ÖNDERLİK GERÇEĞİ BÜYÜK BİR EMEK YOĞUNLAŞMASIDIR (2.BÖLÜM-SON)
Türkiye Devrimci Gençlik Hareketi ve Önderliğin ilk öncülük pratiği;
Amed’de Kürt toplumunu, Kürt siyasetini, Kürt hareketlerini tarihsel ve güncel boyutlarıyla tanıyor. Ankara’da Türkiye’deki devrimci gelişimi tanıyor. Amed’de de Kürdistan ayağını tanıdı. Bunları anlamış olarak 70-71’de İstanbul’a gidiyor. Artık büyük bir bilgi birikimi sağlamış, gözlemciliği daha çok gelişmiştir. Bir de hareketlidir, belli bir bilinç oluşturmuş, okuyor. Hafızası çok güçlüdür, diyalektik bakışı var. Olayları analiz edebiliyor. Müthiş bir zekâsı var. Duyduğunu, okuduğunu unutmuyor. Kendisini bu çalışmaya o düzeyde veriyor. O temelde bir devrimci genç olarak katılımı vardır. Henüz herhangi bir örgüte çok angaje olmamış ama genel devrimci gençlik içerisinde resmi örgütlenmemiş sempatizan düzeyinde bir gençtir. İstanbul’u tanıyor. İstanbul 3500 yıllık devlet şehridir. Türkiye’nin metropolüdür. Aslında devlet başkenti orasıdır. Ankara daha yeni başkent olmaya çalışıyor. Dolayısıyla toplumsal hareketliliğin, çelişkilerin yoğun yaşandığı, çatışmaya dönüştüğü yerdir. Bunların hepsini o süreçte İstanbul’da gözlüyor, içinde oluyor. O yıl içerisinde devrimci yükseliş zirveye çıkıyor. Önderlik o zirvenin en çok yaşandığı kentlerde, belki de birincisi olan İstanbul’da onu karşılıyor. Ardından 12 Mart 1971’de darbe olup saldırılar olunca, düşman saldırılarını görüyor. Devrimci yükselişi de görüyor, yükselişin karşı devrimci saldırılar temelinde nasıl ezildiğini de görüyor. Artık genel bilinçlenme dönemini aşmıştır. Örgütlerle ilişki kuruyor, örgüt toplantılarına katılıyor. Örgütlenme safhasındadır. Savunmalarda, “Her an üye olabilir, eyleme geçebilirdim” diyor. O düzeyde seyrediyor. Aslında üye oluyor da. DDKO’ya gidiyor. DDKO’nun merkezi İstanbul’dur. Üniversiteye, metropollere gitmiş Kürt gençlerinin kurduğu dernektir. Daha çok aşiret, feodal ileri gelenlerin çocuklarıdır. Onun için0 ilkel milliyetçidirler, reformist milliyetçidirler. Talepleri Kürdistan’da daha çok okul, yol, su, elektrik yani kapitalist sömürüden pay alarak daha rahat yaşamak istiyorlar. Onun ötesinde bir şeyi öngöremiyorlar. Radikal ve devrimci değiller. Türkiye Devrimci Gençlik Hareketi’nden ayrıdırlar, onun için kendilerini örgütlemişler. Daha çok devrimci olan Kürt gençleri Türkiye Devrimci Gençlik Hareketi içinde örgütleniyorlar. Önderlik Amed’den oraya gidince yakınlık ve ilgi duyuyor. Sol, sosyalist hareket adına seminerler veriyor. Bir Kürt genci olarak DDKO’ya üye oluyor. Ama bir örgüte üye değildir, bir dernek olduğu için oradaki resmi prosedür öyledir. Çok fazla onu eyleme geçirecek bir örgütlenme olmuyor.
Mahir Çayan’ın toplantısına gidiyor, orayı gözlemliyor. Mahir’i dinliyor. Hareketlerini tanıyor, etkileniyor ve Önderlik THKP-C sempatizanı oluyor. Hem de güçlü bir sempatizandır, onu hiç yadsımıyor. THKP-C’nin görüşleri kendisine daha mantıklı geliyor. Özellikle İstanbul’da Mahir Çayan’ı dinleyince daha fazla etkileniyor. Kürt sorunu üzerine, sorunun ciddi olduğunu ve ciddiyetle ele almak gerektiğini söylüyor. Bu daha fazla dikkatini çekiyor. Demek ki basite almıyorlar. Bu iş ciddi, bu insanlar da ciddi yaklaşıyorlar. O da önemli bir bilinçlenme durumu ortaya çıkarıyor. Fakat karşı devrimci saldırı gelişince ne yapacağını çok fazla bilemiyor. Ardından yatay geçişle 71-72 öğretim yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne geçiyor, tekrar Ankara’ya geliyor. Ankara’ya geldiği dönem 12 Mart darbesinin gerçekleştiği, Nihat Erim darbe hükümetinin kurulduğu, “Balyoz harekâtı” diye tanımladıkları hareketle devrimci güçlere saldırdığı, buna karşı devrimci gençlik örgütlerinin silahlı direnişe şu veya bu biçimde geçmeye çalıştığı çatışmalı bir ortamdır. Mahirler yakalanıyor, sonra kaçıyorlar, THKP-C şehirlerde eylemler yapıyor. Şehir gerillacılığını geliştirip oradan dağa geçmek üzere Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi, Deniz Gezmişlerin Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu eyleme geçiyor. Onlar doğrudan kırdan gerillayı geliştirmeyi öngörüyorlardı. 72’de Doğu Perinçek’in başında olduğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi bölünüyor. İbrahim Kaypakkaya darbe karşısında direnişi istiyor. Doğu Perinçek yakalanmış ama teslim oluyor. Direnişe karşı olunca İbrahim Kaypakkaya ayrılıyor, Türkiye Komünist Partisi Marksist-Leninist-TKP-ML’yi kuruyor. TKP-ML’nin kurulduğu dönem 1972’dir. Oradan bir direniş hareketi doğuyor. Böyle üç örgütlü bir direnişçilik, 12 Mart darbesine karşı geliştiriliyor. Bu önemli bir durumdur. Böyle bir ortamda düşman saldırıları yoğun, kitle hareketi bastırılıyor, kadroların çoğu tutuklanmış. İllegale geçenlerin artık şehirden kıra doğru gittikleri, çatışmalara başladıkları bir dönemdir. Siyasal Bilgiler Fakültesi ders bile yapmıyor, tümüyle boykottadır. 12 Mart darbecileri bunu durdurmak, okulu açmak, eğitimi sürdürmek istiyorlar. Denizler dağa çıkarken yakalanıyor. Kırsal alanda çatışmalar var. Baharda 30 Mart’ta, Mahir Çayan ve arkadaşları da şehit düştüler. Mahir Çayan cezaevinden kaçtıktan sonra Merkez Komiteyi topluyor, “Artık şehirde yapılabileceklerin yapıldığını, şehir gerillacılığının rolünü oynadığını” belirtiyor. Onlar silahlı propaganda üzerinde duruyorlardı, “öncü savaşı” diyorlardı. “Şehirden başlayıp kıra taşmalı, kırdan şehri kuşatmalı, zafer kazanmalı”, onların stratejisi öyledir. THKO ise, “Kırdan başlamalı” diyorlardı. Aralarındaki farklılık sadece böyleydi: Gerilla nereden başlayacak? Bu iki ayrı örgüt olmaya yol açıyordu. Darbe gelip yakalanmalar olunca, kıra çıkıp savaşmak için dağa çıkmaya çalışırken Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan onlar yakalandılar. Hüseyin İnan kendi memleketine gitmişti, orada yakalandı. Sinan Cemgiller Nurhak dağlarına çıktılar, Kürdistan’a geldiler. Orada çatışmada şehit düştüler.
Mahir Çayan böyle bir değerlendirmeyle artık partinin kıra çıkması gerektiğine karar veriyor. Bir grup arkadaşıyla zaten askeri cezaevinden kaçmıştı, orduda çok güçlü örgütlenmeleri olmazsa kaçamazdı. THKP-C aslında çok büyük bir hareketti. Hızla gelişti. Mahir’in değerlendirmeleri oturaklıydı. Radikal devrimci öncülüğü yürüttüğü gibi, kitle hareketinde oldukça esnekti. DEV-GENÇ onların elindeydi. Ertuğrul Kürkçü Merkez Komite üyeleridir. DEV-GENÇ’in son Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü’ydü. DEV-GENÇ resmi örgüttü. Üniversitelerin, fakültelerin, derneklerin birliğiydi. Kitle hareketini biraz bastırınca bu sefer kadrolar harekete geçiyorlar, kıra çıkınca Denizler idam istemiyle yargılanıyorlar. İdam edilme ihtimalleri var. THKO ile birleşiyor, tartışıyorlar. İdamı önlemek üzere eylem yapıp pazarlık yapmak istiyorlar. Üç kişiden oluşan bazı yabancı teknisyenleri pazarlık yapmak üzere kaçırdılar. Denizlerin idamını durdurmak kaydıyla bırakmak üzere Kızıldere’de pazarlık yapmak istediler. Devlet hiç tartışmaya bile girmedi. Yerlerini tespit ederek kuşatmaya aldılar. Hemen topçu birliğini kurup ve oldukları yeri topa tuttular. Ertuğrul Kürkçü dışında diğerlerinin hepsi şehit düştü. Onun üzerine Siyasal Bilgiler Fakültesi bir kınama bildirisi dağıtıyor. Önderlik de sempatizanıdır; Kızıldere katliamını kınamak üzere aktif bir bildiri dağıtımına Önderlik öncülük ediyor ve yakalanıyor. Tutukluyorlar ve Ankara Mamak Cezaevine koyuyorlar.
Mamak cezaevinde sorgulama ve yoğunlaşma dönemi;
12 Mart darbesi bir muhtıraydı. Süleyman Demirel hükümetti. Ona muhtıra verdiler, istifaya zorladılar. Ondan sonra bir CHP’li Nihat Erim’i Başbakan yaptılar. İnönü’nün iyi bir adamıydı. Demek ki iyi bir kontrgerilla elemanıymış, darbe yönetiminin başbakanlığını ona verdiler. Onun dışında hiçbir milletvekili bakan olmadı. Meclis dışından bir teknokrat ve bürokratlardan hükümet oluşturdular ve darbeyi o yürüttü. “Balyoz harekâtı” diye bir planlama geliştirdi. Sol, sosyalist hareketi ezmek için tüm gücüyle saldırdı. Erbakan’ı da tutuklattı; Erbakan Milli Nizam Partisi diye bir partiyi yeni kurmuştu. Onu kapattılar. Türkiye İşçi Partisi’ni kapattılar. Kontrgerillayı ilk harekete geçiren 12 Mart darbesidir. Tutukladıklarına işkence uyguladılar. 12 Eylül’den sonra Amed’de uygulanan işkencenin ilk provası, 12 Mart sürecinde Ankara’da, o tutuklamalar sürecinde yapıldı.
Önderliğin 72 yılında cezaevinde oluşu önemlidir. Mahir Çayan sempatizanı, onu önder olarak görüyor ve önder kadro katlediliyor. Mamak cezaevindedir, yanı başında Deniz Gezmişler, THKO önderliği olarak yargılanıp idam ediliyorlar. TİKKO daha yeni kuruluyor. Zindanda bu kadar gözlemledikten sonra Riha’dan Ankara’ya, oradan Amed’e, İstanbul’a, tekrar Ankara’ya giden uzun bir yaşam yolculuğunda edindiği bilgilerin hepsini böyle değerlendirmeye tabi tutuyor. Zindanlar bu konuda yoğunlaştırıcı yerlerdir. Yaşamdan kopuyorsun, kendi başına bildiklerini anlamlandırmak için yirmi dört saat düşünüyorsun, bazı kitaplar varsa okuyorsun. Önderlik birçok kitap da okuyor. Birçok örgüt var, onları tanıyor, tartışıyor. Savunmaları izliyor. Gözlemlediklerini değerlendiriyor. Orada çok önemli bir yoğunlaşma yaşıyor. “Öyle bir örgüt olmalı ki ezilmemeli. Nasıl oldu? Önderler niye katledildi? Şimdi ne olacak? Öyle bir tarz olmalı ki, öyle bir örgüt kurulmalı ki, kesintiye uğramamalı. Liderliklerini katlettirmemeli” biçiminde tespite gidiyor. Özeleştirel yaklaşıyor. Öyle bir duruma ne yol açtı diye sorguluyor. Onun üzerine anlayışlarını sorguluyor. Teorik bakışlarını, siyasi-ideolojik bakışlarını, orduya bakışlarını, devlete bakışlarını, devrim anlayışlarını, Kürdistan’a bakışlarını, hemen her konuda yoğunlaşma yaşıyor, sorgulama yapıyor. “Neden bu sonuç ortaya çıktı?” sorusunu soruyor. Çünkü çözüm bulmak istiyor. Bu pratik sonuç yanlış düşüncelerden kaynaklıdır. Demek ki, hatalı düşünceler var. Böyle olmamalıydı. Sonuç böyle olsun diye harekete geçilmedi. Tersine, devrim yapmak için harekete geçildi ama sonu böyle oldu. Daha başlarken ilk başta önderliklerini kaybeden bir hareket ortaya çıktı. O halde neden? Bu durum nasıl önlenecek? Nedenlerini araştırıyor, teorik olarak eleştirel-özeleştirel bakıyor. Sorguluyor. Orduya yaklaşımlarını sorguluyor. O zamana kadar orduya devrimci bakılıyordu. Kemalist harekete devrimcilik olarak bakılıyordu. Evet, hareket olarak çok genişti ama Mahir Çayan’ın yaklaşımında biraz darbeden umut bekleyen eğilimler vardı; umut ediyorlardı ki, orduda sol darbe olacak. Onlar daha çok onu teşvik ediyorlardı. Kürt sorununa yaklaşımı eksik görüyor. Ordu ve devlet anlayışındaki zayıflığı görüyor. Mesela Mahir Çayan pazarlık yapabileceğini sandı. Olmadı. O zaman devleti ve orduyu iyi tanımak lazım. Ordu kendisini vurmaz sanıyordu. Ama o ordu hiç gözünü kırpmadan vurdu. Demek ki, aslında gericiliğin, karşı devrimin merkezi orduymuş. Öyle solcu değilmiş; bazı solcular darbe olduğunda “ordu devrimci kılıcını attı” dediler. Öyle devrimci kılıcı filan yokmuş. Eğer böyle katliama götüren pratikler ortaya çıktıysa, hatalı olduysa o pratiklere yol açan düşünsel ve teorik hatalar var. İdeolojik-politik yaklaşımlarda hatalar var. Önderlik onları açığa çıkardı ve eleştirdi. Bu yeni bir düşünce ortaya çıkardı; var olanları eleştiren, olumlu yanlarını alan, yanlış bulduğu yanları mahkum eden, onların yerine farklı görüşler ortaya koyan bir düşünce gücüne ulaştı. Bu yeni bir düşünce sistemidir. Yeni bir bakış açısı, yeni bir teori, yeni bir program demektir. Aslında Önderlik öyle bir güce, cezaevi yoğunlaşmasıyla ulaşıyor. Bu çok önemli bir durumdur.
“Kürdistan sömürgedir”;
Ardından cezaevinden çıkınca birkaç gün sınavlara girip okulda kalmayı garantiledikten sonra yoğunlaşmasını sürdürmek üzere evdeki çalışmaya yoğunlaşıyor. Haki ve Kemal arkadaşların evine gidiyor, orada evi bir okul gibi değerlendiriyorlar. Başka tanıdıkları evleri de öyle kullanıyor. Okuyor, inceliyorlar, kendi aralarında tartışıyorlar. Yakın çevreleriyle tartışıyorlar. Ama müthiş bir araştırma-inceleme var, olan durumu yeniden değerlendirerek hata ve eksik olanları tespit edip doğru görüşler oluşturmak üzere yoğun bir çaba harcıyorlar. Bir yandan öğrenci hareketiyle ilişkiler var, okullara gidip geliyorlar, ilişki kuruyorlar, tanışıyorlar, onların içerisindeler ama esas olan araştırma-incelemedir; zamanı öyle değerlendiriyorlar. Önderlik eksik kalan yanlara da çözüm bulmaya çalışıyor. Okuyor; “Kürdistan sömürgedir” tespitine orada ulaşıyor. “Bu tespiti Haki arkadaşın yanında yaptım. Değerlendirme sonucunda böyle bir sonuca ulaşınca bayıldım. İlk ve son defa oluyordu ve Haki arkadaş buna şahit oldu” diyor.
Düşüncelerini açıklıyor, tartışıyorlar, araştırıyorlar; karşılıklı tartışmayla onlardan görüş alıyor. Bir çizgi haline geliyor. Dünya değerlendirmesi, kendine göre bir Ortadoğu değerlendirmesi, bir Türkiye değerlendirmesi, Kürdistan değerlendirmesi oluşuyor. Kürt sorunu ve Kürdistan değerlendirmesini buna ekliyor. “Kürdistan sömürgedir” tespitine ulaştıktan sonra artık Kürdistan sömürgeyse, o zaman çare de onun içerisindedir. Ne yapmak gerekiyor? Ulusal Kurtuluş Savaşı örgütlemek lazım. Dünya halklarının deneyiminde bunun için de iki tür pratik var. Bir; Ulusal Kurtuluş Cephesi örgütlüyorlar; Ulusal Kurtuluş Ordusu kuruyor, savaşa giriyorlar. Bir de parti kuruyorlar: İşçi Partisi, Komünist Partisi. Parti öncülüğünde Halk Cephesi kuruluyor, uzun süreli savaş yapıyorlar. Hangisine uygun gelirse onu yapmak üzere her ikisinde de Ulusal Kurtuluş Savaşı var. Böylece aslında çare de ortaya çıkmış oluyor.
Bunun için ilkin örgütsel çalışma yapmak, adım atmak, bir grup örgütlemek, örgüt haline gelmek gerektiği sonucuna ulaşıyor. Mevcut düşünceleriyle diğer örgütlerden ayrılmış ve kopmuştur. Birçok bakımdan farklı düşünüyor. Kendine göre düşünceleri var. Diğerleri bu düşünceleri kabul etmez. Kendisi de onları kabul etmeyeceğine göre, o halde yapması gereken yeni bir örgüt kurmaktır. Kendi düşüncelerini örgütleme ve eyleme geçirme adımı atmaktır. Önderlikler katledilmiş; Denizler idam edilmiş, Mahir Çayan ve arkadaşları katledilmiş önder bilinenler imha edilmiş; boşluk var. Devrime, devrimci harekete öncülük edecek önderlere ihtiyaç var. Mücadele boşluk kabul etmiyor, o halde bu görev-sorumluluğu üstlenmek gerekir diyor ve 72-73 kışındaki o ev yoğunlaşması ardından 73 Newrozu’nun sonunda Çubuk Barajı’ndaki altı kişilik toplantıyla örgüt kurma adımını atıyor. Böylece Önderliksel doğuş, yeni bir hareketi geliştirmenin kararını vermiş, ilk adımını atmış oluyor. Önderlik düşünce, irade düzeyinde şekillenmiş oluyor. Önderliksel doğuş gerçekleşmiş oluyor. Onu örgüt ve eyleme dönüştürmek üzere Çubuk Barajı’nda bir pratik hareket başlatmanın adımını atıyor, kararını veriyor.
Önderliği örgüt kurmaya götüren koşullar;
73 Newrozu Türkiye ve Kürdistan açısından nasıl bir siyasi tabloya işaret ediyor? 12 Mart 1971’de askeri darbe olmuş, ordu sıkıyönetim ilan etmiş her tarafta saldırmıştır. Bütün sol, sosyalist örgütleri tutuklamış, kadroları hapse koymuş, işkence yapıyor. Liderleri idam etmiş, katletmiş, örgütleri dağıtmış. Tümüyle hakimdir. Öyle artık değil örgüt kurmak, var olan örgütler dağılmış, ezilmiştir. Örgütü olanlar kurtulmak için örgütünü bırakıp kaçıyorlar. Böyle bir dönemde Önderlik örgüt kuruyor. Örgüt kurmak -Mamak cezaevinde somut olarak görmüştü- idam edilmeyi gerektiriyor. Öyle de bir saldırı var. Hele hele Kürt gençlerinden oluşan bir grup kuruyorsun ki, zaten Kürt sorunuyla uğraşma yargısız, sorgusuz sualsiz idamı getiriyor.
Önderlik böyle bir dönemde örgütlenmeye adım attı. İşin bu noktası da önemlidir. Türkiye’de ve Kürdistan’da 12 Mart 1971 ile 1974 Şubat’ı arasında kurulan iki örgüt var. Bir tanesi TİKKO’dur, bir tanesi de PKK’dir. TİKKO-TKP-ML İbrahim Kaypakkaya, Doğu Perinçek’ten ayrılıyor. Kendi başına kurulan bir örgüt değildir. Var olan bir örgüt 72’de ikiye bölünüyor. Perinçek darbeye karşı direnmeyince, İbrahim Kaypakkaya direnme çizgisini esas alıyor, ayrılıyor ve TİKKO’yu kuruyor. Ayrı bir örgüt ile mücadeleye yöneliyor. 73 Newrozu’nda Önderlik, hiçbir yerden bölünmeden, örgütlerin ezilip dağıtılmaya çalışıldığı, örgütsel boşluğun olduğu bir durumda, örgüt boşluğu olmasın diye Önderlik görevi üstleniyor ve örgüt kuruyor. Diğerlerinin hepsi ya 12 Mart 1971 darbesinden önce kurulmuşlardı ya da Ocak 1974’te Ecevit hükümetinin çıkardığı af sonucunda cezaevinden kadrolar çıktıktan sonra kurulmuşlardır. Diğer örgütlenmelerin, grupların doğuş dönemi böyledir. Çünkü, 72-73 yılları, faşist askeri darbenin gündemde olduğu, yönetimde olduğu, saldırıda olduğu, devrimcileri katlettiği, devrimci örgütleri dağıttığı bir dönemdir. Önderlik öyle bir dönemde örgütlenme adımı atıyor. Devlet nezdinde açığa çıktığı an idam edilecekler. Bu kadar risk ve tehlikeyi göze alıyor. Neden? Halbuki bekleyebilir, “Hele bakalım durumlar netleşsin, sakinleşsin, daha rahat hareket edebiliriz” diye bekleyebilir ama beklemiyor. Çünkü süreç, örgüt gerektiriyor, düşman örgütleri dağıtmış, boşluk olmamalı diyor. Sorumluluk duygusu bu düzeydedir. “Önderler katledilmiş, o zaman sorumluluğu üstlenmek gerekir” diyor ve sorumluluk üstleniyor. Burada oportünizmin zerresi yoktur, geri çekilme yoktur. Görev ve sorumluluk ne gerektiriyorsa, en küçük bir tereddüt duymadan onu üstlenmek ve gereken titizliğiyle, gizlilikle, tarzla onu yerine getirme var.
Önderlik, PKK’nin Haki Karer anısının örgütlenmesi olduğunu söyledi. Önderliksel doğuş ise Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin anısını yaşatma doğuşudur. Özellikle de Mahir Çayan, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ın anısını yaşatmak üzere Önderlik görevini üstlenmeyi ifade ediyor. Birçok konuşmada, savunmada net olarak belirtiyor. “Önderler katledildi, anılarını yaşatmak, boşluk bırakmamak, sorumluluğu üstlenmek gerekiyordu. Görev ve sorumluluğun bana düştüğünü hissettim, değerlendirdim ve sorumluluğu üstlendim. Onu üstlenme kararlığını verdim” dedi. Savunmada, “En temel tarihi kararım odur, böyle bir karar vermiş olmaktan pişman değilim. Tarihin gerekliliklerini yerine getirdim. Tarihsel emri yerine getirdim” dedi.
Diğerleri durdular; 74 Ocak ayında af çıktı, cezaevinden kadrolar çıktı, ondan sonra iki ayda otuz tane örgüt kuruldu. Çünkü serbest olmuştu, artık örgüt kurma durumu, tehlikeli bir durumla karşılaşmıyordu. Baştaki hükümet ona fırsat veriyordu. Önderlik PKK’nin temellerini attığı zaman var olan iktidar öyle bir şeye fırsat vermiyor, tam tersine idam tehdidini, katliam tehdidini üzerinde tutuyordu. Önderlik bunların hepsini göze alarak böyle bir örgütlenme adımını atıyor. Bu gerçekliği böyle görmemiz lazım. Devrimci görev ve sorumluluklara ne kadar bağlı olduğunu, yerinde, zamanında yapılması gereken işi mutlaka yapmaya ne kadar bağlı olduğunu görelim. Ertelemecilik, sonraya bırakma yoktur. Tabii maceracılık da yok, kabadayılık da yok; çünkü çok dikkatlidir. Çok ölçülü, gizliliğe çok uyuyor. “Kulaklara üflercesine görüşlerimizi söyledik” dedi. Öyle kabadayıca hareket etme yoktur ama görev ve sorumluluğu ertelemek de yoktur. Ondan kaçmak, kaçınmak da yoktur. Tersine doğru tarzı bularak, düşmanı boşa çıkartarak, yapılması gereken neyse onu mutlaka yapmak var.
PKK’nin ilk tohumları atılırken Kürdistan’daki durum;
Dünya durumu 68 Gençlik Hareketinin etkisi altındaydı. Avrupa ciddi bir çatışmalı durum yaşıyordu. Ama esas olarak Türkiye’deki durumu, Kürdistan’daki durumu iyi anlamamız lazım. Türkiye’deki sosyo-ekonomik yapı, ideolojik-siyasi mücadeleler, 12 Mart darbesi, darbeye karşı direniş, devrimci hareketin durumu Kürdistan açısından neyi ifade ediyor? Çok kritik bir süreçtir. 1965 ya da 66’da Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi kuruluyor. Faik Bucak kurucu genel başkandır. Bir yıl sonra öldürülüyor. Ondan sonra farklı partiler oluyorlar. Sait Elçi’nin partisi, Sait Karmızıtoprak’ın partisi, 12 Mart 1971 darbesi olunca bunlar Başûrê Kurdistan’a geçiyorlar. Ondan sonra Başûrê Kurdistan’da birbirlerini öldürdüler. KDP öldürttü. Aslında Bakurê Kurdistan’ın tasfiye edildiği bir dönemdir.
Başûr’da da 70’te otonomi ilan edildi. TC müdahale edip durdurdu. Arkasından mücadele biraz daha kızıştı. 75 Ocak ayında Irak ve İran anlaştılar. İran, KDP’ye yardımını kesti. Barzani, “Ben İran’a gidiyorum, feshediyorum mücadeleyi, isteyen benimle gelir, istemeyen Irak’a gider, herkes özgürdür” dedi. Kendisi İran’a gitti. Orada hastalandı, Amerika’ya gitti. Başûr’daki hareket de bitti. DDKO 12 Mart darbesinde zaten tutuklandı. Diğer devrimciler aktif, etkili savunmalar yaptılar. DDKO öyle de yapmadı. “Kürt vardır” savunması yaptı: Kürtlere niye yok diyorsunuz? “Kürt var mı, yok mu” tartışmasına girdi. Aslında çizgileri oydu. Öylece o da bir yerde dağılmıştı. Böylece geleneksel Kürt hareketinin artık tümden yenilip sonunun geldiği, reformist milliyetçi akım, küçük burjuva akımın DDKO ile doğarken bile son derece teslimiyetçi reformist bir tutum gösterdiği, dolayısıyla artık Kürdistan’da belli bir toplumsal hareketlilik zemini oluşmuş olsa da ilkel milliyetçi reformist akımların ezildiği, dağıtıldığı bir ortam. Türkiye’nin devrimci gençlik temelinde gelişen sol, sosyalist hareketinin de yine zindanlarda ezildiği, önderlerinin katledildiği bir dönem. Böyle bir ideolojik-siyasi dönemde aslında yeni bir grup, Önder Apo’nun yarattığı gelişmeler var. Önderliksel doğuş ve PKK’nin gençlikten başlayarak örgütlenmesi çabaları var.
Bu çerçevede Bakurê Kurdistan’daki Kürt hareketi öyle eziliyor, Başûr’daki dağılıyor. Türkiye devrimci gençlik hareketi dağılıyor. O zaman soykırım başarıya gidiyor. Asimilasyon sonuç alıyor. Önderliğin o çabaları olmasa, tartışmaları olmasa, örgüt kurma cesareti olmasa, o temelde gençlikten başlayarak Kürt sorununu, Türkiye demokratik devriminin bir müttefiki, bir parçası olarak geliştirme dayatması olmasa, aslında Kürtlük diye bir şey kalmayacak. Asimilasyon ve soykırım zafer kazanacak. Bu temelde bittiği yerden yeniden bir doğuş ve diriliş var. Önderliksel doğuşu öyle görelim.
Önderlik gerçeğini somut yaşamdan, toplumsallıktan kopartamayız;
Bu açıdan Önderliği böyle bir doğuşu yapmaya götüren etkenler ve özellikler nelerdir? Önderliksel çıkışın dayandığı koşullar nedir? Sorunları, zorlukları nelerdir? Tarihsel anlamı, önemi ne? Bir de gelişimi ne? Bu açılardan insan bakabilir. Bir; böyle kritik bir ortamda doğuşu gerçekleştirmeye götüren temel özellikler nedir? İki; Önderliksel doğuşun Kürdistan, Türkiye, Ortadoğu ve dünya açısından tarihsel önemi ve anlamı ne? Üçüncüsü; Önderlik çizgisinin gelişimi nasıl oldu? Önderliği pratikten kopuk ele almak yeterince anlamayı getirmez. O halde parti ve mücadele tarihi bakımından neyi ifade ediyor? Önderliksel gelişimin temel dönemleri neler oldu? Hangi süreçlerden geçildi, o süreçleri Önderlik nasıl bir tutumla, yaklaşımla karşıladı? Tarzı, üslubu, temposu ne oldu, hangi sonuçları aldı?
Hata yapmamalıyız; düşüncede, anlamada, algılamada, yanlışlığımız olmamalıdır. Bazen aynı kavramları kullanmak, aynı anlamı ifade etmeyi içermiyor. Görüşlerin birbirine yakın olması, aynı olması anlamına gelmiyor. Madem okuyor ve inceliyoruz, belli amaçlar doğrultusunda yaşıyor, mücadele ediyoruz, o halde tanımlamalarımız net olmalı, açık olmalı, derinlikli olmalıdır. Ne yapmak istediğimizi, nasıl yapacağımızı bütün açıklığıyla ortaya koyabilmeliyiz, anlayabilmeliyiz, ortak görüşümüz olabilmelidir. Bu bakımlardan da nüans farklılığı gibi görülen hususlar derinleşti mi ayrı görüşlere kadar gidebilir. Sürekli düzeltilmeyi gerektiriyor.
Önderlik gerçeği üzerinde duruyoruz, anlamaya çalışıyoruz. Elbette Önderlik gerçeğini yaşamdan kopuk soyut bir yaşam olarak ele alamayız. Onu var eden, ortaya çıkartan, özelliklerini şekillendiren nedenler, etkenler var. Onları bilmeden, anlamadan, Önderlik özelliklerini özümsemek ve yaşamla bütünleştirmek mümkün değildir. Eğer Önderliği var eden neden ve etkenleri anlayamazsak, o zaman somut bir gerçeklik olarak Önderliği de anlayamayız. Yaşamdan kopuk, soyut, anlamını bilmediğimiz, kendimizi de gerçekleştiremediğimiz özelliklerden söz ederiz. O ne Önderliği doğru tanımlar ne de öyle bir tanımlamanın bize faydası olur. Hiçbir faydasını görmeyiz, tersine kendimizi gerçeklerden daha çok kopmuş, hayalci, ezberci bir varlık haline getiririz. Yaşamımıza, çalışmalarımıza o durumun bir faydası olmaz. Onun için elbette Önderlik objektif koşulların yörüngesinde, onların yürütücüsü olarak ortaya çıkmadı ama Önderlik gerçeğini bu biçimde ortaya çıkartan tarihsel ve toplumsal nedenler ve etkenler var, onlara bir cevap oluyor. Cevap olma temelinde ortaya çıkıyor, o nedenler, etkenler temelinde var oluyor. Doğru olanı yürütmeyi, hata ve yanlış gördüğünü değiştirmeyi esas alıyor. Böyle bir 20. yüzyıl sonunda 21. yüzyıl başında yeni bir insanlık sentezi, insanlık düşüncesinin yeniden sentezlenmesi, yeni bir toplumsallık sentezi olarak kendisini şekillendiriyor. O halde bu sentezi anlamak için onu var eden etkenleri, nedenleri bilmek ve anlamak gerekiyor. Bir bilinç olması için düşüncemizin böyle olmasına kesinlikle ihtiyaç var.
Kürt sorunu, inkâr ve imha sorunundan, soykırım gerçeğinden kopuk ele alınmaya çalışıldı mı, Önderliğin anlaşılması mümkün olmaz. Bir anlam da ifade etmez. Kendi tarihsel anlamını, var olan sorunları açığa çıkartma ve onlara cevap olma gerçeğinde buluyor. O halde sorunlar neler? Hangi sorunlar Önderlik gerçeğini var etti, gerektirdi, ihtiyaç oluşturdu? Önderlik bu sorunlara nasıl bir cevap verdi, nasıl bir cevap yarattı? Önderliksel cevap neleri ifade ediyor? Bunları bilmeliyiz. Tek boyutlu olmamak, olgucu, pozitivist yaklaşmamak, yaşama sadece materyalist bakmamak gerekiyor; maddiyatçı olmamak lazım. Fakat somut olmayı bilmeyi de gerektiriyor. Yaşam somutluğundan da hiçbir biçimde kopmamak lazım. Düşünce gücü, manevi güç yaşamdan kopuk değildir. Hayalcilik anlamına gelmiyor. Hayaller somutun aydınlatılmasına hizmet ettiği müddetçe önemli de oluyor. Fakat ondan koparsa anlamsız oluyor. Öyle anlamsız bir hayalciliğe elbette kapılmamalıyız. Maneviyatı anlamsız bir hayalcilik olarak görmemek lazım. Dolayısıyla Önderlik gerçeğini somut yaşamdan, toplumsallıktan kopartamayız. Koparttığımız zaman yok olur. Onu, üzerinden yükseldiği zeminden koparmış oluruz ki, anlamı kalmaz. Öyle bir tanımlama gerçeği de yansıtmaz, kimseye de hizmet etmez. Onun için Önderliği, partiyi anlamak, onu ortaya çıkartan etkenleri, nedenleri görmek, neden bunlara ihtiyaç olduğunu bilmek ve nasıl cevap oluşturduklarını da bilmek gerekiyor. Özelliklerini orada aramak, insanı daha somut kılar.
Önderlik tarzının esası;
Sosyal bilimlerde “Somut şartların somut tahlili” diye bir kavram vardı. Eskiden devrimciler çok kullanırlardı. Devrimci görev planlamaları yapılırken hep buna dikkat çekerlerdi. Bu bir objektivist bakış anlamına gelmiyor. Ama hayalci olmamayı, yaşamdan kopmamayı, somutluktan uzaklaşmamayı ifade ediyor. Çünkü nihayetinde, yaşam somut, yaptığımız işler bu somutluk içerisinde olmak durumundadır. O halde görevleri doğru belirleyebilmemiz için stratejik düzeyde olsun, taktik düzeyde olsun görevleri doğru belirleyebilmemiz, kendimizi, yapacağımız işleri doğru ve yeterli bir biçimde planlayabilmemiz için somut şartların somut tahlilini yapabilmeliyiz. O da somut, gerçekçi, bütünlüklü ve derinlikli analiz yapmak anlamına geliyor. Biz buna şimdi teorik değerlendirme de diyoruz. Birçok boyutta mevcut siyasi, askeri, ideolojik, örgütsel durumu analiz ediyoruz. Düşmanın durumunu, halkın durumunu, kendi durumumuzu, coğrafyanın durumunu hepsini katıyoruz. Böyle bir analiz hem görevleri belirleyip yürütebilmek için gereklidir hem de siyasi mücadele açısından gereklidir. Askeri mücadele için zaten daha fazla gerekiyor. Dönemsel görevleri de, günlük görevleri de doğru ve yeterli belirleyebilmek için sürekli böyle bir analiz yapabilen bir bakış açısına, düşünce gücüne sahip olmamız gerekiyor. Yaratıcı olmak, üretken olmak, doğru tarz sahibi olmak bununla mümkün oluyor. Nerede, ne yapacağını bilemeyen birisinin iş yapması, başarı elde etmesi, başarıyı ortaya çıkartacak bir yaşam ve çalışma tarzını geliştirmesi mümkün olmaz. O ancak ne yapacağını, nasıl yapacağını doğru ve yeterli bir biçimde bilmekle mümkün oluyor.
Belirttiğimiz hususlar ile amacımızdan kopmuyoruz. Esas amacı çok yönlü ve somut bir analizle açığa çıkartmak, anlaşılır kılmak için bu temelde bir bakış açısı geliştirmeye çalışıyoruz. Onun için de daha fazla üzerinde düşünmek, kafa yormak gereklidir. Tarihsel toplum bilinci önemli ve esastır. Orada somutlaşma da esastır. Bu bakış açısına, “Önderlik tarzının esası” diyebiliriz. Önderliğin gücü düşüncesinden ileri geliyorsa, düşünce gücünün esası da buradan ileri geliyor. Tarihsel toplum bilinci, böyle bir bilinçte derinleşme, somutlaşma, yaratıcı bir temelde sorgulayıcı olma. Somutun eleştirel-özeleştirel analizini yapabilme; Önderliği, yaşamı ve geleceği aydınlatan büyük bir düşünce gücü haline getiren gerçeklik işte budur. Başka yerde aramamak lazım. Yaşamla ilgilidir. Bugünü ve dünü anlamaya çalışıyor, kafa yoruyor. Olayları birbiriyle ilişkilendiriyor, nedenlerine, sonuçlarına bakarak yaşamın olası gidişatının nasıl olacağını, doğru yaşanabilir gidişatın nasıl olması gerektiğini tespit etmeye çalışıyor. Bunların hepsi çaba ve emekle oluyor. Önderlik gerçeği büyük bir emek gücüdür, emek yoğunlaşmasıdır. 24 saat kesintisiz bir yoğunlaşma ve mücadele olayıdır. Hiç kopmadan, kesilmeden, tek yanlı ve dar bir bakışa düşmeden bir emek yoğunlaşmasıdır. Başka biçimde Önderliği anlamaya çalışan doğrulardan ve gerçeklikten kopar. Önderliği hiçbir zaman doğru anlayamaz, dolayısıyla da kendisi de bir çözüme kavuşamaz. Söylediklerinin, o temeldeki düşüncelerinin kendisine de herhangi bir faydası olmaz.
Önderlik tarzıyla bakmak, anlamak, yaşamak, çalışmak gereklidir;
Evet, Önderlik birçok şeyi hazır sundu, bu doğru ama sunduklarını en azından ezberlemeye değil, anlamaya çalışmamız lazım. Anlayabilmek için de böyle bir bakış açısına, bilinç yoğunluğuna ulaşmamız gereklidir. “Önderlik böyle yapmış, ben ayrı yapayım” dememeliyiz. Öyle dersek zaten baştan kopmuş oluruz. Önderlikten koptuktan sonra da Önderliğe ulaşamayız. Önderliğe doğru katılabilmek, doğru anlayıp, uygulayıp ve uygulayıcısı olabilmek için Önderlik tarzına ulaşabilmek gerekiyor; Önderlik tarzıyla bakmak, anlamak, yaşamak, çalışmak gereklidir. Ondan kopmamak gereklidir. Koptuktan sonra zaten o gerçekliğe ulaşmak mümkün olmaz. Dolayısıyla dikkat edelim. Önderliğin üslubuna, düşünce sistemine, anlatım sistemine, yazım sistemine bakalım; baştan itibaren bir tarzı, sistemi, üslubu var. Bu aydınlatıcı ve anlaşılır bir üslup, çözümleyici bir tarzdır. Analiz edici, çözümleyici bir tarz oluyor. Başarıyı, bu üslup ve tarz getirdi. O halde biz de başarılı olacaksak, olmak istiyorsak hem de bunu Önderlik çizgisinde Apocu militan olarak yapmak istiyorsak biz de bu üslup ve tarzı esas alacağız, anlayacağız, özümseyeceğiz, ona göre yaşayıp çalışacağız. Onu gerçekleştirdiğimiz ölçüde Önderliğe doğru katılmış oluruz, Önderliği doğru ve yeterli anlamış oluruz, uygulamış oluruz. Başka türlü olmaz. Sözde söylenen ayrı, pratikte yaşanan, yapılan ayrı oldu mu, oradan hiçbir sonuç çıkmaz. Öyle bir tutum kendini, çevresini yanıltmaktan başka bir sonuç vermez.
Önderliğin tarihsel toplum çözümlemeleri onun düşünce gücünün esası oluyor. Yeni düşünceleri oradan çıkartıyor, oradan yaratıyor. O halde her şeyi doğru tarih bilinciyle elde ediyor; tarih bilinci Önderlik gücünün temelini, esasını oluşturuyor. Düşman kavrayışı, ülke kavrayışı, halk kavrayışı, yaşam anlayışı, mücadele tarzı da buradan doğuyor. Öyle başka yerden doğmuyor, hazır değildir. Birileri vermiyor. Hepsi yoğun bir insan emeğinin sonucu olarak üretiliyor, yaratılıyor. Böyle bir insan emeğinin temel güç kaynağı da yoğun ve derinlikli, toplumu esas alan bir tarih bilinci oluyor. Önderliği bu anlamda esas itibarıyla bir tarih bilinci olayı olarak görmek lazım. Bütün çabası, tarihsel gerçekliği anlamak, aydınlatmak üzerinde yoğunlaştı. Buradan sonuca ulaştı, orada kendisini örgüt ve eyleme dönüştürdü, bir cevap haline getirdi. Başka biçimlerde örgüt ve eylem haline gelmedi. Böyle bir parti oluşumu, mücadele gerçeği başka yerden doğmadı. Bunu çok iyi görmemiz, bilmemiz, anlamamız gerekiyor. Önderliği tarihsel ve toplum yürüyüşünde ihtiyacı karşılayan noktaya oturtabilmemiz gereklidir. Öyle olursa tarihi de, düşmanı da, dostu da doğru görebilir ve anlayabiliriz. Önderlik cevabını da daha iyi anlama, anlamlandırma, özümseme imkânı, gücü kazanırız.
Kapsam ve derinlik bakımından daha fazla geliştirmemiz gereklidir. Hiçbir zaman yeterli görmemeliyiz. Her zaman daha da derinleştirmeliyiz. Her zaman sorunların çözümünde böyle bir yaklaşımda, yoğunlaşmada, analizde bulunmalıyız. Başka yerden beklememeli, hazır istememeliyiz. Sanki birileri başka yerden hazır buluyormuş gibi sanmamalıyız. Bulabilenler tarihsel toplum çözümlemeleriyle bugünü anlıyor, yarına dair öngörüde bulunabiliyor. Başka biçimde bu iş olmuyor. O halde bir devrimci militan olarak bizim de her zaman böyle olabilmemiz gereklidir. Ne yapacağımızı, nasıl yapacağımızı doğru tespit edebilmemiz ve dolayısıyla başarıyla gerçekleştirebilmemiz için başarı kazanan bir tarzın, üslubun sahibi olabilmemiz için bu kesinlikle gereklidir.
DURAN KALKAN(2.BÖLÜM)SON
YORUM GÖNDER