SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT-I (18.BÖLÜM)
G- KÖLECİ UYGARLIĞA KARŞI DİRENİŞ VE REFORM
Uygarlığa geçişi değerlendirirken, en çok iki konuda değerlendirme ve çözümleme yapmaya çalıştık. Bunlardan ilki; birikmiş üretim araçları, özellikle verimli toprakların sulamaya açılması, tunçtan tekniğin kişi başına yol açtığı verim karşısında zanaatın gelişmesi ve zincirleme bir nüfus büyümesiyle şehir tipi yerleşme biçiminin ortaya çıkmasıydı. Fiziki anlamı dışında, bu tüm toplum yapısın da bir devrim anlamına gelmektedir. Küçük birimlerden oluşan kabile ve soy yönetimi, şehir için geçerliliğini uzun süre ayakta tutamazdı. Üretim tarzı buna elverişli değildi. İş sürecinin farklılaşması, soy örgütlenmesinin dağılmasını beraberinde getirdi. Tarım ve çobanlığa denk gelen kabile tipi örgütlenme, zanaat ve tarımın iş bölümü karşısında aşılmak durumundaydı. Şehir devriminin maddi gerçekliği özünde budur. İkinci önemli husus; bu maddi üretim biçimindeki değişikliğe zihnen hazırlık sorunudur. Kırsal alanın serbestliğe oldukça elveren üretim tarzı, şehir koşullarında sürdürülemezdi. Tapınağın aynı zamanda bir üretim merkezi rolüne sahip olması nedeniyle, çalışan üzerinde yönetim gücünü de oluşturmak zorundadır. Bir nevi emekçisini yaratmak, onun tüm zamanını planlamak, yapacağı iş için eğitmek durumundadır. Bu konum tam bir zihniyet devrimini gerektirmektedir. Kabile tarzı yaşamdan koparılan kişi şehir ortamında tam bir boşluğa düştüğü gibi, fiziki varlığını sürdürmesi için ikna edilmesi gerekir. Yalnız başına çıplak zor, bir hayvanı bile uzun süre ağılda tutamaz. Kabile özgürlüğünü tüm benliğinde yaşayan birinin şehir ortamında yaşamaya ikna edilmesi ve neredeyse fiziki zorunluluklar dışında tüm zamanını üretime koşturması, çok çarpıcı bir ikna olayına, ideolojik değişime ve zihniyet devrimine ihtiyaç duyar. Tapınak rahibinin neden hem üretim yönetimini hem de yeni ideolojiyi iç içe birlikte yaratmak ve yürütmek zorunda olduğunu somut çalışma ve yaşama koşulları belirlemektedir.
Sümer ve Mısır ilk uygarlıklarının biçimlenmesi bu gerçeklikle yakından bağlantılıdır. Bu gerçeklik bize rahibin varlığını şart kıldığı gibi, ideoloji üretmek ve eğitmek konusunda büyük çaba harcamak zorunda olduğunu, siyasal olgu kurumlaşmadan ve krallık ortaya çıkmadan önce onun varlığına öncelik tanıdığını iyice açıklamaktadır. Öyle bir inanç sistemi oluşturulmalı ki, sonsuz inandırsın, itiraz payı bırakmasın. Yeni üretim sistemi böyle güçlü bir inanç sistemi olmadan yürütülemez; sadece zor ancak ölümü getirir. Sümer mitolojisi ve dininin büyüklüğü, ilk defa “köleleştirilen” insanı ikna etme gücünde yatar. Rahiplerin yarattığı ideolojik veya diğer deyişle mitolojik ve dini sistem o kadar güçlüdür ki, tüm uygarlık çağlarını günümüze kadar taşırmayı mümkün kılmakta en büyük payın sahibidir. Sümer teolojisi (tanrılar bilimi) olmadan ne tek tanrılı dinler ne Hint ne Grek-Roma mitoloji ve dinleri mevcut biçimde ortaya çıkabilirlerdi. Çünkü tarih bu alanda da Sümer’le başlar ve sonrasını koşullandırır. Genelde zihniyet ve ruh gelişimini, özelde mitoloji ve din yapılarını incelemek henüz gelişmemiş bir bilimdir. Din, bir dinin mensubu olmak veya reddetmekle sınırlandırıldığı için günümüzde verimsizdir. Bunun yerine okutulan kuru sosyoloji, gerçeğin sofistike (nötr bilgiçlik) edilmesinden öteye bir anlama sahip değildir. Gırtlağına kadar metafiziğe batmakla ters konuma, salt maddi koşul tahlillerine girişmek, gerçekliği çarpıtmada aynı sorumsuzluğa götürür. Günümüzde zihniyet, felsefe, hatta bilim eğitimi bu hastalığı derinliğine yaşamaktadır. Bu saptamayı şunun için yapıyorum: Sümer tapınağında olup biteni anlamadan, günümüzü anlamak mümkün değildir. Camiyi, kiliseyi, havrayı, tüm sanat merkezlerini, hatta üniversiteyi tanımak da mümkün değildir. Ziggurat bize çok eskiden, günümüz ölçülerine göre komik bir düzen gibi gelebilir.
Ama hiç unutmamak gerekir ki, binlerce uygarlık kurumunun döl yatağıdır, zihniyetin gen yapıcı merkezidir, “Allah’ın kulu”nun yaratıldığı ilk ibadet yeridir, ilk konservatuar ve konser merkezidir, ilk üniversitedir, ilk tanrı ve tanrıça evidir, ilk özel ve genelevdir. Kısaca uygarlığın gözde temel kurumlarının yapım, yaratım, kimlik, ad verme merkezidir. Mısır’dakiler dahil, daha sonraki tüm tapınaklar, okullar ve salonlar bu modelin geliştirilmiş biçimleridir. Bu gerekçelerle Sümer tapınağında olup bitenler, gerçekleştirilenler, tarih ve toplum bilimi eğitiminde derinliğine ele alınmadıkça, gerçek bir tarih ve toplum bilincine ulaşılamaz. Bu kısa değerlendirme bir Sümeroloji tanımı olmadığı gibi, hele onun kapsamlı anlatımı hiç değildir; sadece bir gereksinimi hatırlatmak içindir. ABD üniversitelerinde son dönemde gittikçe ilgi konusu olması, bu gereksinimin farkına varmalarından ötürüdür. Sümer mitolojisinin tanrılar düzeninin “kul”u yaratması, en büyük icatlarından biridir. Çünkü en temel üretim aracı bu köledir. Bir tekerin, bir baltanın ne kadar zor, belki de binlerce yıllık insan deneyimimin sonucu yaratıldığı göz önüne getirildiğinde, “köle” aracının yaratım öyküsünün daha da incelemeye değer bir husus olduğu kabul edilecektir. Daha sonra köylü serfin ve fabrika işçisinin ne anlama geldiğini, adına neler yapıldığını bilince çıkarttığımızda, tarihin en uzun süreli, acılı ve zahmetli bu “kul düzeni”nin anlamını daha iyi çıkarırız. Bir tek piramidin veya antik kentin kuruluşunu göz önüne getirdiğimizde, gerçekleştirilen işin büyüklüğü ve dehşeti daha iyi hissedilecektir. Tarih ve toplum biliminin asıl görevi, bu gerçekliği “bilince çıkarmak, ruha hissettirmek” tir. Kul zihniyetinin yaratımı ve sürdürülmesi sınıflı toplumla birlikte daha da önem kazandığı gibi, bu iş günümüzde daha ince bir mühendisliğe varırcasına pekiştirilerek yürütülmektedir. Burada zihniyet, ruh, bilinç analizleri yapmayacağım.
Ama toplumların bu yanlarını ortaya koymadan da tarih süreçlerini doğru ortaya koymak kolay ve doğru olmayacaktır. Bundan önceki bu hususlara ilişkin anlatımlarım, bu ihtiyacı en azından “tanımlama” düzeyinde gidermeyi amaçlamaktadır. Her tarihsel ve toplumsal biçimlenmede olduğu gibi, köleci sınıf toplumunun da bizzat insan pratiğiyle oluşum, kurumlaşma ve çok çeşitli koşullarda uyarlanmalardan sonra değişim ve dönüşüme zorlanması doğası gereğidir. Tarihsel maddecilik hiçbir biçimin kalıcı olmadığını, “zamanın keskin bıçağıyla maddesini doğrayarak” yeniyi yaratma işinin asıl olduğunu bize öğretmektedir. Bilimin alana ilişkin görevlerini henüz tam yapmak şurada kalsın, büyük çarpıtmaları bile aşamadığı, ancak ortaya bilgi malzemesini yığdığı, konumuza ilişkin bizim yapabileceklerimizin bir tanımlama denemesini aşamayacağı açıktır. Ama yine de önemli bir görevim olduğundan her zaman ilgilendim; yanlış veya doğru, dile geleni önemli buldum ve söyledim. Köleci uygarlık sisteminin M.Ö 2000’lerde 3. Ur Hanedanı v e Orta Hanedan ’la yaşadıkları, bir restorasyon denemesidir. Sistemin çelişkileri iç ve dış karakterli olarak sürekli büyümektedir. Sargon’un acımasız ve zor deneyimleri, sistemi dışarıya taşırma çabaları, sülalesinin yüz yıldan daha fazla sürmesine imkân vermemiş, aynı zorbalıkla tasfiye olmaktan kurtulamamıştır. Orta Hanedanın ömrü de çok kısadır. Sistem eski tarz sürdürülememekte, restorasyon ise öze ilişkin olmadığından uzun ömürlü olamamaktadır.
Tanrı-krallar dönemi eski kutsallığına ve inandırıcılığına sahip olmakta zorlanmaktadır. Zorlanmanın kaynağı hem içte hem de dıştadır. İçte eyalet veya şehir yöneticileri kral modeline göre büyüdüklerinden sık sık bağımsızlığa çabalamakta, bunun için dışarıda sayısı oldukça fazlalaşmış ittifak unsurlarını bulmaktadır. Uzun deneyimle tanrı kral düzeninin bir insan düzeni olduğunun farkına varılmaktadır. Zihniyet değişikliği adım adım gelişmektedir. Rahip-kral çelişkisi baştan beri vardır. Birçok hanedan değişikliği rahip tapınaklarında gerçekleşmektedir. Önem kazanan eyaletler ve şehirler sürekli güç artırımı ve istemi peşinde koşmaktadır. Yalnız başına yapılan dev mezarlar ve kralların ölümüyle birlikte maiyetinin tümüyle diri diri mezara konulmaları en büyük inanç ve zihniyet devriminin de zeminini hazırlamakta ve bunun birikimine yol açmaktadır. Gelişen ve bol ürüne yol açan teknik, bizzat köle varlığı nedeniyle kullanılamamakta, bir kenara bırakılmaktadır. Zaten neolitiğin yarattığı tüm üretim araçları üzerinde hakimiyet ilişkisinin kurulmasıyla bir tutuculuk sürecine girilmiş, zanaatkarın özgürlüğü büyük oranda kısıtlanmıştır. Kendi koşullarında o da ya sarayın ya tapınağın mülkü konumundadır. Eski özgürlük günlerinin bile çok uzağında kalmıştır. Kendisi için çalışamamaktadır. Üretimle ilişkisi olmayanların sayısı giderek artarken, üretenler ürünün sonuçlarından mahrum bırakılmaktadır. Zihniyet devrimi ve isyanların sınıf temelinde bir genişlik, açılım görülmektedir. İçine sokulan cendere her geçen önemli süreçte daha da zorlanmakta, inanç malzemesine kuşku artmaktadır. Tanrıların bu kadar vicdansız olmamaları gerektiği artan tempoda zihinde ve ruhlarda yankı bulmaktadır. “Ya lvarma ve isyan” duyguları, derin “acı” mırıldanmaları giderek tahammülsüz bir hal almaktadır. Sistemin “Eyüpler”i çoğalmaktadır. Acı ve sabrın peygamberi Eyüp, ruh ve zihniyet yapısındaki tarihi değişikliğin peygamberidir. Bu süreci temsil etmektedir.
Dışarıdan başkaldırı ve karşı saldırı olanakları daha da çoğalmıştır. Arabistan çölünün Semitik kabileleri iki koldan, Kenaniler ve Amoritler olarak doğudan ve batıdan, daha Sümer ve Mısır’da uygarlık tam şekillenmeden buralara sürekli akın halindeydiler. Aryenler, tüm kuzeyin dağlık ve verimli ovalarına ve ormanlarına sürekli saldıran “emperyalizme” karşı, onlardan iyice öğrendikleri ve bolca kendi maden yataklarından elde ettikleri silahlarla artık savunma ve saldırı yapabilecek koşullara sahip bulunmakta; iç müttefiklerle sık sık hanedan değişikliğinde rol almakta, bizzat kendilerinden hanedan kurmaktadırlar. Gutiler, Akadlar, Kassitler, Hiksoslar bu gelişmenin tarihe iz bırakan örnekleridir. Genelde bir “kabileler federasyonu” cephesi her tarafta kurulmakta, köleci emperyalizme karşı ar_tan bir direnişi yaşama geçmektedir. Bu direniş süreci birçok yeni devletçik oluşumuna yol açmaktadır. Bu durum sistemin daha da zayıflamasına yol açarken, kendini koruması için daha da saldırganlaştırmaktadır. Babil ve özellikle Asurlular dönemi Sargon’u aratmayan Hammurabi’yle başlayan ve Assurbanipal ile sona eren (M.Ö 1900- 625) 1300 yıllık saldırı konumlarıyla Ortadoğu’nun tüm etnik yapılarını dehşete boğmuşlardır. Altüst edilmeyen etnik yapı neredeyse kalmamıştır. Her taraf dehşet içinde ve acıyla inlemektedir. Tarihin en büyük inanç çağıyla zihniyet çağının toplumsal zemini alabildiği_ne genişlemiş olarak açılırken, büyük inanç sistemlerinin ve ruh isyancılarının öncüleri olan büyük peygamberler ve tek tanrılı dinler dönemi de artık kendini giderek dayatmaktadır. Mesih (Kurtarıcı) fikri her geçen gün artan bir beklenti olarak zihinlere yerleşmektedir. Sadece inanç değişikliği değil, artık tanrı-kralları iyice tanıyan ve kendileri gibi insan olduklarını anlayan, mitoloji ve teolojiyle yetinemeyen, onlardan kopan zihnin, felsefi düşüncenin de kendini dayattığı tarihi döneme girilmektedir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER