SİYAJİN İLE ŞİYAR (1.BÖLÜM)
Direnen Rojava’ya...
Hazan yağmuru şiddetinden bir şey kaybetmeden yağıyordu. Günlerdir yola çıkma hazırlığını yapıyorlardı. Gabar’ın Mêydin köyünün yukarısında kurmuşlardı naylon çadırlarını. Dêra’dan gelecek grubu bekliyorlardı. Yeni katılanları Cudi’ye götüreceklerdi, oradan da kamplara gidilecekti. Siyajin de o grupla gidecekti. O ve üç arkadaşı Haftanin üzeri Kandil’e geçeceklerdi. Bulundukları yer sık bir ormanlığa sahipti. Gabar ucu keskin kayalıklarıyla meşhurdur. Gabar arazisinin her metresi o kadar benzer ki içinde kaybolmamak elde değildir. Zaten bunun için çoğu zaman gündüzleri hareket edilirdi. Arazisi doğal bir kamuflaja sahipti. Öğleden sonra harekete geçtiler. Gün ağarmadan Şax Köyü’nün arkasına ulaşmayı hedeflemişlerdi. Otuz kişiydiler. Yirmisi yeni katılan savaşçılardı ve yürüyüşte zorlanıyorlardı. Bunun için daha karanlık çökmeden Deşta Lala köyüne ulaşmak istiyorlardı. Orada akşam yemeği yiyecek ve yollarına devam edeceklerdi.
Öyle de yaptılar. Ama yol uzadıkça güçten düşenler oluyordu. Yolun en tehlikeli olan bölümü Cizre-Şırnak arası olan ana cadde ve hemen aşağısında geçen Rûsor Çayı’ydı. Rûsor bu mevsimde gürleşir ve hırçınlaşırdı. Karşı kıyıya geçmek mümkün olmazdı. Suyun bele kadar geldiği bir yer vardı, oradan geçeceklerdi. Rûsor’a gelince ayakkabılarını çıkardılar. Çayı geçmek zorlaştı. Önce tek tek denediler, ancak kimilerini su zorluyordu. Bunun üzerine el ele verip geçmeye çalıştılar. Su kiminin belini aşıyordu. Yaş olarak küçük olan kimi arkadaşları daha çok zorlanıyorlardı. Tecrübeli olanlar onlara dikkat ediyordu. Suya düşüp tümüyle ıslananlar da oldu. Çayın karşı tarafının azıcık yukarısında bir mola verdiler. Suya tümden düşenler yürümekte zorlanıyorlardı. On altısına yeni girmiş olan Şiyar’ın da ayakları şişmişti. Ama o bunu belli etmiyor ve gruba ayak uydurmaya çalışıyordu.
Şiyar’ın gerillaya katılışı iki haftayı buluyordu. Dêra’dan gelen grubun içindeydi. Bundan on iki yıl önce ablası dağların yolunu tutmuştu. İki ay önce de bir çatışmada vurulduğunu duymuş, fakat bu haberi doğrulayamamışlardı. Şiyar, ablasının yokluğundan çok etkileniyordu. Ve onun bıraktığı yerden devam etmeye gelmişti. İki gün önce Zelal sordu:
- Heval Şiyar, biraz daha büyüdükten sonra gelseydin daha iyi olmaz mıydı?
Şiyar:
- Ama ablam için geldim, dedi.
O zaman Siyajin hafiften gülümseyerek:
- Biz de senin ablan sayılırız deyince birlikte güldüler. İki gündür birlikteydiler. Birbirlerine hemen ısınmışlardı. Bu çocuk hem ablasına olan bağlılığını göstermek hem de halkının özgürlüğü için buralara gelmişti. Gruptakiler gittikçe zorlanıyor ve gruptan kopup arkada kalanlar oluyordu. Bu yürüyüşle Cudi’ye ulaşamayacaklarını biliyorlardı. Grubun komutanı Çekdar, aydınlık olmadan uygun bir yerde konaklanmayı kararlaştırdı. Kêre’nın Şaxê’ye bakan tarafının Nerdîş Çayı’nın hemencecik yukarısında durdular.
Günü burada geçirecekler ve akşam da Cudi’ye doğru yol alacaklardı. Dört arkadaşları konaklandıkları yeri her ihtimale karşı savunmak için tepeye çıktılar. Operasyona çıkan askerler gittikçe onların bulundukları noktaya doğru geliyordu. Tepeciler daha bir dikkat kesildiler. Askerler menzillerine girdiler. Çatışma kaçınılmaz oldu. Çember giderek daralıyordu. Saatler öğlenin birini gösterdiğinde silah sesleri duyulmaya başladı. Çok büyük ve planlanmış bir operasyon olmadığından geri çekilmede zorlanmayacaklardı. Askerler sadece bir taraftan geliyorlardı. Çatışma giderek yoğunlaşıyordu. Silahsız gerillalar çoğunluktaydı. Bu dezavantajdı. Noktadakileri biraz daha yukarıya çıkarıp orada mevzilendiler.
Aralarında ilk kez silah seslerini duyunlar az değildi. Siyajin, Yılmaz, Rojin ve Hamza beş yeni savaşçıyı da yanlarına alıp bir tepeye çıktılar. Onlar da orada çatışmaya girmişlerdi. Bu gruptakilerin hepsi de Şiyar’ı korumaya çalışıyordu. Çatışmadan dolayı çok geçmeden onların yeri de deşifre oldu. Bundan dolayı orayı bırakmak istiyorlardı. Saatte ilerliyordu, bu en çok da gerillaların işini kolaylaştırırdı. Bir saate kalmadan geri çekileceklerdi. Kayıp vermeden mevzilerini değiştirmek istediler. Önce yeni katılanları yolladılar; eskiler de onları savunuyorlardı. Şiyar üçüncü sıradan gitti. Silah namlularının bulundukları yere döndürüldüğü anlardı. Şiyar üçüncü adımında vurulup düştü. Hamza onu hemen alıp bulunduğu mevziiye getirdi.
Dikkatler artık Şiyar’a yönelmişti. Kurşun göğsüne isabet etmişti. Ama kendinden geçmiş değildi. Siyajin yıllardır bu dağlardaydı. Çoğu arkadaşını kaybetmiş ve yaralı olanları da görmüştü. Kendisi de iki kez yaralanmıştı. Tecrübesi vardı. Şiyar’ın yanına geldi. Bir yandan moral veriyor, diğer yandan da kıt olanaklarla yarasıyla ilgileniyordu. Ama ciddiyetin de farkındaydı. Bir gün önce Şiyar ablasından bahsetmişti. Siyajin yıllarını bu dağlarda geçiren biriydi. Şiyar’ın yaşama daha çok sarılmasına vesile olacak bir yol olarak aklına ablasından söz etmek geçti.
Siyajin:
- Heval Şiyar, kendini bırakmamalısın. İyileşecek ve ablanın intikamını alacaksın. Bunun için inat etmelisin. Söyle bakalım ablanın adı neydi?
Şiyar:
- Felek’tir. Biz böyle derdik, ama kodunu bilmiyorum.
Siyajin biraz şaşırdı. Aklından bir şeyler geçti, ama olamaz diyordu. Ancak bir kere yüreği harekete geçmişti. Yine sordu:
- Nerelisin heval Şiyar?
- Nusaybin, diye cevap verdi Şiyar.
Şiyar, Arif olabilir miydi diye içinden geçirdi Siyajin.
- Evdeki adın Arif ‘midir, diye sordu. Şiyar’ın evet’ini alınca bu sefer de annesi ve babasını sordu. Siyajin’nin gözleri doldu.
Şiyar’ın başına doğru eğilip öptü. Yanından uzaklaşıp gözyaşlarını serbest bıraktı. Arkadaşları bunu Şiyar’ın yaşının küçüklüğüne ve bu yaşta da hayata veda etme ihtimalinin olmasına bağladılar.
Berivan:
- Heval niye ağlıyorsun ki, yüzlerce tanıdık arkadaş şehit düştü, dedi.
Siyajin ses çıkarmadı. Başını ellerinin arasına almış, nefes alıp vermede zorlanıyordu. Çekdar da oraya geldi. O da doğru yapmadığını, böyle yaparak yaralı arkadaşın Moralini bozduğunu söyledi. Siyajin’in bu haline ilk kez şahit oluyorlardı. Soğukkanlılığıyla tanınan Siyajin giderek kötüleşiyordu. Bir titreme sardı bedenini. Zorlukla “ o kardeşimdir” diyebildi. Oradakilerin tümü de afallaşmışlardı. Zaman ilerledikçe karanlık çöküyordu. Geri çekilmeye hazırlanıyorlardı. Şiyar’a ablasının Siyajin olduğunu söyleyip söylememe konusunda tartıştılar.
Kurşun Şiyar’ın göğüs boşluğundan diğer taraftan çıkmıştı.
Normalde çok ağır bir yara sayılmazdı. Ancak yerinden taşımaları kan kaybına yol açabilirdi. Ama orada da bırakamazlardı. Kendileriyle birlikte götüreceklerdi. Nerdîş Çayı’nı geçince rahat bir nefes aldılar. Bir an olsun Siyajin kardeşinden uzaklaşmıyordu. Köye ulaştılar. Şiyar’ı köylülere teslim ettiler. Siyajin’in bakışları kardeşinin üzerindeydi. Onu o gece köyde bırakacaklardı. Ertesi gün gelip alacaklardı. Ondan ayrılmak zor geliyordu. Evdeyken hep kucağında taşıdığı kardeşini bu halde görmesi duygularını allak bullak ediyordu. Ne olursa
olsun söyleyecekti.
- Arif, Felek benim, dedi. Şiyar sadece bakmakla yetindi. Şehit bildiği ablası şimdi karşısındaydı. Birbirine doyasıya baktılar.
Siyajin onu defalarca öptü, parmaklarını saçlarında gezdirdi, ellerini avuçladı. Ama yetmedi. Güçlü olmalıydı. Bunu biliyordu. Ve bu toprakların kanunu başkaydı. Hayır, dağ canavarlaştırmıyordu. Bu dağlar duyguların en temizini barındırıyordu. Ancak yarını da belli olmuyordu buraların. Ve ayrılmanı zamanı geldi. Köylüler de acıya ortak oldular. Kimisi tülbendiyle gözlerine düşen yaşlarını siliyordu. Ve bir anne Siyajin’e dönerek, “o oğlum gibi bakacak ve sana sağ teslim edeceğim” dedi.
Siyajin kardeşi ve binlerce yoldaşıyla işte böyle bir halk için katlanıyordu acılara, ölümlere.
- Yarın seninle buluşacağız, dedi Şiyar’a ablası. “Sen de ablan için yaşamalısın.” . Kapıdan çıkarken yine geriye dönüp baktı. Kardeşinin gözünde bir umut gördü. Ellerini sallayarak çıktı kapıdan. Yolları uzundu, kederi daha uzun. Aynı gecenin sabahında Hebler’in epey yukarısındaki ormanlık alana ulaştılar. Sonraki gün oradaki güçle birleştiler. O gece bir grup gerilla Şiyar için köye inip sabaha karşı döndü. Yanlarında Şiyar yoktu. Herkes bunu kötüye yordu. Siyajin daha da kötüleşti. Ama dönenlerin gerçeği söylemesiyle Siyajin’in yüzüne canlılık geldi. Şiyar’ın durumu giderek iyiye gidiyordu. Köylüler önce ilçeden bir doktor getirip ilgilendiler. Doktor, Şiyar’ın ilçeye götürülmesi gerektiğini söyledi, ancak bunun koşulu yoktu. Doktor gereken her şeyi köyde yaptı. Şiyar bir hafta içinde ayağa kalktı. Ama onu bir hafta daha tuttular. Siyajin’in Haftanin’e geçmesi gerekiyordu, fakat gitmedi, Şiyar’ı bekledi.
İkinci haftasında abla kardeş buluştular. Şiyar gülüyor, ablası ise hüznünü yüzüne vurmamaya özen gösteriyordu. Geçmişten konuştular, aileden söz ettiler, hasret giderdiler. Sonra ikisi birlikte Güney’e geçtiler...
NİZAR ZANA
NOT: NİZAR ZANA KİMDİR?
Haziran 1977 de cizrede doğdu. Yakın çecvresindeki toplumsal sorunlarla ilgili olması kendisini ekiliyor. Bu etkilenme ile mayıs 1990’da 13 yaşındayken özgürlük hareketine katılıyor. Yaşı küçük olmasına rağmen,kimliği bilinmeyen ve mahkemenin atadığı birinin şahitliğiyle yaşı büyütülüp müebbet hapis cezasına çarpıtılıyor. Şuan Eskişehir hapishanesinde kalmaktadır. Daha önce Gözyaşların Hezile Düşmesin(goran yayınlarından) adlı romanı yayınlandı.
YORUM GÖNDER