APOCU MİLİTAN KİŞİLİK CİLT II (34.BÖLÜM)
DEVRİM BÜYÜK İNANÇ AZİM VE İRADE DAVASIDIR
Büyük partileşme ve bununla birlikte ordulaşma gerçeğimize ilişkin yürütülen büyük çabalar ve verilen büyük savaşımlar iç engellerle karşılaşmaktan kurtulamıyor. Bu da büyük zaferle yürüyememe kadar, sürekli anlamsız kayıplar vermeye yol açıyor. Büyük hazırlık çalışmalarımız layıkıyla kadrolaşamamanız nedeniyle boşa çıkarılıyor. Bu durumları ağır ifadelerle değerlendirdik. Aslında bunu daha fazlasıyla çok sayıda kişilik ve temsil ettiği anlayışa yönelik yapmamız, yürütmemiz gerekiyor. Yılları nasıl böyle harcadınız? Sorgulamadan, ölçüp biçmeden, vicdana başvurmadan, neye mal olduğu ve nereye götürdüğünün hesabını yapmadan; tabii ki utanmadan, sıkılmadan kendi kendinizi böyle kabul etmeniz herhalde kendinize yaptığınız en büyük kötülük oluyor. Ancak bu, bazılarının hiç umurunda değil, bazıları hiç oralı olmuyor. Bazıları bu olup biteni en olumsuz bir biçimde değerlendiriyor, hatta daha da olumsuzlaştırıyor ve sanki normal bir şeymiş gibi hepiniz seyredip duruyorsunuz. Şehitleri düşündüm, 14 Temmuz direnişçilerinin kişiliğini gözlerimin önünden geçirdim ve tabii büyük öfke duydum. Bu parti bu büyük direniş kararlılığının partisi midir, yoksa sizin yoğun bir kesiminizin partisi midir? Gerçek savaş ve direniş kişiliği 14 Temmuz direnişçilerinin midir, yoksa işi gücü bozmak, tüketmek olan yoğunluklu yaşadığınız anlayışlarınızın veya kişiliklerinizin midir? Mukayese yapıyorum ve öfkelendikçe öfkeleniyorum. O eşsiz çabalarımızı böyle amaçsızca bireyselleştirerek, hiç bir anlamı olmayacak ve hiç kimseye faydası da olmayacak biçimde tanınmaz hale getirmek, boşa çıkarmak kimin adına yapılıyor? Bunu anlamaya çalışıyorum.
Sonuç, kendini ele veren kişilikleriniz oluyor: Çoktan saygıyı yitirmiş, amaçlarınız uğruna yaşamaktan çoktan vazgeçmişsiniz, kendinizi tamamen bir problem kaynağı haline getirmiş, tabii bu anlamıyla da bir karşıt faaliyet yürütücüsü konumuna gelmişsiniz. İşi gücü bunu dayatmak olan en tehlikeli bir hastalık, bir oportünist tarz olarak geliştiriliyor. Bu yaptıklarınızın faydası nedir desem, kendiniz de izah edemiyorsunuz. “Ben böyleyim, benden bu kadar, bundan daha fazlası olamıyor” diyorsunuz. Gözünüzü yere dike dike bir şey olamamanın, başaramamanın ve yaratamamanın -ki bunlar, ağzınıza bile almamanız gereken sözlerdir- kendiliğinden anlayışın ve onun çirkin pratiğinin sahibi olmak hoşunuza gidiyor. Tabii ki bu durumunuz, bizim çok iyi tanıdığımız toplumdaki yitik lümpenliktir. Hiçbir işe yaramayan kişiliğin içimizde bir kez daha kendini göstermesidir. Bu kişilik özellikleri yıllarca yoğunlaşarak tam bir irin halini almış. Bu kişilik bütün ıslah edici ve geliştirici çabalarımıza rağmen, parti içini neredeyse nefes alamaz hale getiriyor.
Rahatlıkla yapılabilecek bir işi bile bozmakla meşgul. Yine bu büyük şehitlerimizi anıyorum, en zayıf dönemde umudun bile ayakta tutulmasının en zor olduğu bir süreçte, hiçbir imkanın, olanağın olmadığı ve zindan gibi büyük vahşetin sürdürüldüğü bir ortamda bunların inançlarına, bağlılığına ve eşsiz direnme kişiliklerine bakıyorum; bir de neredeyse elini sallasa başarıya koşacak, her tür imkan ve ortama sahip olmasına rağmen kendini bile bile gelişmelerin önüne engel olarak dikenlere bakıyorum. Bu durum karşısında öfkelenmemek mümkün mü? Bu parti kimin partisi, hangi değerlerin partisi? Bu savaş kimin savaşı, savaşanlar neyin adına ve nasıl savaştılar? Tüm bunları mukayese ediyor ve isyan ediyorum. Bu pratiklerini tarz haline getirmişler, hak bellemişler. En küçük bir işin gereğine de ilgi göstermiyorlar. Örneğin eğitim diyorum, “pek önemli değil” diyorlar. Peki, devrimci pratik diyorum, “o da bizi tıkatıyor” diyorlar. Peki, öyleyse hazır olanı doğru dürüst koruyun, sizi yaşatan değerlere biraz değer verin diyorum, “o da tam istediğimiz gibi değil” diyorlar. Peki siz kimsiniz, nesiniz? Çok sınırlı bir ücret karşılığında bu halkın içinde on sekiz saat çalışmak bile bir nimet olarak görülürken, siz burayı ne sanıyorsunuz? İnsan, sırf ekmeğini kurtarmak için eminim ki, düzen dahilinde on beş saatten aşağı olmamak üzere çalışır ve bu da herkese nasip olmuyor. Sıradan bir ekmek kavgası peşinde olan kişilerin bile çok uzağında bir yaklaşımın sahibisiniz. Tabii bu büyük bir hastalıktır. Büyük devrimci pratiğe, devrimci anlayışa bu kadar hor bakan, bu kadar bitik yaklaşan kişi en büyük namussuzdur.
Moral açıdan, siyasi açıdan değerlendirirsek sapmacı, tasfiyeci bir güçtür. Hele ordu açısından bakıldığında tam bir ordu bozguncusudur ve saflarımızda bunlar çoktur. Şimdi işi öyle bir noktaya getirmişsiniz ki, “ne de olsa herkes birbirine benziyor” anlayışıyla sessiz bir uzlaşma gerçekleştirmişsiniz. “Sen bana dokunma, ben de sana dokunmam. Sen beni örtbas et, ben de seni, böyle sürer gider ve bu şekilde yürürüz” diyorsunuz. Bir halka en büyük kötülük böyle yapılır. Devletler, partiler böyle elden gider. Hele bırakalım bir savaşı kazanmayı, savaş kendiliğinden kaybedilir. Bunu daha fazla eleştirmek de istemiyorum. Bu bir eleştiri de değil, aslında açığa çıkarılması gereken bir suçunuzdur. Bizim büyük bir ihtimamla size tanıdığımız gelişme şansını istismar ediyorsunuz. Çok basit bir dünyanız var, büyük savaştan geçmemişsiniz. İdeolojik savaşın ne olduğunu bilmiyorsunuz, hiç oralı olmamışsınız, Acımasız imha savaşı nedir, onun da fazla farkında değilsiniz. Savaşta olanlar aslında bütün savaş yasalarının dışında kalmışlar ve birikerek neredeyse yığın haline gelmişler. İşte en temel problem budur. Sorun artarsa, bunun sahiplerinin hepsini kesip atarsın; bilimsel bir anlayışa meydan vermeyecek kadar önyargılı, dogmatik, bitik ve sorumsuz yaklaşımlar ancak böyle ortadan kaldırılır. Şunu her zaman söyledik, devrim davası büyük inanç, azim ve irade davasıdır. Bu davanın asgari gereklerine cevap olamayanların bir ajandan farkı yoktur.
Açık ki bizi biraz uğraştıracaksınız, ama bu kişiliğin bize karşı fazla dayanması da mümkün değildir. Biz bu kişiliğin yoksul olduğunu ve kendine gelme şansının fazla olmadığını düşünerek bugüne kadar böyle davrandık. Düşman karşısında eğilmişsiniz, her gelen ağzınıza vurmuş, ne beyniniz, ne yüreğiniz kalmış diye sömürgecilerin veya sizin artık tutum bellediğiniz durumlara girmedik. Özgür gelişme şansını ortaya koymak için böyle davrandık. Fakat siz ya bunun üzerine yattınız ya da bunu istismar ettiniz. Bizim bunu kabul etmemiz mümkün değildir. Bunun anlaşılabilmesi için teoriyi geliştirdim ve çözümlemelerde ortaya koydum. En son savaş ve yaşam konusundaki öykülerimizi de size çeşitli biçimlerde sunduk. Siz ise sandınız ki, ben de sizinle uzlaşırım, boyun eğerim. Tabii bunun mümkün olmadığını bilmeniz gerekir. Onun için sık sık vurguladım gibi, kişilik anlamında olsun, kurumsallaşma anlamında olsun Önderlik adı altında yürüttüğümüz faaliyetleri ve savaşımı tanımıyorsunuz. Hatta saygı düzeyinde bile gereklerini yerine getirmiyorsunuz. Sıradan bir insan kadar, hatta düşman kadar bile gereken ölçüyle yaklaşamıyorsunuz. Biz de, bu davranışları belki cahillikten ileri geliyordur, fazla terbiye görmemişlerdir, onun için üzerlerine fazla gitmeyelim dedik.
Ancak sonra bir baktık ki siz, bunu tam bir hak olarak bellemişsiniz. Hatta bazılarınız kendini dayatmayı sınır tanımaz noktalara; partiyi tanımamaya ve en kutsal değerleri hiçe saymaya kadar taşımış. Ne olursa olsun, kim olursa olsun gözünün yaşına bakmadan, neymiş, nereden gelmiş diye ayırt etmeden bu durumda olanların üzerine yürüyeceğimiz kesindir. Biz mücadele adamı olduğumuz için, gereken tedbirlilikle birlikte üzerinize geleceğiz. “Canım yandı, bu kadarına hazır değildim, şaşıyorum, ben de bu duruma nasıl geldim, bilmiyorum” demeniz bize göre küstahlıktır. Aslında yılları neden böyle kullandınız diye size daha sert yüklenmek gerekiyor.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER