SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA I CİLT (76.BÖLÜM)
D- FEODAL UYGARLIKTA DORUK VE ÇÖKÜŞÜ
Hem İslamiyet hem de Hıristiyanlık için, M.S 1000-1250 dönemi doruğa ulaşmayı temsil eder. Kendine güvenli, uygar dünyanın çok büyük kısmında iktidarı ele geçirmiş, altın çağı yakalamış gibi yaşamaktadır. Tek tanrılı dinlerin göksel imparatorluğu kutsal amacına ulaşmış, bu büyük zaferi önemli yıldönümlerinde kutlamak ve kutsamaktan başka işi kalmamış gibidir. Fazla fethedilecek dünya kalmamıştır. Birbirlerine benzedikleri için yok etme savaşlarına girmeleri pek anlamlı olmamaktadır. Üstünlük için, gerisini felsefi tartışmalar tamamlayacaktır. Her üstün uygarlık gücü için bu tip dönemleri, amacına ulaşmış ve doruğu yakalamış gibi değerlendirmek doğaldır. Her programına ulaşan örgüt, benzer duygu ve düşünceleri yaşar. Bunun bir adım ötesi, daha da yükseliş değil düşüştür. Sistemin ideolojik bagajında, yükselmek için yeni bir adımın malzemesi yoktur. Yükselişin tüm gerekçeli adımları atılmıştır.
Bir maraton koşusuna benzetirsek, 40. kilometreler tüketilmektedir. Gerisi, durma ve düşmedir. Her ne kadar doğal süreçlere tıpatıp benzemese de, toplumsal süreçlerin de aynı mantığın kurallarına bağlı oldukları tarihin de öğrettiği derslerdendir. Sanki bu süreci doğrularcasına, her iki uygarlıkta da sıkı bir felsefe tartışması yapılmaktadır. Felsefi tartışmalara Aristo mantığı ve düşünce yapısı damgasını vurmaktadır. Halbuki doğuş ve gelişme süreçlerinde her ikisi Eflatun düşüncesine ağırlık vermişlerdir. Daha doğrusu bu mirasın sıkı etkisi altındadırlar. Eflatun’un yücelttiği “idealar dünyası” Hıristiyanlık ile İslamiyet üzerinde sanıldığından daha fazla bir etkiye sahiptir. Soyut tanrı kavramı Eflatun’un en gelişkin idea dünyasının bir ürünüdür. Hiçbir filozof veya peygamber, Eflatun kadar anlam, us ve fikir yüceliğine ulaşmış değildir. Çoğunlukla kendisine “İskender gibi peygamber” denmesi yerindedir. Tanrı kavramının çok zengin sıfatlarla yüklenmesi, Eflatun felsefesinin sonucudur. İyilik, güzellik ve doğruluğa ilişkin bütün kavramlar bir kutsallık gibi bu felsefede değerlendirmeye konu olmuşlardır.
Sümerlerin uygarlık özelliklerine verdikleri ad olan “Me” kavramı, yasa, temel fikir anlamına da gelmektedir. “Me”ler Eflatunda “idea” , düşünceler, fikirler anlamındadır. İsa’da bunlara “Kutsal ruh”, “Tanrı sözü” gibi kavramlarla yaklaşım gösterilmektedir. Bu temel kavramlara dayanılarak, ya bir din ya da bir felsefi sistem oluşturulmaktadır. Hz. Muhammed’de ise, bu kavrama “Allah’ın varlığı ve birliği” denmektedir. Allah’ın doksan dokuz sıfatı olduğundan bahsedilmektedir. Sümerlerde de benzer sayıda sıfat sayılmıştır. Eflatun bu soyutlamayı daha sistemli geliştirmiştir. İnsanlık için bu dönemler anlamın harikulade çekici göründüğü dönemdir. Anlam işinin gelişimine tanrısal bir kutsallık atfedilmektedir. Hz. Muhammed’in Allah’ının çok güçlü olması, bu tarihi dönemlerin tüm anlam, fikir birikimlerini tek bir varlıkta, “hep var olan ve tek Allah”ta birleştirmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Adeta Allah fikrini atomize etmektedir. Nitekim Allah adıyla yapılan hamleler atom bombası değerinde etki göstermişlerdir. Kavramların bu etkisi pratikte de çarpıcı sonuçlarıyla kanıtlanınca felsefeye, felsefenin dine uygulanmasına yüksek değer biçilmiştir.
Özellikle Eflatun felsefesinin yardımıyla dini düşüncenin yorumlanması olan Yeni Eflatunculuk , Hıristiyanlığın ve Müslümanlığın beslendiği ortamın hazırlanmasında, doğuşlarında ve gelişmelerinde önemli bir etkiye sahiptir. Başlangıçta inanç dogmaları ve ahlak kuralları biçiminde basit bir ideolojik içeriğe sahip olan Hıristiyanlık, dönemin güçlü felsefi eğilimi olan Stoacılığın da etkisiyle, felsefi bir yoruma ihtiyaç göstermiştir. Hareket ettiği sahalarda felsefi okullar insan düşüncesini ilerletmişlerdir. İnsanlar sadece inançla tatmin olamamaktadır. Saint Augustinous, bu ihtiyacı zaten özlerinde içerilmiş bulunan Yeni Eflatunculuk’la gidermektedir. Artık bir teolojiye kavuşan Hıristiyanlık daha da güçlendirilmiş bulunmaktadır. Hz. Muhammed’i ve İslamiyet’i daha başlangıçta Yeni Eflatunculuğun güçlü bir temsili olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır. İslamiyet’teki yüksek akıl oranı, Allah’ ın güçlü sıfatları, Yeni Eflatunculuğun en sağlam kanıtlarıdır.
Feodal uygarlığın doruk aşamasında yapılan felsefi tartışmalar Aristo’yu esas almaktadır. Aristo, tıpkı Atina site devletinde olduğu gibi, bir uygarlığın en gelişmiş evresinin ürünüdür. Yıkılıştan az önce büyük yapıların varlığını açıklayan ve nasıl ayakta tutulması gerektiğinin çaresini arayan filozoftur. Kuruluş ve gelişme dönemlerinin değil, doruk ve çöküşü engelleme süreçlerinin teorisyenidir. Tüm çabasının Grek uygarlığını ve onun gözde temsilcisi Athena’yı kurtarmak olduğu iyi bilinmektedir. Siyaset felsefesinin bu özelliği, feodal uygarlığın doruk ve çöküş aşamasında en çok tartışma aracı olarak kullanılacaktır. Çünkü sistem doruğa vardığı için oldukça karmaşıklaşmış olduğundan ve çözülme belirtileri gösterdiğinden, gelişkin bir siyasi teoriye ihtiyaç göstermektedir. En uygun felsefi aracın Aristo olması, bu dönemde hem İslamiyet’te hem de Hıristiyanlık’ta Aristo düşüncelerinin Kutsal Kitap’takiler kadar değer bulmasına yol açmaktadır. Daha önceleri tehlikeli karşılanan düşünceleri, artık kurtarıcı düşünceler olarak sıralanmaktadır.
Teolojinin (tanrı bilimi) en güçlü dayanakları olarak, mutlak doğrular gibi kabul ettirilmeye çalışılmaktadır. Hıristiyanlık’ta Aquinalı Thomas buna öncülük ederken, İslamiyet’te İbni Sina ve İbni Rüşt daha kapsamlı olarak işlemektedirler.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER