APOCU MİLİTAN KİŞİLİK (19.BÖLÜM)
PKK'NİN TARZI DOĞRU SAVAŞAN VE BAŞARAN TARZDIR
Kürdistan, devrimci yaklaşımlarla bir yandan kendi tanımını kazanırken, mücadele geliştikçe ve karmaşıklaştıkça her geçen gün bizi artan sorunlarla ve kendini dayatan çözüm yollarıyla karşı karşıya bırakmaktadır. Çözümsüzlüğü yaşamak varolan tüm kazanımları kaybettireceği gibi; mirasımızı, devrimci değerleri tasfiye ve reformize etme de gündeme gelebilir. Düşman da giderek birçok güçle, ilişkiyle, tavırla ve yöntemlerle ortaya çıkıyor. Sadece genel ulusal kurtuluş saflarında değil, partimiz içinde de kendilerini birçok uç noktaları biçiminde dayatıyorlar. Bunun yanında Kürdistan devriminin gerçek çaba sahipleri; büyük özverilerle, insanlığın en soylu, en iyi fedakarlık ve cesaret örneğini sergileyerek kendini verenler, böylece işin en ağır yükünü taşıyanlar düşmanın ağır darbeleri altında can verir ve nefes alamaz duruma getirilirken, onların bu çabalarına anlam vermek, onu örgüt, yönetim ve egemenlik gücü haline getirmek devrimcilerin en belli başlı görevidir. Bu görev sağlama alınmadan, ne kadar savaşırsak savaşalım, ne kadar çabamız olursa olsun, karşı olduklarımızın değirmenine su olup döndürmeye yol açabilir. Ancak onlara zenginlik getirebilir. Hiçbir ciddi devrimci güç kendi emeklerine karşı böylesine ilgisiz duramaz ve böyle bir sonuca giden yolları açık tutamaz.
Tabii sorun yalnız bu da değil; bizde sınıfsal, sosyal gelişmeler kördüğüm halindedir. Bizde sınıfsal ve sosyal kesim tutumları netleşmediği, formüle olmadığı, kendini oluşturup örgütleyemediği için muğlaktır. Bir anlamda başa beladır. En devrimci tutum, daha çok da bu başa bela olma durumundan zarar görüyor. Bunlar biraz gözü açık geçindikleri için nerede bir parti çalışmamız varsa, PKK nerede herhangi bir gelişmeye yol açmışsa, hemen içine sızıp özellikle de başa oynuyorlar. En fedakarını, en dürüst diye tabir edebileceğimiz kesimi çeşitli nedenlerle geride bırakıyorlar. Böylece yaygın toplumsal özelliklerin de etkisiyle kısa sürede bürokratik bir üslup veya bir ağa üslubuyla birimi tutuyorlar. Ne birimi örgütleyip planlayıp savaştırabiliyorlar, ne de koruyabiliyorlar. Böylece birimi ellerinde tutuyorlar ve bu tutuş tarzı her an bir imhayla karşı karşıya kalıyor. Savaştıramadığı gibi koruyamıyor da. Birimi son derece tereddütlü, ikircikli ve ertelemeci bir konumda tutuyor. Her gün kulağımıza gelen bu imha haberlerinin altındaki en temel bir etken de bu oluyor. Yalnız 1992'nin değil, bütün parti tarihimizin şahadetleri incelendiğinde ezici bir çoğunluğunun bu biçimde gerçekleştiğini görebiliriz. Grubun önderliği veya içindeki birisi inisiyatifini kullanıp ya sağlam bir yürüyüşe ya da sıkı bir eğitim ve örgütlenmenin gerçekleştirilmesine fırsat vermiyor. Taktik hususlar dediğimiz günlük çalışmaya, yaşama ve vuruş tarzına gelmiyor; oyalıyor, erteliyor, muğlak bırakıyor, olmadık zeminlerde tutuyor; fırsat eldeyken yürümüyor, fırsat elden kaçtıktan sonra yürümeye çalışıyor. Planlamadan, gücü ayarlamadan, mevcut düşman gerçeği ve halk gerçeğine göre düzenlemekten, yürütmekten yoksun olduğu halde bütün bunlar "egemenliğimde, kontrolümde kalsın" deniliyor. Bu anlamda gücü sıkıca tutup çeşitli kurnazca yöntemlerle bazen aldatarak, bazen saptırarak, kendini maskeleyerek, gerekirse canını ortaya koyarak elde tutmaya, bir anlamda gasp etmeye çalışıyor.
Kürdistan devrimine en emekçisinden, yoksulundan tutalım en zenginine kadar, yine işbirlikçisinden, ajanından tutalım en radikal direnişçisine, yurtseverine kadar herkes katılıyor. Unutmayalım ki, bizim ulusal hamlemizde ajanlar da vardır. Sadece subjektif ajanlardan bahsetmiyorum, daha çok da yaygın objektif ajanlar, lümpenler, toplumda bir türlü dikiş tutturamayan, başarısız, kendi başına bela olan birçok kesim var. Küçük burjuvalar, köylüler, çok sayıda aydın gençler, aşiretler, aile çıkarları temelinde katılanlar, macera peşinde koşanlar, aç kaldığı için katılanlar var. Yani her soydan, değişik amaçlarla hareket edenler yaygın katılmış durumdadır. Bu, bir anlamda kötü olmamakla birlikte, eğer çözümlemelerle buna dikkat etmezsek ve en önemlisi de bir ölüm kalım alanı olan pratik faaliyetin içinde bunları tanıyamazsak, kendi elimizle idam fermanımızı hazırlamış ve bütün çabalarımızı bunlara peşkeş çekmiş oluruz. Şu anda yaşanan en ciddi tehlikelerden birisi de budur. Son Güney Savaşında, en uç noktadaki işbirlikçiler büyük bir ihanete oynadılar. Bunların sınıf temeli feodal aşiret ağalığıydı. Yani sınıfsal yönden çoğu üstte yer alıyorlar ve aşiretçi özelliklere sahiptirler. Yine siyasi olarak işbirlikçi bir örgütleri de oluşmuş, diplomaside tecrübeleri ve halk üzerinde de henüz kırılmayan bir ölçüde etkinlikleri, paraları, silahlı güçleri var. Aynı zamanda bunlar işbirlikçi karakterlerinden ötürü halka karşı bir düşman eğilim gelişti mi, hızla ona ulaşma ve onunla uzlaşma özelliğini de taşırlar. Nitekim devrimimizin çok iddialı olduğu bir alanda bu temelde işbirliğine gittiler. Bunun gibi legal faaliyetler geliştirilmek istendi, basın yayın çalışmalarına ve bazı siyasi partileşmelere destek vermeye çalıştık. Sonuçta adamların dört dörtlük bürokrat olduklarını gördük. Düşmana her türlü uzlaşmayı peşkeş çekebilen, gözü kara bir biçimde kendi kariyerini, çıkarını korumak için belki çok kısa bir süre içinde döneklik yapabilecek, kendilerini o konuma getiren devrimci hareketi de satabilecek durumlara girmekten kurtulamıyorlar.
Günlük bir gazeteyi tüm gücümüzle desteklemek istedik; bir baktık ki, bizim adımıza her türlü tasfiyecilik ve mücadelemizin dev gibi ürünlerini göz ardı eden, hiç ilgi gösterilmeyecek ne varsa, ezici bir biçimde onu yansıtan bir yayın olarak karşımıza çıktı. Böylece belayı kendi elimizle başımıza getirmiş olduk. Halk bile anlamaz oldu ve ondan nefret etti. Bir HEP vardı; bütün destek çabalarımıza rağmen, bir bakıyoruz o kadar maaş alması yetmiyormuş gibi, neredeyse devrimci savaşımıza karşı en köstekleyici tavrı geliştirebilecek bir duruma geliyor ve saygı sınırlarında bile duramıyor. Bunun gibi, Türkiye sol çevrelerine bakıyoruz; halen prestijlerini bizim ayakta tutmamıza rağmen düşmanı unutmuşlar, bize yönelmeyi, zayıf kalmamızı, ezilmemizi bekleyip güya politika yapacaklar. Bu, çok kötü bir durumdur. Yine suya sabuna dokunmayacak kadar ölgün bir yığın Kürt grupçukları, şahsiyetleri var, Avrupa'da oturuyorlar ve ezilmemizi bekliyorlar. Sözümona biz ezilince Türkiye'ye demokrasi gelecek ve onlar da Ankara'ya gidip politika yapacaklar! Yani devrimci savaşla, devrimci emekle, çabayla hiçbir alakası olmayan bütün bu çevreler neredeyse partimizi bile suçlayıp, kendilerini pir u pak yutturmaya çalışıyorlar.
Bu değerlendirmeleri bir tarafa bırakalım, bunları az çok tanıyoruz. Ve öyle fazla birincil dereceden tehlike olarak da görmüyoruz. Bizim için asıl önemli olan, gerilla ve şehir birimlerinde, yine çeşitli gruplaşmalar içinde muazzam ideolojik, politik etkinliğimizi, pratik imkan, olanaklarımızı imhaya açık halde tutmaktan, çürütmekten, yine her türlü tasfiyeciliğe açık hale getirmekten sorumlu tutmamız gereken kişilikler, onların her türlü özellikleri, tutum ve davranışlarıdır. PKK gibi gerçekten görkemli, kahramanca bir tarihi ve yaşamı olan bir partiye bunlar nasıl dayatılıyor? Büyük direniş kahramanları var, her birisi bir abide gibi, ama diğer yandan da bunlardan geçilmiyor. Bunlar karşısında ben bile şaşkınım, aslında çoğu kötü niyetten ötürü de böyle değil; kendi başına da, bizim başımıza da bela olmuşlar. Yani bir yerde kendini çözememiş, netleştirememiş, hatta sosyalleştirememiş, asgari bir üsluba kavuşturamamış hasta tipler oluyor. Eğer hepiniz bunların tehlikesini görüp tavır geliştiremezseniz, gerçekten kendinize çok yazık etmiş olursunuz. Şu anda ben bunu en ciddi tehlike olarak görüyorum. Ama bir yandan da büyük fedakarlığa hazırlanan, büyük özveriyle sonuna kadar bağlı olan yoldaşlar var. Gelen bilgilere bakıyorum; bir yandan muazzam devrimci öz, sabır, fedakarlık, cesaret, direnme, savaşma isteği, tutkusu, kahramanlığı söz konusu olurken; diğer yandan baş belası bir yönetici, komutan her şeyi işlemez duruma getirip bırakıyor. Aslında bu kişilikler tümüyle kötü de değiller, fakat işgal ettikleri konum gerçekten önderlik özelliklerinin konuşturulmasını istiyor. Bunların yapmadığı budur. Hem önderlik istiyor, hem de bu konuda gereklerini yerine getirmiyor, getiremiyor. Tabii bunun nedenleri çok yönlüdür. Her şeyden önce bu kişilerin kendileri yetiştirilmeye muhtaçtır. Her bakımdan yetersizliği yaşıyorlar. Kürt insanının genelde çocukluktan itibaren çarpıtılmış insan olduğunu biliyoruz.
Özellikle siyasal ve ulusal gelişmeler söz konusu oldu mu, çarpıtılmaktan da öteye düşmana hizmet eder hale getirilir; kendisi için bir hiçtir, düşman içinse her şeydir. Bela olma özelliği de burada ortaya çıkar. Ciddi bir ulusal kurum içinde, bir savaş ortamında yetişmiyor. Sağlam bir önderlik, komuta altında değil. Önüne çıkan her şeye sarılmış; düşman, önüne ne sürdüyse alıp yemiş, kulağına hangi ses gelirse ona tutulmuş. Yani kişiliğini asla düşmanca, gerici, düşürücü etkilere karşı savunamamış, koruyamamış. Yine kendini çok önemli, olumlu, sadece devrimci değerlere değil, mutlaka edinilmesi gereken insani değerlere açık tutamamış, onları anlamamış. Hatta biraz diliyle, kültürüyle geliştirilen insani düzeye de ulaşamamış. Muğlak, karışık, yoz kişilik dediğimiz, sokak kültürüne erişmiş, lümpen, serseri; adına ne derseniz deyin o tutumlar içinde kalmış bir kişilik kendini birden bire parti ortamında buluyor. Kendini, birden bire binlerin üstünde, muazzam maddi ve manevi zenginliklerin sahibi gibi görünce de bu kişilik “bir günlük paşalık yakaladım, isterse öldürsünler yine de bunu bırakmam, kullanırım” diyor. Bu noktada PKK'nin siyasi, askeri çizgisidir, örgütlenme anlayışıdır, militan özellikleridir, yaşamıdır "hepsi bir tarafa, ben bir tarafa" diyor. İşte şu anda başımızdaki bela budur. Aslında bu, kişiliğin sadece kötü niyetinden de kaynaklanmıyor; dünyası böyle, mayası böyle yoğrulmuş ve PKK'ye de tesadüfler sonucu gelip bir yer işgal etmiş. Bunun diğer bir nedeninin PKK'nin hem anlayış, hem de uygulama olarak çok örgütlenmiş bir örgüt yapısına sahip olmamasından kaynaklandığı biliniyor. Aşırı şekilci, her şeyiyle katı kurallara bağlı bir örgüt hiyerarşisi yoktur.
Dolayısıyla bu tipler, yoğun eğitim faaliyetleriyle sürekli insan geliştirdiğimiz halde komiteleşme, taktik kademeleri yetiştirme imkanına bir türlü kavuşamayışımızı ve düşmanın sert darbelerini de fırsat bilerek çok az bir çaba ve daha çok da kurnazlıkla parti içine sızıyor. Yine partiyi oluşturma ve mevcut olanakları tam derlemeyi henüz sağlayamadığımızdan dolayı içimize sızarak, böylece PKK'nin kademeleşmesini, komutanlaşmasını, komiteleşmesini engelleme tutumuna girebiliyor. Yani partiyi istediğimiz gibi örgütleyip önderlere kavuşturamadığımız için bunlar, bunu da fırsat bilerek adeta objektif bir ajan gibi sızıp bütün bu değerleri işlemez hale getiriyorlar. Sorun buradadır. Tabii savaş örgütü olduğumuz ve düşman da özel savaşı amansızca dayattığı için bu özellikler nedeniyle birçok alanda her gün imhalenr yaşanıyor. Adam köy yaşamına düşkün veya şehirde ise rahat bir ev yaşamına düşkündür. Tehlike açık, köyde mutlaka ihbarcı var, mahallede ihbarcı var. Bu, zengin kesiminde daha da fazladır. Ama onun için önemli olan rahat bir yerdir, ona hizmet edecek bir köydür, tehlike önemli değildir. Devrim onun için pek o kadar önemli değil veya kendine göre böyle bir anlayış sahibi. Bir gün kalıyor, iki gün kalıyor ve bir köy ağası olup çıkıyor. Köylüler her gün ona hizmet ediyor, o hayal bile edemeyeceği bir statü kazanıyor. Örneğin İstanbul'da vahim bir olay yaşandı ve bu basına da yansıdı. PKK'yi “temsil” eden birisi eskiden birkaç kuruş bulamaz iken güya günde milyarlık “gelir” elde ediyor. Gerek partiye gönül bağlayan çevrelerden, gerekse de tehditle bu geliri sağlıyor. “Şundan üç yüz milyon, bundan beş yüz milyon kestik" diye hiçbir tedbir almadan bir çırpıda böyle bir tutum içine giriyor. Böylesi bir insan deli olmalı.
Çünkü fukaranın teki bu kadar milyarlarla oynar duruma geldi mi, kendini kontrol edemez. Edemediği için de işbirlikçi çevreler içine giriyor. O zengin çevre içine giriyor, tabii orada da mutlaka ihbarcı var, onu tutukluyorlar. Bu tutuma ilgi gösterenler tabii direnemezler, sonuçta bütün yoldaşlarını ele veriyor. Polisin eline düşüyor, sığınıyor ve bu sefer de "Aman beni kurtarın" diyor. En tehlikeli itirafçı oluyor ve sonunda boğuyorlar. Aslında vahim bir olaydır. Ama onu oraya götüren, onun yaşama ve çalışma tarzıdır. Bu yaşamdan vazgeç ve bu şehirden uzaklaş diye kendisini uyarmıştım. Daha sonra anlıyorum ki, kendisini en lüks taksiyle ve uluslararası alanlarla el telefonuyla görüşecek kadar düşkün bir konumla aldatıyor. Bu devrimcilikten ne anlıyor? Mardin'de bugün bile bir kayıp yaşandı. Büyük ihtimalle köy içindedir, köyden ayrılmamıştır, şafak vakti düşman etrafını sarıp imha etmiştir. Belki aylardır köydedir. Araştırın göreceksiniz ki, benim belirtmeye çalıştığım bu yaklaşımın kurbanlarıdırlar. Tabii olan da çok değerli savaşçılara oluyor. Onlar, bu “önderlerin” her türlü tedbiri aldığını sanıyorlar.
Çünkü bunlar gerçekten savaşa her yönüyle hazırlar ve önderlerinin emrini bekliyorlar, haklılar da. Ama önder, savaşın zahmetinden, muazzam uyanıklılığından, tedbirliliğinden, örgütlülüğünden, kısaca Kürdistan koşullarında partinin taktikleri neyi emrediyorsa ona göre yaşam tarzından uzaktır. Ağa özelliklerinin bol olduğu Mardin gibi bir yerde, PKK temsilcisi için yüksek itibar ve yaşam standardı en değme ağadan daha iyi olunca da gücünü savaştırmaz, kendi ağalığı veya kariyerini düşünür. Sonuç "biraz daha yaşayalım, biraz daha yaşayalım" derken tabii düşman ihbar alır, vurur. Olan yine parti değerlerine olur. Halbuki sürekli düşünse, tedbirler geliştirse, daima düşmanı gözetlese bu durumlara yol açmaz. Ben ne diye bir köyde böyle kalacağım? Silahlı gruplar bu düz ova köylerinde niye sürekli kalsın, hem de tedbir almadan! Böyle olacağına o silahları bırakın. Köylerde tek tek bir propagandacı gibi yaşayın dedim. Ama hem gerillacılık yapacaksın, hem gerillanın asgari tedbirini almayacaksın, bir de adeta "biraz daha ağalığımı konuşturayım, adımı, ünümü sürdüreyim" dercesine bu pratiği sergileyeceksin. Sonuç, dediğim gibi böylesi yüzlerce olay... Güney Savaşında da böyle oldu. Cephe savaşına girdiler. Orada biraz silah, biraz savaşçı yoğunlaştırdık, komutanlar "şöyle hücuma geçin, böyle hücuma geçin" diye adeta kendilerini yitirmişlerdi. Bizim verdiğimiz eğitimi, morali bile iki adım ileriye götüremiyorlar, üzerine kurulup dağıtmaktan başka özellikleri yok. Tabii bu, Kürt kişiliğidir. Yüz yıllardan beri bastırılmış güdüleri ağalık, sahte komutanlık veya bürokratik bir biçimde kendini birden bire dışa vuruyor. Adına ne denilirse denilsin bir bela olup çıkıyor. Hepsi de iyi niyetli, ama adam kendi kişiliğini hazırlayamamış, devrime doğru katmamış. Bu tipler PKK'de oldukça çoktur. Hem birer zavallıdırlar, hem de birer beladırlar. Bir de işin başını tutmuşlar; ne geliştirebiliyorlar, ne de geliştirebilecek olanlara fırsat veriyorlar. Ne koruyabiliyorlar, ne de yapının kendisini korumasına fırsat tanıyorlar. “Ben ölürsem benimle ölürsünüz, kalırsam benimle kalırsınız durumunu yaratmışlar.
Partiyi bunların elinden biraz çekmeye, kurtarmaya çalışıyoruz. Tabii bunlar, "parti elimizde" diyecek güçte değiller, bunların hepsi birer zavallı, ama yarattıkları etkilerle, yapıyı içine attıkları tehlikelerle birer beladırlar. Bu anlamda partiyi büyük tehlikelerle karşı karşıya bırakıyorlar. Partiyi doğru taktik çizgiye göre, araziye göre, yine halk içine yaymamış, eline avucuna almış ve üstelik bunu koruyamıyor da. İşte bu yüzden partinin bunlardan kurtulması gerekir. Yoksa "biz ayrı bir gücüz veya partiyi ele geçirdik" diyecek durumda değiller. Bunlar, bir psikolojik, kültürel, siyasi, örgütsel yetersizlik durumunu yaşıyorlar. Fakat bir de kariyeristler, yani bürokratlar, ağalar, kendilerini "bırakmayız" psikolojisine de yatırmışlar. Bunlar her sahada, her gün hepinizin gözleri önündedir. Israrla üzerimizde "ağanızız, beyiniziz" diye etkinlik kurmak istiyorlar. Ataerkil toplumun özellikleri körükleyicidir; mutlaka efendi olacak, mutlaka hakim olacak. Erkenden iktidar olma, erkenden zafer sarhoşluğuna kapılma, kendini az çabayla çok güçlü görme, üzerine gittin mi de intiharvari gidişlere baş vurma ve hak etmediğimiz olumsuzluklarla, kayıplarla; bozulma, yozlaşma etkileriyle karşılaşmayı yaşatıyorlar. Özellikle 1992 yılının sonunda ve ‟93 yılının başında yapılan değerlendirmelerle bu konulara açıklık getirmek istedik. Halen de bu süreçte partiyi tekrar gözden geçirme, özellikle taktik önderlik sahasını sağlamlaştırma biçiminde yoğun bir çaba içindeyim. Düşmanın basın yayın organları bile benim için "hastalık nerede, nasıl tedavi edebilir sorusuyla uğraşıyor" diye yazıyorlar. Bir anlamda bu doğrudur. Hastalığı teşhis edip tedavi edemezsek, kayıplardan öteye hiçbirimizin tahmin edemeyeceği olumsuzluklar ortaya çıkar; zaten çıkıyor, daha da çıkar.
Özellikle bunu önlemeye çalışıyorum. Hiç olmazsa ‟92'nin dersleri temelinde ‟93'ü en az kayıpla hak ettiğimiz kazançlara dönüştürelim diyorum. Yoldaşlara gerçek temelde bir PKK'lileşmeyi sürekli hatırlatmak istiyorum. Hatta bunun için kendi yaşamımı birçok yönüyle açtım. Nasıl partileşilir, nasıl siyasileşilir, nasıl örgütleşilir? Savaş çizgisine, hatta edebi yaşama, bütün konulara ilgi, onlarla ilişkilenme nasıl oldu diye kendi gerçeğimi çözmeye, ifade etmeye çalıştım ki, yoldaşlar kendilerini biraz bu aynada görsünler, Önderin nasıl olduğu konusunda kendilerini biraz gözden geçirsinler ve mümkünse kendilerini yeniden inşa etmeye çalışsınlar. Umarım bir ayna gibi anlam ifade eden bu değerlendirmeler üzerinde yoğunca durup kendinizi bulmaya, yeniden kurmaya çalışırsınız. Sizlere karşı sorumluluklarımız var ve bu bizi eziyor. Önderliğe dayanarak yola çıkıyorsunuz, ona güveniyorsunuz, kahramanca da yürüyorsunuz, fakat ummadığınız ve parti ortamında sizi birden bire bulan tıkayıcı bir etken, öğe, birey her şeyi alt üst edebiliyor, hatta yaşamınızın sonunu bile getirebiliyor. Bu hazin bir durumdur. O halde PKK içinde, ulusal kurtuluş saflarında en temel sorununuz bizi böylesine işlemez, imhalık, kışkırtma diyebileceğimiz yaşamda zorlama; hatta yozlaşmaya, çürümeye götürebilecek tutumlar nerede, kişilikler, bireyler kimdir, neyi nasıl tutmuşlar, neyi nasıl engelliyorlar, üzerimizde etkileri nedir; bunlara karşı gerçekten doğru tutum ne olabilir diye kendimize sormalıyız.
Özellikle sıcak savaşın içinde doğru örgüt anlayışı, eylem anlayışı, yol veren plan anlayışı nedir; yaşama, çarpışma tarzına nasıl ulaşmalıyız sorularına doğru cevap veremezseniz, siz dürüst olanlar, gerçekten devrime her şeyiyle hizmet etmek isteyenler, hak etmedikleri, beklemedikleri kayıplarla, yozlaşmalarla, tasfiyeciliklerle karşı karşıya kalır ve kaybedebilirler de. Bunu aştırmaya çalışıyorum. Aslında söylenen hususlar yeni değil, çözümlemeler hayli örgütleyiciydi, ama öyle anlaşılıyor ki yeterince inceleyememiş veya inceleseniz de özümseyememişsiniz gibime geliyor. İyi özümseyememe sizi zorda bırakır, pusuya yatan objektif tasfiyeci tutumlar ve sahipleri karşısında sizi etkisizleştirir, tanınmaz hale getirir. Birçok alanda gördüğümüz gibi bir bütün olarak parti taktiğini neredeyse bütün yapının, bütün karargah ve eyaletlerin "boşa çıkardık" demesi gibi durumlarla karşı karşıya getirir. Taktik bu kadar boşa çıkartılır mı? "Parti Önderliği'nin sunduğu dev direnme olanaklarını kullanmadık" demek dehşet verici bir durumdur. Böylesine kahramanca bir tutumun sahibi olacaksın, ama bunu değerlendirmeyeceksin. Bunun anlaşılır hiçbir yanı yok. Olan sizlere oluyor. Yaşamınızı tamamen adıyorsunuz. Aslında bu, basit bir tutum değildir. Fakat yol vermesi gerekenler, savaşa doğru kanalize etmesi gerekenler rolünü oynayamıyor, beklentilerinize cevap veremiyorlar. Sonuçta, büyük olumsuzluklar ve hak edilmeyen kayıplar yaşanıyor.
Böyle bir pratiğin yargılama sürecini başlattık. Bu yargılamanın sonuçları herkesin incelemesine ve yargılamasına da sunulmuştur. Bu süreci, bu anlamda bir yargılama, sorgulama süreci olarak geliştiriyoruz. Bu pratiğin sahiplerinin mümkünse bir an önce doğru parti hattına gelmelerini istiyoruz. İşte buna da taktik hat diyoruz. Yani bu da günlük doğru örgütlenme, doğru eylem anlayışı, günlük çalışma, vuruş, hedeflere yönelme tarzı anlamına gelir. Bunlar, üzerine ateşle, silahla yürüyeceğimiz hedefler olduğu gibi, günlük basit örgütsel, eğitsel hedefler de olabilir. Buna tam ulaştık mı gerçekten başarı kesindir. Parti Önderliği tüm gücüyle buna ulaştırmaya, bu nedenle birçok alana, birçok düğüme el atmaya çalışıyor. Bir yandan koruma savaşı verirken, bu korumanın da esas itibarıyla taktik çizgiye, onun örgüt anlayışına, günlük savaş tarzına ulaşmaya bağlı olduğunu bilerek yerine oturtmaya büyük önem veriyor. Sürekli değişiklikler bunun içindir. Özellikle yoğun eğitimler buna ulaşmayı hedefliyor. Benim istediğim; partiye özden bağlı olanların, yani dürüstlüğünden, fedakarlığından kuşku duyulmayanların parti gerçeğini, özellikle partinin iç ortamını derinliğine bir daha gözden geçirmeleri, dürüstlüğü, açıklığı oranında sorunları görmeleridir. Haddinden fazla saf, iyi niyetli yoldaşlar artık bu konuda her şeyi üstten bekleme yerine kendilerini biraz çözüm gücü haline getirmeli, mevcut yüzeysellikle yetinmemelidirler; yüzeyselliği, iyi kalpliliği, "ben iyiyim, herkes de benim gibidir" biçiminde yaşadıkları aptallığı bırakmalıdırlar. Böyle devam ederseniz olan size olur, dürüst aptallardan olursunuz. Bu, partimizde oldukça yaygındır. Partimizin içinde çeşitli nedenlerden dolayı, ezici bir kesim için “dürüst aptallardır” tabirini kullandım. Her şey elden gidiyor, umurunda değil. Bunlar da en az diğeri kadar tehlikeli oluyor. Bu tutumu aşmanız büyük önem taşıyor.
Kendinizi Önderlik gerçeğine verin. Bu kadar çözümlemeyle işlere doğru el atmasını sağlamaya çalışırken, hatta sizi örgüt içinde güçlü kılmaya destek verirken, buna neden layık olamıyorsunuz? Neden hakkını veremiyorsunuz? Size inceleme imkanı, yetki, alan denetimi veriyor ve buna layık olmanızı bekliyoruz. Yine bakıyorsun dürüst aptal istiyor ki, bir tane bozguncu, ertelemeci, tasarrufçu ya da bahsettiğim sızma tipler, kendini PKK çizgisine göre önder komuta yapamamış tipler gelsin başına dikilsin. Oysa başa dikilirse seni götürür ve sana çok yazık olur. Tekrar vurguluyorum, hepinize düşen görev; partinin iç ortamını bu anlatımlar ve yine daha önceden de partinin iç özelliklerini değerlendiren çözümlemeler çerçevesinde sorunları iyi gören, onların ışığında mevcut durumu iyi kavrayan, daha fazla çözüm üreten ve kendinizi de asli bir çözümleyici güç haline getiren bir düzeye ulaştırmaktır. "Ben bu işi yapabilirim. Yapmam için donanımım, hazırlığım iyidir" demeyi kafanızda evire çevire, çözümü önce kendi beyninizde yaşaya yaşaya parti ortamına ve onun görevleri üzerine yürümelisiniz. Sizlere her zaman söylüyorum; Önderlik talimatını yürütecek gücü kendinizde bulmalısınız. Sosyal yaşamda, ruhsal ve düşünsel dünyanızda, eylemsel, örgütsel bütün alanlara yönelmede, Önderlik gerçeğini bütün yönleriyle kavrama ve uygulama gücünü kendinizde bulmalısınız.
Önderlik olayına bağlı olduğunuzu çokça söylüyorsunuz. Bu bağlılık gerçek anlamda bu temelde olabilir. Çabalarınıza, yaşamınıza yüksek değer biçmekle birlikte eğer böyle bir Önderlik kavrayışını ve kendi şahsınızda başarılarını gerçekleştirmesini sağlayamazsınız, hak etmediğiniz ve hiç de layık olunamayacak durumları acıyla yaşarsınız. Hepimiz buna derin üzülürüz. Sizi, bunu aşmaya davet ediyorum. Son zamanlarda bütün yapıyı, başta gerillayı, özellikle çok acımasız bir baskı ve imhayla karşı karşıya olan kitle çalışmalarındaki çalışanları, bir an önce PKK'nin doğru savaşan ve başaran tarzına hükmedin diye uyarıyorum. Aksi halde bu düşman karşısında yem olmaktan kurtulamaz, her günkü acı kayıplara bir yenisini de siz eklersiniz. Ama bu bir kader olamaz. Bunun için de yapmamız gereken; PKK'de bir direniş abidesi olan, bir kahramanlık gerçeği haline gelen ve tüm dünyanın dikkatini çeken temel kişiliğe, onun militan tarzına ulaşmaktır. Bunun için de kendinizi yeniden yeniden inceleyerek, gözden geçirerek bunu sağlayın. İşte o zaman biz buna gerçek PKK militanı diyeceğiz. İçte ve dışta hiçbir engel bu militanların önünü kesemez. Bunlar bütün engelleri değerlendirir, ona göre başarı imkanını yaratır, yürür ve daha üst başarılara tırmanırlar. Zaten PKK Önderliği'nin esas anlamı da budur. Benim gerçeğim bunu size defalarca kanıtlamıştır. İzlerseniz kazanırsınız. Bu temelde tüm yoldaşlara, durumlarını iyice gözden geçirip bu tutumu sağlam almaya, hiç olmazsa 1993 hamlesinin üzerine bu tutumla gidip tam başarmaya çalışın diyor ve sürekli başarılar diliyorum.
HALKLAR ÖNDERİ (19.BÖLÜM)
YORUM GÖNDER