BAŞKA DiLDE ANNE OLMAK (15.BÖLÜM)
SÖZ DE YANAR ATEŞLE SÖYLENMİŞSE EĞER
Fatma Ana Adana
Görüşme Tarihi: Kasım 2012
Ayşe Kaya: 1990 yılında dağa gitti.
Yaşamını Yitirdiği Tarih: 1997
Veysi Kaya: 2006 Şubat ayında kendini yakarak hayatına son verdi.
Abdulkadir: Fatma Ana’nın torunu o da tıpkı dayısı gibi 2012’de kendini yakarak hayatına son verdi.
Davranışlar, kelimelerden daha fazla konuşur, daha çok şey ifâde eder. (Oscar Wilde) Bir insan neden dağa gider? Bir insan neden kendini feda eder? Politik psikiyatri de bu durum; her türlü iktidar gücünün karşısında sınır tanımaz bir iktidar ötesi başkaldırı diye tanımlanır. Kendi siyasal düşüncesinin de üstünde bireyin kendini özgürleştirme girişimi olarak açıklanır. Metis yayınlarında, Rojin Canan Akın, Funda Danışman’ın röportajlarıyla hazırlanan “Bildiğiniz Gibi Değil” adlı çalışmada, 1980 yıllarının Kürt çocuklarının anlatımları yer alır. Devletin yarattığı travmatik bir süreçten bahsedilir. Ailelerin yaşadıkları baskılar o yılların çocuk, şimdinin gençlerini yarattı. Darbe yıllarının adaletsiz ve hukuksuzluğu, o mağduriyetin anlamını da yaratmış oldu. Feda etmeyi ya da bir insanın kendisini yakmasını haklı görmek anlamında değil elbette ama sizin yarattığınız anlamı onlarda yaşadıklarından çıkardıkları bir anlama dönüştürdüler. Bazen sizin değersizleştirdiğiniz şey başkaları için yeni bir değer sistemini yaratabiliyor. Abdulkadir, Veysi Kaya, Ceylan Kaya, Ayşe Kaya, bu isimler bizim tarafımızdan bu kadar rahat söylenebiliniyor. Ceylan hariç sözü edilen diğer gençler artık yok. Ne oldu da Veysi ve Abdulkadir kendini yaktı. Ne oldu da Ayşe dağda hayatını kaybetti.
Bu bir neden miydi sonuç muydu? Görüştüğümüz ailelere Kürt sorunuyla nasıl ilişkilendiklerini sorduk. Annelerle yapılan bu görüşmelerde Veysi’nin annesi Fatma Ana, Adana’ya gelişlerini tarihçesinden yola çıkarak bu noktaya nasıl geldiklerini anlattı. Fatma Ana Anlatıyor Anne tarafı Muş – Malazgirt, Baba tarafı Ağrı – Doğu Beyazıt. Yaklaşık yetmiş yıl önce Mardin- Savur’dan gelerek Adana’ya yerleştik. Savur’da fabrika açılacak dediler, çocuklarım Savur’a gitti, “Siz Adanalısınız” deyip geri gönderdiler. Anlayacağın geldiğimiz yer de bizi unuttu. Ailemizde PKK’ ye ilgi kızım Ayşe ile başladı. Seksenli yıllarda herkes bir şekliyle siyasete ilgi duyardı. Kızım çok okuyan biriydi. Arap aile diyorlar bize. Kızım “mazlum olanın yanında olmak beni onlardan daha fazla Kürt yapıyor” derdi. Bizim de bir tarafımız Kürt. Gerçi o bu yüzden gitmedi. Doğuda insanların yaşadıkları, yakılan köyler, faili meçhul cinayetler, sürekli olaylar yüzünden buralara yapılan göçler, anlayacağın onların acısını acısı bilmişti.
Onu dağa götüren inancıydı. 1990 yılında gitti. 1997 yılında da şahadet haberi geldi. Ama çocuklar bana söylemedi. Veysi o zaman cezaevindeydi. Cezaevinde öğrenmişti ablasının şehit olduğunu. Yas sakalı bırakmıştı. Niye sakal bıraktığını sorduğumda cevap vermedi. Ayşe dağa gidince geride kalanlar da artık suçlu haline geldi. Evimiz neredeyse polislerin uğrak yeri haline gelmişti. Polisler “siz de PKK’lısınız” diyerek sürekli baskı yapıyordu. Bana kızımı bulup getirmemi söylüyorlardı. Ben de “Bulup getirebiliyorsanız siz getirin. Siz getiremiyorsanız ben nasıl getireyim” diyordum. Oğlumun kendisini yakması da ablası yüzünden kendisine yapılan zulümdür. Her defasında yakalanır, savcılıkta serbest bırakılırdı. On dört yaşından beri neredeyse her hafta polisler alıp götürür bir hafta on gün sonra serbest bırakılırdı. Gözaltılar onu canından bezdirmişti. Bir gün kendini balkondan atmak isterken ablası son anda engel oldu. “Artık bıktım” diyordu. Onu partiye bu kadar bağlı hale getiren de yaşadıklarıydı. Polisler “ya adam olacaksın ya da seni öldüreceğiz” diyorlarmış. Onlar bunu yapmadan oğlum bunu kendine yaptı.
Veysi, BDP Gençlik Kolları Başkanı’ydı. İşten arta kalan zamanını partide geçirirdi. Üzülürdüm, merak ederdim. Ama bizi dinlemezdi. “Nerdesin oğlum” dediğimde “anne bana bişey sorma” derdi. “Kalbinin sırrını kimse bilmezdi. Kendini yakacağı gece eve geldi. Gece saat on iki civarıydı. Yeni Bey Mahallesi’nde biri vurulmuştu. Üstü başı çamur içinde eve geldi. “Bu ne hal oğlum” dediğimde “bir arkadaşımı vurdular” dedi. Televizyon kanallarında Öcalan’ın hücreye konulduğu haberini dinlediğimi söylediğimde, oğlumun söyledikleri yanacağının da cevabıydı. ‘Öcalan’a bir şey olursa kan gövdeyi götürür hiç merak etme’ demişti. Sırrı kalbindeydi oğlumun. Daha çocukken bile karıştığı kavgalarda dayak yediği olurdu. Ne olduğunu sorduğumuzda asla anlatmazdı. Ateşte yandığını da yanarak söylemiş oldu. Veysi’nin kendini yakacağı günün gecesinde, çalıştığı yerden aldığı son haftalığını yastığımın altına bırakmıştı. Evden çıkmadan önce “anne yağmur yağıyor ceketim nerede” diye sordu. Ablan gilde dedim. Torunum, gidip alayım mı dayı dediğinde kabul etmedi. Ben alırım dedi. Ceketini ablasından aldı. Evin önünden geçerken, diğer kızıma “Abla ben gidiyorum kendinize iyi bakın.” Dedi ve gitti. Bu onu son görüşümüzdü. Gündüz saat üçte bedenini ateşe verdiği haberi geldi. Hastaneye kaldırıldığı sırada yüzünü gördüm. Yüzü hep merhem di. Zaten yirmi gün hastanede kaldı. Hemşirelerle ahbap olmuştu. Onlara beni Newroza yetiştirin diye söylüyormuş. Ne yazık ki Newrozu göremedi. 1 Mart’ta şehit olduğu haberi geldi. Artık aklım kalmadı. Veysi’den önce büyük kızımın öldüğü haberi geldi. Ardından en büyük kızım vefat etti, sonra Veysi. En son torunum Şoreş bütün acılarımı bastırdı. Şoreş’den sonra diğerlerini unuttum.
Teyzesi Nuran’ın Kaleminden Şoreş’in Hikayesi (Abdulkadir ) Abdulkadir 1994 yılında dünyaya geldi. Teyzesi Ayşe onu Şoreş diye çağırıyordu. O artık teyzesinin Şoreş’iydi. Ayşe dağa gittiğinde daha çocuktu. Annesi de artık onu Şoreş diye çağırıyordu. Küçük yaşta dayısının yangınını görmüştü. Ablasının dağa gitmesiyse onu derinden etkilemişti. Bu da yetmezmiş gibi annesini daha çocuk yaşta kaybetmişti. Annesini kaybetmesi yüreğinde kapanmaz bir yara açmıştı. “Dilimde dil, gözlerime ışık olan annemdi” derdi. Artık Şoreş annesiz büyüyordu. O boşluğu anneannesi ve biz teyzelerinde dolduruyordu. Hassastı ve çok içten bir kişiliğe sahipti. Yüzünden gülümsemesi eksik olmazdı. İnsanları kırmazdı. Hüzünlerini, acılarını dışa vurmazdı. Yüzü, biçimini yüreğinin güzelliğinden almıştı. Şoreş büyüdüğünde kendisini bu siyasetin içinde buldu. Yaşanan trajedimiz onu yaşından erken olgunlaştırmıştı. O da hayatın anlamını teyzesinin, dayısının, ablasının aradıklarında bulmuştu. Dağa gitmeyi tutku derecesinde istiyordu. Bunun asla imkânı yoktu. Şoreş doğuştan kalp hastasıydı. Damar tıkanıklığı ve ritim bozukluğu vardı. Benim ilacım özgür dağlardır diyor başka bir şey demiyordu. Dağa çıkan ablası Ceylan’ın hasretini çekiyordu. Ablasının özlemi onun da bilinçlenmesini sağlamıştı. Kürt gençlerinin tutuklanması onu öfkelendiriyordu. Şoreş’le teyze – yeğen ilişkisini aşmıştık. O benim her şeyimdi. Yeğenimi anlatmam çok zor. Onunla yaşadığımız o kadar çok anımız vaki, o benim yüreğimdi. Şoreş’in okuduğu ilk kitap Öcalan’ın “Kürt Aşkı” kitabıydı. Bir haftada kitabı okuyup geldi. Teyze Önderlik senin için ne ifade ediyor. Ben de düşüncelerimi söyledim. “Benim için önderlik bitmez tükenmez bir aşktır” demişti. Öcalan’a bir mektup bile göndermişti. (O güne kadar okuduğu tek kitap da oydu).
Bana bir gün“Tarih benim ne kadar büyük bir Apocu olduğumu sizlere gösterecek” demişti ve eklemişti “Teyze eğer bir gün gidersem Awaza Çiya Agır Geş Bıkın” stranını (şarkı) dinle. Bu stranın içinde beni bulacaksınız.” Derdi. Yeğenim kendini yakmadan bir hafta öncesinde yapılan tutuklamalar onun canını çok sıkmıştı. “Teyze görüyor musun, dışarıda insan bırakmadılar.” Dediğini hatırlıyorum. Onun inancı kendini ateşte sınamasıyla bütünleşti. Eylemini gerçekleştireceği gün sevinçten havalara uçacak gibiydi. Bu sevincin ateşle bütünleşmek olduğunuysa sonradan anlayacaktım. Sevincinde hüzün vardı bunu görüyordum. Dedim ya o benim yüreğimdi. O gün yeni elbiseler almıştı kendine. Herkesle sessizce vedalaşıyordu. Bizleri çok sevdiğini söylüyordu. O gün neredeyse her saat başı yanıma geldi. Mektup yazıyordum. “Bana kalem, kâğıt ve zarf ver” dedi. Ne yapacaksın dedim, “lazım acil işim var” dedi hızla çıktı evden. O sırada teyzesi Sevim, “Şoreş nereye gidiyorsun gel oturalım konuşalım biraz” demeye kalmadı “yarım saate geliyorum” diyerek hızla uzaklaştı. Aradan yirmi dakika geçmemişti o acı haber geldi. Ben sokak sokak Şoreş’i arıyordum. Sokakta geçen kadın tanıdıklardan biri “eve git Şoreş kendini yaktı” dediğinde dizlerimin bağı çözüldü. Yürüyemedim o an, konuşamadım, eve ulaştığımda anamın, ablamın çığlıkları yürekleri kurşun gibi delip geçiyordu. Aslında yedi yıl öncesini yaşıyor gibiydik. Dayısı Veysi’nin eyleminin aynısıydı. Kutsal bir ateşin etrafında dayı – yeğen yeniden buluşmuştu. Belki de bu ölümü uzaklaştırmaktı. Ölüm bazen yaşamak anlamına da geliyordu. Biz hastaneye ulaştığımızda polisler Şoreş’i sorguluyorlardı. Korkuları ateşten miydi? Ya da vicdansızlığın bir gösterisi miydi artık ona da siz karar verin. Ağır yanıklar içinde acı çeken birini sorgulamak hangi vicdanla açıklanabilir ki. Yeğenimin yaktığı ateş yüreğimizi cayır cayır yaktı. Şoreş diye seslendik, başını kaldırıp bize baktı. Gözyaşlarının yanaklarından yüreğimize akan bir zehir olduğunu anladık. Artık ateş Şoreş, Şoreş de ateş olmuştu. Aşk böyle bir şeydir işte. Hani inanmıyordunuz sözlerime, işte bakın söz de yanar ateşle söylenmişse eğer diyerek gitti.
Yeğenimin söylediği şarkıları dinleyerek onu o şarkıların içinde buluyoruz şimdi. Dayısıyla başlattığı o kutsal törenini saygıyla anıyorum her daim. Aradan çok kısa zaman geçmemişti. Ceylan bir radyo kanalında kardeşine ve dayısına bir mektup göndermişti. O mektuptan önce Ceylan’dan da bahsetmeliyim biraz. Teyze, dayı ve yeğenler, birbirini tamamlayan bu hikâyenin kopmaz bağlarıdır çünkü. Şoreş’in biricik ablası, annesinden sonra en çok aradığı, bir vedalaşmaya bile vakit bulamadığı o sabırsız kardeşin ablası. Ceylan, adı gibi kendisi de öyleydi. Çocukluğundan beri anneannesiyle birlikte yaşamayı tercih etti. Bu annesini de çok mutlu ediyordu. Ninesini tutku derecesinde seviyordu. Evin bütün işlerini o yapar, çalışkan, kararlı örnek alınacak biriydi. Dayısının şehit olması onu derinden yaralamıştı. Dayısına çok bağlıydı. Bir elmanın yarısı gibiydiler. Dayısı gidince, kendisi de dağların yolunu tuttu. Hayat dediğiniz şey sevdiklerinizle anlamlıdır. Eğer siz o anlamın peşinden gitmiyorsanız, yaşamıyorsunuz demektir. Bu gidişin böyle bir anlamı vardı. Dayısını böyle yaşatacağını düşünüyordu. Artık o Veysi, Veysi de Ceylan’dı.
Tarih 5 Ekim’di. Sabah işe gidecekti. Kalktı. Dayısı Veysi’nin kazağını aldı yanına, ninesinin evinden çıktı, annesiyle vedalaştı. O gün Veysi’nin mezarı ziyaret edilecekti “ben de gelecem saat ikide evde olurum” dedi ve çıktı. Saat yediye kadar bekledik. Gelmeyince bir gariplik olduğunu fark ettik. Annesinin, zaman ilerledikçe tedirginliği de artıyordu. Aradan bir kaç gün geçti. Ceylan’ın dağa gittiğini öğrendik. Dağda yakalanıp cezaevine düşen arkadaşlarından zaman zaman bilgi alıyoruz. Hala hayatta olduğunu biliyorum. Ceylan, dayısını ve kardeşinin bedenini ateşe verdikten sonra Denge Mezopotamya.com radyosunda yayımlanmış bir mektubunu dinledik. Onu da olduğu gibi aktarıyoruz. Ceylanın Mektubu Arkadaşım, dağ yaşamının nasıl olduğunu sende biliyorsun. Bazen söz anlatmaya yetmiyor. Mektubunu aldım; inan ki çok mutlu oldum. Bu kadar seneden sonra senden mektup almak farklı bir his uyandırdı. Durumunu merak ediyorum. Eğer sen durumumu soruyorsan ben iyiyim. Biliyorsun ki Veysi ve Mizgin’in istekleri uzun zaman bu özgür dağlarda yaşamaktı. Maalesef bu hayalleri yarıda kaldı. Ben kardeşimin yaptığı eylemi biliyorum. Beni çok etkiledi. Ama onun kararıydı. İnanın ben onu çok özlüyorum. Sanki her zaman yanımdaymış gibi. Elbet son isteğini ve benden ne istediğini öğrenmek isterdim ama bu isteğini bilen Veysi arkadaş ve Başkan Apo’ylaydı. İstiyordu ki gerilla eylemini kabul etsin. Biz kabul ediyoruz. Arkadaşlar mektubunu okudu çok güzel yazmıştı. Ben söyledim onun kararıydı. Bana göre kabul ettiler. Bu eylemi için gururlu olun. Sizden isteğim budur.
Abdulkadir arkadaş onların tek oğlu değil Kürt halkının oğludur. Kürdistan’ın şehididir. Size söylediğim gibi durumum çok iyidir. Sadece sizi çok merak ediyorum. İnanıyorum ki bu mektubum elinize geçecektir. Servet arkadaşın da durumunu merak ediyorum. Umarım o da iyidir. Selamımı söyleyin. Servet arkadaşla ortak anılarımız çok. Her zaman ondan bahsediyorum. Kendine çok iyi baksın. Ailenin durumu nasıl? Selamımı onlara söyleyin. Durumumu merak etmesinler. Eğer ailemi görürsen durumumu onlara söylersin. Ben, Mizgin arkadaş, Veysi arkadaş ve Abdulkadir arkadaşla yaşıyoruz. Onlar başkan ve arkadaşlarla yaşıyorlar. O da başkanla arkadaş oldu. Bizim için ayrılmak bir şey değildir. Çünkü biz kalbimizde onu yaşatıyoruz. Ben onları çok seviyorum. Ben onları çok özlemişim. Büyük bir özlem duyuyorum barış geldiğinide birbirimizi Amed de göreceğiz. Kendilerine çok iyi baksınlar. Bu yazdığım ilk mektuptur.
…………….. Kendinize iyi bakın. Selamlarımı dostlara söyleyin. Selamımı heval Egid , baban Elişêr’e , Ehmed Gazi ve amcası Gazi vardır. Adı Ehmed Cudi dir. Babasının adını almış. Durumu çok iyidir. Biz birbirimizin yanındayız. Selamımı söyleyin. Egid arkadaş ve Ehmed arkadaşında selamları vardı. Onlar da en kısa zamanda mektup gönderecekler. Eğer o mektup Egid arkadaş ve Ehmed arkadaş gösterilirse çok iyi olacak . Onlar Veysi arkadaş ve Mizgin arkadaşa fotoğrafını gönderirse çok mutlu olacağım. Ben sana her zaman mektup yazacağım. Ahmet Kaya ‘nın şarkısı “Sana Dönmek İstiyorum” senden istiyorum. Bu şarkıyı başta Önder Apo, Devrim Şehitlerine, yurtsever halkımıza, Veysi ve Abdulkadir arkadaşların ailesine, cezaevindeki arkadaşlara, Ramazan arkadaşa, Kemal Oral, Maşallah, Servet, Necmettin Kaya’ya gelsin. 15 Mart ‘ta Önderlik üzerindeki tecridi kınamak için bedenini ateşe veren Abdulkadir’i anıyorum ve ona da gelsin. Kardeşim bedeninin ateşi diriliyor. Sen bedenine en büyük değeri yaşattın. Adını özgürlüğün içinde haykırıyorum. Ona söylüyorlar adı Abdulkadir’dir. Özgürlüğün önünde koşuyor. Güllerin içinde cezaevinde yeşeriyor. Annesiz bir çocuk. Kendi gölgesi içinde süsleniyor. Vatanın güneşinde çocukların hepsi annenin gözyaşında doğuyorlar. Ben yalnız bir yerde değilim. Bazı şüpheler içindeyim kardeşim. Her gün seni arıyorum kardeşim. Maalesef seni göremiyorum. Her zaman sen benim gözümün önündesin kardeşim. Ama bedeninin ateşi hiçbir zaman aklımdan çıkmıyor kardeşim. Kardeşim şimdilik hoşçakal . Sana olan son vedamdır. Eğer benim için bir şey yapmak istiyorsan hep özgürlük için iş yap kardeşim ve başka bir iş yapma. Özgürlük bahçesinde mücadeleni yürüt. Beni kendi bedeninde hisset… (Bu radyo konuşması farklı bir Kürt lehçesiyle yapılmıştı. Çeviri de aksaklık ve eksiklikler olabilir. Bu mektubu anlamlandıramadık. Ceylan mı yazmıştı. Ceylan’a bir arkadaşımı yazmıştı..?)
Kasım 2012 Adana
MüRSEL YILDIZ & iBRAHiM ALP
YORUM GÖNDER