağmen güzel olduğu bütün benliğimle hissediyordum. Ayrıca karanlıkta, her şeyin üzerine perdede çekmiştim. Alçaklığın hilebazlığın, düzenbazlığın, komploculuğun bütün yönlerini kamufle ediyordu. Korlara takılmıştı gözlerim ama korları görmüyor, derin düşüncelere dalıp gitmiştim. Yaşamın zorlukları her şeye baskın geliyordu istesem de istemesem de gün geçtikçe gücümden bir parça kaybediyordum. Yıllarca dağlarda kalmak taşı yastık, toprağı yatak bellemek ince bir kefiyeyle koskocaman bir kışı geçirmek her gün, bu gün ne olacak diye beklemek, hayatını bıçak sırtında geçirmek zordu. Zor olmasına rağmen o zorluklar zamanı kıymetli kılıp hayatı anlamlandırıyordu. Dün açtık, açlıktan midemize taş bağlarken, şimdi ise şişlerde pişen ete kimse bakmıyor bile, hayat iyisiyle kötüsüyle anlamlı bir bütündü, anlamlandırmak insanların elindeydi, insanların üstün zekâsı her şeye kadirdi. Bütün zorluklara göğüs gelebilecek bir dinamik güce sahiptir. Yaşama direnci ve azmi zor süreçlerde kendisini daha iyi açığa çıkara biliyordu, o geceyi sabaha kadar dönüşümlü halde nöbetle bitirdik, sabaha karşı bulutlar mas mavi dünyanın önüne geçmiş yağmurun yağmasına dair bir işaretti, dünya her zaman olduğundan biraz daha geç aydınlanmıştı. Sabahın erken saatlerinde arkadaşları uyandırıp ve Panava noktasına gitmek için yola koyulduk. Soğuk hava suratımızı tokat gibi çarpıyordu ve içimize kadar işliyordu.
Sadık arkadaş şifayı kapmış ikide bir hapşırıyor öksürüğünü zorla tutuyordu. Allahtan askerler geri çekilmiş daha fazlasına dayanmak zorlayacaktı öksürükler sabahın erken saatlerinde daha da kötüleşebiliyordu ve uzaklara da sesi rahat gidebilirdi. Buda beraberinde bir tehlikeyi sebebiyet verip bizi zor duruma sokabilirdi, ayaklarımızın altında toprak sünger gibi açılıyordu baya iz çıkıyor dedi Bawer arkadaş, evet doğru taşlara basmak lazım.
İzlerimizi görseler iyi olmaz dedi. Çok geçmeden Panava noktasına varmıştık. İlk geldiğimiz noktaydı, diğer alanlara ve tepelere göre biraz daha geniş ve sık ormanlara sahipti, manevraya imkân sunuyordu, askerlerin ayak izleri, dolaşmış köpekler gibi her yerde bulunuyordu, taze yapılmış mevziler, taşlarla kalkan yapılmış, toprak ta halen ıslak ve nemliydi. Onlarca mevzi ovaya inen patikanın kenarında yapılmıştı, akıllarınca bu patikayı kullanacağımızı sanmışlardı. Oysaki biz onları adım adım takibe almıştık, ilk tehlikeyi geceyi atlatmıştık nede olsa artık kolay kolay bizi tutamazlardır.
Sabah keşifini yapmak için kamuflajlı bir yere konaklandık. Bawer arkadaş keşifi iyi yapmak için ağaca çıktı, ben ise bir taşı siper alarak keşfi yaptım. Diyar arkadaş kahvaltı için hazırlık yapmakla meşguldü. Duman çıkmasın diye ağaçları düzenli yerleştirip tenekeye su dolduruyordu. Sadık arkadaş bir ağaca yaslanmış elinde telsiz düşmanın cihazlarını dinliyordu. Ortalığa sessizlik hüküm ediyordu olağan sayılacak bir durum yoktu. Köy çobanları koyunların otlatmak için araziye dağılmışlardı. Koyunların boynuna asılmış zil sesi ta uzaklardan duyuluyordu. İşte bu iyiye işarettir koyunların araziye çıkmadığı süreçte, askerler arazide konaklamıştır anlamını çıkarmaktaydı. Köylülerin gelişi ile birlikte artık askerlerin kesin kes uzaklaşıp geri çekilmişlerdi. Derin bir nefes alıp rahatlıkla kahvaltı yapabilirdik. Diyar arkadaştan Bawer arkadaş nöbeti devir alarak, ağaca tırmanıp keşif yapmaktaydı, bizlerde kahvaltımızı bitirdikten sonra tekrar nöbeti devir aldığımız sıralarda, küçük cihaz sesi parazitli bir şekilde duyulmuştu. Bu ses duyulur duyulmaz dördümüz birlikte dürbünlere sarılıp etrafı kolaçan ettik. Gelen ses arazide kalan askerlerin sesine benziyordu ve sinyaller oldukça yakını işaret ediyordu.
Diyar arkadaş elindeki et parçasını yere atarak kekeleyerek Allah belalarını versin bize rahat yemek bile yedirmiyorlar diye kendi kendisine söyleniyordu, sesler oldukça yakından gelmesine rağmen ama bir türlü göremiyorduk. Çok geçmeden Bawer arkadaş sessizce ağaçtan atlayarak elini dudağına götürdü, sesiz olun askerler burada aynı tepeyi paylaşıyoruz. Üç yüze yakın asker gücü pusuya yatmış bizi bekliyorlar dedi. Şimdiye kadar mevzilerde sessiz sedasız bizi bekliyorlardı, timsah misali bizi halen görmüş değillerdi batan yelerini silkip çantanın üstünü bağlıyorlardı. Ateşin tutuştuğu ağaçların Duman çıkmasın diye tek tek alıp toprağa gömdükten sonra yerde sürüklenerek oradan uzaklaştık. Dün gece yanıltma taktiğini yeniden uygulayıp geri çekilme yapıyormuş gibi gösterip arazinin derinliklerinde guruplar halinde pusu atmışlardı. Bizde bunu çekilmişler gibi görüp rehavete kapıldıktan sonra umulmadık bir yerde bizi darbelemek istemişlerdi. Halen arazinin derinliklerinde göremediğimiz birçok gurup daha da varmış. Her yerde bağ ve bahçe duvarları uzayıp gidiyordu hangi duvarın arkasında kurşun sıkılacağını kestirmek zordu. Bir kurşunun patlaması bile birçok şeyi değiştirecek tüm dikkatlerin buranın üzerine yoğunlaştıracaktı. Uzun zamandır ilk defa böyle kapsamlı bir operasyona denk geliyorduk. Daha önce yapılan operasyonları tamamı bir öğün ya da bir günü geçmiyordu.
ÖZGÜR DENİZ
Devam Edecek
YORUM GÖNDER