SANAT ELEŞTİRİSİ “ŞAKA DEĞİL!”
Sürekli kültürel soykırım saldırısı altında bulunan bir halk açısından sanata bakıldığında her şeyden önce ölçümüz ne kadar eğitici-öğretici olduğu; ne kadar değişim-dönüşüme yol açtığıdır.
Sanat konusunda eleştiriler yapmak hassasiyet gerektiriyor. Bazen etraflıca tartışılmadığında yeterince kavratıcı olunamıyor ve bu da tepkilere yol açabiliyor. Bunu da dikkate almak kaydıyla sürekli sanat kritiği yapmak kesinlikle gerekli ve kaçınılmazdır. Örneğin televizyonlarda birçok sanat programı vardır ama tek birinde içe dönük sanat eleştirisi yoktur!
Oysa sanatın kendisi en büyük eleştirileri geliştirmekle yükümlüdür. İktidar bir yana en demokratik yönetim olgusu karşısında bile kendini sınırlandırmaması, hep eleştirel konumda bulunması gereken sanat alanı elbette eleştiriye de açık olmalıdır. Çünkü aşırı bireyci tutumlar düşünsel-ruhsal birliğimizi zedeliyor ve tüm sanat alanını yıpratıyor. Sanat emekçileri buna daha fazla müsamaha gösteremez. Eleştiri olmazsa büyük sanat hedefi temelinde düzelme de olmaz.
Düzeltme çabasının merkezine aşırı bireycilik ve egoizmle mücadeleyi almak çok isabetli olur ve herkes de bunun farkındadır. Bununla birlikte sanatımızın öncelikle kendi halkımıza hitap etmesi gerekir ancak son dönemde bazı alanların kendini fazlasıyla dışa endekslediği ve dışa beğendirmeye çalıştığı görülüyor. Bu eğilim özgür sanat çizgisine aykırıdır. Kimlik ve kişilik oluşturmayacak en sakıncalı eğilim budur.
Son dönemlerde bazı alanlarda olumlu gelişmeler olmakla birlikte eleştiri-özeleştiri mekanizması yeterince işletilmediği için bir türlü istenen düzeye de gelinemiyor.
Özellikle tiyatro alanındaki gelişmeler dikkat çekicidir ve takdire şayandır. Okul ve akademi çalışmaları da ilerleme halindedir. Ancak tüm çalışmaların ne derecede halkın gündemiyle bütünleştiği ve halkımıza ulaştığı eleştirel gözle değerlendirilmelidir.
Bazı proje ve programların, hareket noktası iyi niyetli olsa da süreci yeterince gözetmediği anlaşılıyor. Bunlardan biri de mizah yönü olan çalışmalardır.
Mizah ciddi iştir denilir ya aynen söylendiği gibi topluma hitap eden her şey ciddidir. Toplumu ilgilendiren her konu gibi bu alanın da eleştiri süzgecinden geçirilmesi gerekir.
Öncelikle yaptığımız her şeyin zamanlaması konusunda düşünmemiz gerekir. Süreçlere uygun olmayan her şey daha derinlikli sorgulanmaya değerdir ve kimse kendini bundan muaf tutamaz.
Sadece son bir yılda yaşanan savaşın düzeyine bakıldığında ne anlatmaya çalıştığımız görülür. Bu temelde sanat alanında pozitif eleştiri düzeyi geliştirilmelidir.
Yeni paradigmamız yapıcıdır, sadece negatif eleştiri sınırında kalmaz, inşacıdır. Olması gerekeni pratiğiyle de gösterir. Sanatın genelde böyle bir rolü vardır. İşin perde arkasında, mutfağında, sahnesinde her yerde, her alanda gerçekten yetenek var, emek de veriliyor. Fakat işin özüne gelince topluma sunulanın ne kadar eğitici-öğretici olduğu tartışmalıdır.
Yaptığımız her şeyin halkta karşılığı vardır diyerek kendimize gerekçeler bulmak kolaydır. Evet halkta karşılığı olan her konuya titizlikle eğilmek ve değer vermek gerekiyor. Ancak bu karşılıkların ne kadar yerini bulduğu, hangi ölçüyle belirlendiği ve ne tür sonuçlara yol açtığı iyi düşünülmelidir.
Sürekli kültürel soykırım saldırısı altında bulunan bir halk açısından sanata bakıldığında her şeyden önce ölçümüz ne kadar eğitici-öğretici olduğu; ne kadar değişim-dönüşüme yol açtığıdır. “Eğitme derdimiz yok!” dediğimizde aslında baştan yanlış yapmış oluruz. Eğitimi esas almayan sanatın halkın sanatı olduğu iddia edilemez.
Mizah bile sadece “şaka değil!” işin ciddiyeti soykırım karşısında direniş perspektifiyle daha iyi anlaşılıyor. O halde her sanat alanını sürekli eleştirel gözle yenilemek gerekir. Eleştiriye açık olmayan her alan kendini çok aşırı beğenmiş sayılır ve gelişmeyi kendinde tıkatır. Negatif dilden uzak durmak kaydıyla eleştirilerin geliştirici gücüne inanmak gerekir.
En zorlu anlarda bile gülümseyen ve en kahramanca direnişlerin ardından bile kendini sorgulayan, eksiklerini özeleştiriyle değerlendiren gerilla görüntülerine yabancı olmayanlar sanat eleştirilerinin özünü anlamakta zorlanmayacaktır.
Kendini bencilce dayatan, zorlayan, eleştirilerden ve demokratik komünal yaşamdan kaçan ve aslında bu yüzden zorlanan insan profili tam da mücadele ettiğimiz kapitalizmin en çirkin tezahürleri olarak görülmezse asla düşünsel ve ruhsal birliğimizi sağlayamayız.
Ozan Mizginlerden en son sanat ve edebiyat şehitlerimiz Sait Üçlü, İrfan Güler ve Bawer Botanlara tüm şehitlerimiz, hangi ruh ve bilinçle ortaklaşmak gerektiğini gösteriyor.
Hem dönemin kahramanlık direnişi hem de sanat alanında verilen büyük emekler artık sanatla ilgilenen herkese daha büyük sorumluluk yüklüyor.
Hedef açık ve nettir: her şey şu anda Önder APO’nun fiziki özgürlüğünü sağlamak için olmalıdır.
Birbirinden uzaklaşmanın değil birleşerek sanat alanında devrime öncülük yapma zamanıdır!
NURETTİN DEMİRTAŞ
YORUM GÖNDER