SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT-I (14.BÖLÜM)
F- ORTADOĞU KÖLECİ KENT DEVLETÇİKLERİ ÇAĞI
3- Uygarlığın şekillenmesinden, birkaç temel sınıf biçiminden günümüze kadarki dönem: Aşiretlerin direniş ve uygarlaşma dönemi de diyebileceğimiz bu aşama, aşiret bilincinin kuvvetle geliştiği, herkesin kendini aşiretten saymasının yaşamın vazgeçilmez bir şartı olduğu “destansı, şiirsel çağ” olarak da değerlendirilebilir. Kendi aralarında önem kazanan toprak ve yaylalar için giriştikleri kavga ile gelişen uygarlık güçlerinin saldırılarına karşı direnme ve karşı saldırıya geçme biçiminde nitelenebilecek savaşla dolu geçen bir dönem söz konusudur. Yaşamak için aşiretiniz güçlü olmalıdır. Aşiret içinde de kabile ve aileniz güçlü olmalıdır. İşte yeni zihniyeti doğuran maddi gerçeklik budur. Halen birçok toplumda güçlü olan “destan ve öykü” anlatımının şiir dili esasta bu dönemi dile getirmektedir. Bitmez tükenmez aşiret kavgaları ve dıştan saldırılara karşı kahramanlık, direniş ve karşı saldırılar, her halkın tarihinde en önemli yere sahiptir. Bu tarih, her etnik yapılı toplum gruplarının koşullarına bağlı olarak, öneminden hiçbir şey yitirmeden, orta ve yakın çağlara –kavimler ve uluslar çağına– kadar toplumsal tüm süreçlere ağırlıklı olarak damgasını vurmuştur. M.Ö 4000’den beri gelişen bir aşiret bilinciyle hem yakın akraba ve komşu aşiretlerin, hem de çeşitli devlet güçlerinin bitmek bilmeyen saldırıları, Ortadoğu etnik yapısının gücünü ortaya koymaktadır. Bu yapıların Ortadoğu coğrafyasında bu kadar güçlü olmaları ve halen ayakta kalmalarının altındaki temel tarihsel gerçeklik bu hususlardır. Adeta her aşiret grubu bir ulus, bir hanedan, hatta zihniyet itibariyle bir din ve lehçesi itibariyle bir dil sahibi gibidir. Ulus şovenizminin zayıflığı yanında aşiret şovenizminin –duygusallığının, zihniyetinin– güçlülüğü de kaynağını bu gerçeklikten alır.
Bu gerekli ön bilgilenme ve yöntemsel yaklaşım açısından bakıldığında, köleci toplumun olgunlaşma ve bir dünya sistemine doğru gitmesinde, Ortadoğu M.Ö 2000’lerden M.Ö 5. yüzyıla kadar belirleyici konumu yaşamakta ve yaşatmaktadır. Rol sadece Sümer ve Mısır uygarlığındaki kuruluş ve kurumlaşmada önderlik değildir. Olgunlaşma sürecinde de önderlik kesin Ortadoğu coğrafyasındadır. Bu hususu değerlendirmeden önce, birinci yayılma dalgası döneminde ortaya çıkan belli başlı uygarlıksal gelişmelere bakalım. I-Hititler Küçük Asya’da, Anadolu’nun iç bölgelerinde gelişen Sümer kolonileşme hareketlerinin bir sonucu olarak, M.Ö 1900-1200 yıllarında hüküm süren bir uygarlıktır. Sümer modelini esas almaktadır. Önemli bir ticaret merkezi olmak kadar, alandaki bol maden yataklarının sağladığı avantaja dayanmaktadır. Hem Babil ve Asurlulara hem de Mısırlılara kafa tutmaktadır. M.Ö 1595’te Babil işgal edilmiş, 1243’de Mısırlılarla Kadeş Antlaşması imzalanmıştır. Başlangıçta aşiret konfederasyonu biçimindeyken, giderek köleci merkezi bir yapıya kavuşmuştur. Anadolu’nun uygarlaşması büyük oranda Hitit düzeninin eseridir. Bağrında topladığı etnik gruplar kuzeydoğuda Khalidler (Ermenilerin ataları), güneydoğuda Hurriler (Kürt’lerin ataları), Güney ve Batı Anadolu’da ise Luwilerdir. Üç etnik grup da Aryen kültürüne ve dil yapısına sahiptirler. Maden yatakları üzerinde tekelleşme, gücünün özünü teşkil etmektedir. Savunma anlayışları, maden yataklarını korumayı ön plana almaktadır. Maden cevherine şiddetle ihtiyaç duyan Babil, Mısır ve hatta yeni gelişen Helen, İyon ve Mitani konfederasyonlarıyla sürekli çatışma halindedirler.
Özellikle Ermeni kökenini teşkil eden etnik grupların denetiminde gelişen bakır ve demir madeninin işlenmesindeki gelişmeler, uygarlığa yapılan en önemli katkılardır. Sümer mitolojisiyle Aryen etnik grupların mitolojilerine dayanan, esasta gök, yer ve toprak güçlerini temsil eden üçlü bir tanrı yapısı esastır. Daha önceleri çok sayıda tanrıya dayanan mitolojik yapı, merkezi krallık geliştikçe azalmakta ve Sümer örneğindeki gibi bir uzlaşmayı da ifade eden üçlü yapıya kadar inmektedir. Tek tanrı anlayışına henüz ulaşılamamıştır. Tanrılar savaşı daha uzun süre devam edecektir. Uzlaşmada tanrıça konumu halen güçlüdür. Ama birinciliği çoktan yitirmiştir ve giderek önemini kaybetmektedir. Buna Tanrıça Kibe-le (Kupapa) kültürü de denilmektedir. Roma’nın kuruluşunda kendisine ihtiyaç duyulduğu gibi, Arabistan’da halen “ kıble ” denilen namazda yön anlayışı da bu tanrıçaya bağlılığın bir izini teşkil etmektedir. Nasıl ki Sümer uygarlığı Anadolu Hitit uygarlığını belirlemişse, Hitit uygarlığı da bir adım ötesini, Grek uygarlığını Batı Ege’de İyonya, esas olarak da Çanakkale boğazına hâkim Troya kentleri aracılığıyla etkileyecektir. Bu anlamda öncelikle Troya’ya dayanan bir “kahramanlık çağı” büyük rol oynayacaktır. Aslında M.Ö 1000 yıllarına kadar Hititlerin bir ileri karakolu, genelde de Ortadoğu uygarlığının en önemli yayılma kapısı ve merkezi durumunda olan Troya’nın önemi bu tarihi rolünden ileri gelmektedir.
Nasıl Kaneş Mezopotamya uygarlığını Anadolu’ya taşımanın kapısıysa, Troya da Balkanlara ve Grek yarımadasına, giderek Avrupa’ya taşımanın en önemli kapısı ve merkezini temsil etmektedir. Homeros’un “İlyada” sının bu kadar ün yapmasının nedeni, merkezine Troya savaşlarının bir bölümünü yerleştirip işlemesinden, Avrupa’ya uygarlık ve tarih taşıran konumundan ileri gelmektedir. Troya’nın düşüşü yeni bir tarihi başlangıç teşkil edecektir. II- Hurriler, Gutiler, Mitaniler, Urartu ve Medler Anadolu Hitit İmparatorluğu ile Sümer ardılı Babil-Asur İmparatorluğu arasındaki Yukarı ve Orta Mezopotamya’nın (Luwice Gondwana, Sümerce Hurrit=yüksek memleket) zengin maden yatakları ve doğu-batı geçiş noktasında yer alması, ayrıca tarım ve hayvancılığın en verimli sahalarına ve doğal sulama gibi bir iklime sahip olması, onun adeta tarihin “doğuran anası”, büyüten beşiği rolünü kaçınılmaz kılmıştır. Bu özelliği aynı zamanda dört taraftan ve sürekli istila ve talan alanına dönmesine yol açmıştır. Uygarlık doğuran temel alan olmasına rağmen, merkezi yapılar ve kurumlara kalıcı olarak sahip olamaması da bu özellikleriyle yakından bağlantılıdır. Tampon bir geçiş bölgesi olmaktan kurtulamamaktadır. Halbuki günümüze kadar buradan beslenmeyen uygarlık yok gibidir. Bu özelliği, onun günümüzde dilini bile hayvan sesi kadar özgürce kullanamamasının nedenini de izah etmektedir. Bu alandaki etnik yapılar M.Ö 6000’den beri bilinmektedir. Tarım devriminin merkezleri, Dicle ve Fırat’ın kollarıyla birlikte çıktığı dağların ova kesimleriyle birleştiği noktalarda ortaya çıkmışlardır. Yüzlerce tümsekte yapılan kazılar bunu kesinlikle doğrulamaktadır.
Hint-Avrupa dil grubunun temellerinin de bu tarım devriminin merkezlerinde oluştuğu hem etimolojik hem de arkeolojik kazılarla doğrulanmaktadır. Gelişim merkezleri olması alanın temel özellikleriyle birleşince, bu durum kabile ve aşiret düzenlerinin çok güçlü yapılar olarak şekillenmelerini beraberinde getirmiştir. Bu etnik yapısal özellikler etraftaki merkezileşmiş uygarlık güçlerinin istila ve işgal hareketleriyle birleştiğinde, bir uygarlık alanı olarak merkezileşmeye kolay kolay fırsat tanımamaktadır. Bu genel yaklaşımın ışığında Hurri adlı benzer ve akraba bağları olan aşiretlerin M.Ö 2000-1500 yılları arasında bir konfederasyon teşkil ettiği, ama merkezileşerek Hititler kadar bir gelişmeyi sağlayamadıkları anlaşılmaktadır. Hurriler, Hititlerle ve toplumsal temellerini oluşturan Luwi ve Khaldi etnik gruplarıyla sürekli ilişki halinde olmuştur. Ticaret yoluyla Sümer, Babil ve Asur etkilerinin kuzey ve doğuya taşınmasında ilk halka rolünü oynamaktadır. Sümer uygarlığıyla komşulukları ve neolitiğin sahibi olmaları nedeniyle çok yakın akrabalıkları mevcuttur. Dil yapılarında ve birçok kelimede ortaklık söz konusudur. Bunun çok erken dönemde, daha sonra Sümerler kuruluş aşamasındayken geliştiği de kabul gören bir görüştür. Bir anlamda Sümer şehir alanlarıyla Hurri tarımsal alanları doğal bir ittifak durumunu yaşamaktadır. Tanrıça İnanna mitolojisinde ve Gılgameş Destanı’nda bu gerçeğin izlerine güçlü bir biçimde rastlanmaktadır. Yani Hurrilerin merkezi uygarlığı bir nevi Sümer’dir. Ayrı bir merkez kurma ihtiyacını güçlü bir biçimde duymamaktadır.
Çünkü yanı başında bu ihtiyacı gören merkez dururken, yeni bir tane kurmanın gereği yoktur anlayışı oldukça güçlüdür. Günümüze kadar bu anlayışın izlerini güçlü bir biçimde yaşamaktayız. Oynanan rol, yanı başındaki merkezileşmiş siyasi güçlerin eyaleti, otonomisi, federesi olma biçimindedir. Bugün bu alanda yaşanan bu gerçekliğin daha tarihin başlangıç yıllarında bir temele dayandığı anlaşılmak durumundadır. Gutiler daha çok da Sümerlerin doğusunda Zagros eteklerinde yaşayan diğer Aryen kökenli bir etnik gruptur. Sümer şehir devletlerinin iki başlı oldukları dönemde bir tarafın müttefiki olarak hareket etmektedirler. Semitik Akad Hanedanlığı’nın yıkılmasında bir kısım Sümer şehir devleti yöneticileriyle yapılan işbirliği sonucunda kurulan bu ittifak temel rol oynamıştır. Burada tarih günümüze kadar bu tip ittifaklara sürekli tanık olacaktır. Guti’nin kelime manası da (Gud=öküz, sığır) bugünkü Kürtçe’de yer alan “öküz, sığır sahibi halk” anlamına gelmektedir. Sümerlerin sürekli bu tarz bir kavramlaştırma dil yapıları mevcuttur. Guti Hanedanı yaklaşık M.Ö 2250-2150 yılları arasında yüz yıllık bir hanedanlık kurmuştur. Bu hanedan Sümer toprağında hüküm sürmüştür. Daha sonra yine bu sefer Semitik kökenli Amorit (Sümerce bu kelime ‘Batılılar’ demektir) gruplarla ittifak kuran bir kısım Sümer şehir yöneticileri bu hanedanlığı yıkmış ve sürmüşlerdir. Kassitler, daha çok kuzey ve doğu dağlık alanlarından gelen bir nevi yoksul kır emekçileri olarak Sümer kentlerinde yaşayan bir kesimdir. Zaman zaman güçlerini birleştirerek hanedan değişikliğinde önemli rol oynamışlardır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER