….VE BEN LEYLA’YIM, MECNUN’DAN ÖTE BİR LEYLA!
Bazen söz sakınır kendini gerçekten, bazen gerçek, kendini sözden….
Leyla! Mecnun öldü ve sen hala yaşıyorsun Leyla, nede bahtiyarsın sen. Mecnun bir çölde kayboldu, belki bir hiçlik, belki değil. Ama sen çöldeki o Zümrüdi Ankada yaşıyorsun. Yaşamayı ne çok seviyorsun böyle, ki her güldüğünde, her gülüşün bir kız çocuğu gibi doğuyor. Çöl bitiyor senin ayak bastığın yerde, senin isminde Leyla, rengide bitiyor. Geriye bir kaval müziği, Mem û Zin’in düğünü, Anka kuşu, küllerin heryerde ve sen huşu içinde içindeki tanrıyı dinliyorsun. Neden hiç birimiz dinleyemedik içimizdeki tanrıyı o denli, kanatlarımızmı yoktu, melekler mi terk etti yürek şehrimizi acaba?
Zin doğdu Leyla, tekrar doğdu, hiç ölmeden doğdu. Bize yol gösteren yüce Ahmedê Xanê, sevincinden tüm dileklerimizi kabul ediyor türbesinden. Her istiyen kadına bir kız çocuğu nasip ediyor artık, hemde adak adamadan ve her doğan kız çocuğunun adı Leyla.
Uzun bir öyküsün sen biliyorum, Mecnundanda öte bir öyküsün ve Leyla Kasımla bitmeyen, göğsünde çapraz fişekli o kadın, Zine dost, Zine gülen, ki ismin ondan bir armağan, nede bahtiyarsın sen Leyla. Kürdi bir destansın sen her asırda tekrar yazılacak, yazıldıkça başlayan, yazıldıkça başa dönen kitap. Hangi denizin mürekkebi yeterki seni yazmaya, hangi divit kanamadan yazabilirki seni, hangi çöl deryası sığdırabilirki seni sıcaklığına. Duyduk Leyla, Ahmedê Xanê Mem û Zin destanını tekrar yazıyor, bir düğün, Cizira Botanın eşiğinde: Haft-anin! Yedi kez getirilen yurt, yedi kez ateşte dirilen ülke ve zülüflerinde yedi kez gül gonca. Ve Zin, ateşten telli duvaklı bir Gerilla, Mem, marmaradan bir ADA dan Silémani’ye kadar göğsünü açmış seni kucaklıyor. Kürt halkı halay çekiyor, bir baştan bir başa. Hiç görülmedi böylesi bir düğün, ne Cizira Botanda, ne Soran da. Senin düğünün Leyla. Perçemin ateş, gerdanın aşkın yakan közü. Beko, bir ardıç ağacı, dikenli, yumru. Selviyle çınar arasına giren ardıç ağacını kökünden yakıyor ateşin. Neden bu kadar kızılsın Leyla? Neden ateşe vurgun, neden Güneşe aşıksın, bir cevabı olmalı. Şimdi düğününde beyaz gelinlik giymiş bu dağlarda cevabını arıyorum. Bıraktığın sorunun cevabını, çağında hiç küllenmeyecek yedi sorunun cevabını.
Her biten yolculukta tekrar başlıyorum yola. Şattularaba varıyorum, Dicle Fırat. Annemin birleşen iki saç örüğüne. Orada sadece bir parça ateşin. Yasta Şattularap, sanki Mısri bir kılıçla dili kesilmiş, suskun. Cevap diyorum, bir Leylanın Mecnundan öte sorduğu sorunun cevabı. Ey Şattularab, ey ismi bizden çalınmış ırmak, bir cevap, bir cevap olmalı. “Ölümü insanlardan çalıp tanrılara veren o kız” diyor Şattularap “ o kız ki oturup kenarımda saçlarını yıkadı, o kız ki teni mehtapta mermer gibi parıldayan, sadece saç teline dokunmaya kıyabildiğim o kızın. Görmüyormusun, aşığım ben de, aşkın şarabını içtim o ellerden, sarhoşum ben, bir Mecnunum, o Mecnundan öteydi, cevap ben değilim. Ne ben bilirim cevabı, ne Nil, ne Ceyhun”.
Her biten yolculukta tekrar başlıyorum yola. Saba diyorum, rüzgar. Aşıkların dileğini sevdiğine ulaştıran rüzgar, bir cevap. “Tüm dilekler suskunlaştı dillerde ve dilekler suskunlaştı bende, aşklarından vazgeçti ölümlüler, aşk, ölümsüzlerin dileği şimdi. Benki sadece ölümlülerin dileğini taşıdım, bir Leylanın cevabını bilmez kanatlarım. Ne ben bilirim cevabı, ne Garbi, ne Poyraz.”
Selsebil’e gittim Leyla, dünyalıların cennetine. Senin teninin cenneti karşısında solgundu selsebilin teni. “ Ölümsüz bir kadının bıraktığı sorunun cevabı” diyorum “bir cevabı olmalı.” “Görmüyormusun, onun yüreğindeki cennetin yanında Yusuf kuyusuyum ben.” Söyle Leyla, yüreğindeki cennetin cevabını söyle, ki, Halepçenin yeşili öldürülmüş meydanına, çocuklara sereyim.
Her biten yolculukta tekrar başlıyorum yola. Her şeyimden gönül rızasıyla feragat ediyorum her yolculuğun başında, yeterki bulayım cevabını.
Mehtap çekiliyor yolumdan, çıplak bir gece kalıyor önümde ve avucumda kader çizgilerim birleşiyor isminle; Leyla!
Öyle bir ülke gördümki bülbülleri güle ağlamıyordu. Güneş hiç batmıyordu o ülkede. Zinler diriliyordu tekrar ve Mem bir yurttu artık. Ve ben ilk baharımdan tam yirmi altı bahar sonra öğrenmiştim; Viyan istemekmiş, çok çok istemek, tüm gücüyle istemek.
Zamana yeni bir isim konuluyor, yeni bir tanım getiriyoruz :VİYAN. Hayır, zaman değil kesen seni, keskin bir hançer olan sensin zamanı kesen. Yeniyorsun zamanı, zaman su olup akıyor avucunda, Kevser suyu. Suyada yeni bir isim koyuyoruz, zamanada. Yeniyorsun zamanı kendi evinde kendi mevzisinde. Zaman sende yitti, sen kalıyorsun, zamana yeni bir anlam biçiyoruz: Leyla 1 şubat sabahı tüm çocukların yüzü gülüyor. Yeni doğan tüm çocukların adı: Leyla, Viyan.
“Ben Leyla’yım, Mecnun dan öte bir Leyla. Kanayan ben değilim zamandır, zamandır değiştirmiş derisini gecede kanıyor yılan gibi. Ve rüzgar dağıtıyor umarsız küllerimi. Şimdi kapanıyor bedenimin pencereleri. Ve gülüyor çocuklar. Ve çocuklar en sahici gülüşünü sunuyor bu gece bana. Derisi soyulmuş gece. Zamanda asaletli bir ata atla gel kendi renginde. Her dar boğazın kenarında ben bekleyeceğim seni, yürütmek için tutacağım bastonlu ellerini. Bir Şahmeran efsanesi olacaksın, bin yıllık bir masal. Sol göğsüme söz olsun ki, karanlığı asacağım ben kendi küllerimde, kucaklamak için deniz sevdası gözlerini. Ve ben Leyla’yım Mecnun’dan öte bir Leyla. Çöllerde bulmadım aşkımı. Bir Anka kuşun kanadında buldum. Ve cevabını kendinizde bulacağınız bir soruyum. Yüz yıllarda, aşklarda demini bulmuş bir soruyum size. Soru ben, cevapta siz.
Gün gelip silahlar susacak tutuğunuz o ahd için. Anılar antik bir şehir gibi kalacak tarihin gerdanında. Gelin, çağanızı aşmak için gelin. Ateşler içinde dans eden bu beden benim. Söz olsun ki, tüm uzakları yeneceğim kavgalı bir kalkan renginde yeter ki siz aşın mayın gibi yolunuza serilmiş o engelleri. Ben bedellerimi verdim tek tek. En güzel insanlarımı kendi ellerimle uğurladım o uzak ve sonsuz evrene. Ki sırf bu yüzden ölümü insanlardan çalıp tanrıya, ölümsüzlüğü tanrılardan çalıp insanlara verdim. Ve bir tek tuzum kalmış avuçlarımda dönerken yolunuza sermek için. Körpe kanatlar takıyorum yüreğime, bahtiyarım. Kendi ülkemin yolcusuyum. Külümün ve kanımın bulaştığı bir ülkenin.
Yanan ben değilim nefsimdir. Yanan Mecnun’dan öte Leyla değil, bir çölde Mecnuna yanan Leyla dır.”
Kendi gözlerimle gördüm Anka kuşları bir ülkeye göç etti. Ve kendi gözlerimle gördüm.1 Şubat günü bir ülkenin tüm çocukları ağız dolusu gülüyordu.
Şimdi bir ülke adıdır Viyan. Bir Leyla’nın, Mecnundan öte bir Leyla’nın bıraktığı soruyu soruyorum çocuklara. “ Sorunun cevabı biziz, sorunun cevabı biziz” diyorlar “insandır, kadındır, vicdandır. Çarmıhlı bir yürektir”
RENGİN SÜLBÜS (19 Şubat 2006)
YORUM GÖNDER