SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT-I (46.BÖLÜM)
III- Köleci uygarlığın gerek oluşum, gerek çözülüş süreçlerindeki ideolojik yansımalar çok daha önem taşımaktadır. Tarihin çözümlenmesi, ideolojinin dili çözümlendikçe tam anlamını bulmaktadır. Ancak sınıflı toplumun bağrındaki temel mitolojik, dini ve felsefi gelişmeleri maddi unsurlarıyla bağlantılı değerlendirmekle doğru bir tarih anlayışına ulaşılabilir. Kopuk ve soyutlanmış mitoloji, dinler ve felsefe tarihleri yazmak büyük sakıncalar içerir. Bu yaklaşım, gerçeğin yarım bilgisine götürür ki, bu tam bilgisizlikten daha tehlikelidir. İnsanlığın kutsal kitabı olması gereken tarih alanındaki büyük çarpıtma ve yanlışlıklar kadar, boşluklarla dolu bırakılması, kutsal kitaptan yoksun bir yaşama mahkum ediyor. İnsan için tarihsizlik en büyük körlüktür. Yanlış tarih, körlükten öte yanlış görmektir. Bu gerçekliğin temelinde ise, köleci uygarlığın ideolojik süreçlerinin temel zihin ve ruh kalıplarının çözümlenememesi yatmaktadır. Köleciliği tanımlamaya ilişkin bu değerlendirmemizde, çok zayıf renklerle de olsa, tarihe kutsal bakabilme ihtiyacı esas kaynağımızdır. Tarihten kaynaklananı kadar hiçbir körlüğün, beyni ve yüreği çoraklaştırıcı bir etkiye sahip olamayacağının bilincine vararak bunu belirtiyorum. Muhteşem bir mitolojiyle temellendirilen köleci sistemin ideolojik yapılarının üç önemli cepheden kırılmasıyla, kurtuluşa ve özgürlüğe götüren yolların geliştirilmeye çalışıldığı gözlemlenmektedir.
a-İlk önemli yol denemesi İbrani çıkışlıdır. Üç büyük tek tanrılı dinin tarihi, kendilerini biricik doğru yol gibi gösterseler de, aslında aynı geleneğin aşamalı kollarıdır. Kaldı ki, birçok başka kolu etkile me ve etkilenme durumu da tarih bilincinin gelişmesiyle aydınlığa kavuşmaktadır. Bunda objektif koşulların varlığı temeldir. Bunlar, kendi iç gelişmeleriyle ortaya çıkan, ilahi kaynaklı çıkışlar değildir. Sümer ve Mısır uygarlık merkezleri oluştuklarında, iki merkez arasında Semitik kökenli Sümerlerin Amorit, Mısırlıların Abiru (Amorit=Batılı Çöl Kabileleri, Abiru=Doğulu Tozlu Kabileler) dedikleri kabileler sürekli hareket halindedir. Sisteme ya taze işgücü olarak katılmakta, ya da zaman zaman saldırarak talan etmektedirler. M.Ö 3000’lerden beri uygarlığın oluşumuyla başlıyor bu süreç; Arap yarımadasının kuzeyinde önemli bir tarihsel çelişki kaynağı olarak vücut buluyor.
Sistemle rekabet edecek güçleri olmadığı gibi, çölün derinliklerinde iyi savunma olanaklarına sahiptirler. Kabile şefliği olarak şeyhlik kurumu, şaman ve büyücü rolünü aşıp, en yaşlı bilge kişi konumunda şeyh tarafından temsil edilmektedir. Kabile katı ataerkil törelerle yönetilmektedir. Şeyh, sistemin temsilcisi ve geliştiren gücüdür. İki merkezden de etkilenme kesindir. Mal ve fikir değişimi tarihin en eski geleneği olarak sürüp gitmektedir. Kabileler erkenden ticaretin öneminin farkına varmakta ve ticarilemektedir. Adeta Mısır ve Mezopotamya’nın tamamlayıcı halkası konumundadırlar. Bu kabilelerin yakın bağlarına dayalı olarak Sargon’la Akad Hanedanlığı’nın (M.Ö 2350) kurulması, artan güçlerini kanıtlamaktadır. İbrahim kabilesinin M.Ö 1700’lerde Mısır’da yerleşmeye çalıştığı gözlenmektedir. Urfa Harran’dan Mısır’a gidip yerleşme, ticaret ve hareketlenmenin gelişim düzeyini yansıtmaktadır. Fakat merkez içinde sınırlı bazı memurlukları kazanmalarına rağmen, İbrahim kabilesinin yarı köle kalmaktan kurtulamadıkları ve bu yönlü bir çelişkiyi sürekli yaşadıkları, kutsal din kitaplarından rahatlıkla anlaşılmaktadır. Mısır ve Sümer’in ideolojik kurguları ve mitolojik düşünce yapılarıyla tanıştıklarını ve yoğun bir etkilemeyi yaşadıklarını yorumlamak zor değildir.
Fakat ataerkil dinlerini kabile varlıkları nedeniyle kolayca terk etmeyecekleri de anlaşılır bir husustur. Yoğun ilişki ve çelişkilerin, kabile yapılarına dayalı çıkışlara sık sık yol açacağı beklenebilir. Peygamberlik kurumu habercilik anlamına gelmektedir. Bir kaynaktan esinlenme, eğer anlamı çarpıcı bir gelişmeye yol açmışsa, peygamber çıkışı olarak nitelenmesi anlaşılırdır. Bir nevi yaratıcı şeyh anlamına gelmektedir. Kabilelerin yoğun hareketi, sistemden beslenmeleri ve kalıcı etkiye yol açan çıkışlarına önderlik eden kişilere önem atfetmeleri de belirginleşecek bir husustur. Yeni gelişmelere yol açan fikir ve hareketlere yol açmışsa, kabile veya topluluk önderine peygamber denmesi de yeni kurumun özünü ifade etmektedir. Bu durumda peygamberlik; Sümer, Mısır ve daha sonraları başka merkezlerden esinlendiği fikirlerle kabilenin ataerkil töre ve din anlayışını birleştirerek, yeni bir mitolojik veya dinsel yapıya yol açan kişi ve kurum olarak tanımlanabilir. Buna kabilenin özgürlüğünü tümüyle yitirmeme çabasını da eklediğimizde, peygamberlik çıkışları yeni bir dini örtü altında kabilelerin eski sisteme karşı bir özgürlük hareketi olmaktadır.
Ama sistemi aşacak yetenekte olmadığı için, ancak sistemi reformlara zorlayacak kadar bir etkiye sahip olmaları beklenen sonuçtur. Daha da önemlisi, iki merkezin dışında üçüncü bir yol olarak geniş bir coğrafyada giderek etkili olmaları da beklenen bir gelişme olacaktır. Tarihte büyük sonuçlara yol açacak Hz. İbrahim önderlikli büyük dinlerin çıkışı, bu kabile hareketlerinin somut ifadesidir. Gerek köleliğin yayılmasında, gerekse aşılmasında en temel rolü oynayacak bu geleneğin başlangıçtaki sistemi yumuşatma ve reforme etme eğilimi, Hz. İsa ile birlikte, köleci sistemin çözülüş sürecine girmesinde en başta gelen bir ideolojik ve sosyal hareket rolünü oynayacaktır. Daha somut olarak İbraniler çizgisi diyebileceğimiz bu gelişme, Sümer ve Mısır mitolojisinin katılaşarak tek tanrılı dinlere dönüşüm öyküsü olarak da yorumlanabilir. Bu öyküyü, tarihe yansıdığı kadarıyla, Hz. İbrahim’in Babil ve Asurlu hanedanların egemenliğine geçen Urfa ve yörelerindeki koloni merkezlerinden çıkışıyla başlatmak mümkündür. İbrahim’in put kırma efsanesi, onun eski geleneklere ve arkasındaki mitolojiye inançsızlığı ve başkaldırısı anlamına gelir.
O dönemde birçok kabilenin bu tür özgür hareket istemi ve bundan kaynaklı çatışmalı bir yaşam süreci yaygındır. Site devleti, resmi ideoloji ve tapım kültürleriyle bir taraf durumundadır. Sınıflı toplumu yayma olgusu, kabile eşitliğini tehdit etmektedir. Urfa yöresi neolitik toplumun belki de en eski ve temel bölgesi olduğundan, uygarlık sürecine alınması bu dönemde (M.Ö 2000 sonları) yaygın bir sosyal hareketliliğe merkezlik etmiş olabilir. Bölgede halen çok anlatılan, güçlü görünen peygamber inanç ve ziyaretgahları bu olguyu doğrulamaktadır. Bir nevi Babil-Asur kökenli sınıflı toplum geçişlerine muhalefet merkezi konumundadır. Puta karşı çıkma ve put kırıcılık, bu sürecin sembolik ve ideolojik ifadesidir. Hz. İbrahim’i buranın ideolojik atası ve bu memleketin sembolü ve olarak görmek yerindedir. Onun Babil ve Asur egemenliğini, dolayısıyla ideolojik araçlarını ve kimliklerini tanıması doğaldır. Diğer yandan kabile şefliği, ataerkil töreyi korumaya yöneltmektedir. Tarihin o dönemine kadar bu iki kültürden bir üst sentezin doğması en önemli bir gelişme potansiyeli taşımaktadır. Tarihi süreç bu sentezin ideolojik sembol olarak, çok tanrıcılıktan tek tanrıcılığa yönelen bir süreçte gerçekleştiğini ortaya koymaktadır. İki kültürü de aşan bir karakterde somutluk kazandığı için, ilerici bir kaldıraç rolü oynaması mümkündür. Bu durumda göğe yükseltilmiş, put olmaktan çıkarılmış ilah kavramı yenilikler içermektedir. Sümer geleneğindeki çok tanrıcılık ve put temsilinin hedeflenmesi, yerleşik düzene, yani köleciliğe karşı tavır alma anlamına gelmektedir.
Diğer yandan çözülen kabile dininin kalıntısı olarak, totemin de put niteliği itibariyle aşılması gerekecektir. Bu husus dar kabilecilikten sıyrılma ve daha geniş bir kabileler birliğine sıçrama sonucuna zorlayacaktır. Tek tanrılı kavrayış, iki amaç için de son derece çözümleyici bir inanç biçimi olarak kendini göstermektedir. Gücü büyütülmüş, putun somut güçsüzlüğünden kurtarılmış, gökte buyruk veren düzeye geçmiş bir ilah anlayışı, somut toplumsal gerçeklikte hem direniş ve özgürlük, hem de bunun için gerekli birlik ihtiyacına mükemmel bir cevap olmaktadır. Dönemin çok geniş, farklı ekonomik ve sosyal biçim değişikliklerine bu tür bir yanıt aramanın tarihi bir anlama bürüneceği açıktır. Özgürlük ve birlik yanıtı olağanüstü çekici, güçlendirici ve yenileyici karakterdedir. Sümer ve Mısır’ın çözülüş işaretlerini çoktan veren alt ve üst toplum kurumları karşısında kendini savunma ve sınırlı da olsa özgünleştirme, yeni bir yaşam biçimi olarak nefes alma, tarihi anlamın çarpıcı ifadesidir. Tek tanrılı dinlerin halen çok güçlü olan etkisi, bu tarihi ihtiyacı karşılamadaki büyük öneminden ileri gelmektedir. Özünü böyle ifade edebileceğimiz İbrahimi hareketin, bölgede iç içe olan Aryen-Hurri ve Semitik-Amorit kültürlerinin sentezine de yakın olduğu, dolayısıyla dönemin evrensel yanıtı olma potansiyelide diğer önemli bir yönüdür. Dayandığı kültür zemini, karşısına aldığı kölecilik sistemi, hedeflediği özgürlük ve birlik amaçları, tek tanrılı din ideolojisinin alabildiğine yüceltilmesine çok yüksek değer biçmektedir.
Sümer ve Mısır rahiplerininkiyle eş düzeyde bir mitoloji üretme misyonu söz konusudur. Bu misyon, peygamberlik-elçi kavramıyla somutlaştırılmakla, tanrı-insan farkını kesinlikle ortaya koymaktadır. İnsanın asla tanrılaşamayacağı gerçeğini temel ilkesi haline getirmekle, din anlayışında en büyük reforma yol açmaktadır. İnsanın tanrı olamayacağının kavranışı, büyük bir devrimdir. Daha önceki tüm inançlarda, insan biçimli tanrılar düzeni egemendir. Bu inançtan yola çıkarak kendini tanrı ilan etme, tanrı gücünde gösterme mümkündür. Nitekim Sümer ve Mısır’ın tanrı kralları, bunun en aşırı ve dehşet verici biçimleri olarak tarihi rol oynamışlardır. İnsanın tanrısallaşamaması, bu tarz köleciliğe büyük darbe indirmektedir. Böylesi bir ideolojik ve sosyal hareketlilik, antiköleci sistemi çözecek en güçlü eylem ve çıkış niteliğindedir. Tarihte özellikle de Ortadoğu’da olup bitenler, önemli oranda bu gerçekliğin öyküsel ifadesidir. Efsane veya din tarihi biçiminde anlatımıdır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER