SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT-I (ÖNSÖZ-4)
Bunu aşmayı önemli görüyorum. Bu konuda üzerime düşeni yapmayı büyük bir sorumluluk kadar, tarihi bir görev biliyorum. Çünkü bu, başkalarının yerine getirmesi çok zor olan bir görevdir. PKK’ye ilişkin bu değerlendirmeler, anlamlı ve çözüme katkıda bulunacak, sağlıklı (gerçekçi) ve oldukça gerekli bir özeleştiriye de imkan tanıyacaktır. Salt mahkum etme yaklaşımları ve suçlamaları olası bir dönüşüm şansını azaltacağı gibi, katı ve eskide ısrar eden anlayışlar ve tutumlara güç katacaktır. Türkiye’de sol ya da sağ ve dini eğilimlere karşı demokratik siyaset kapısını kapatan yaklaşımların bir kısır döngüye ve tarafların çok değer yitirmelerine yol açan pratiği göz önüne getirildiğinde, bu yaklaşımın önemi daha da çarpıcı olmaktadır. Bu noktada Avrupa’nın üstünlüğü, uzun deneyimlerden sonra vardığı demokratik siyasete ve her tür özgürlüksel ifadeye kapıyı alabildiğine açık tutmasıdır. Bu yöntemin doğruluğuna inanmak ve şans vermek, sorunu çözmenin gerçekçi ve çağdaş yoludur. Kürt sorununun çözümünde şiddetin yöntem olmaktan çıkması, inkar ve baskı politikalarının sınırlı da olsa aşılması, demokrasi seçeneğinin özüne uygun biçimde açık tutulmasına bağlıdır. Dil ve kültür üzerindeki eğitim ve yayın yasağı terörün en aşırı biçimi olduğu gibi, karşı şiddete de sürekli davetiye çıkarmaktadır.
PKK’de şiddetin oldukça kontrolsüz ve meşru savunma anlayışını aşan kullanımı olmuştur. Günümüzün birçok hareketinde de daha aşırı biçimlere başvurulduğu iyi bilinmektedir. Buna karşılık tek taraflı ateşkes ve ağırlıklı olarak sınırlar dışında meşru savunma pozisyonunda kalma, “terörizm” suçlamasını geçersiz kılmaktadır. Yapılması gereken, diyalog sürecine ve demokratik birliğe açık kapı bırakan yaklaşımları devreye sokup, tümüyle silahın bırakılmasını sağlamaktır. PKK’nin mevcut konumunun bu kapsamda değerlendirilmesi, ileride telafisi güç gelişmeleri önlemek açısından da önemli bir fırsat sunmakta ve değerlendirmeyi gerektirmektedir. PKK’nin Türkiye somutunda yasal demokratik dönüşümüne açık kapı bırakılması, tümüyle yasaklama ve tasfiye sürecine sokma yöntemine göre daha gerçekçi ve uygulama şansı olan politik çözümün doğru yoludur. Savunmamda bu yaklaşım esnekliğini elden bırakmadan sürekli göz önünde tutmayı, tercih edilmesi gereken temel yöntem belledim.
Ortadoğu genelinde de Kürt sorununun yaşandığı her devlet sınırları içinde kısır bir ayrılıkçı-milliyetçi çatışma yöntemi yerine, özgürlüklerin tanınmasından geçen demokratik birlikteliği, halkların kardeşliğine, barışa ve yoksulluğa karşı daha gerçekçi bir politik yaklaşım olarak değerlendirdim. Çağdaş birçok deneyim, mikro milliyetçiliklerin yol açtığı çatışmaların, çözümsüzlüğe yol açmanın yanı sıra, çözümlenir gibi olan örneklerin çoğunda eskiden daha beter sorunları ortaya çıkardığına bolca tanıklık etmektedir. Çatışma potansiyeli hayli yüksek Kürt coğrafyasını ikinci bir Filistin-İsrail haline getirmemek büyük bir sorumluluk gerektirmektedir. Demokratik Ortadoğu seçeneği stratejik bir hedef olarak her zaman göz önünde bulundurulmak durumundadır. AİHM süreci aynı zamanda hukukun çözüm olanaklarını da test etmemize imkan vermekte veya bir şans olarak değerlendirilmesini önemli kılmaktadır. Türkiye’nin de hukuken bağlı olduğu AİHS (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi), şahsımı ilgilendirmekten öteye genel bir konumu gözler önüne sermektedir. BM’nin de kabul ettiği üç temel kuşak hakları bireysel haklar, medeni haklar, ekonomik ve sosyal haklar, halkların ve kültürlerin varlığını özgürce belirleme hakları AİHS daha kapsamlı tanımlamakta ve gereklerinin tüm üyelerince sağlanmasını zorunlu kılmaktadır.
AİHM’e bu içerikte taşınmış birçok dava artık sorunun köklü ele alınmasını, yani kişileri aşarak bir hukuk normuna kavuşmasını gerekli kılmaktadır. Binlerce dava için ayrı kararlar gerçekçi olmamakta veya artık gerekli yasal karşılığın ulusal parlamentodan geçirilmesini zorunlu kılmaktadır. Türkiye bu konuda başta yaşam hakkı maddesi olmak üzere üzerine düşeni yapmayan tek Avrupa Konseyi üyesi durumundadır. AB aday üyelik sürecinde bile AİHS’nin bir başka anlamda açılımı olan Kopenhag Kriterleri’nin gereklerini yerine getirmemektedir. Kişisel davamın hızlandırıcı bir etki yaratması arzulanmaktadır. Hatta eğer Türkiye arzu ederse, dostane çözüme de açık olduğumu belirtmek durumundayım. Savunmanın bu yönü de hukukun politik bir çözüme katkıda bulunma imkanını doğru değerlendirmektedir. Özce geçmişte çokça kullanılan askeri ve sert politik yöntemler yerine, demokratik hukuk devleti ölçülerinde bir çözüme şans tanımayı önemli görmekte; Türkiye’nin bu ihtiyacını sorumluca değerlendirerek dostane çözümün genişletilerek bir siyasi diyaloğa kapı aralanmasını temenni etmektedir. Kişisel durumumu daha ayrıntılı ele almayı da tarihi bir sorumluluk olarak gördüm.
Mahkemenin teknik ihtiyacının çok ötesinde bazı yaşanan durumları edebiyat yanı ağır da bassa işlemek, davanın altında yatan gerçekleri aydınlatmak açısından kaçınılmaz bir görevdir. Sadece uluslararası hukukun değil birçok moral değerin çiğnenmesi, savunmamın bu yönünü derinliğine ele almaya zorladı. Şahsımda sadece Kürt halkının güncel trajedisi değil, lanetli tarihinin yol açtığı muazzam yalnızlığı, sürekli komplolara alet edilmesi, görülmemiş ihanetleri yaşaması ancak kapsamlı açıklamalarla aydınlatılabilir. Bunda amaç, hiç olmazsa bundan sonra bu trajediye dur diyebilmek ve çağdaş gelişme yoluna koyulmaktır. Bu bölümü savunmamın bir özeti ve sonu olarak değerlendirmek de mümkündür. Bu önsöz temelinde geliştireceğim savunmanın birçok eksiklik içereceği beklenmelidir. Bunda önceliklere ilaveten, İmralı’da tek başına geçen üç yılın hafıza ve dil üzerinde yarattığı yıpranma önemli bir etkendir. Ama acımasız pratikten çıkardığım derslerin ve yaşadığım yoğunluğun ilgili çevrelere iyi bir hizmet teşkil edeceğine inandığımdan, uzun süredir ilk defa yazarak bu görevi de yerine getirmeye çalıştım.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER