SAÇLARIMIZ İSYAN BAYRAĞIMIZDIR, AHLAKIMIZ ÖZGÜRLÜĞÜMÜZDÜR
Önder Apo, 21.yüzyılın kadın özgürlük yüzyılı olacağı tespitini yaptı. Kadın özgürlük hareketi olarak bizler de bu hakikati görünür kılmak için mücadelemizi büyüterek yaygınlaştırmayı esas aldık. Zira her hakikatin gerçekleşmek için hakikat aşıklarına ihtiyacı vardır. Kürt düşmanları da saldırılar yaparak, soykırım uygulamalarıyla, insanlık dışı siyaset tarzı ve öldürmeye dayalı erkek egemenlikli zihniyete sonsuz tolerans göstererek 21. yüzyılın kadın özgürlük yüzyılı olmaması uğraşı içindeler. Kadın özgürlüğü, Önderlik paradigmasının omurgasıdır. Çünkü dünyadaki tüm demokratik ve ekolojik hareketlerden en büyük farkı kadın özgürlüğünü, mücadelesinin kök hücresi olarak ortaya koymasıdır.
Bilinmektedir ki erkek egemenlikli sistemlerin kendilerini var ettikleri ve yükselttikleri zemin kadın düşmanlığı, doğa düşmanlığı ve özgürlük düşmanlığıdır. Hiçbir doğal, toplumsal, özgürlüksel zeminde erkek egemenliği ve onun yarattığı kölelik yetişmez. Erkek egemenlikli sistemler de, tüm sistemler gibi kendilerini dayandıracak sahte ve yalana dayalı tarihler inşa etmekle birlikte, tüm güçlerini binlerce yıldır kadına yönelik sistemsel düşmanlık yaratmaya adarlar. Beş bin yıllık tarih boyunca yapılan da, kadına darbe vurarak, kadını öldürerek, kadını denetim altına alarak, hapsederek, kadını ikinci cins olarak ele alıp metalaştırarak kendi sistemlerini inşa etmektir. Önder Apo bundan dolayı kadının metaların kraliçesi haline getirildiğini belirtir.
Erkek egemenlikli akıl mitoloji, din ve bilim yöntemlerini kullanarak evrensel hakikati altüst etmeyi ve kendi egemenlik çıkarları için yeni dünya-öte dünyalar inşa etmeyi esas almıştır. Tarih boyunca cinsiyetçilik, dincilik, milliyetçilik ve bilimcilik yöntemlerini kullanarak toplumun zihniyet kodlarına saldırmış ve egemenlikli sistemleri inşa etmişlerdir. Mitolojik inşanın bir üst aşamaya çıkarılmasıyla ortaya çıkarılan tek tanrılı dinlerin gelişimi, yükselişi ve yayılışı, tümden kadın özgürlüğünün yok edilmesi, erkeğin ve erkekliğin yüceltilmesiyle sistemleşmiştir. Tüm tek tanrılı dinlerde erkek kutsaldır, erkeklik kutsaldır, erkeğe ait her zerre tanrısal değerdedir. Bu icatlar kendiliğinden gelişmemiştir. Kadın sisteminin bir grup erkeğin saldırısı sonunda alaşağı edilmesi meselesi değildir. Tüm bunlar doğal toplumda kadının kutsal olması, kadınlık değerlerinin kutsanması, kadına ait tüm değerlerin tanrıçayla bütünlük içinde değer görmesinin tam tersini inşa etme amacıyla icat edilmiş olgulardır. Merkezi uygarlık tarihinde, kadına yönelik saldırılar yapısal ve süreklidir. Kadına yönelik hiçbir saldırı kendiliğinden ortaya çıkmamıştır, doğal bir durumun sonucu değildir ve doğal sonuçlar da yaratmamaktadır.
İslamiyet dahil tüm tek tanrılı dinler kadın karşıtıdır
İslamiyet de son tek tanrılı din olarak erkek egemenliğinin en olgunlaşmış, ustalaşmış ve kemikleşmiş sistemini temsil etmektedir. Kuşkusuz İslamiyet içinde demokratik öğeler de ortaya çıkmış, dinsel dogmatizme karşı duran, kendine yeni yol (tarikat) yaratan kesimler, muaviye çizgisine karşı direnen Hüseyni çizgiler olmuştur. Ancak özsel olarak tek tanrılı dinlerin dayandığı emperyalist erkek egemenlikli zihniyetin somutlaşması olduğundan, bu din de başka bir şey ortaya çıkarmış değildir. Ve neredeyse hiçbir akım da tek tanrılı bir din olan İslamın kadın karşıtlığından, kadını ikinci sınıf gören, erkeği yücelten maddi zemininden kendini koparamamıştır.
Bugün ulus devletlerde kadın değerlerine yönelik saldırılar üst boyuttadır. Bunu sadece İslama ya da daraltılmış olarak siyasal İslama bağlamak da yeterli değildir, farklı örnekler de mevcuttur. İslami kaidelerin esas alınarak DAİŞ’in, kadınlara yönelik insanlık dışı uygulamalarının, bu yüzyılda bile bin yıl öncesine gidecek düzeyde bir geriliği temsil etmesi de durum hakkında bilgi verecek bir örnektir. Bunu en iyi bilen Ezîdî kadınlardır. Çünkü gizleyemedikleri vahşi egemenlikli yönlerine tanık olan ne yazık ki, kendi kültürleri, inançları için direnen, kaçırılan, insanlık dışı birçok saldırıya maruz kalanlar yine onlardır.
Kadın düşmanı sistemlerden söz ederken DAİŞ örneği verip onun gibi olmayanları aklayıcı yaklaşıma düşmek de girilen başka bir yanılgı olmaktadır. Son haftalarda Ortadoğu’da yaşanan toplumsal serhildan hareketleri de bunu iyi açıklamaktadır.
Rojhilatê Kurdistan ve İran’da Jîna Emînî’nin sistem polislerince katledilmesi ardından yükselen serhildan dalgası ciddi sosyolojik tahlilleri de beraberinde getirmektedir. Toplum kadına, genç kadınlara, kadınların temsil ettiği değerlere, kadın tarihine ve kendi özgürlüğüne sahip çıkmaktadır. Toplum içinde kadınlar tüm kadın değerlerine sahip çıktığından, sonu idam bile olsa sokaklara çıkarak seslerini yükseltmişlerdir. Kiminde de yaşadığımız yüzyıla bakarak hala kadınların başının örtülmesinin ölüm sebebi olmasına şaşılmaktadır. Oysa ki kadınların ölüm sebebi salt bu değilken, aynı zamanda bu durum salt İran’da değil birçok İslam ülkesinde, İslami gelenekte böyledir.
Yine bu duruma kendilerini özgürlükçü-laik-gelişmiş gösteren-gören batı ülkelerinin yaklaşımı ise tam bir uzlaşma tarzındadır. Batı dünyası bunun en pragmatist temsilcisidir. Afganistan’da iktidarın Taliban rejiminin eline geçmesi ardından kadınların uğradığı saldırılar, gösterdikleri direniş ve ölümü göze alarak yürüyüş ve eylemler düzenlemeleri büyük bir özgürlüksel duruşu ifade etmektedir. Buna mukabil, özgürlükler ülkesi sanılan kimi ülkelerin kadın temsilcilerinin meşru bile olmayan bu rejimle görüşmeye gitmesi, üstelik giderken türban takması da yalancı ve sahte erkek sisteminin batıda kadını düşürdüğü durumu ve kölelik düzeyini göstermektedir.
Başka bir örnek de Türkiye’den vermek gerekir. Son günlerde Türkiye’de CHP öncülüğünde ortaya atılan türban tartışması da erkek siyasetin ikiyüzlülüğü ve çıkarcılığını göstermektedir. Zira, moda dahi olsa birçok insanı etkileyen durumlar, -ki modanın kendisi faşizmdir- siyaset adına ortaya atılmakta ve toplum bilinç yetersizliği oranında bu tuzaklara çekilmektedir. Doğaldır ki, demokratik siyasetin gereği, sırf muhalefet etmek ya da AKP’den daha ‘duyarlı’, daha ‘İslami hassasiyetleri gözeten’ vesaire görünmek adına bu tarz tekliflere olumlu bakmak değil, doğru siyaset yapma cesaretini göstermektir. Dolayısıyla salt radikal dinci ya da siyasal İslamcı kesimler değil, tüm erkek eksenli siyaset tarzının kadına yaklaşımı aynıdır.
CHP bir yandan laiklikten dem vurup her türlü batıcı modernist öğelere kucak açarken, bir yandan da oy kazanma amacıyla kendince dini değerlere de sahip çıkarak oy toplamaya çalışmaktadır. Ancak CHP’nin doğu-batı sentezi yapabilecek ne gücü, ne aklı ve ne de iradesi vardır. Bu anlamda siyasetin erkek egemenlikli akıl doğrultusunda yürütüldüğünü ve bunun da kazandırmayacağını baştan belirtmek gerekir. Türkiye’de AKP’nin bile artık gündem etmediği bir konuyu, sırf siyasal kazanım adına gündeme getirmek, Türkiye’nin ya İran’a ya da DAİŞ’e doğru bir adım daha yaklaşmasından başka bir durum olamaz. Öyle bir muhalefet ki, toplumsal özgürlükleri değil iktidarı örnek aldığını her adımında ilan ediyor. İran’da kadınlar başörtüsü takmama eylemleriyle rejimi sarsarken CHP başörtüsü yasasını özgürlük diye halka ikram ediyor! Bu yaklaşım, bir anlamda İran ulus devletini koruma girişimidir de. Bir ulus devletçi reflekstir, milliyetçi bir adımdır. AKP iktidarı uçaklarla Kürtleri vurarak İran’a desteğini sunarken, CHP de bu tarz gündemlerle desteğini eksik etmediğini göstermektedir. Toplumdan bihaber oluş denemeyecek kadar bilinçli atılan bu adım, İran’da yükselen kadın gücüne karşı TC’de bazı kesimlerin tedbir alması, kadınların önünü alma, başını bağlama olarak okunmalıdır. Bunu desteklemenin de hiçbir siyasal anlamı yoktur.
Kuşkusuz din, islam, kadın ya da özgürlük konusu tarihsel olduğu kadar günceldir de. Günlük, anlık olarak tüm yaşamımızı, geleceğimizi, mücadelemizi etkilemektedir. Bu anlamda doğru demokratik tutumu geliştirmekle, yanlışı eleştirmek ile muhalefetin tuzaklarına düşmek arasında doğru tercihler yapmak gerekmektedir.
İran’da gelişen serhildanlar köklü bir değişim istendiğini göstermektedir
İran İslam Cumhuriyeti’nin, Jîna Emînî adlı genç Kürt kadınının katledilmesi ardından yükselen Jin, Jiyan, Azadî serhildanlarıyla sarsılması tesadüf değildir. Kadınlar ve tüm toplumsal kesimler bu serhildanlarla Rojhilatê Kurdistan ve İran’da rejimin kendini düzeltmesini ya da kısmi yenilikler yapmasını beklemiyor, istemiyor. Bunca bedeli göze alarak girişilen serhildanlar köklü bir değişim istendiğini göstermektedir. İran rejiminin de pervasız saldırıları, bu istemi doğru anladığını göstermektedir. Rejim öyle öfkelenmiştir ki, kadınların adının anıldığı sloganlara tahammül edememektedir. Azerbeycan ve Belucistan halkı bunun büyük ve onurlu bir örneğidir.
Belucistan halkı “Kürdistan’dan Belucistan’a “Jin, Jiyan, Azadî” sloganı atarak hem Kürdistan’daki eylemleri selamladı, hem de Jin, Jiyan, Azadî talebine ortak oldu. Eylemcilerin hemen hepsi erkekti, ancak sloganları kadın özgürlük değerlerini sahiplenme temelindeydi. İlham aldıkları kadın değerlerini inkar etmiyorlardı. Erkek egemenliğinden taviz vermeyi düşünmeyen İran rejiminin öfkesi de bundan dolayı büyük oldu. Bu eyleme İran rejiminin verdiği karşılık soykırım oldu. Nasıl ki, erkek egemenlikli tanrılarda insanlar korkutulduğunda, tanrıların gazap yağdıracağı belirtilir, İran’ın Belucistan’a saldırısı da adeta tanrıların kullarına gazap yağdırması şeklinde oldu.
Bilinmektedir ki erkek egemenlikli hiçbir sistem inşayı, kuruculuğu, yaratıcılığı bilmez. Bu konularda hep acemi, hep yarım, hep eksiktirler. Erkek egemenlikli sistemler yıkmayı, bozmayı ve yoketmeyi bilirler. Belucistan’da İran’ın gösterdiği de bu oldu. 100’e yakın insanın katledildiği, 300 insanın ağır yaralandığı bu saldırılar, insanlık tarihine yazılacaktır. Bu katliam, İran İslam rejiminin kendi varlığında büyük çatlaklar açacak bir saldırı olmuştur. Zira, hiçbir halk, bir anda 100 insanının öldürülmesini, yüzlercesinin de yaralanmasını olağan göremez, kabullenemez, hoş göremez.
İran İslam rejimi giderek yükselen Jin, Jiyan, Azadî serhildanlarının kendi sonunu getirmeye doğru evrildiğini görmektedir. Ülkede bugüne kadar gelişen en kapsamlı protesto eylemlerinin kadın öncülüklü olması, bir Kürt kadınının bu eylemlere vesile olması, tüm erkeklerle birlikte toplumun Jin, Jiyan, Azadî sloganlarını yükseltmesi rejimin tahammülsüzlüğünü artırmıştır. Kadınların ısrarı, öfkeyle eylemlere girişmeleri, ölümü göze almaları, her yerde rejime karşı taleplerini dillendirmeleri, tüm İran eyaletlerinde eylemleri yükselterek öncülük yapmaları, kadınların özgürlükte ısrarlı olduklarını gösteriyor.
Kuşkusuz kadınların istemi yeniden Şahlık rejimine dönmek ya da başka bir egemenlikli gücün gölgesine sığınmak değildir. Bundan dolayı İran’da yükselen kadın öncülüklü eylemleri doğru okumak ve doğru değerlendirmek gerekir. Değişim istemi geriye doğru olmaz. İleriye, iyiye, doğruya ve güzele doğru olur. Halkın ve kadınların, İslam rejimini kurarken reddettikleri Şahlığı tekrar istemedikleri açıktır. Ancak bir kesimin çıkarları temelinde bu durumlar gündeme gelmekte, dışa bağımlı bir siyasi çizgiyi de temsil etmektedir. Dolayısıyla, kadınların ve halkın istemlerinin köklü paradigmatik değişim olduğunu görmek ve ona göre yaklaşmak gerekir.
İran İslam rejimi bir Kürt kadınını katletmekten pişman değildir, bunu bir suç olarak da görmemektedir. Halk içinde geliştirdiği ajan sistemiyle halkı birbirine düşman haline getirmek için 40 yıl boyunca uğraştığı halde, böyle bir sonuçla karşılaşmak rejimde bir sarsılma yaratmıştır. Bu serhildanlara bir Kürt kadınının vesile olması da rejimin Kürtlere karşı öfkesini artırmıştır. Kendisi inkarcı, soykırımcı ve tekçi bir rejimdir. İran İslam rejimi, 40 yıldır zor ve şiddet ile, kendi sistemini dayayacağı toplum içinde kimi kesimler oluşturmasına rağmen, 40 yılın sonunda temellerini sarsan özgürlük eylemleriyle karşılaşmıştır. Mollalara dayalı erkek egemenlikli bu sistemin hiçbir garantisi yoktur. Serhildanları bastırarak da mevcut rejimin sürdürülebilirliğini sağlayacağını sanmak, rejim açısından büyük yanılgı olacaktır.
Ancak baskıcı erkek egemenlikli rejimleri değerlendirirken salt peçeyle, kadınların yüzünü kapatmakla sınırlandırmak, köleliği salt bu şekilde görmek de eksik bir yaklaşımdır. Derinlikli değil şekilsel bir yaklaşım olacaktır. Kuşkusuz kadının başını kapatmak onu metalaştırmak, mülkleştirmek olduğu kadar aklını-yüreğini-gözünü kapatmakla, onun en doğal haklarını ve özelliklerini ortadan kaldırmaya çalışmaktır. Ancak özgürlük-kölelik konusu salt bununla ilgili değildir. Örneğin Türkiye’de türban zorunluluğu yoktur, geçmiş dönem Kemalist uygulamalar AKP döneminde zaten yeterince ele alınmış, içi boşaltılmış, İhvancı uygulamaların kapıları sonuna kadar açılmıştır. Hiçbiri özgürlük adına da olmamıştır. Ancak bugün kadının geldiği durum tüm olumluluklarına rağmen eleştireceğimiz, özgürlüğe epey mesafesi olan bir durumdur. Dahası, salt kadının değil tüm toplumun geldiği düzey, itildiği tekçilik çıkmazı, sürüklendiği anti demokratik tarz, tam bir erkek aklının inşasının sonucudur. Toplum, tüm kadın değerleriyle, tüm ahlaki politik değerleriyle birlikte, tüm tarihsel hakikat gücüyle birlikte ezilmekte, yok oluşa sürüklenmektedir. Kadınlar belki sistemsel olarak zorla başını örtmemektedir, ancak her gün kadınlara hakaret edilmektedir, sistem dayatmasıyla kadınlar açlığa, yoksulluğa, baskı ve işkenceye maruz kalmakta, katledilmekte, tecavüze uğramakta, damlardan atılmakta, ölümü dahi reddedilmektedir. Toplamda erkek egemenliğinin her türlü kadın kırım uygulamasıyla karşı karşıya gelinmektedir.
Türkiye’de cumhurbaşkanı denilen kişi kadınlara cinsiyetçi, erkek egemenlikli küfürler etmektedir. Genç kızlar tecavüze uğramakta, katledilmekte, yaşlı analar-neneler zindana konulmakta, adeta her yaştan kadından intikam alınmaktadır. İktidar ortağı yandaşı olduğunu açık açık söyleyen, faşist çete üyeleri kadınlara tecavüz etmekte ve katletmektedir. Tüm bunlar faşist erkeklik uygulamalarıdır. Hepsinin bütünde, toplumda yarattığı bir karşılık vardır. Bugün İran’da atılan sloganların azı bile Türkiye’de atılamamaktadır. Kuşkusuz serhildan anları, sistemlerin temellerinin olabildiğince sarsıldığı anlardır. Ancak Türkiye’de tek adamcılık öyle bir oturtulmuştur ki, herkes yanıbaşında bir tek adam görmektedir, her erkek kendini bir tek adam olarak konumlandırmakta, her kadının ya da kadınsılaştırdığı erkeğin-çocuğun-olgunun-nesnenin karşısında egemenlik-erkeklik-tecavüzcülük kurgulamakta ve pratikleştirmektedir. Tüm bunlar için kuşkusuz salt İslamcı olmaya gerek yoktur. Çünkü tüm bunlar muhalefetin gözleri önünde ve ortaklığında yapılmış olan uygulamalardır. Bu tür uygulamaları İslama dayandırarak yapan sistemler de, İslama dayandırmayıp farklı yöntemlerle yapan sistemler de özünde erkek egemenlikli, kadın düşmanı, toplum düşmanı sistemlerdir.
Kadınlar öncülüğünde tüm toplum bugün eylemleriyle İran İslam rejiminin “ahlak polisi” dediği sistem kurumlarını reddetmektedir. Çünkü erkek egemenlikli rejimin yaşayacağı, koruyacağı ve de kadına dayatacağı bir “ahlakı” yoktur. Bu rejim zaten erkek egemenlikli olduğu için bir ahlaksızlık ifade etmektedir. Kadınlar bunu bilmekte ve reddetmektedir. Kadınlar rejimin “ahlak” diye dayattığının kölelik kuralı olduğunu, erkek egemenlikli molla rejiminin yasası olduğunu, ahlakın özgürlükle ilgili olduğunu bilmektedir.
Kadınların temel slogan Jin, Jiyan, Azadî oldu
Kadınların bu bilinci, kuşkusuz rejim uygulamalarının sonucu bir refleks olarak da değerlendirilebilir ancak özü, özgürlük bilincinin henüz yitirilmemiş olmasıdır. Bundan dolayı, bu eylemlerin temel sloganı Jin, Jiyan, Azadî oldu. Kadınlar, kendilerine ahlak diye dayatılan başörtülerini fırlatıp attılar. Bayrak yapıp salladılar. Bu kumaşları sallayarak herkesi eyleme kaldırdılar. İlginçtir Raqqa’nın kurtuluşundaki görüntülerin daha kitlesel olanlarına tanık olduk. Yine kadınlar, kendilerine ahlak diye dayatılan saçlarını kesip isyan ve özgürlük bayrağı yaptılar.
Tüm dünyada kadınların saçlarını kesmesi kolay hazmedilecek bir durum da değildir. Kadınların saçları, salt bir beden parçası olmanın ötesinde bir kültürü, estetiği, anlamı kendinde taşımaktadır. Girê Cûdî direniş alanlarında kadın arkadaşların saçları da böyle bir anlamla tarihe geçmiştir. Girê Cûdî’de kadın yoldaşlarımızın düşmanın yoğun bombardıman ve kimyasal saldırılarından yıpranan, parçalanan ve saçlarının, yandığını, eridiğini gören erkek yoldaşlar irkilirler. Bu durum kadın arkadaşlarımızı da çok etkiler. Zira kızgın savaş ortamındadırlar. İnançları yüksektir. Hiçbir dinde olmayan ve olamayacak kadar yüksek bir inançla direniştedirler. Böyle bir durumda yol arkadaşlarının etkilenmesini, irkilmesini, üzülmesini istemezler. Oturup tartışırlar ve hepsi saçlarını keser. Tabi bu durum erkek yoldaşları daha fazla etkiler. Ardından erkek yoldaşlar, kadın yoldaşların saçlarının intikamını almaya yemin ederler.
Kadim Kürt kültüründe “Kezî kur-por kur” demek büyük bir acıyı ifade eder. İçinde büyük öfke barındırır. Büyük bir yas ve acıyı ifade eder. Bir kadının örüğünü kesmesi, felaket işaretidir. İsyan sebebidir. Bugün işte bu isyan ve öfke büyümüş ve tüm dünyaya yayılmıştır. Dolayısıyla bizim için de kadınların saçlarının her bir teli, intikamlarını alma ve özgürlüğü büyütme vesilesidir.
Kadınların tanrıçalar çağından bu yana, bilinçlerinde, ruhlarında, yüreklerinde taşıdıkları Jin, Jiyan, Azadî bilinci uzun dönem bastırıldı, katledildi, yok sayıldı, soykırımlardan geçirildi. Ancak bu bilinç yok olmadı ve Jîna Emînî’nin katledilmesine tepki olarak patladı. Bu bilinci kadınlar canlı tutmaktaydı ve bunu zaten eylemleriyle de ortaya koydular. Ancak bu bilinç salt kadınlarla sınırlı kalmadı, tüm toplum bu bilinci tümden yitirmediklerini eylemleriyle ortaya koydu. Saqiz’dan başlayan bu slogan adeta fısıltıyla söylenen sihirli bir sözün dalga dalga yayılarak büyümesi, yankılanarak çoğalması, her yere ulaşması, sağır kulakları da açarak onların yüreğine dokunması gibi bir sinerji yarattı. Saqiz’dan başlayan bu sihirli yaşam sözü Kirmaşan, İlam, Urmiye ve Sine’ye yayıldı, ordan ülkenin tüm eyaletlerine yayılarak taa Belucistan’a kadar ulaştı. Herkesin yüreğinde gömülü olan özün üzerindeki toprağı kaldırdı. Herkesin yüreğinde saklı olanı açığa çıkardı, harekete geçirdi, görünür kıldı. Bu eylemlerde birçok insan hayatını kaybetti ama bu eylemler kendisiyle birlikte tüm dünyada kadın değerleriyle örülen bir güzellik yaratma umudunu yarattı.
Bu eylemlere tarihsel bilinç yaratan, cesaret veren tüm Kürdistan kadın özgürlük şehitlerini, Ekim ayında şehit düşerek Ekim ayını kadın şehitler ayı yapan Gurbetelli Ersöz, Andera Wolf ve Gülnaz Karataş şahsında tüm kadın öncülerimizi saygıyla anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Yine bu eylemlere canlarıyla vesile olan Şilêr Resûlî ve Jîna Emînî’yi saygıyla anıyorum. Rahat uyusunlar. Bilsinler ki, onların özgürlük ahlakı uğruna can vermelerine karşılık, faşist rejimler yıkılacak, kadınların öncülüğünde Kürdistan, Ortadoğu ve dünya devrimi gerçekleşecektir. Bir Kürt kadını için, anısına bir ülke hatta bir dünya devrimi yapmaktan daha onurlu ne olabilir ki!
Ortaya çıkan bu iradeyi, eylemsel gücü ve sinerjiyi doğru değerlendirmek, dönemsel, kısmi, dar ve parçacı ele almamak gerekir. Önder Apo’nun demokratik konfederalizm anlayışı temelinde ele alarak büyütmek doğru olandır. Çünkü bu sinerjinin ortaya çıkması Önder Apo sayesinde oldu. Önder Apo, Jin, Jiyan, Azadî kutsal yaşam felsefesini gündemimize taşıdığından bu yana, bizler de bu kutsallıkla beslenerek yüreğimizi, ruhumuzu, aklımızı özgürlüğe açarak toplumsal özgürlük mücadelemizi büyütme ve zafere taşıma iddiamızı büyütüyoruz.
DİLZAR DÎLOK
YORUM GÖNDER